5 Nisan 2019 CUMA Resmî Gazete Sayı : 30736
ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Anayasa Mahkemesi Başkanlığından:
Esas Sayısı : 2016/181
Karar Sayısı: 2018/111
Karar Tarihi: 20/12/2018
İPTAL DAVASINI AÇAN: Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri Engin ALTAY,
Levent GÖK ve Özgür ÖZEL ile birlikte 123 milletvekili (2016/181)
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN: Gaziantep 4. Asliye Hukuk Mahkemesi (2018/16)
DAVA ve İTİRAZIN KONUSU: 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Yatırımların Proje
Bazmda Desteklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun’un;
A. 11. maddesiyle 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’na ekli
(IV) sayılı Makam Tazminatı Cetveli’nin 8. sırasının değiştirilen (b) bendinde yer alan “...(ğ)
bendinde... ” ve “...merkez teşkilatına... ” ibarelerinin,
B. 12. maddesiyle 20/7/1966 tarihli ve 775 sayılı Gecekondu Kanunu’na eklenen geçici
10. maddenin,
C. 32. maddesiyle 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun 30.
maddesine eklenen altıncı fıkranın,
Ç. 33. maddesiyle 2942 sayılı Kanun’a eklenen ek 1. maddenin,
D. 34. maddesiyle;
1. 2942 sayılı Kanun’un geçici 6. maddesinin onuncu fıkrasının üçüncü cümlesinin
yürürlükten kaldırılmasının,
2.2942 sayılı Kanun’a eklenen geçici 11. maddenin,
E. 38. maddesiyle 4/6/1985 tarihli ve 3213 sayılı Maden Kanunu’na eklenen ek 14.
maddenin,
F. 39. maddesiyle 7/5/1987 tarihli ve 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu’nun
ek 9. maddesinin;
1. Birinci fıkrasının;
a. Değiştirilen birinci cümlesinin,
b. İkinci cümlesinde yer alan ‘‘...adrese dayalı nüfus kayıt sistemi sonuçlarına göre
toplam il nüfusu 750,000’e kadar olan...” ibaresinin “...büyükşehir olan iller dışındaki...”
şeklinde değiştirilmesinin,
2. İkinci fıkrasında yer alan "...il valisi... ” ibaresinin “...Türkiye Kamu Hastaneleri
Kurumu Başkanı... ” şeklinde değiştirilmesinin,
3. Üçüncü fıkrasının (15/11/2018 tarihli ve 7151 sayılı Sağlıkla İlgili Bazı Kanun ve
Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 20. maddesi ile 3359
sayılı Kanun’un ek 9. maddesine eklenen fıkralar nedeniyle beşinci fıkrasının);
a. Birinci cümlesinde yer alan “...tıp fakültesi...” ibaresinin “...ilgili fakülte...”
şeklinde değiştirilmesinin,
b. Birinci cümlesinden sonra gelmek üzere eklenen cümlelerin,
4. Üçüncü fıkrasından sonra gelmek üzere eklenen fıkraların (7151 sayılı Kanun’un 20.
maddesi ile 3359 sayılı Kanun’un ek 9. maddesine eklenen fıkralar nedeniyle beşinci fıkrasından
sonra gelmek üzere eklenen fıkraların),
5. Değiştirilen mevcut yedinci ve sekizinci fıkralarının,
G. 40. maddesiyle 3359 sayılı Kanun’a eklenen ek 15. maddenin,
Ğ. 41. maddesiyle 3359 sayılı Kanun’a eklenen ek 16. maddenin,
H. 42. maddesiyle 3359 sayılı Kanun’a eklenen geçici 10. maddenin,
I. 43. maddesiyle 3359 sayılı Kanun’a eklenen geçici 11. maddenin,
İ. 74. maddesiyle 21/2/2013 tarihli ve 6428 sayılı Sağlık Bakanlığınca Kamu Özel İş
Birliği Modeli ile Tesis Yaptırılması, Yenilenmesi ve Hizmet Alınması ile Bazı Kanun ve
Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un 4. maddesinin
değiştirilen (4) numaralı fıkrasının,
J. 77. maddesiyle;
1. 27/6/1989 tarihli ve 375 sayılı Kanun Hükmünde Karamame’nin ek 10. maddesinin
birinci fıkrasının değiştirilen (c) bendinde yer alan “Merkez teşkilatlarında...” ibaresinin,
2. 375 sayılı Kanun Hükmünde Karamame’ye eklenen (III) sayılı Cetvel’in (1)
numaralı sırasının “Kadro Unvanı” başlıklı bölümünde yer alan “...(ğ) bendinde...” ve
“.. .merkez teşkilatına...” ibarelerinin,
K. 80. maddesinin (4) numaralı fıkrasının,
Anayasa’nın Başlangıç kısmı ile 2., 5., 6., 7., 8., 9., 10., 11., 13., 27., 35., 36., 43., 44.,
45., 46, 55, 56, 63, 90, 123, 125, 127, 130, 135, 138, 139, 142, 153, 168, 169. ve 176.
maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptallerine ve yürürlüklerinin durdurulmasına karar
verilmesi talepleridir.
I. İPTALİ İSTENEN KANUN HÜKÜMLERİ
A. Dava ve İtiraz Konusu Kanun Hükümleri
İptali talep edilen kuralların yer aldığı Kanun’un;
1. 11. maddesiyle değiştirilen 657 sayılı Kanun’a ekli (IV) sayılı Makam Tazminatı
Cetveli’nin 8. sırasının (b) bendi şöyledir:
“b) (Değişik: 20/8/2016-6745/11 md) En az dört yıl süreli yükseköğrenim veren fakülte
veya yüksekokulları bitirmiş ve birinci dereceli kadroya atanmış olmak kaydıyla, 152 nci
maddenin “Il-Tazminatlar” kısmının “A-Özel Hizmet Tazminatı” bölümünün (ğ) bendinde yer
alanlardan merkez teşkilatına ait uzman unvanlı kadrolarda bulunanlar 2.000 ”
2.12. maddesiyle 775 sayılı Kanun’a eklenen geçici 10. madde şöyledir:
“GeçiciMadde 10- (Ek: 20/8/2016-6745/12 md.)
Gaziantep ili, Şahinbey ilçesi sınırları içerisinde bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten
önce bu Kanuna göre ilgili idarelerce yapılan arsa veya konut tahsis işleminin
gerçekleştirilememesi hâlinde; arsa veya konut tahsisi için ödenen bedeller, ilgili idarece
yapılacak tebligatı müteakip en geç üç ay içerisinde, ödeme gününden itibaren hesaplanacak
kanuni faizi ile birlikte hak sahiplerine veya kanuni mirasçılarına ödenir. Hak sahipleri
bunun dışında ilgili idareden herhangi bir hak, bedel ve tazminat talebinde bulunamazlar.
Bu maddenin birinci fıkrası hükmü; bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce hak
sahipleri tarafından, ilgili idarelerce yapılan arsa veya konut tahsis işleminin
gerçekleştirilememesi nedenleriyle arsa veya konutların adlarına tescili, bedel veya tazminat
ve benzeri taleplerle açılan ve henüz kesinleşmeyen her türlü davada da uygulanır. Bu
hükmün mahkemelerce uygulanması nedeniyle reddedilen davaların yargılama giderleri
davalı idare tarafından ödenir. Bu madde kapsamında kalan davalarda mahkeme harçları ile
her türlü vekâlet ücreti maktu olarak belirlenir. ”
3.32. maddesiyle 2942 sayılı Kanun’un 30. maddesine eklenen altıncı fıkra şöyledir:
“(Ek fıkra: 20/8/2016-6745/32 md.) İçişleri Bakanlığının güvenlik gerekçesiyle ihtiyaç
duyduğu, kamu kurum ve kuruluşları, belediyeler ve il özel idareleri dâhil mahalli idareler
ve diğer kamu tüzel kişilerine ait taşınmazlar, kaynak veya irtifak hakları, Bakanlar Kurulu
kararıyla resen Hazine adına tescil ve İçişleri Bakanlığına tahsis edilir. Taşınmazın bedeli,
tescil işleminden itibaren altmış gün içinde bu Kanunun 11 inci maddesinde belirtilen
kriterler de dikkate alınmak suretiyle valiliklerce resen tespit edilir. Bedele ilişkin itirazlar
Danıştaya yapılır. İtirazlar tescil işlemini durdurmaz Mahkemelerce ihtiyati tedbir ve
yürütmenin durdurulması kararları verilemez 3533 sayılı Kanun hükümleri uygulanmaz
Bu taşınmazlara ilişkin olarak ihtiyaç duyulan imar planı değişiklikleri Çevre ve Şehircilik
Bakanlığınca resen yapılır veya yaptırılır. ”
4.33. maddesiyle 2942 sayılı Kanun’a eklenen ek 1. madde şöyledir:
“Ek Madde 1- (Ek: 20/8/2016-6745/33 md.)
Uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılmak suretiyle
mülkiyet hakkının özüne dokunacak şekilde tasarrufu hukuken kısıtlanan taşınmazlar
hakkında, uygulama imar planlarının yürürlüğe girmesinden itibaren beş yılhk süre
içerisinde imar programları veya imar uygulamaları yapılır ve bütçe imkânları dâhilinde bu
taşınmazlar ilgili idarelerce kamulaştırılır veya her hâlde mülkiyet hakkını kullanmasına
engel teşkil edecek kısıtlılığı kaldıracak şekilde imar planı değişikliği yapılır/yaptırıhr. Bu
süre içerisinde belirtilen işlemlerin yapılmaması hâlinde taşınmazların malikleri tarafından,
bu Kanunun geçici 6 ncı maddesindeki uzlaşma sürecini ve 3194 sayılı İmar Kanununda
öngörülen idari başvuru ve işlemleri tamamlandıktan sonra taşınmazın kamulaştırmasından
sorumlu idare aleyhine idari yargıda dava açılabilir.
Birinci fıkra uyarınca dava açılması hâlinde taşınmazın ya da üzerinde tesis edilen
irtifak hakkının dava tarihindeki değeri, mahkemece; bu Kanunun 15 inci maddesine göre
bilirkişi incelemesi yapılarak, taşınmazın hukuken tasarrufunun kısıtlandığı veya fiilen el
konulduğu tarihteki nitelikleri esas alınmak suretiyle tespit edilir ve taşınmazın veya hakkın
idare adına tesciline veya terkinine hükmedilir.
Bu madde kapsamında kalan taşınmazlar hakkında açılacak dava ve takiplerde, bu
Kanunun geçici 6 ncı maddesinin üçüncü, yedinci, sekizinci ve on birinci fıkra hükümleri,
bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya
karan kesinleşmeyen davalara bu madde hükümleri, kesinleşen ancak henüz ödemesi
yapılmayan kararlar hakkında ise geçici 6 ncı maddenin üçüncü, sekizinci ve on birinci fıkra
hükümleri uygulanır.
Bu Kanunun geçici 6 ncı maddesinin sekizinci fıkrası uyarınca ayrılması gereken yüzde
iki oranındaki ödenekler, yüzde dört olarak ayrılır. İlave olarak ayrılan yüzde iki oranındaki
ödenekler, münhasıran bu ek madde ile geçici 11 inci ve geçici 12 nci maddeler kapsamında
yapılacak ödemelerde kullanılır. Yapılacak ödemelerin toplam tutarının ilave olarak ayrılan
ödeneğin toplamını aşması hâlinde, ödemeler, en fazla on yılda ve geçici 6 ncı maddenin
sekizinci fıkrası hükmüne göre yapılır. ”
5. 34. maddesiyle 2942 sayılı Kanun’un geçici 6. maddesinin onuncu fıkrasının
yürürlükten kaldırılan üçüncü cümlesi ile aynı Kanun’a eklenen geçici 11. madde şöyledir:
“...Uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resnû kurumlara ayrılmak
suretiyle veya ilgili kanunların uygulamasıyla tasarrufu kısıtlanan taşınmazlar hakkında,
3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanununda öngörülen idari başvuru ve işlemler
tamamlandıktan sonra idari yargıda dava açılabilir...”
“Geçici Madde 11- (Ek: 20/8/2016-6745/34 md.)
Bu Kanunun ek 1 inci maddesinin birinci fıkrası kapsamında kalan ve bu maddenin
yürürlüğe girdiği tarihten önce tasarrufu hukuken kısıtlanan taşınmazlar hakkında aynı
fıkrada belirtilen süre, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlar.
Bu Kanunun ek 1 inci maddesinin üçüncü fıkrası hükmü, bu madde kapsamında kalan
taşınmazlara ilişkin dava ve takipler hakkında da uygulanır. ”
6.38. maddesiyle 3213 sayılı Kanun’a eklenen ek 14. madde şöyledir:
“Ek Madde 14 - (Ek: 20/8/2016-6745/38 md.)
Uluslararası standartlar ile bilimsel ve teknik esaslara göre yetkin kişi ve/veya
yetkilendirilmiş tüzel kişiler tarafından, madenlerin aranması, araştırılması ve üretilmesi ile
ilgili açık, güvenilir, uygulanabilir kaynak ve rezerv bilgilerini oluşturmak, bunlarla ilgili
raporlama standartları ve kriterler belirlemek, sistem kurmak, uygulamak, geliştirmek ve
yayımlamak, bu faaliyetler ile ilgili strateji ve hedefler oluşturmak, yetkin kişi ve/veya
yetkilendirilmiş tüzel kişilerde aranan nitelikleri belirlemek, bunlara eğitim vermek,
sertifikalandırmak, sicil ve sicil kayıtlarını tutmak, denetlemek, ihtar vermek, belgeleri askıya
almak veya iptal etmek, uluslararası benzeri kuruluşlara üye olmak veya bunlarla işbirliği
yapmak, görev alanına giren konularda eğitim, araştırma ve yayın faaliyetlerinde bulunmak
ve bu faaliyetler ile ilgili düzenlemeleri yapmak ve yayımlamak amacıyla, kısa adı UMREK
olan Ulusal Maden Kaynak ve Rezerv Raporlama Komisyonu kurulmuştur. UMREK’in mali
işleri dâhil her türlü sekretarya hizmetleri Maden İşleri Genel Müdürlüğü tarafından
yürütülür. UMREK eğitim, sertifika, aidat, yayın ve diğer faaliyetlerinden gelir elde edebilir.
UMREK, görevini yerine getirirken bağımsızdır. UMREK, görevlerini yerine getirirken
resmî ve özel kurum, kuruluş ve kişilerden belge, bilgi ve görüş isteyebilir.
UMREK üyelerine verilecek huzur hakkı Bakanlığın teklifi üzerine Bakanlar
Kurulunca tespit edilir.
UMREK’in teşkili, yönetimi ve çalışması ile üyelerin atanmasında aranacak nitelikler,
görev süresi ve üyeliğin sona ermesi ile ilgili usul ve esaslar Bakanlık tarafından çıkarılan
yönetmelikle düzenlenir. ”
7. 39. maddesiyle değiştirilen ibare, cümle ve fıkralar ile eklenen cümle ve fıkraların
yer aldığı 3359 sayılı Kanun’un ek 9. maddesi şöyledir:
“Ek Madde 9 - (Ek: 21/1/2010-5947/11 md.; Değişik: 11/10/201 l-KHK-663/58 md.;
Değişik: 4/7/2012-6354/8 md.)
(Değişik birinci cümle: 20/8/2016-6745/39 md.) Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumuna
bağlı sağlık tesisleri ile üniversitelerin tıp ve diş hekimliği alanında lisans ve uzmanlık
eğitimi veren kurumlan; eğitim, araştırma ve sağlık hizmeti sunumu için insan gücü, mali
kaynak, fiziki donanım, bina, tıbbi cihaz ve diğer kaynakları karşılıklı olarak aşağıdaki usul
ve esaslara göre birlikte kullanabilir. Ancak, büyükşehir olan iller dışındaki illerde eğitim ve
araştırma hizmetleri, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren Sağlık Bakanlığı eğitim
ve araştırma hastanesi veya üniversite sağlık uygulama ve araştırma merkezlerinden yalnızca
biri tarafından verilebilir. Bu illerde Bakanlık ve bağlı kuruluşları ile üniversiteler, tıp lisans
eğitimi ve/veya tıpta uzmanlık eğitimi için ortak kullanım ve işbirliği yapar.
Birlikte kullanılacak sağlık tesisleri için, Bakanlık ve Yükseköğretim Kurulu Başkanlığının
uygun görüşü alınarak, Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumu Başkanı ile üniversite rektörü
arasında birlikte kullanım protokolü akdedilir.
Birlikte kullanımdaki sağlık tesislerinde tıpta uzmanlık ve lisans eğitimleri, Sağlık
Bakanlığı uzmanlık öğrencilerinin eğitimi de dâhil olmak üzere, ilgili mevzuata göre ilgili
fakülte dekanının yetki ve sorumluluğunda yürütülür. (Ek cümleler: 20/8/2016-6745/39 md.)
Dekan, hastane yöneticisinin görüşünü alarak varsa profesör, yoksa doçent unvanını haiz
öğretim üyelerinden birini, doçent de yoksa yardımcı doçent veya eğitim görevlilerinden
birini eğitim sorumlusu olarak görevlendirir. Başhekim aym zamanda üniversite yönünden
sağlık uygulama ve araştırma merkezi müdürü sayılır. Birlikte kullanıma geçilen sağlık
tesisleri, Bakanlığın tâbi olduğu mevzuat uyarınca işletilir ve tesis, üniversitenin görüşü
alınarak Bakanlıkça atanan başhekim tarafından yönetilir. Birlikte kullanıma geçilen sağlık
tesisinin kamu hastane birliği kapsamında olması hâlinde, o tesise ait yönetici
görevlendirmeleri kamu hastaneleri birliği mevzuatı çerçevesinde yapılır. (Ek cümle: 2/1/2014-
6514/44 md.) Birlikte kullanımdaki sağlık tesislerinde mesai sonrası hizmetler için 31/5/2006
tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun 73 üncü
maddesinin üçüncü fıkrasına göre ilave ücret alınmaz.
(Ek fıkra: 15/11/2018-7151/20 md.) Birlikte kullanıma geçilen sağlık tesislerinin döner
sermaye hesapları, sadece birlikte kullanılan birimlerle sınırlı olmak ve birlikte kullanıma
geçildikten sonraki tasarruflara etkili olmak kaydıyla birleştirilir. Ancak borcun mevcut bir
taşınıra ilişkin olması durumunda protokolün imza tarihinden önceki borçlar, sağlık
tesisinin döner sermaye bütçesinden karşılanır.
(Ek fıkra: 20/8/2016-6745/39 md.) Birlikte kullanımdaki sağlık tesisleri ve ilgili
birimlerde görevli öğretim elemanları dâhil tüm personel; ihtiyaç duyulan tıbbi ve bilimsel
danışmanlık, nöbet, konsültasyon ve diğer sağlık hizmetlerini yerine getirmekle ve bu
kapsamda kendilerine yapılan davete icabet etmekle yükümlüdür. Bu şekilde nöbet tutan
öğretim üyelerine de 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun ek 33
üncü maddesi çerçevesinde ve eğitim görevlisi için belirlenmiş olan gösterge rakamı
üzerinden nöbet ücreti ödenir.
(Değişik fıkra: 2/1/2014-6514/44 md.) 2547 sayılı Kanunun 58 inci maddesinin (c)
fıkrasının (1) numaralı bendinde sayılan ve ilgili fakültenin temel tıp bilimlerinde görev yapan
öğretim üyesi, öğretim görevlisi ve araştırma görevlisi ile birlikte kullanımdaki sağlık
tesislerinde fiilen görev yapan personele, üniversite personeli için 4/11/1981 tarihli ve 2547
sayılı Yükseköğretim Kanununun 58 inci maddesinde öngörülen ek ödeme matrahı ve tavan ek
ödeme oranları, Bakanlık ve bağlı kuruluşları personeli için ise 4/1/1961 tarihli ve 209 sayılı
Sağlık Bakanlığına Bağlı Sağlık Kurumlan ile Esenlendirme (Rehabilitasyon) Tesislerine
Verilecek Döner Sermaye Hakkında Kanunun 5 inci maddesinde öngörülen ek ödeme matrahı
ve tavan ek ödeme oranları esas alınarak Bakanlığın tabi olduğu ek ödeme mevzuatı
doğrultusunda ek ödeme yapılır. Üniversite rektörü, rektör yardımcıları, genel sekreteri, ilgili
birimin dekanı ve dekan yardımcılarına 2547 sayılı Kanunun 58 inci maddesi gereğince
yönetici payı olarak yapılacak ek ödeme, birlikte kullanımdaki sağlık tesisinin döner sermaye
hesabından yapılır.
Birlikte kullanılan sağlık tesisinde görev yapan personelin disiplin ve tüm özlük işlemleri
kadrosunun bulunduğu kurumun ilgili mevzuatına göre yürütülür.
Üniversite tarafından, birlikte kullanılan kurum ve kuruluşlarda görevli personelin
profesör ve doçent kadrolarına atanabilmesi için Bakanlığa ve bağlı kuruluşlarına ait eğitim
görevlisi kadroları da kullanılabilir.
(Değişik fıkra: 20/8/2016-6745/39 md.) Sağlık Bakanlığı ve bağlı kuruluşlarının sağlık
tesisleri ile üniversitelerin sağlık bilimleri eğitimi veren birimleri arasında, döner sermayeleri
ayrı olmak suretiyle sağlık hizmeti sunumu, eğitim, araştırma, halk sağlığını geliştirme ve
kurumların diğer faaliyet alanlarında işbirliği yapılabilir. İşbirliği protokolleri, üniversitenin
ve ilgisine göre Bakanlık birimleri veya bağlı kuruluşlarının teklifi üzerine, Bakanlık ve
Yükseköğretim Kurulu Başkanlığının uygun görüşü alınarak vali ile rektör arasında
imzalanır. Üniversitenin sağlık bilimleri alanında faaliyet gösteren birimlerinde görev yapan
öğretim elemanlarından işbirliği kapsamında Bakanlık ve bağlı kuruluşları sağlık
tesislerinde ya da Bakanlık ve bağlı kuruluşları personelinden üniversitede çalıştırılacaklar,
karşılıklı mutabakat ile protokol eki liste ile belirlenir.
(Değişik fıkra: 20/8/2016-6745/39 md.) Birlikte kullanım ve işbirliğine ilişkin usul ve
esaslar ile ilgili mevzuat hükümleri çerçevesinde döner sermaye gelirlerinden personele
yapılacak ek ödemelere ilişkin diğer hususlar Maliye Bakanlığının ve Yükseköğretim
Kurulunun uygun görüşü alınarak Sağlık Bakanlığı tarafından çıkarılan yönetmelikle
belirlenir. ”
(Dava tarihinden sonra kabul edilen 7151 sayılı Kanun’un 20. maddesi ile 3359 sayılı
Kanun’un anılan maddesine ikinci fıkradan sonra gelmek üzere fıkralar eklenmiş olup söz
konusu fıkralara dava tarihinde bulunmamaları nedeniyle madde metninde yer verilmemiştir.)
8.40. maddesiyle 3359 sayılı Kanun’a eklenen ek 15. madde şöyledir:
“Ek Madde 15 - (Ek: 20/8/2016-6745/40 md.)
Tıp ve/veya diş hekimliği fakültesi bulunan ancak sağlık uygulama ve araştırma merkezi
bulunmayan veya sağlık uygulama ve araştırma merkezinde yeterli kapasite ve eğitim
altyapısı bulunmayan vakıf üniversiteleri; tıp ve diş hekimliğinde lisans eğitimi, tıp, diş
hekimliği ve eczacılıkta uzmanlık eğitimi ile araştırma faaliyetleri için yeterli kapasite ve
eğitim altyapısı bulunan özel hastaneler ile bütçeleri ayrı olmak şartıyla işbirliği yapabilir.
İlgili üniversite ve özel hastanenin yetkili makamları arasında işbirliği protokolü imzalanır
ve Sağlık Bakanlığı ve Yükseköğretim Kurulunun onayıyla uygulamaya konulur.
İşbirliği yapılan özel hastane, üniversite için sağlık uygulama ve araştırma merkezi
kabul edilir. Burada fiilen görev yapacak olan üniversite öğretim elemanları, ilgili dekan ve
hastane yöneticisinin talebi üzerine rektör tarafından görevlendirilir. Görevlendirilen
üniversite personeline kendi mevzuatı uygulanır. İşbirliği yapılan özel hastane, öğretim
üyelerinin faaliyetleri ve üniversitenin eğitim ve araştırma işlevleri dışında kendi mevzuatına
tabi olmaya devam eder.
Bu maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar Yükseköğretim Kurulunun görüşü
alınarak Sağlık Bakanlığı tarafından belirlenir. ”
9.41. maddesiyle 3359 sayılı Kanun’a eklenen ek 16. madde şöyledir:
“Ek Madde 16 - (Ek: 20/8/2016-6745/41 md.)
Yurt dışında görev yapmakta olan doçent ve profesör unvanına sahip tıp doktoru
akademisyenler Türkiye'de en az 3 yıl süreyle fiilen akademik kadroda meslek icrasında
bulunmak kaydıyla Devlet hizmeti yükümlülüğünden muaf tutulur. ”
10.42. maddesiyle 3359 sayılı Kanun’a eklenen geçici 10. madde şöyledir:
“Geçici Madde 10 - (Ek: 20/8/2016-6745/42 md.)
Bu Kanunun ek 15 inci maddesi kapsamındaki usul ve esaslar Sağlık Bakanlığınca üç
ay içinde belirlenir.
Bu maddenin yürürlüğe girmesinden önce vakıf yükseköğretim kurumlarıyla özel
hastaneler arasında yapılmış olup uygulanmakta olan protokoller, protokollerde belirlenen
sürelerin sonuna kadar mevcut hak ve yükümlülükleri ile geçerlidir.”
“Geçici Madde 11 - (Ek: 20/8/2016-6745/43 md.)
Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce yurt dışında tabiplik veya tıpta uzmanlık
eğitimini tamamlayan tıp doktorları, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren altı ay
içinde Türkiye’ye dönmek ve en az üç yıl süreyle Türkiye’de fiilen meslek icrasında
bulunmak şartıyla Devlet hizmeti yükümlülüğünden muaf tutulur. ”
12.74. maddesiyle 6428 sayılı Kanun’un 4. maddesinin değiştirilen (4) numaralı fıkrası
şöyledir:
11.43. maddesiyle 3359 sayılı Kanun’a eklenen geçici 11. madde şöyledir:
“(4) (Değişik: 20/8/2016-6745/74 md.) İdare, yüklenicinin sözleşme kapsamına giren
faaliyetlerini bütün aşamalarda denetler veya denetletir. Bakanlık, yüklenicinin performans
denetimi ve işin yönetimine ilişkin olarak bir denetim ve yönetim sistemi kurabilir. Denetimle
yetkilendirilecek isteklilerden, ekonomik ve mali yeterlik ile mesleki ve teknik yeterliklerinin
belirlenmesine ilişkin olarak gerekli bilgi ve belgeler istenir. Bu amaçla isteklinin;
bankalardan temin edilecek mali durumu ile ilgili belgeler, ilgili mevzuatı uyarınca
yayımlanması zorunlu olan bilançosu veya bilançosunun gerekli görülen bölümleri, yoksa
bunlara eşdeğer belgeleri, iş hacmini gösteren toplam cirosu veya ihale konusu iş ile ilgili
taahhüdü altındaki ve bitirdiği iş miktarını gösteren belgeler ile ihale konusu işin niteliğine
göre yeterlik değerlendirmesinde kullanılmak üzere, ihale dokümanında ve ihale veya ön
yeterliğe ilişkin ilan veya davet belgelerinde belirtilen diğer belgeler istenir. Denetimle
yetkilendirilen yüklenicinin taahhüdünü ihale dokümanı ve sözleşme hükümlerine uygun
olarak yerine getirmemesi veya işi süresinde bitirmemesi hâlinde, ihale dokümanında
belirlenen oranda gecikme cezası uygulanmak üzere, idarenin en az on gün süreli ve
nedenleri açıkça belirtilen ihtarına rağmen aynı durumun devam etmesi hâlinde, ayrıca
protesto çekmeye gerek kalmaksızın kesin teminat ve varsa ek kesin teminatlar gelir
kaydedilir ve sözleşme feshedilerek hesabı genel hükümlere göre tasfiye edilir. Denetimle
yetkilendirilen yüklenici, hazırladıkları raporlardaki yanlış ve yanıltıcı bilgi ve kanaatler
sebebiyle doğabilecek zararlar ile sözleşme kapsamındaki faaliyetleri dolayısıyla idare ve
üçüncü kişilere verecekleri zararlardan ve denetime ilişkin olarak idareye sunacakları bilgi
ve belgelerin, mali ve teknik tablo ve raporların sözleşmesine ve ilgili mevzuatına uygunluğu
ve doğruluğundan, genel kabul görmüş denetim ilke ve esaslarına göre denetiminden on beş
yıl süreyle sorumludur. ”
13. 77. maddesiyle değiştirilen 375 sayılı Kanun Hükmünde Karamame’nin (KHK) ek
10. maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi ve aynı ek madde ile söz konusu KHK’ya eklenen
(III) sayılı Cetvel’in (1) numaralı sırası şöyledir:
“Cumhurbaşkanlığı İdari İşler Başkanlığı ve Cumhurbaşkanlığına bağlı olarak kurulan
başkanlıklar ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı İdari Teşkilatı, Başbakanlık ve
bakanlıklar ile bunların bağlı ve ilgili kuruluşları (Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı, Toplu
Konut İdaresi Başkanlığı ile 2659 sayılı Kanunun 30 uncu maddesi ve 399 sayılı Kanun
Hükmünde Kararnamenin ek 2 nci maddesi kapsamında bulunanlar hariç), sosyal güvenlik
kurumlan, Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu, Yüksek Seçim Kurulu, Yükseköğretim
Kurulu, Üniversitelerarası Kurul ve ölçme, Seçme ve Yerleştirme Merkezi Başkanlığının;
(c) (Değişik: 20/8/2016-6745/77 md.) Merkez teşkilatlarında; Dışişleri Meslek Memuru
ve Konsolosluk ve İhtisas Memurları, özel yarışma sınavı sonucunda mesleğe yardımcı veya
stajyer olarak alınıp belirli süreli yetiştirme döneminden sonra özel bir yeterlik sınavı sonunda
müfettiş, uzman, denetçi, kontrolör, aktüer ve stenograf unvanlı kadrolara (mevzuatı uyarınca
söz konusu kadrolara atananlar dâhil) atananlar ve bunların yardımcı ve stajyerleri ile iç
denetçilerden ekli (III) sayılı Cetvelde yer alan unvanlı kadrolarda bulunanlardan,
aylıklarını 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa göre almakta olanlara anılan
Cetvellerde kadro unvanlarına karşılık gelen gösterge rakamlarının memur aylık katsayısı ile
çarpımı sonucu bulunacak tutarlarda ücret ve tazminat verilir. Bu ödemelere hak
kazanılmasında ve bunların ödenmesinde aylıklara ilişkin hükümler uygulanır. Ekli (II) ve (III)
sayılı Cetvellerde atandıkları kadro dereceleri esas alınarak belirlenen ücret ve tazminatlar,
657 sayılı Kanunun 45 inci maddesine göre atananlar ile haklarında aynı Kanunun 67 nci
maddesi uygulananlar için kazanılmış hak aylık dereceleri dikkate alınarak ödenir. Tazminat
damga vergisi hariç herhangi bir vergiye tabi tutulmaz.
“(III) SAYILI CETVEL
(Ek 10 uncu Maddenin Birinci Fıkrasının (c) Bendi Kapsamında Yer Alan Personelin Ücret ve
Tazminat Gösterge Cetveli)
Sıra
No Kadro Unvanı Ücret Göstergesi
Tazminat
Göstergesi
(Değişik: 20/8/2016-6745/77 md.)
Kapsama dâhil idarelerin merkez
teşkilatına ait genel idare hizmetleri
sınıfında yer alan başmüfettiş,
müfettiş, başdenetçi, denetçi,
başkonîrolör, kontrolör ve iç denetçi
kadrolarında bulunanlar, Türkiye
Büyük Millet Meclisi yasama
uzmanları ve stenografları, Hazine
Müsteşarlığı sigorta denetleme
uzmanları ve aktüerleri, Dışişleri
Meslek Memurları ile Konsolosluk ve
İhtisas Memurları, 14/7/1965 tarihli
1 ve 657 sayılı Devlet Memurları
Kanununun 152 nci maddesinin “II-
Tazminatlar” kısmının “A- Özel
Hizmet Tazminatı” bölümünün (ğ)
bendinde yer alanlardan merkez
teşkilatına ait uzman unvanlı
kadrolarda bulunanlardan;
Kadro Derecesi 1 olanlar 46.450 25.560
Kadro Derecesi 2 olanlar 43.400 23.870
Kadro Derecesi 3 olanlar 40.850 22.475
Kadro Derecesi 4 olanlar 39.300 21.625
Kadro Derecesi 5 olanlar 37.950 21.000
Kadro Derecesi 6 olanlar 36.800 20.250
Kadro Derecesi 7 olanlar 35.550 19.550
14.80. maddesi şöyledir:
“MADDE 80 - (1) Bakanlar Kurulu; kalkınma planları ve yıllık programlarda öngörülen
hedefler doğrultusunda ülkemizin mevcut veya gelecekte ortaya çıkabilecek ihtiyaçlarım
karşılama, arz güvenliğini sağlama, dışa bağımlılığını azaltma, teknolojik dönüşümü sağlama,
yenilikçi, Ar-Ge yoğun ve katma değeri yüksek olma niteliklerine ayrı ayrı ya da birlikte sahip
olan ve proje bazında Ekonomi Bakanlığı tarafından desteklenmesine karar verilen yatırımlar
için;
a) 13/6/2006 tarihli ve 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanununun 32/A maddesine göre
kurumlar vergisi oranını %100’e kadar indirimli uygulatmaya ve yatırıma katkı oranını
%200’ü geçmemek üzere belirlemeye veya yatırımın işletmeye geçmesinden itibaren 10 hesap
dönemine kadar, yatırımdan elde edilen kazançla sınırlı olmak üzere kurumlar vergisi istisnası
tanımaya,
b) 31/12/1960 tarihli ve 193 sayılı Gelir Vergisi Kanununun geçici 80 inci maddesinde yer
alan gelir vergisi stopajı teşvikinden yararlandırmaya,
c) Gümrük vergisi muafiyeti tanımaya,
ç) Yatırımın Hazine taşınmazı üzerinde yapılması hâlinde, belirlenecek yatırımcı lehine
doğrudan, hasılat payı alınmaksızın, 49 yıl süreyle bedelsiz irtifak hakkı tesisi veya kullanma
izni verilmesine ve yatırımın tamamlanması ve öngörülen istihdamın 5 yıl sağlanması şartıyla
Hazine taşınmazının talep edilmesi hâlinde bedelsiz devredilmesine,
d) 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Kanunun ek 2 nci maddesinde yer alan prime esas
kazanç alt sınırına bağlı kalınmaksızın 10 yıla kadar sigorta primi işveren hissesinin
karşılanmasına,
e) İşletme döneminde yatırıma ilişkin enerji tüketim harcamalarının %50’sine kadarının
en fazla 10 yıla kadar karşılanmasına,
f) Sabit yatırım tutarının finansmanında kullanılan yatırım kredisi için 10 yıla kadar faiz
veya kâr payı desteği ya da hibe desteği sağlanmasına,
g) Yatırım için özel önem taşıyan belirlenen sayıda her bir nitelikli personel için 5 yılı
geçmemek üzere, asgari ücretin aylık brüt tutarının 20 katına kadar ücret desteği verilmesine,
ğ) Yatırım tutarının %49’unu geçmemek üzere ve edinilen payların 10 yıl içerisinde halka
arz veya yatırımcıya satış şartıyla yatırıma ortak olunmasına, karar vermeye ve yukarıdaki
desteklerden bir veya birden fazlasını uygulatmaya yetkilidir.
(2) Birinci fıkra kapsamındaki destekler Ekonomi Bakanlığı bütçesinden karşılanır.
(3) Proje bazlı yatırım konusu ürüne, süresi ve miktarı Bakanlar Kurulunca belirlenecek
alım garantisi verilebilir.
(4) Proje bazlı yatırımlara diğer kanunlarla getirilen izin, tahsis, ruhsat, lisans ve
tesciller ile diğer kısıtlayıcı hükümler için Bakanlar Kurulu kararı ile istisna getirilebilir
veya yatırımları hızlandırmak ve kolaylaştırmak amacıyla yasal ve idari süreçlerde
düzenleme yapılabilir.
(5) Projenin gerekli kıldığı hâllerde Bakanlar Kurulu kararı İle her türlü altyapı
yatırımının yapılması kararlaştırılabilir.
(6) Uygulamaya ilişkin usul ve esasları belirlemeye Bakanlar Kurulu yetkilidir.
Yatırımların belirlenen usul ve esaslar çerçevesinde gerçekleştirilmemesi hâlinde, birinci
fıkranın (a) ve (b) bentlerinde yer alan indirimli kurumlar vergisi veya istisna uygulaması ile
gelir vergisi stopajı teşviki nedeniyle zamanında tahakkuk ettirilmemiş vergiler vergi ziyaı
cezası uygulanmaksızın gecikme faiziyle birlikte, diğer destekler ise 21/7/1953 tarihli ve 6183
sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümleri çerçevesinde geri alınır.
(7) Yatırımın devri hâlinde, devralan kurum, aynı koşulları yerine getirmek kaydıyla
belirtilen istisna, muafiyet ve desteklerden yararlanır. ”
B. İlgili Görülen Kanun Hükümleri
1.2942 sayılı Kanun’un geçici 6. maddesi şöyledir:
“Kamulaştırılmaksızın kamu hizmetine ayrılan taşınmazların bedel tespiti
Geçici Madde 6 - (Ek: 18/6/2010-5999/1 md.; Değişik: 24/5/2013-6487/ 21 md.)
Kamulaştırma işlemleri tamamlanmamış veya kamulaştırması hiç yapılmamış olmasına
rağmen 9/10/1956 tarihi ile 4/11/1983 tarihi arasında fiilen kamu hizmetine ayrılan veya kamu
yararına ilişkin bir ihtiyaca tahsis edilerek üzerinde tesis yapılan taşınmazlara veya
kaynaklara kısmen veya tamamen veyahut irtifak hakkı tesis etmek suretiyle malikin rızası
olmaksızın fiili olarak el konulması sebebiyle, mülkiyet hakkından doğan talepler, bedel talep
edilmesi hâlinde bedel tespiti ve diğer işlemler bu madde hükümlerine göre yapılır. Bu
maddeye göre yapılacak işlemlerde öncelikle uzlaşma usulünün uygulanması dava şartıdır.
İdarenin daveti veya malikin müracaatı üzerine, fiilen el konulan taşınmazın veya üzerinde
tesis edilen irtifak hakkının idarenin daveti veya malikin müracaat ettiği tarihteki tahmini
değeri; bu Kanunun 8 inci maddesinin ikinci fıkrasına göre teşkil edilen kıymet takdir
komisyonu marifetiyle, taşınmazın el koyma tarihindeki nitelikleri esas alınmak ve bu Kanunun
11 inci ve 12 nci maddelerine göre hesaplanmak suretiyle tespit edilir. Tespitten sonra, bu
Kanunun 8 inci maddesinin üçüncü fıkrasına göre teşkil olunan uzlaşma komisyonunca,
idarenin daveti veya malikin müracaat tarihinden itibaren en geç altı ay içinde 7201 sayılı
Kanun hükümlerine göre tebliğ edilen bir yazı ile, tahmini değer bildirilmeksizin, talep sahibi
uzlaşma görüşmelerine davet edilir.
Uzlaşma; idareye ait taşınmazın trampası, idareye ait taşınmaz üzerinde sınırlı ayni hak
tanınması veya imar mevzuatı çerçevesinde başka bir yerde imar hakkı kullandırılması
suretiyle veya bunların mümkün olmaması hâlinde nakdi bedel üzerinden yapılabilir.
Uzlaşma görüşmeleri, hukuki veya fiili engel bulunmadığı takdirde davete icabet
tarihinden itibaren en geç altı ay içinde sonuçlandırılır ve uzlaşmaya varılıp varılmadığı, malik
veya temsilcisi ile komisyon üyeleri tarafından imzalanan bir tutanağa bağlanır. Bu tutanak ile
uzlaşma görüşmelerine ilişkin bilgi ve belgeler, açılacak davalarda taraflar aleyhine delil teşkil
etmez. Uzlaşmaya varılması hâlinde, üzerinde uzlaşılan hakkın türünü, tanınma şart ve
usullerini, nakdi ödemede bulunulacak ise miktarını ve ödeme şartları ile taşınmazların
tesciline veya terkinine dair muvafakati de ihtiva eden bir sözleşme akdedilerek bu sözleşme
çerçevesinde işlem yapılır ve uzlaşma konusu taşınmazlar resen tapuya tescil veya terkin edilir.
Uzlaşılan bedel, bütçe imkanları dâhilinde sonraki yıllara sâri olacak şekilde taksitli
olarak da ödenebilir. Taksitli ödeme süresince, 4/12/1984 tarihli ve 3095 sayılı Kanuni Faiz ve
Temerrüt Faizine İlişkin Kanuna göre ayrıca kanuni faiz ödenir.
İdare ve malik arasında uzlaşma sağlanamadığı takdirde, uzlaşmazlık tutanağının
tanzim edildiği tarihten itibaren üç ay içinde malik veya idare tarafından bedel tespiti davası
açılabilir. Dava açılması hâlinde, fiilen el konulan taşınmazın veya üzerinde tesis edilen irtifak
hakkının dava tarihindeki değeri, ikinci fıkranın birinci cümlesindeki esaslara göre mahkemece
bu Kanunun 15 inci maddesine göre bilirkişi incelemesi yapılmak suretiyle tespit ve taşınmazın
veya hakkın idare adına tesciline veya terkinine hükmedilir. Tespit edilen bedel, bu maddenin
sekizinci fıkrasına göre idarece ödenir. Tescile veya terkine ilişkin hüküm kesin olup tarafların
hükmedilen bedele ilişkin temyiz hakkı saklıdır.
Bu madde kapsamında açılan davalarda mahkeme ve icra harçları ile her türlü vekalet
ücretleri bedel tespiti davalarında öngörülen şekilde maktu olarak belirlenir.
Kesinleşen mahkeme kararlarına istinaden bu madde uyarınca ödemelerde kullanılmak
üzere, ihtiyaç olması hâlinde, merkezi yönetim bütçesine dâhil idarelerin yılı bütçelerinde
sermaye giderleri için öngörülen ödeneklerinin (Milli Savunma Bakanlığı, Jandarma Genel
Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı bütçelerinin güvenlik ve savunmaya yönelik mal ve
hizmet alımları ile yapım giderleri için ayrılan ödeneklerin) yüzde ikisi, belediye ve il özel
idareleri ile bağlı idareleri için en son kesinleşmiş bütçe gelirleri toplamının, diğer idareler
için en son kesinleşmiş bütçe giderleri toplamının en az yüzde ikisi oranında yılı bütçelerinde
pay ayrılır. Kesinleşen alacakların toplam tutarının ayrılan ödeneğin toplam tutarını aşması
hâlinde, ödemeler, sonraki yıllara sâri olacak şekilde, garameten ve taksitlerle gerçekleştirilir.
Taksitlendirmede, bütçe imkanları ile alacakların tutarları dikkate alınır. Taksitli ödeme
süresince, 3095 sayılı Kanuna göre ayrıca kanuni faiz ödenir. İdare tarafından, mahkeme
kararı gereğince nakdi ödeme yerine, üçüncü fıkrada belirtilen diğer uzlaşma yolları da teklif
edilebilir ve bu maddenin uzlaşmaya ilişkin hükümlerine göre işlem yapılabilir.
Bu maddenin bedele ilişkin hükümleri, vuku bulduğu tarih itibarı ile bu maddenin
kapsamında olan kamulaştırması el koymadan dolayı açtıkları tazminat davası süre
bakımından dava hakkının düştüğü gerekçesiyle reddedilmiş olanlar hakkında da uygulanır.
Evvelce açtıkları davalar sonunda tazminat almaya hak kazanmış veya süre dışındaki
sebeplerden dolayı davaları reddedilmiş olanlar hakkında bu madde hükümleri uygulanmaz.
Ancak, gerek iç hukuka ve gerekse milletlerarası hukuka göre evvelce açtıkları davalar
sonunda hak kazanmış oldukları tazminat henüz ödenmemiş olanlara, idare tarafından nakdi
ödeme yerine, üçüncü fıkrada belirtilen diğer uzlaşma yolları teklif edilebilir ve bu maddenin
uzlaşmaya ilişkin hükümlerine göre işlem yapılabilir.
Vuku bulduğu tarih itibarı ile bu maddenin kapsamında olan kamulaştırması el
koymadan dolayı bu maddenin yürürlüğe girmesinden önce tazmin talebiyle dava açmış
olanlar; bu madde hükümlerine göre uzlaşma yoluna gitmeyi isteyip istemediklerini bu
maddenin yürürlüğe girmesinden itibaren üç ay içinde idareye ve mahkemeye verecekleri
dilekçeler ile bildirebilirler. Uzlaşma talebi üzerine, uzlaşma görüşmelerinin neticesine kadar
dava bekletilir; uzlaşılamaması hâlinde, uzlaşmazlık tutanağının mahkemeye sunulmasından
sonra davaya devam edilir. (Mülga üçüncü cümle: 20/8/2016-6745/34 md) Bu madde
hükümleri karara bağlanmamış veya kararı kesinleşmemiş tüm davalara uygulanır. Kararı
kesinleşen davalara ise, bu maddenin yalnızca sekizinci fıkra hükümleri uygulanır.
Bu madde uyarınca ödenecek olan bedelin tahsili sebebiyle idarelerin mal, hak ve
alacakları haczedilemez.
(İptal onikinci fıkra: Anayasa Mahkemesi’nin 13/11/2014 tarihli ve E.: 2013/95, K.:
2014/176 sayılı Kararı ile.)
(İptal onüçüncü fıkra: Anayasa Mahkemesi’nin 13/11/2014 tarihli ve E: 2013/95, K.:
2014/176 sayılı Kararı ile.)
(Ek fıkra: 3/11/2016-6754/40 md.) Bu madde uyarınca açılacak davalarda 15 inci mad
dede düzenlenen bilirkişiliğe ilişkin hükümler uygulanır”
2.3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 10. maddesi şöyledir:
“İmar programları, kamulaştırma ve kısıtlılık hali:
Madde 10 - Belediyeler; imar planlarının yürürlüğe girmesinden en geç 3 ay içinde, bu
planı tatbik etmek üzere 5 yıllık imar programlarım hazırlarlar. Beş yıllık imar programlarının
görüşülmesi sırasında ilgili yatırımcı kamu kuruluşlarının temsilcileri görüşleri esas alınmak
üzere Meclis toplantısına katılır. Bu programlar, belediye meclisinde kabul edildikten sonra
kesinleşir. Bu program içinde bulunan kamu kuruluşlarına tahsis edilen alanlar, ilgili kamu
kuruluşlarına bildirilir. Beş yıllık imar programları sınırları içinde kalan alanlardaki kamu
hizmet tesislerine tahsis edilmiş olan yerleri ilgili kamu kuruluşları, bu program süresi içinde
kamulaştırırlar. Bu amaçla gerekli ödenek, kamu kuruluşlarının yıllık bütçelerine konulur.
İmar programlarında, umumi hizmetlere ayrılan yerler ile özel kanunları gereğince
kısıtlama konulan gayrimenkuller kamulaştırılıncaya veya umumi hizmetlerle ilgili projeler
gerçekleştirilinceye kadar bu yerlerle ilgili olarak diğer kanunlarla verilen haklar devam
eder.”
II. İLK İNCELEME
A. E.2016/181 Sayılı Başvuru Yönünden
1. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü hükümleri uyarınca Zühtü ARSLAN, Burhan
ÜSTÜN, Engin YILDIRIM, Serdar ÖZGÜLDÜR, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Recep
KÖMÜRCÜ, Nuri NECİPOĞLU, Muammer TOPAL, M. Emin KUZ, Haşan Tahsin GÖKCAN,
Kadir ÖZKAYA, Rıdvan GÜLEÇ, Recai AKYEL ve Yusuf Şevki HAKYEMEZ’in
katılımlarıyla 23/11/2016 tarihinde yapılan ilk inceleme toplantısında, dosyada eksiklik
bulunmadığından işin esasının incelenmesine, yürürlüğü durdurma talebinin esas inceleme
aşamasında karara bağlanmasına OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
B. E.2018/16 Sayılı Başvuru Yönünden
2. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü hükümleri uyarınca Zühtü ARSLAN, Engin
YILDIRIM, Serdar ÖZGÜLDÜR, Serruh KALELİ, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Recep
KÖMÜRCÜ, Nuri NECİPOĞLU, Hicabi DURSUN, Celal Mümtaz AKINCI, Muammer
TOPAL, M. Emin KUZ, Haşan Tahsin GÖKCAN, Kadir ÖZKAYA, Rıdvan GÜLEÇ, Recai
AKYEL ve Yusuf Şevki HAKYEMEZ’in katılımlarıyla 28/2/2018 tarihinde yapılan ilk
inceleme toplantısında, dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine
OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
III. BİRLEŞTİRME KARARI
3. 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı
Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 12.
maddesiyle 20/7/1966 tarihli ve 775 sayılı Kanun’a eklenen geçici 10. maddenin iptaline karar
verilmesi talebiyle yapılan itiraz başvurusuna ilişkin E.2018/16 sayılı davanın aralarındaki
hukuki irtibat nedeniyle E.2016/181 sayalı dava ile BİRLEŞTİRİLMESİNE, esasın
kapatılmasına, esas incelemenin E.2016/181 sayılı dosya üzerinden yürütülmesine 28/2/2018
tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
IV. ESASIN İNCELENMESİ
4. Dava dilekçesi ile başvuru kararı ve ekleri, Raportör Cengiz ERTEN tarafından
hazırlanan işin esasına ilişkin rapor, dava ve itiraz konusu kanun hükümleri, dayanılan ve ilgili
görülen Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup
incelendikten ve Anayasa’nın 149. maddesinin altıncı fıkrası ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 43. maddesinin
(1) numaralı fıkrası gereğince, Şahinbey Belediye Başkanı Mehmet İhsan TAHMAZOĞLU ve
Hukuk İşleri Müdür Vekili Oğuzhan ÇİFTÇİ’nin 20/12/2018 tarihinde Kanun’un 12.
maddesiyle 775 sayılı Kanun’a eklenen geçici 10. maddeye ilişkin yapılan sözlü açıklamaları
dinlendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
A. Kanun’un 11. Maddesiyle 657 Sayılı Kanun’a Ekli (IV) Sayılı Makam
Tazminatı Cetveli’nin 8. Sırasının Değiştirilen (b) Bendinde Yer Alan “...(ğ) bendinde...”
ve “...merkez teşkilatına...” İbareleri ile Kanun’un 77. Maddesiyle 375 Sayılı KHK’nın Ek
10. Maddesinin Birinci Fıkrasının Değiştirilen (c) Bendinde Yer Alan “Merkez
teşkilatlarında...” İbaresi ve Aynı KHK’ya Eklenen (III) Sayılı Cetvel’in (1) Numaralı
Sırasının “Kadro Unvanı” Başlıklı Bölümünde Yer Alan “...(ğ) bendinde...” ve “...merkez
teşkilatına...” İbarelerinin İncelenmesi
1. İptal Taleplerinin Gerekçesi
5. Dava dilekçesinde özetle; uzman personele ait kadroların ihdasında ve bu kişilerin
mesleğe alınmaları ile görevleri arasında, merkezde ya da taşrada görev yapmaları bakımından
bir farklılık bulunmadığı, bahsi geçen uzman personelin tamamının sınavlarda başarılı olup
mesleğe stajyer olarak girdikten üç yıl sonra yeterlilik sınavı ile mesleğe alındıkları, idarenin
bütünlüğü ilkesine göre devletin yapısı ve işlevi ile bir bütünlük teşkil ettiği, merkez ve taşra
ayrımının bir nitelik ve görev ayrımı değil görevin ifa edildiği yer bakımından yapılan bir ayrım
olduğu ve sadece personelin görev yaptığı idari birimleri belirttiği, gelir uzmanları ve
defterdarlık uzmanları gibi taşrada görev yapan uzmanların merkez teşkilatlarında görevli
olmadıkları gerekçesiyle diğer kriterleri ve işlevleri aynı iken sadece görev yapılan merkez-taşra
ayrımı nedeniyle özlük haklarının farklılaştırılamayacağı belirtilerek kuralların Anayasa’nın 2.,
10., 55. ve 123. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
2. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
6. 657 sayılı Kanun’a ekli (IV) sayılı Makam Tazminatı Cetveli’nin 8. sırasının (b)
bendinde, en az dört yıl süreli yükseköğrenim veren fakülte veya yüksekokulları bitirmiş ve
birinci dereceli kadroya atanmış olmak kaydıyla Kanun’un 152. maddesinin “// - Tazminatlar”
kısmının “A - Özel Hizmet Tazminatı” bölümünün (ğ) bendinde yer alanlardan merkez
teşkilatına ait uzman unvanlı kadroda bulunanların tazminat göstergeleri 2.000 olarak
belirlenmiştir.
7. 375 sayılı KHK’nın ek 10. maddesinin birinci fıkrasında; bazı kurum ve kuruluşlara
yer verilerek (c) bendinde de bu kurum ve kuruluşların merkez teşkilatındaki bazı unvanlı
kadrolar sayılarak bu kadrolarda görev yapanların alacağı ücret ve tazminat miktarının
hesaplanmasına ilişkin kurallara yer verilmiştir. Söz konusu kurum ve kuruluşların merkez
teşkilatlarında çalışan uzmanlar da anılan bent kapsamında yer almıştır. KHK’ya ekli (III) sayılı
Cetvel’de de ilgili personelin ücret ve tazminat göstergeleri belirlenmiş olup 657 sayılı
Kanun’un 152. maddesinin “II- Tazminatlar” kısmının “A- Özel Hizmet Tazminatı” bölümünün
(ğ) bendinde yer alanlardan merkez teşkilatına ait uzman unvanlı kadrolarda bulunanlara bu
kapsamda CetvePin (1) numaralı sırasında yer verilmiştir.
8. Kanun’un 11. maddesiyle 657 sayılı Kanun’a ekli (IV) sayılı Makam Tazminatı
Cetveli’nin 8. sırasının değiştirilen (b) bendinde yer alan “...(ğ) bendinde...” ve “...merkez
teşkilatına...” ibareleri ile Kanun’un 77. maddesiyle 375 sayılı KHK’nın ek 10. maddesinin
birinci fıkrasının değiştirilen (c) bendinde yer alan “Merkez teşkilatlarında...” ibaresi ve 375
sayılı KHK’ya eklenen (III) sayılı Cetvel’in (1) numaralı sırasının “Kadro Unvanı” başlıklı
bölümünde yer alan “...(ğ) bendinde...” ve “...merkez teşkilatına...” ibarelerinin iptali talep
edilmektedir.
9. Anayasa’nm 2. maddesinde Türkiye Cumhuriyetinin bir hukuk devleti olduğu
belirtilmiştir. Hukuk devleti eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına dayanan, bu hak
ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu
geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçman, hukuk kurallarıyla
kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlettir.
10. Anayasa’nm 10. maddesinde kanun önünde eşitlik ilkesine yer verilmiştir. Eşitlik
ilkesi hukuksal durumları aynı olanlar için söz konusudur. Bu ilke ile eylemli değil hukuksal
eşitlik öngörülmüştür. Eşitlik ilkesinin amacı, aynı durumda bulunan kişilerin kanunlar
karşısında aynı işleme bağlı tutulmalarını sağlamak, kişiler arasında ayrım yapılmasını ve
kişilere ayrıcalık tanınmasını önlemektir. Bu ilkeyle, aynı durumda bulunan kimi kişi ve
topluluklara ayrı kurallar uygulanarak kanun karşısında eşitliğin ihlali yasaklanmıştır. Kanun
önünde eşitlik, herkesin her yönden aynı kurallara bağlı tutulacağı anlamına gelmez.
Durumlarındaki özellikler, kimi kişiler ya da topluluklar için değişik kuralları ve uygulamaları
gerektirebilir. Aynı hukuksal durumlar aynı, ayrı hukuksal durumlar farklı kurallara bağlı
tutulursa Anayasa’da öngörülen eşitlik ilkesi zedelenmez.
11. Anayasa’nm “Ücrette adalet sağlanması” başlıklı 55. maddesinde “Ücret emeğin
karşılığıdır./ Devlet, çalışanların yaptıkları işe uygun adaletli bir ücret elde etmeleri ve diğer
sosyal yardımlardan yararlanmaları için gerekli tedbirleri alır./ (Değişik: 3/10/2001-4709/21
md.) Asgarî ücretin tespitinde çalışanların geçim şartları ile ülkenin ekonomik durumu da
gözönünde bulundurulur." denilmektedir.
12. Anayasa’nm 123. maddesinin birinci fıkrasında “İdare, kuruluş ve görevleriyle bir
bütündür ve kanunla düzenlenir” denildikten sonra ikinci fıkrasında idarenin kuruluş ve
görevlerinin merkezden yönetim ve yerinden yönetim esaslarına dayandığı açıklanmıştır.
13. Mevzuatta merkez ve taşra kariyer uzmanlığı şeklinde bir ayrım bulunmaktadır. 657
sayılı Kanun’un ek 41. maddesinde merkez teşkilatında uzman ve uzman yardımcıları için
mesleğe alınmaları, yetiştirilmeleri, yarışma sınavı, yeterlik smavı, tez hazırlama ve yabancı dil
bilgisi gibi hususlar ayrıntılı bir şekilde açıklanmıştır.
14. Taşra kariyer uzmanlıkları ise merkez kariyer uzmanlıkları ile benzerlik gösterse de
kuramların teşkilat kanunlarında ve ilgili yönetmeliklerinde farklılıklar içerebilecek şekilde
düzenlenmiştir. Kanun’un ek 41. maddesinde merkez teşkilatında görev yapacak uzmanlar için
öngörülen tez hazırlama, yabancı dil bilgisi ve yeterlik sınavının yazılı usulde yapılması gibi
şartlar taşra uzmanlıkları bakımından aranmamakta; merkez kariyer uzmanlarının işe girişi ve
uzmanlığa geçişi, taşra kariyer uzmanlarına nazaran daha ağır koşullara tabi tutulmaktadır.
15. Dava konusu kurallarda yer verilen uzmanlar ile taşra teşkilatındaki uzmanların
dayandıkları mevzuatın farklı olmasının yanı sıra istihdamları, görevleri ve bağlı oldukları
yöneticiler yönünden de anılan uzmanlar farklılaştırılmıştır. Bu nedenle merkez ve taşradaki
uzmanların aynı hukuki durumda bulundukları söylenemeyeceğinden aynı kurallara bağlı
tutulmamaları eşitlik ilkesini ihlal etmemektedir.
16. Kamu personeli, belirli bir statüde ve nesnel kurallara göre hizmet yürütmekte; o
statünün sağladığı ücret, atanma, yükselme gibi kimi haklara sahip olmaktadır. Kamu hizmetine
giriş, hizmet içinde yükselme ve bulunulan statünün sağladığı haklar statü hukukunun gereği
olarak kanunlarla belirlenmektedir. Kanun koyucu; statü hukuku çerçevesinde yürütülen
memuriyet hizmetine girmeye, memuriyette yükselmeye, özlük haklarına ve bunun gibi
hususlara ilişkin koşulları anayasal ilkelere uygun olarak belirleme hususunda takdir yetkisine
sahiptir. Statü hukukunun gereği olarak kamu görevine başlayan uzmanlar, statüsünden ve
kanundan kaynaklanan görev ve durumu bilerek kamu görevine başlamaktadır.
17. Sözü edilen takdir yetkisi kapsamında yerine getirilen hizmetin niteliği gözetilerek
farklı statüler için farklı ücret rejimleri öngörülmesinin ve bu kapsamda merkezdeki uzmanların
taşra teşkilatındaki uzmanlardan farklı özel hizmet tazminatı almalarının sosyal hukuk devleti ve
hakkaniyet ilkeleriyle bağdaşmadığı söylenemeyeceği gibi bunun Anayasa’mn 55. maddesiyle
devlete verilen, çalışanların yaptıkları işe uygun adaletli bir ücret elde etmeleri için gerekli
tedbirleri alma yükümlülüğüne aykırılık taşıdığı da ileri sürülemez. Esasen Anayasa’mn 55.
maddesine göre emeğin karşılığı olan ücretin kıdem, liyakat, kariyer gibi unsurların yanı sıra
görev, yetki ve sorumluluklara, bir başka deyişle statülere bağlı olarak farklılık göstermesi
mümkündür.
18. Anayasa’mn 123. maddesinin birinci fıkrasında idarenin kuruluş ve görevleriyle bir
bütün olduğu açıklanmakla birlikte ikinci fıkrasına göre idarenin kuruluş ve görevleri
merkezden ve yerinden yönetim esaslarına dayanmaktadır. Bu itibarla kariyer uzmanlarının da
bu esasa dayalı olarak merkez ve taşra kariyer uzmanları şeklinde ayrılması ve yukarıda
açıklanan hususlar dikkate alınarak özel hizmet tazminatlarının farklılaştırması Anayasa’mn
123. maddesini ihlal etmemektedir.
19. Açıklanan nedenlerle kurallar Anayasa’mn 2., 10., 55. ve 123. maddelerine aykırı
değildir. İptal taleplerinin reddi gerekir.
B. Kanun’un 12. Maddesiyle 775 Sayılı Kanun’a Eklenen Geçici 10. Maddenin
İncelenmesi
1. İptal ve İtiraz Taleplerinin Gerekçeleri
20. Dava dilekçesinde ve başvuru kararında özetle; Gaziantep Şahinbey Belediyesince
dar gelirli yurttaşlara arsa tahsis işlemlerinin tek taraflı kararla yerine getirilmediği, kuralla hak
sahiplerince arsalara veya konutlara ilişkin tescil, bedel, tazminat ve benzeri taleplerle açılan ve
henüz kesinleşmeyen davalara müdahale edildiği, kuralın yasalaştırılmasındaki amacın Şahinbey
Belediyesince ödenmesi zorunlu, yargı yolu ile elde edilen veya edilecek tazminat miktarlarının
azaltılması ve davacılar lehine verilen kararların bertaraf edilmesi olduğu, kural ile geçmişe
yönelik yargılama sonuçlarını da etkileyen düzenlemeler yapılmasının erkler ayrılığı ilkesine
uygun düşmediği, belirlilik ve kanunların genelliği ilkelerim ihlal ettiği, hukukun genel
ilkelerinden olan yasaların geriye yürümezliği ve hukuki güvenlik ilkelerine de aykırılık taşıdığı,
Türk hukuk sisteminde yasal düzenlemeler Türkiye Cumhuriyeti sınırları dâhilinde uygulanmak
üzere çıkarıldığından kanunların mülkiliği ilkesinin geçerli olduğu ancak kural ile Şahinbey
Belediyesine açık bir imtiyaz tanındığı, denetim ve yargılama yetkisinin mahkemelerin elinden
alındığı, kişilerin yargı yoluna başvurmasının ve hak arama özgürlüğünün engellendiği, konu ile
ilgili olarak yargıda açılmış, sonuçlanmış veya devam eden davalarda avukatlık tarifesinin bu
kural kapsamında nispi olarak uygulanması gerektiği, kuralın geriye yürütülmesi suretiyle haklı,
genel ve hukukun gereği olan uygulamanın açılmış bulunan davalarda uygulanamaz hâle
getirildiği, kural kapsamında kalan davalarda ödenecek tüm mahkeme harçları ve vekâlet
ücretlerinin maktu olarak belirlenmesinin hükme bağlandığı, kuralın geriye yönelik olarak
sadece Gaziantep Şahinbey Belediyesinin arsa tahsis satış işlemleri ile ilgili olarak geçmişte
açılan davalara ilişkin olarak düzenlendiği, geleceğe yönelik bir düzenleme amacının
bulunmadığı belirtilerek kuralın Anayasa’mn 2., 6., 7., 8., 9., 10., 36. ve 176. maddelerine aykırı
olduğu ileri sürülmüştür.
2. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
21. 6216 sayılı Kanun’un 43. maddesi uyarınca kural, ilgisi nedeniyle Anayasa’mn 13.
ve 35. maddeleri yönünden de incelenmiştir.
22. Dava ve itiraz konusu maddenin birinci fıkrasında; Gaziantep ili, Şahinbey ilçesi
sınırları içinde bu maddenin yürürlüğe girdiği 7/9/2016 tarihinden önce bu Kanun’a göre ilgili
idarelerce yapılan arsa veya konut tahsis işleminin gerçekleştirilememesi hâlinde arsa veya
konut tahsisi için ödenen bedellerin, ilgili idarece yapılacak tebligatı müteakip en geç üç ay
içinde, ödeme gününden itibaren hesaplanacak kanuni faizi ile birlikte hak sahiplerine veya
kanuni mirasçılarına ödeneceği, hak sahiplerinin bunun dışında ilgili idareden herhangi bir hak,
bedel ve tazminat talebinde bulunamayacakları belirtilmektedir.
23. Maddenin ikinci fıkrasının birinci cümlesinde ise birinci fıkra hükmünün bu
maddenin yürürlüğe girdiği 7/9/2016 tarihinden önce hak sahipleri tarafından, ilgili idarelerce
yapılan arsa veya konut tahsis işleminin gerçekleştirilememesi nedenleriyle arsa veya konutların
adlarına tescili, bedel veya tazminat ve benzeri taleplerle açılan ve henüz kesinleşmeyen her
türlü davada da uygulanacağı öngörülmektedir. Maddenin ikinci fıkrasının ikinci ve üçüncü
cümlelerine göre maddenin birinci fıkrasının mahkemelerce uygulanması nedeniyle reddedilen
davaların yargılama giderlerinin davalı idare tarafından ödeneceği, bu madde kapsamında kalan
davalarda mahkeme harçları ile her türlü vekâlet ücretinin maktu olarak belirleneceği hüküm
altına alınmaktadır.
24. Kanunların kamu yararının sağlanması amacına yönelik olması, genel, objektif, adil
kurallar içermesi ve hakkaniyet ölçütlerini gözetmesi hukuk devleti olmamn gereğidir. Kişilerin
hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi de hukuk normlarının
öngörülebilir olmasım, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini,
devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını
gerektirir. Hukuk devletinde güven ve istikrarın korunabilmesi için kural olarak kanunlar,
yürürlüğe girdiği tarihten sonraki olaylara uygulanır. Kanunların geriye yürümezliği ilkesi
uyarınca kanunlar kamu yararının ve kamu düzeninin gerektirmesi, kazanılmış hakların
korunması, mali haklarda iyileştirme gibi bazı istisnai durumlar dışında ilke olarak yürürlük
tarihinden sonraki olay, işlem ve eylemlere uygulanmak üzere çıkarılır.
25. Anayasa’nın 35. maddesinde “Herkes; mülkiyet ve miras haklarına sahiptir./ Bu
haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir./ Mülkiyet hakkının kullanılması
toplum yararına aykırı olamaz.” denilmektedir. Anayasa’nın anılan maddesiyle güvenceye
bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü
mal varlığı hakkını kapsamaktadır.
26. Anayasa’nın anılan maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkı, mevcut mal varlığını
koruyan bir güvencedir. Bir ekonomik değer veya icrası mümkün bir alacağı elde etmeye
yönelik meşru beklenti de Anayasa’da yer alan mülkiyet hakkı güvencesinden yararlanabilir.
Meşru beklenti makul bir şekilde ortaya konmuş icra edilebilir bir alacağın doğurduğu,
mevzuatta belirli bir kanun hükmüne veya başarılı olma ihtimalinin yüksek olduğunu gösteren
yerleşik bir yargı içtihadına dayanan, yeterli somutluğa sahip nitelikteki bir beklentidir.
Belirtilen nitelikte olmayan bir beklenti veya sadece mülkiyet hakkı kapsamında ileri sürülebilir
bir iddianın varlığı, meşru beklentinin kabulü için yeterli değildir (Kemal Yeler ve Ali Arslan
Çelebi, B.No: 2012/636,15/4/2014, §§ 36,37).
27. Anayasa’mn 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş,
bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür.
28. Öte yandan Anayasa’nın hak arama hürriyetini düzenleyen 36. maddesinin birinci
fıkrasında “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde
davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir” hükmüne yer
verilmiştir. Maddeyle güvence altına alman hak arama hürriyeti, bir temel hak niteliği
taşımasının yanında diğer temel hak ve hürriyetlerden gereken şekilde yararlanılmasını ve
bunlarm korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir.
29. Anayasa’nm 36. maddesinde, hak arama hürriyeti için herhangi bir sınırlama nedeni
öngörülmemiş olmakla birlikte bunun hiçbir şekilde sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak
bir hak olduğu düşünülemez. Anayasa Mahkemesi kararlarında, Anayasa’mn başka
maddelerinde yer alan hak ve özgürlükler ile devlete yüklenen ödevlerin özel sınırlama sebebi
gösterilmemiş hak ve özgürlüklere sınır teşkil edebileceği kabul edilmektedir (AYM, E.2013/95,
K.2014/176,13/11/2014; AYM, E.2014/177, K.2015/49,14/5/2015).
30. Anayasa’nın 13. maddesinde “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın
yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla
sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve
lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz'1'1 denilmektedir. Anayasa’nın
13. maddesi uyarınca mülkiyet hakkı ve hak arama hürriyeti, yalnızca kanunla ve demokratik bir
toplumda gerekli olduğu ölçüde sınırlanabilir. Ayrıca getirilen bu sınırlamalar hakkın özüne
dokunamayacağı gibi Anayasa’nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin gereklerine
ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.
31. Ölçülülük ilkesi elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden
oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen sınırlamanın ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye
elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından sınırlamanın zorunlu olmasını
diğer bir ifadeyle aynı amaca daha hafif bir sınırlama ile ulaşılmasının mümkün
olmamasını, orantılılık ise hakka getirilen sınırlama ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul
bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir.
32. Gaziantep Şahinbey Belediyesi tarafindan, 775 sayılı Kanun’un 25. ve 26.
maddeleri dikkate alınarak 2003 yılından itibaren ev yapmak için arsası bulunmayan ve gelirleri
belli bir seviyenin altında bulunan yoksul ve dar gelirlilere belirli bedel karşılığında arsa tahsis
edilmeye başlanmıştır. Kural, Şahinbey Belediyesinin 2005 yılında imar değişikliğine gitmesi
üzerine idare ile vatandaşlar arasındaki arsa tahsisine ilişkin sözleşmelerin idare tarafından ifa
edilmemesinden kaynaklanan hukuki sorunların yargıya taşınmaksızın ya da bu konuda açılmış
olan ancak kesinleşmeyen davalar için geçiş hükümleri öngörülerek ödenen bedellerin kanuni
faizi ile birlikte hak sahiplerine geri verilmesi suretiyle çözümünü içermektedir. Kuralın belli bir
kişiyi veya kişileri gözönünde tutmaksızın genel hükümler içerdiği, aynı hukuki durumdaki
kişilere ayrıcalık tanımadığı ve hukuki durumu soyut olarak düzenlediği anlaşıldığından
kanunların genelliği ilkesine aykırı bir yönü bulunmamaktadır. Söz konusu sorunun çözümü için
düzenleme yapılması -anayasal sınırlar içinde kalmak kaydıyla- kanun koyucunun takdir yetkisi
kapsamındadır. Ancak sorunun çözümü için getirilen düzenlemenin yukarıda belirtilen anayasal
kural ve ilkelere uygun olup olmadığının tespiti gerekmektedir.
33. 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun genel hükümleri
kapsamında yer alan 112. maddesine göre “Borç hiç veya gereği gibi ifa edilmezse borçlu,
kendisine hiçbir kusurun yüklenemeyeceğini ispat etmedikçe, alacaklının bundan doğan zararını
gidermekle yükümlüdür. ” Bu madde uyarınca ilgili belediye, borcunu ifa etmemesi nedeniyle
kendisine hiçbir kusurun yüklenemeyeceğini ispat etmediği sürece adlarına tahsis işlemi yapılan
alacaklıların zararlarını gidermekle yükümlüdür. İptali istenen madde yürürlüğe girmeden önce
açılan tazminat davalarında da sözü edilen 6098 sayılı Kanun’un genel hükmü çerçevesinde,
tahsislerin yapıldığı alanda imar değişikliği nedeniyle başlangıçta geçerli olarak kurulan arsa
tahsis sözleşmelerinin gereğinin yerine getirilmesi, ilgili belediyenin kendi kusuruyla imkânsız
hâle geldiğinden hak sahiplerinin gerçek ve güncel zararlarının karşılanması gerekecektir. Bu
zararın karşılanması ifanın imkânsız hâle geldiği tarihteki rayiç değer üzerinden alacağın
belirlenmesiyle olmaktadır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu (YHGK) da ilgili belediye aleyhine
açılan tazminat davalarında, yapılan arsa satış sözleşmelerinin geçerli olması nedeniyle
sözleşmenin ifasının imkânsız hale geldiği tarihte, sözleşmenin hiç yerine getirilmemesinden
doğan zararı ifade eden, hak sahiplerinin gerçek ve güncel müspet zararına hükmedilmesi
gerektiğini belirtmiştir (YHGK, E.2014/3-8, K.2015/10, 14/1/2015). Böylece ilgili belediyenin
tahsis işlemlerine konu olan bölgenin imar planım değiştirmesiyle arsa devirlerinin imkânsız
hâle gelmesi üzerine açılan tazminat davaları ile icrası mümkün bir alacağı elde etme
konusundaki davacıların beklentisi meşru beklenti niteliğine dönüşmüştür. Her ne kadar iptali
istenen madde ile yapılan düzenlemeye sebep teşkil eden olayda, Gaziantep Şahinbey Belediyesi
tarafından arsa tahsis işlemlerinin belli bir bedel karşılığında yapılmasıyla taşınmazların
mülkiyetleri kazanılmamış olsa da icrası mümkün bir alacağı elde etme konusunda meşru
beklenti içine giren davacılar, bu alacakları yönünden Anayasa’da yer alan mülkiyet hakkı
güvencesinden yararlanabilecektir.
34. Madde gerekçesinde; kuralın yürürlüğe girdiği tarihten önce adlarına arsa tahsisi
yapılanlar tarafından, ilgili idarelerce yapılan arsa veya konut tahsis işleminin
gerçekleştirilememesi nedeniyle açılan ve henüz kesinleşmeyen davalarda uygulanmasına
yönelik geçiş hükümlerinin düzenlendiği belirtilmiştir. Böylece mülkiyet hakkı kapsamında
kabul edilen tazminat talepleri ile ilgili ödemelere ve hak sahiplerinin ileri sürebilecekleri
taleplerin kapsamına ilişkin düzenlemeyle mülkiyet hakkının ve hak arama hürriyetinin
sınırlandırılması söz konusudur.
35. Başlangıçta geçerli olarak kurulan arsa tahsis sözleşmelerinin imar değişikliği
nedeniyle gereğinin yerine getirilememesinden kaynaklanan ihtilafların çözümü amacıyla
kuralın öngörüldüğü gözetildiğinde, anılan haklara kuralla getirilen sınırlamanın kamu yararı
amacı taşıdığı anlaşılmaktadır. Demokratik bir toplumda anılan amaç doğrultusunda söz konusu
haklara getirilen sınırlamanın ölçülü olması, bu bağlamda sınırlamanın güdülen amaç yönünden
elverişli ve gerekli olmasının yanı sıra orantılı olması da zorunludur.
36. 6098 sayılı Kanun’un kusursuz olduğunu ispat etmedikçe borçlunun, borcun hiç
veya gereği gibi ifa edilmemesinden dolayı alacaklının uğradığı zararı gidermekle yükümlü
olduğunu belirten 112. maddesinde herhangi bir değişikliğe gidilmeksizin iptali istenen
maddenin birinci fıkrasında yalnızca ilgili belediye ile sözleşme yapan hak sahipleri yönünden
farklı bir düzenleme öngörülmektedir. Anılan bu farklı düzenlemeyle hak sahiplerinin ödedikleri
bedellerin ödeme gününden itibaren hesaplanacak kanuni faizi ile birlikte iade edileceği
belirtilmekte, bu iade dışında ilgili idareden herhangi bir hak, bedel ve tazminat talebinde
bulunamamalan hükme bağlanmaktadır. Ayrıca maddenin ikinci fıkrasının birinci cümlesi ile
anılan hükmün hak sahipleri tarafından açılmış mevcut davalar hakkında da uygulanacağı
düzenlenmektedir. Bu itibarla sözleşmenin ifasının imkânsız hale geldiği tarihte, sözleşmenin
hiç yerine getirilmemesinden doğan zararı ifade eden alacaklının gerçek ve güncel müspet
zararına hükmedilmesi kuralının herkes yönünden bağlayıcı olmasında bir değişiklik
öngörülmeksizin, iptali talep edilen hüküm ile genel kuraldan ayrılmayı gerektirecek makul bir
neden de gösterilmeden sırf anılan Belediye ile hak sahipleri arasındaki ilişkiye uygulanacak
şekilde hak sahiplerinin 6098 sayılı Kanun uyarınca talep edebileceği hakların çoğundan
mahrum bırakıldığı görülmektedir. Bu durum hak sahiplerine orantısız ve öngörülemez bir
külfet getirerek araç ile amaç arasında bulunması gereken makul dengeyi idare lehine bozmakta
ve mülkiyet hakkı ile hak arama özgürlüğüne ölçüsüz bir müdahaleye neden olmaktadır.
37. Açıklanan nedenlerle iptali istenen maddenin birinci fıkrası ile ikinci fıkrasının
birinci cümlesi Anayasa’nm 2., 13., 35. ve 36. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.
Serdar ÖZGÜLDÜR, M. Emin KUZ ile Rıdvan GÜLEÇ bu görüşe katılmamışlardır.
Anılan kurallar Anayasa’nm 2., 13., 35. ve 36. maddelerine aykırı bulunarak iptal
edildiğinden kuralların ayrıca Anayasa’nm 6., 7., 8., 9., 10. ve 176. maddeleri yönünden
incelenmesine gerek görülmemiştir.
775 sayılı Kanun’un geçici 10. maddesinin birinci fıkrası ile ikinci fıkrasının birinci
cümlesinin iptal edilmesi nedeniyle iptali istenen maddenin ikinci fıkrasının ikinci ve üçüncü
cümlelerinin uygulanma olanağı kalmamıştır. Bu nedenle maddenin ikinci fıkrasının ikinci ve
üçüncü cümleleri 6216 sayılı Kanun’un 43. maddesinin (4) numaralı fıkrası kapsamında
değerlendirilmiş ve bu cümleler yönünden Anayasa’ya uygunluk denetiminin yapılmasına gerek
görülmemiştir.
C. Kanun’un 32. Maddesiyle 2942 Sayılı Kanun’un 30. Maddesine Eklenen Altıncı
Fıkranın İncelenmesi
1. İptal Talebinin Gerekçesi
38. Dava dilekçesinde özetle; iptali istenen fıkranın mevcut 2942 sayılı Kanun’un
içeriğinden farklı bir prosedür getirdiği, fıkra metninde yer alan “İçişleri Bakanlığının güvenlik
gerekçesiyle ihtiyaç duyduğu” ifadesinin keyfî, asli düzenleme yetkisinin yürütmeye devri
anlamında muğlak ve sınırlarının belirsiz olduğu, anılan ibarenin aynı zamanda hukuk
güvenliğini tehlikeye düşürdüğü, düzenlemenin genel bütçeli idareler, özel ve özerk bütçeli
idareler ve kuruluşları, sosyal güvenlik kurumları, düzenleyici ve denetleyici kurumlar gibi
bağlı, ilgili, ilişkili tüm kamu kurum ve kuruluşlarını kapsadığı, söz konusu idarelere ait
taşınmazların, kaynak veya irtifak haklarının anılan işlemlerden önce kararları ve görüşleri
alınmadan Bakanlar Kurulu karanyla resen Hazine adına tescilinin ve İçişleri Bakanlığına
bedelli olarak tahsisinin yapılmasının mahalli idarelerin özerkliği ile idarenin kuruluş ve
görevleriyle bütünlüğü ilkeleriyle bağdaşmadığı, açıkça hukuka aykırı olduğu tespit edilen bir
işlem hakkında yürütmenin durdurulması kararı verilememesinin bu işlemin hukuk âleminde
varlığını bir süre daha devam ettirmesine ve yargısal denetimin kısıtlanmasına yol açacağı, hak
arama özgürlüğünü sınırlayacağı, imar planlaması yetkisinin süresiz olarak Çevre ve Şehircilik
Bakanlığına verilmesinin belediyelerin imar planı yapma yetkilerini sınırladığı hatta kaldırdığı
ve karar süreçlerine katılmalarını engellediği, iptali istenen kurallarla merkezî yönetimin
Anayasa ile kendisine verilen idari vesayeti aşan yetkilerle donatıldığı belirtilerek kuralların
Anayasa’nın 2., 6., 7., 8., 9., 13., 36., 46., 90., 123, 125., 127., 138., 139. ve 142. maddelerine
aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
2. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
a. Eklenen Altıncı Fıkranın Birinci Cümlesi
39. 2/7/2018 tarihli ve 700 sayılı Anayasada Yapılan Değişikliklere Uyum Sağlanması
Amacıyla Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında
Kanun Hükmünde Karamame’nin 86. maddesinin birinci fıkrasının (f) bendiyle 2942 sayılı
Kanun’un 30. maddesine eklenen altıncı fıkranın birinci cümlesinde yer alan “...Bakanlar
Kurulu...” ibaresi "... Cumhurbaşkanı...” olarak değiştirilmiştir.
40. Açıklanan nedenle konusu kalmayan cümleye ilişkin iptal talebi hakkında karar
verilmesine yer olmadığına karar vermek gerekir.
b. Eklenen Altıncı Fıkranın Kalan Bölümü
41. Kurallarla, İçişleri Bakanlığının güvenlik gerekçesiyle ihtiyaç duyduğu, kamu
kurum ve kuruluşları, belediyeler ve il özel idareleri dâhil mahallî idareler ve diğer kamu tüzel
kişilerine ait olan ve Cumhurbaşkanı kararıyla resen Hazine adına tescil ve İçişleri Bakanlığına
tahsis edilmesi öngörülen taşınmazın bedelinin, tescil işleminden itibaren altmış gün içinde bu
Kanun’un 11. maddesinde belirtilen kriterler de dikkate alınmak suretiyle valiliklerce resen
tespit edileceği, bedele ilişkin itirazların Danıştaya yapılacağı ve itirazların tescil işlemini
durdurmayacağı, mahkemelerce ihtiyati tedbir ve yürütmenin durdurulması kararları
verilemeyeceği, 29/6/1938 tarihli ve 3533 sayılı Umumi Mülhak ve Hususi Bütçelerle İdare
Edilen Daireler ve Belediyelerle Sermayesinin Tamamı Devlete veya Belediye veya Hususi
İdarelere Aid Daire ve Müesseseler Arasındaki İhtilafların Tahkim Yolile Halli Hakkında Kanun
hükümlerinin uygulanmayacağı ve bu taşınmazlara ilişkin olarak ihtiyaç duyulan imar planı
değişikliklerinin Çevre ve Şehircilik Bakanlığınca resen yapılacağı veya yaptırılacağı hüküm
altına alınmaktadır.
42. Genel ilke iptal davalarında iptal kararlarının geriye yürümesi ve iptal edilen işlemi
başından itibaren ortadan kaldırması, bu işleme ve ona dayanan sonuçların hiç mevcut olmamış
gibi kabul edilmesi olmakla birlikte bu ilke, idari işlemin iptal kararı verilinceye kadar
mevcudiyetini sürdürmesine ve etki doğurmasına engel değildir. Bu nedenle kişileri iptal davası
sonuçlanıncaya kadar hukuka aykırı idari işlemin olumsuz etkilerinden korumak, ileride
giderilmesi veya düzeltilmesi imkânsız veya zor olan durumları önlemek, idarenin hukuk
sınırları içinde kalması sağlanarak hukuk devletinin kesintiye uğramadan devamım temin etmek
amacıyla yürütmenin durdurulması kurumu öngörülmüştür.
43. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 389.
maddesinin (1) numaralı fıkrasında ise mevcut durumda meydana gelecek bir değişme nedeniyle
hakkın elde edilmesi önemli ölçüde zorlaşacak veya imkânsız hâle gelecek ya da gecikme
hâlinde dava konusu hakkında bir sakıncanın yahut ciddi bir zararın doğacağından endişe edilen
durumlarda ihtiyati tedbir kararı verilebileceği öngörülmüştür. 6100 sayılı Kanun’un 391.
maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre de ihtiyati tedbir kararı, tedbire konu olan mal veya
hakkın muhafaza altına alınması veya bir yediemine tevdii ya da bir şeyin yapılması veya
yapılmaması gibi sakıncayı ortadan kaldıracak veya zararı engelleyecek her türlü tedbiri
içermektedir.
44. Anayasa’nm 123. maddesinde idarenin kuruluş ve görevleriyle bir bütün olduğu ve
kanunla düzenleneceği öngörüldükten sonra idarenin kuruluş ve görevlerinin merkezden
yönetim ve yerinden yönetim esaslarına dayandığı hükme bağlanmıştır. İdarenin bütünlüğü
ilkesiyle, idari görevleri yerine getiren kurumlar arasında birliğin sağlanması ve idari yapı içinde
yer alan kuramların bir bütünlük içinde çalışması öngörülmüştür.
45. Anayasa’nm 125. maddesinin beşinci fıkrasında, idari işlemin uygulanması hâlinde
telafisi güç veya imkânsız zararların doğması ve idari işlemin açıkça hukuka aykırı olması
şartlarının birlikte gerçekleşmesi durumunda gerekçe gösterilerek yürütmenin durdurulmasına
karar verilebileceği, altıncı fıkrasında ise yürütmenin durdurulması kararı verilmesinin
olağanüstü hâl, seferberlik ve savaş hâli ile millî güvenlik, kamu düzeni ve genel sağlık
nedenlerine bağlı olarak kanunla sınırlanabileceği hükme bağlanmıştır.
46. Anayasa’nm 127. maddesinin birinci fıkrasında, mahallî idarelerin il, belediye veya
köy halkının mahallî müşterek ihtiyaçlarını karşılamak üzere kuruluş esaslan kanunla belirtilen
ve karar organları kanunda gösterilen seçmenler tarafından seçilerek oluşturulan kamu tüzel
kişileri olduğu, ikinci fıkrasında mahallî idarelerin kuruluş ve görevleri ile yetkilerinin yerinden
yönetim ilkesine uygun olarak kanunla düzenleneceği belirtilmiştir. Maddenin beşinci fıkrasında
ise merkezî idarenin mahallî idareler üzerinde mahallî hizmetlerin idarenin bütünlüğü ilkesine
uygun şekilde yürütülmesi, kamu görevlerinde birliğin sağlanması, toplum yarannın korunması
ve mahallî ihtiyaçların gereği gibi karşılanması amacıyla kanunda belirtilen esas ve usuller
dairesinde idari vesayet yetkisine sahip olduğu açıklanmıştır.
47. Dava konusu ek altıncı fıkranın ikinci cümlesinde; Hazine adına tescil edilmek
üzere kamu kurum ve kuruluşları, belediyeler ve il özel idareleri dâhil mahallî idareler ve diğer
kamu tüzel kişilerine ait devredilen taşınmazların değerinin hangi sürede, nasıl ve hangi kurum
tarafından belirleneceği hüküm altına alınmaktadır. Buna göre 2942 sayılı Kanun’un 11.
maddesinde belirtilen devredilen taşınmazın nitelikleri ile değerini etkileyen bütün unsurlar
dikkate alınarak tescil işleminden itibaren altmış gün içinde taşınmazın bedeli valiliklerce resen
tespit edilecektir. Böylece taşınmazların bir bedel karşılığında devredilmesi ve 2942 sayılı
Kanun’da kamulaştırma bedelinin tespiti esaslarına göre bu bedelin resmî bir kurum tarafından
belirlendiği gözönüne alındığında ek altıncı fıkranın ikinci cümlesinde yer alan kuralın
Anayasa’ya aykırı bir yönünün bulunmadığı anlaşılmaktadır.
48. Danıştay, Anayasa'mn 155. maddesinde düzenlenen yüksek bir yargı organı olup
İdarî mahkemelerce verilen ve kanunun başka bir İdarî yargı merciine bırakmadığı karar ve
hükümlerin son inceleme mercii ve kanunda gösterilen belli davaların da ilk ve son derece
mahkemesidir. Danıştaym kuruluşu ve işleyişi de mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik
teminatı esaslarına göre kanunla düzenlenmiştir. İptali istenen ek altıncı fıkranın ikinci
cümlesinde taşınmazın devri hâlinde bedelin nasıl tespit edileceği açık bir şekilde belirtilmiş,
üçüncü cümlesinde de bedelde anlaşılamaması hâlinde bedele ilişkin itirazın Danıştaya
yapılacağı belirtilerek itiraz yolu kabul edilmiştir. Öte yandan tescilin yapılmasını itirazın
bulunmamasına bağlayan bir anayasal hüküm de söz konusu olmadığından dava konusu ek
altıncı fıkranın dördüncü cümlesinde yer alan itirazların tescil işlemini durdurmayacağına ilişkin
kuralın Anayasa’ya aykırı bir yönü bulunmamaktadır.
49. İptali istenen ek altıncı fıkranın beşinci cümlesini oluşturan kuralda, ihtiyati tedbir
ve yürütmenin durdurulması kararlarının, konuyla ilgili açılabilecek tüm davalarda verilmemesi
öngörülmüştür. Dava konusu ek altıncı fıkranın bir bütün olarak güvenlik gerekçesiyle acil ve
kesintisiz olarak uygulanmasındaki kamu yararı gözetildiğinde söz konusu düzenlemenin
Anayasa’mn 125. maddesinin altıncı fıkrasında yer alan yürütmenin durdurulması karan
verilmesini sınırlayabilen istisnai hâllerden olan millî güvenlik ve kamu düzeninin sağlanması
amaçlarına uygun olduğu anlaşılmaktadır.
50. Tahkim, genel olarak öğretide hukuki uyuşmazlıkların söz konusu uyuşmazlığa
taraf olmayan bağımsız kişi veya kişiler tarafından çözümlenerek karara bağlanması olarak
tanımlanmaktadır. Bu bakımdan tahkim, uyuşmazlıkların çözümü için getirilmiş yöntemlerden
biridir ve her türlü uyuşmazlıkta uygulanması gerekmez. İptali istenen ek alüncı fıkranın beşinci
cümlesinde yer alan mecburi tahkime başvurmaya ilişkin 3353 sayılı Kanun hükümlerinin
uygulanmayacağına ilişkin düzenleme, kanun koyucunun takdirinde olup Anayasa’ya aykırı
değildir.
51. Anayasa’da imar planlanna ilişkin yetkinin merkezî idare ya da yerel yönetimlere
ait olduğu konusunda bir kural yer almamaktadır. Mahallî müşterek ihtiyaçların karşılanmasına
göre bu hususun belirlenmesi hususu kanun koyucunun takdirindedir. İmar planlarının yapımı
ve değiştirilmesi, temelde belediyelerden başlayıp merkezî yönetime kadar çeşitli düzeylerdeki
karar verme süreci sonunda tamamlanır. Mahallî ölçekteki ihtiyaçları karşılamak için getirilen
çözümlerin aynı zamanda ülkenin genel ihtiyaçlarıyla da uyumlu olması gerekmektedir. Bu
yüzden söz konusu planlar, merkezî idarenin vesayet yetkilerini kullanarak mahallî idarelerle
birlikte gerçekleştirdiği siyasal, hukuki ve teknik belgelerdir. Bu planların yapımı, merkezî idare
ile mahallî idareler arasında anayasal, yasal ve teknik düzeyde iş birliğini ve uyumu gerektirir.
52. Kanun koyucu İçişleri Bakanlığına tahsis edilen diğer kurum ve kuruluşlara ait
taşınmazların güvenlik gerekçesi şeklinde ortaya çıkan kamu yararını gözeterek anayasal şuurlar
içinde merkezî idare ile mahallî idareler arasındaki görev sınırlarını belirleyebilir. İmar plan ve
uygulamalarının düzenlenmesinde çoğunlukla mahallî müşterek nitelikler dikkate alınsa da bazı
alanlardaki imarla ilgili ihtiyaçların giderilmesi o yörede yaşayanlardan daha çok toplumun
genelini ilgilendirebilmektedir. Dava konusu ek altıncı fıkranın altıncı cümlesindeki kuralda da
İçişleri Bakanlığına tahsis edilen taşınmazlara ilişkin olarak ihtiyaç duyulan imar planı
değişikliklerinin güvenlik gerekçesiyle Çevre ve Şehircilik Bakanlığınca resen yapılması veya
yaptırılması söz konusudur. Bu nedenle güvenlik gerekçesi şeklinde ortaya çıkan mahallî
niteliklerin ötesinde ulusal düzeyde ihtiyaçların karşılanmasına ve ulusal çıkarların korunmasına
yönelik imar planı değişikliklerinde yetkinin Çevre ve Şehircilik Bakanlığına verilmesi
Anayasa’ya aykırılık teşkil etmez.
53. Açıklanan nedenlerle Kanun’un 30. maddesine eklenen dava konusu altıncı fıkranın
birinci cümlesi dışında kalan kurallar Anayasa’nm 2., 123, 125. ve 127. maddelerine aykırı
değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
Anılan kuralların Anayasa’nm 6., 7., 8., 9., 13., 36., 46., 90., 138., 139. ve 142.
maddeleriyle ilgisi görülmemiştir.
Ç. Kanun’un 33. Maddesiyle 2942 Sayılı Kanun’a Eklenen Ek 1. Maddenin
İncelenmesi
1. Genel Açıklama
54. 3194 sayılı Kanun, yerleşim yerleri ile bu yerlerdeki yapılaşmaların plan, fen,
sağlık ve çevre şartlarına uygun gerçekleşmesini sağlamayı amaçlamakta olup arazi ve arsa
düzenlemesi sırasında kamu hizmetleri ve tesisleri için yeterli yerlerin ayrılması konusunda
hükümler de içermektedir. İmar hukuku düzenlemelerinin temel amacı, düzgün yapılaşmanın
gerçekleşmesini sağlamanın yanı sıra belde halkının çalışma, dinlenme, ulaşım, sağlık, sosyal,
kültürel ve güvenlik ihtiyaçlarına çözüm bulmaktır.
55. 3194 sayılı Kanun’un 18. maddesinin birinci fikrasında, belediyeler veya
valiliklerce düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların dağıtımı sırasmda bunların
yüzölçümlerinden yeteri kadar sahanın -taşınmazların önceki yüzölçümlerinin yüzde kırkını
geçmemek kaydıyla- düzenleme ortaklık payı olarak düşülebileceği hüküm altma alınmıştır. Öte
yandan 3194 sayılı Kanun’un 18. maddesinin dördüncü fıkrasında, düzenleme ortaklık
paylarının toplamı umumi hizmetler için ayrılması gereken yerlerin alanları toplamından az
olduğu takdirde eksik kalan miktarın belediye veya valilikçe kamulaştırma yolu ile
tamamlanacağı hüküm altma alınmıştır. Anılan Kanun’un 18. maddesinin üçüncü fıkrasında da
düzenlemeye tabi tutulan yerlerin meydan, park, otopark, çocuk bahçesi, yeşil saha gibi umumi
hizmetler ve bu hizmetlerle ilgili tesisler için kullanılabileceği belirtilmiştir.
56. 3194 sayılı Kanun’un 10. maddesinin birinci fıkrasında belediyelerin imar
planlarının yürürlüğe girmesinden itibaren en geç üç ay içinde bu planı uygulamak üzere beş
yıllık imar programlarını hazırlayacakları, bu programların belediye meclisinde kabul edildikten
sonra kesinleşeceği, beş yıllık imar programları sınırları içinde kalan alanlardaki kamu hizmet
tesislerine tahsis edilmiş olan yerleri ilgili kamu kuruluşlarının, bu program süresi içinde
kamulaştıracağı öngörülmüştür.
57. 3194 sayılı Kanun’un 5. maddesinde uygulama imar planı “tasdikli halihazır
haritalar üzerine varsa kadastral durumu işlenmiş olarak nazım imar planı esaslarına göre
çizilen ve çeşitli bölgelerin yapı adalarını, bunların yoğunluk ve düzenini, yolları ve uygulama
için gerekli imar uygulama programlarına esas olacak uygulama etaplarını ve diğer bilgileri
ayrıntıları ile gösteren plan” olarak tanımlanmıştır.
2. İptal Talebinin Gerekçesi
58. Dava dilekçesinde özetle; kuralın yasalaştırılmasında kamu yararının gözetilmediği,
kuralla hak sahiplerinin yargı kararı ile elde edebileceği hakların bertaraf edilmesinin
amaçlandığı, idareye tanınan beş yıllık sürenin idareye geniş, süresi belirsiz takdir yetkisi
tanıdığı, idarelerin kamulaştırma yapmak yerine hukuka aykırı olarak el atmayı sürdürecekleri,
malikin dava açma hakkının ötelendiği, kuralda yer alan “...bütçe imkânları dâhilinde...”
ibaresinin tamamen idareyi koruyucu, malike zarar veren nitelik taşıdığı, dava konusu maddenin
ikinci fıkrasının idareyi koruyucu, gerçek değeri belirlemekten uzak, maliki mağdur edici bir
düzenleme olduğu, idare mahkemelerinin tapunun iptali ile başkası adma tescil etme yetkilerinin
bulunmadığı hâlde kural ile idari usul yasasına aykırı olarak idare mahkemelerine yetkili
olmadığı anılan konuda karar verme zorunluluğunun getirildiği; maddenin üçüncü fıkrasındaki
düzenlemede ise beş yıllık sürenin bu kanunun yürürlük tarihinden itibaren başlatılması ve
görülmekte olan, kesinleşmemiş davalara da bu kanun hükümlerinin uygulanacağının kabul
edilmesinin devam eden ve kesinleşen davaların sonucunu etkileyen ve mahkemelerin
kararlarının uygulanmasını geciktiren bir nitelik taşıdığı, kanunların hukuki güvenlik ilkesi
nedeniyle geriye etkili olamayacağı ilkesiyle çeliştiği, tüm davaların beş yıllık sürenin
dolmadığı gerekçesiyle reddine neden olacağı, beş yıl sonra yeniden harç ve yargılama gideri
ödenmek şartıyla dava açılabileceğinden malikin ayrı bir külfete katlanmak zorunda kalacağı,
sadece 9/10/1956 ila 4/11/1983 tarihlerini kapsayan dönemde fiilî el atma nedeniyle oluşan
mağduriyetlerin giderilmesi amacıyla getirilen Kanun’un geçici 6. maddesindeki istisnai
düzenlemenin dava konusu kural nedeniyle bu tarihler sonrasındaki hukuki el atmalara da
uygulanması sonucunu doğurduğu belirtilerek dava konusu kuralın Anayasa’mn 2., 6., 7., 8., 9.,
10., 11., 35., 36., 46., 90., 125., 138., 142. ve 176. maddelerine aykın olduğu ileri sürülmüştür.
3. Ânayasa’ya Aykırılık Sorunu
a. Maddenin Birinci Fıkrasının Birinci Cümlesi
59. 6216 sayılı Kanun’un 43. maddesi uyarınca kural, ilgisi nedeniyle Anayasa’mn 13.
maddesi yönünden de incelenmiştir.
60. Dava konusu maddenin birinci fıkrasının birinci cümlesinde; uygulama imar
planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılmak suretiyle mülkiyet hakkının özüne
dokunacak şekilde tasarrufu hukuken kısıtlanan taşınmazlar hakkında, uygulama imar
planlarının yürürlüğe girmesinden itibaren beş yıllık süre içinde imar programlarının veya imar
uygulamalarının yapılacağı ve bütçe imkânları dâhilinde bu taşınmazların ilgili idarelerce
kamulaştırtacağı veya her hâlde mülkiyet hakkım kullanmasına engel teşkil edecek kısıtlılığı
kaldıracak şekilde imar plam değişikliği yapılacağı veya yaptırılacağı belirtilmektedir.
61. Anayasa’nm 35. maddesinin birinci fıkrasında ”Herkes, mülkiyet ve miras
haklarına sahiptir” denilmek suretiyle mülkiyet hakkı güvenceye bağlanmış, ikinci fıkrasında
da bu hakka ancak kamu yararı nedeniyle ve kanunla sınırlama getirilebileceği belirtilmiştir.
Birey özgürlüğü ile doğrudan ilgili olan mülkiyet hakkı bireye emeğinin karşılığına sahip olma
ve geleceğe yönelik planlar yapma olanağı tanıyan temel bir haktır. Mülkiyet hakkı, genel olarak
bir kimsenin başkasma zarar vermemek ve kanunların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla
bir şeyden dilediği biçimde yararlanma, tasarruf etme, başkasma devretme, kullanım biçimini
değiştirme, harcama ve tüketme yetkilerini kapsamaktadır.
62. Anayasa’nm kamulaştırmayı düzenleyen 46. maddesinde de “Devlet ve kamu tüzel
kişileri; kamu yararının gerektirdiği hallerde, gerçek karşılıklarını peşin ödemek şartıyla, özel
mülkiyette bulunan taşınmaz malların tamamını veya bir kısmını, kanunla gösterilen esas ve
usullere göre, kamulaştırmaya ve bunlar üzerinde İdarî irtifaklar kurmaya
yetkilidir./Kamulaştırma bedeli ile kesin hükme bağlanan artırım bedeli nakden ve peşin olarak
ödenir. Ancak, tarım reformunun uygulanması, büyük enerji ve sulama projeleri ile iskân
projelerinin gerçekleştirilmesi, yeni ormanların yetiştirilmesi, kıyıların korunması ve turizm
amacıyla kamulaştırılan toprakların bedellerinin ödenme şekli kanunla gösterilir. Kanunun
taksitle ödemeyi öngörebileceği bu hallerde, taksitlendirme süresi beş yılı aşamaz; bu takdirde
taksitler eşit olarak ödenir./Kamulaştırılan topraktan, o toprağı doğrudan doğruya işleten küçük
çiftçiye ait olanlarının bedeli, her halde peşin ödenir./İkinci fıkrada öngörülen
taksitlendirmelerde ve herhangi bir sebeple ödenmemiş kamulaştırma bedellerinde kamu
alacakları için öngörülen en yüksek faiz uygulanır.” denilmektedir.
63. İmar planlarının belirli aralıklarla düzenlemeye konu alanın imar ve gelişimini
denetim altına almayı amaçlamasından dolayı imar planı ile getirilen esasların bir anda
gerçekleştirilebilmesi hukuki, mali ve teknik sebeplerden dolayı mümkün değildir. İmar
uygulamaları geniş ölçekli ve yatırım maliyetini gerektiren uygulamalardır. Bu nedenle imar
uygulamasının yürürlüğe girmesiyle birlikte kamu hizmetlerine veya resmî kurumlara tahsis
edilen taşınmazların hemen kamulaştırılabilmesi mümkün değildir. Dolayısıyla imar planlarının
uygulanması amacıyla yapılması gereken imar, yapı ve kamulaştırma işlemlerinin bir programa
bağlanarak imar planı uygulamasının bölümlere ayrılmasında ve bunların belirli bir zaman
diliminde gerçekleştirilmesinde zorunluluk bulunmaktadır. İmar uygulamaları konusunda
devletin geniş bir takdir yetkisi bulunmakta olup esas itibarıyla mülkiyetin kullanılmasının
kontrolü çerçevesinde yapılan bir müdahale söz konusudur. Ancak imar planlaması gibi
karmaşık ve düzenleme yapılmasını gerektiren alanlarda kamu makamlarının şehir planlamasına
yönelik politikalarında sahip olmaları doğal olan bu takdir yetkisinin, imar sınırlandırılması ile
ortaya çıkardığı durumun mülkiyet hakkının korunması ile kamusal çıkarların gerekleri arasında
sağlanması gereken dengeyi bozmaması ve taşınmaz malikleri açısından meşru sayılamayacak
olan ferdî ve aşırı nitelikte bir yük oluşturmadan kullanılması gerekmektedir (AYM, E. 1999/3 3,
K. 1999/51,29/12/1999; Yunis Ağlar, B. No: 2013/1239,20/3/2014, §§ 45,49).
64. Maddenin birinci fıkrasının birinci cümlesini oluşturan kural, uygulama imar
planlarının yürürlüğe girmesinden itibaren beş yıllık süre sonunda, tasarrufu hukuken kısıtlanan
taşınmazlar hakkında kamulaştırma kararı verilmesini veya mülkiyet hakkının kullanılmasına
engel teşkil eden kısıtlılığı kaldıracak şekilde imar plam değişikliği yapılması gerektiğim hükme
bağlamaktadır. İlgili idarenin taşınmazla ilgili kamulaştırma kararı vermemesi ya da kısıtlılığı
kaldıran imar planı değişikliği yapmaması hâllerinde kuraldan sonra gelen cümlede taşınmaz
maliklerine dava açma hakkı da tanınmaktadır. 3194 sayılı Kanun’da da imar planlarının beşer
yıllık imar programları yapılarak bir program dâhilinde ve etaplar hâlinde uygulanması,
kamulaştırmaya ilişkin ödeneğin yatırımcı kuruluşun bütçesine aktarılması gerektiği
öngörülmüştür. Kuralda bir taşınmazla ilgili imar sınırlamasından sonra imar planının yürürlüğe
girmesinden itibaren imar uygulamasının gerçekleştirilmesi, kamulaştırma veya imar planı
değişikliklerinin gerçekleştirilmesi için beş yıllık makul bir süre öngörülmüştür. Söz konusu
sürenin idareye süresi belirsiz bir takdir yetkisi tanınması sonucunu doğurduğu söylenemez. Bu
takdir yetkisi çerçevesinde, kamu yararı amacının gerçekleştirilmesi yönünden belirtilen hukuki
engeller sebebiyle malikin belirlenen makul süre boyunca bu kısıtlamalara katlanması
beklenebilir. Kuralda öngörülen beş yıllık süre, hak sahiplerine aşırı ve orantısız bir yük
getirmemekte; mülkiyet haklarım ihlal etmemektedir. Kamulaştırma ile imar kısıtlamalarıyla beş
yıl süresince katlanılan külfetin de karşılanması öngörülmüştür. Maddenin birinci fıkrasının
birinci cümlesinde, mülkiyet hakkını kısıtlayan imar planı değişikliğinin yapılmaması hâlinde
taşınmazın ilgili idare tarafından kamulaştırmasının amaçlandığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla
kamulaştırma Anayasa’nın 46. maddesi çerçevesinde, bu maddede öngörülen ilkelere göre
gerçekleşecektir.
65. Açıklanan nedenlerle iptali istenen maddenin birinci fıkrasının birinci cümlesi,
Anayasa’nın 2., 13., 35. ve 46. maddelerine aykırı değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
Maddenin birinci fıkrasının birinci cümlesinin Anayasa’nın, 6., 7., 8., 9., 10., 11., 36.,
90., 125., 138., 142. ve 176. maddeleriyle ilgisi görülmemiştir.
b. Maddenin Birinci Fıkrasının Birinci Cümlesi Dışında Kalan Bölümü
66. Dava konusu maddenin birinci fıkrasının birinci cümlesi dışında kalan bölümü,
ilgili idarelerin beş yıllık sürede belirtilen işlemleri yapmamaları hâlinde izlenecek süreci
öngörmektedir. Maddenin birinci fıkrasının ikinci cümlesi beş yıllık süre içinde birinci cümlede
açıklanan işlemlerin yapılmaması hâlinde taşınmazların malikleri tarafından, bu Kanun’un
geçici 6. maddesindeki uzlaşma sürecinin ve 3194 sayılı Kanun’da öngörülen idari başvuru ve
işlemlerin tamamlanmasından sonra taşınmazın kamulaştırmasından sorumlu idare aleyhine
idari yargıda dava açılabileceğini düzenlemektedir. Maddenin ikinci fıkrasında, birinci fıkra
uyarınca dava açılması hâlinde taşınmazın ya da üzerinde tesis edilen irtifak hakkının dava
tarihindeki değerinin bu Kanun’un 15. maddesine göre bilirkişi incelemesi yapılarak taşınmazın
hukuken tasarrufunun kısıtlandığı veya taşınmazına fiilen el konulduğu tarihteki nitelikleri esas
alınmak suretiyle mahkemece tespit edileceği, taşınmazın veya hakkın idare adına tesciline veya
terkinine hükmedileceği açıklanmaktadır. Maddenin üçüncü fıkrasına göre bu kural kapsamında
kalan taşınmazlar hakkında açılacak dava ve takiplerde bu Kanun’un geçici 6. maddesinin
üçüncü, yedinci, sekizinci ve on birinci fıkra hükümleri, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten
önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara bu madde
hükümleri, kesinleşen ancak henüz ödemesi yapılmayan kararlar hakkında ise geçici 6.
maddenin üçüncü, sekizinci ve on birinci fıkra hükümleri uygulanacaktır. Maddenin dördüncü
fıkrasında, Kanun’un geçici 6. maddesinin sekizinci fıkrası uyarınca ayrılması gereken yüzde iki
oranındaki ödeneklerin yüzde dört olacağı, ilave olarak ayrılan yüzde iki oranındaki ödeneğin
münhasıran bu ek madde ile geçici 11. ve geçici 12. maddeler kapsamında yapılacak ödemelerde
kullanılacağı, yapılacak ödemelerin toplam tutarının ilave olarak ayrılan ödeneğin toplamını
aşması hâlinde ödemelerin en fazla on yılda ve geçici 6. maddenin sekizinci fıkrası hükmüne
göre yapılacağı hükme bağlanmıştır.
67. İmar uygulamalarıyla taşınmazların umumi hizmetlere ve resmî kurumlara
ayrılmasında dikkate alman kamu yararı amacı ile kısıtlanan mülkiyet hakkının korunması
arasındaki adil dengenin sağlanmasındaki yollardan biri de kamulaştırmadır. Kamulaştırma ile
imar kısıtlamalarıyla beş yıl süresince katlanılan külfet de karşılanacaktır. Kanun koyucunun
maddenin dava konusu birinci fıkrasının birinci cümlesi uyarınca mülkiyet hakkım kısıtlayan
imar planı değişikliğinin yapılmaması hâlinde taşınmazın ilgili idare tarafından
kamulaştırılmasını amaçladığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla kamulaştırmanın Anayasa’nın 46.
maddesi çerçevesinde öngörülen ilkelere göre yapılması gerekmektedir.
68. Anayasa’nın 46. maddesine göre özel mülkiyette bulunan taşınmazların gerçek
karşılıklarının nakden ve peşin olarak ödenmesi, maddede sayılan istisnai hâllerde
taksitlendirme süresinin beş yılı aşamaması, taksitlendirmelerde ve herhangi bir sebeple
ödenmemiş kamulaştırma bedellerinde kamu alacakları için Öngörülen en yüksek faizin
uygulanması kamulaştırma için belirtilen esaslardır.
69. Anayasa’nın anılan maddesinde öngörülen kamulaştırma, Anayasa’nın 35.
maddesinde güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkına getirilmiş anayasal bir sınırlamadır.
Bu itibarla 46. maddede belirtilen kamulaştırmanın anayasal öğelerine uygun bir düzenleme, 35.
maddeye bir aykırılık oluşturmayacaktır.
70. Uygulama imar planlarının yürürlüğe girmesinden itibaren beş yıllık süre içinde
kamulaşürma veya kısıtlılığı kaldıran imar planı değişikliğinin yapılmaması hâlinde maddenin
birinci fıkrasının ikinci cümlesine göre idari yargıda dava açılmasından önce uzlaşma sürecinin
tamamlanması gerekmektedir. Kanun’un geçici 6. maddesinin üçüncü fıkrasına göre uzlaşmada,
idareye ait taşınmazın trampası, idareye ait taşınmaz üzerinde sınırlı ayni hak tanınması ve imar
mevzuatı çerçevesinde başka bir yerde imar hakkı kullandırılması seçeneklerine öncelik
verilmektedir. Bu seçenekler üzerinde uzlaşmanın mümkün olmaması hâlinde nakdi bedel
üzerinden uzlaşma yapılabileceği kabul edilmektedir. Böylece beş yıllık bir süreden sonra
uzlaşma için geçirilecek süre dava açılmasını geciktirecek ve Anayasa’nın 46. maddesinde
kamulaştırmanın esaslarından birini oluşturan nakden ödeme son seçenek olarak uygulanacaktır.
71. Maddenin ikinci fıkrası, idari yargıda açılacak davada taşınmazın ya da üzerinde
tesis edilen irtifak hakkının değerinin dava tarihine göre belirleneceğini, ancak taşınmazın
hukuken tasarrufunun kısıtlandığı veya taşınmaza fiilen el konulduğu tarihteki niteliklerinin esas
alınacağını öngörmektedir. Anayasa’nın 46. maddesine göre kamulaştırmanın anayasal
öğelerinden biri gerçek karşılık olup, kamulaştırılan taşınmazın bedeline dair yasal
düzenlemelerin Anayasa’da öngörülen gerçek karşılık ölçütüne uygun olması gerekmektedir.
Kural ile taşınmazın değerinin tespitinde esas alınan hukuken tasarrufun kısıtlandığı veya
taşınmaza fiilen el konulduğu tarihteki taşınmazın niteliklerinin maddede öngörülen beş yıllık
süre geçtikten sonra dava açılabileceği de dikkate alınırsa dava tarihi itibarıyla değişmesi
mümkündür. Böylece taşınmazın hâlihazır nitelikleri yerine hukuken tasarrufunun kısıtlandığı
veya taşınmaza fiilen el konulduğu nitelikleri gözetilerek dava açma tarihi itibarıyla değerinin
belirlenmesi taşınmazın bedelinin gerçek karşılığa ulaşması bakımından elverişli değildir.
72. Maddenin üçüncü fıkrasında, davaların açıldığı tarihlere ve kesinleşme durumlarına
göre uygulanacak hükümler gösterilmektedir. Bu maddenin yürürlüğe girmesinden sonra
açılacak davalarda geçici 6. maddenin üçüncü, yedinci, sekizinci ve on birinci fıkra hükümleri
uygulanacaktır. Geçici 6. maddenin üçüncü fıkrası idare ile hak sahibi arasındaki uzlaşma
sürecini, yedinci fıkrası mahkeme ve icra harçları ile her türlü vekâlet ücretlerinin maktu olarak
belirleneceğini, sekizinci fıkrası ödemeler için bütçede ayrılacak pay oranlan ile ödemelerin
taksitlerle gerçekleştirilebileceğini, taksitlendirme süresince kanuni faiz ödeneceğini, on birinci
fıkrası ise ödenecek olan bedelin tahsili sebebiyle idarelerin mal, hak ve alacaklarının
haczedilemeyeceğini düzenlemektedir. İptali istenen maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce
açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara da bu madde
hükümleri, kesinleşen ancak henüz ödemesi yapılmayan kararlarda da geçici 6. maddenin
üçüncü, sekizinci ve on birinci fıkra hükümleri uygulanacaktır. Bu hükümler 9/10/1956 ile
4/11/1983 tarihleri arasında meydana gelen kamulaştırmasız el atmalara dayalı tazminat talepleri
için geçmişe yönelik bazı mağduriyetlerin giderilmesi amacıyla çıkarılan ve istisnai nitelik
taşıyan hükümlerdir. Sadece belirli bir dönem için öngörülmüş olan ve bu nedenle istisnai
nitelik taşıyan anılan hükümlere genel nitelik kazandırılarak bu hükümlerin, ilişkin olduğu
dönemle sınırlı olmaksızın başka olaylara da uygulanacağının öngörülmesi Anayasa’mn 46.
maddesinde yer alan güvencelerle bağdaşmaz.
73. Maddenin dördüncü fıkrasında ise taşınmaz maliklerinin açtıkları davalar
sonucunda ödenecek bedellerle ilgili ayrılması gereken ödeneklerin oranları, ödemelerin toplam
tutarının ilave olarak ayrılan ödeneğin toplamını aşması hâlinde ödemelerin on yıla kadar
taksitlendirilebileceği ve taksitlendirme hâlinde kanuni faiz ödeneceği belirtilmektedir. Kural ile
taşınmazların değeri olarak hükmedilen bedelin ödenmesi için bütçeden belli bir pay ayrılması,
ödemelerin taksitlendirilmesi ve bu ödemelerde kanuni faizin uygulanması kamulaştırmada
anayasal ilkeler olarak ifade edilen nakden ve peşin olarak ödeme ile kamu alacakları için
öngörülen en yüksek faizin uygulanmasına aykırılık teşkil etmektedir. Anılan ilkeler uyarınca
idarenin kamulaştırma kararı alabilmesi, kamulaştırma bedelini ödeyecek yeterli ödeneğinin
bulunmasına bağlıdır. Diğer taraftan iptali istenilen düzenlemeler Anayasa’mn 46. maddesinin
ikinci fıkrasında sayılan taksitle ödemenin öngörülebileceği istisnai durumlar kapsamına da
girmemektedir. Taksitlendirme hâlinde 3095 sayılı Kanun'a göre ödenecek olan kanuni faiz
oranı da kamulaştırmada uygulanacak olan kamu alacakları için öngörülen en yüksek faiz
oranından daha düşüktür.
74. Dava konusu ek 1. maddenin birinci fıkrasının birinci cümlesi dışında kalan
kısmında yer alan düzenlemeler gereği süresinde kamulaştırma yapılmaması hâlinde taşınmaz
malikleri ilgili idare aleyhine dava açma hakkını elde etmekle birlikte, Kanun’un geçici 6.
maddesindeki malik aleyhine olan hükümlerin sürekli nitelikte uygulanması Anayasa
Mahkemesinin 1/11/2012 tarihli ve E.2010/83, K.2012/169 sayılı kararında da açıklandığı üzere
bu davalarda kamulaştırma için Anayasa’mn 46. maddesinde öngörülen güvenceleri etkisiz
bırakacaktır.
75. Maddenin bu bölümünün Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihten itibaren sürekli
uygulanması, idarelerin özel mülkiyete kamulaştırmasız el atma yoluyla müdahalesinin de
sürekli hâle gelmesine sebep olabilecek niteliktedir. İdareler kural ile kamulaştırma yapmak
yerine kamulaştırma için Anayasa’da belirtilen ilkelere aykırı olarak taşınmazları elde edebilme
imkânına sahip olabilecektir. Böyle bir durumda devletin hukuka bağlılığı ilkesi zedeleneceği
gibi bireyler açısından hukuki güvenlik ve öngörülebilirlik de ortadan kalkacaktır. Bir hukuk
devletinde kanunların hukuka aykırı uygulamaları teşvik etmesi kabul edilemez.
76. Açıklanan nedenlerle maddenin birinci fıkrasının birinci cümlesi dışında kalan
bölümü, Anayasa’nın 2., 35. ve 46. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.
Maddenin birinci fıkrasının birinci cümlesi dışında kalan bölümü, Anayasa’nın 2., 35.
ve 46. maddelerine aykırı görülerek iptal edildiğinden bu bölümün Anayasa’nın 6., 7., 8., 9., 10.,
11., 36., 90., 125., 138., 142. ve 176. maddeleri yönünden ayrıca incelenmesine gerek
görülmemiştir.
D. Kamın’un 34. Maddesinin İncelenmesi
1. 2942 Sayılı Kanun’un Geçici 6. Maddesinin Onuncu Fıkrasının Üçüncü
Cümlesinin Yürürlükten Kaldırılması
a. İptal Talebinin Gerekçesi
77. Dava dilekçesinde 6745 sayılı Kanun’un 34. maddesiyle 2942 sayılı Kanun’un
geçici 6. maddesinin onuncu fıkrasının üçüncü cümlesinin yürürlükten kaldırılmasının
Anayasa’nın Başlangıç kısmı ile 2., 6., 7., 8., 9., 10., 11., 35., 36., 46., 90., 125., 138. ve 176.
maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
b. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
78. Kamu yararını gerçekleştirmek amacıyla değişik yöntem veya araçlar arasında
yapılacak tercih, kanun koyucunun takdir yetkisi kapsamındadır. Kanun koyucu, takdir yetkisi
çerçevesinde bir konuyu düzenleyebileceği gibi mevcut düzenlemeyi başka bir tasarrufuyla
yürürlükten de kaldırabilir. Yürürlüğe giren yasalar gibi, yürürlükten kaldırılan kurallar da
yasama tasarrufudur ve kanun koyucu bu yetkisini kullanırken Anayasa’ya bağlı kalmak
durumundadır. Yürürlükten kaldırılan 2942 sayılı Kanun’un geçici 6. maddesinin onuncu
fıkrasının üçüncü cümlesi, uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kuramlara
ayrılmak suretiyle veya ilgili kanunların uygulanmasıyla tasarrufu kısıtlanan taşınmazlar
hakkında 3194 sayılı Kanun’da belirtilen idari başvuru ve işlemler tamamlandıktan sonra idari
yargıda dava açılabileceğini öngörmekteydi. Kural yürürlükten kaldırılsa da Anayasa’nın 125.
maddesine göre tasarrufu kısıtlanan taşınmazlarla ilgili dava açmak mümkündür ve kuralla dava
açma hakkına yönelik herhangi bir sınırlandırma da yapılmamıştır. Açıklanan nedenle söz
konusu yürürlükten kaldırma işlemi Anayasa’nın 2. ve 36. maddelerine aykırı değildir. îptal
talebinin reddi gerekir.
Kuralın Anayasa’nın Başlangıç kısmı ile 6., 7., 8., 9., 10., 11., 35., 46., 90., 125., 138.
ve 176. maddeleriyle ilgisi görülmemiştir.
2.2942 Sayılı Kanun’un Geçici 11. Maddesi
79. 2942 sayılı Kanun’un iptali istenen geçici 11. maddesi, Anayasa Mahkemesinin
28/3/2018 tarihli ve E.2016/196, K.2018/34 sayılı kararıyla iptal edilmiş ve bu karar 25/5/2018
tarihli ve 30431 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanmıştır. Bu nedenle iptal edilen kural hakkında
yeniden karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesi gerekir.
E. Kanun’ım 38. Maddesiyle 3213 Sayılı Kanun’a Eklenen Ek 14. Maddenin
İncelenmesi
1. İptal Talebinin Gerekçesi
80. Dava dilekçesinde özetle; kural ile tüzel kişiliği bulunmayan Ulusal Maden Kaynak
ve Rezerv Raporlama Komisyonunun (UMREK) mali işleri dâhil her türlü sekretarya
hizmetlerinin yine tüzel kişiliği bulunmayan Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığının ana hizmet
birimi olan Maden îşleri Genel Müdürlüğü tarafından yürütüleceğinin düzenlendiği,
UMREK’in kuruluş amacının kuralda ayrıntılı olarak belirtildiği, Anayasa’da öngörülen
örgütlenme biçiminin dışında bir mesleki komisyonun oluşturulduğu, kuralda yer alan “yetkin
kişi” ve “yetkilendirilmiş tüzel kişiler” tanımı ile mühendislik diploması sahibi mühendislerin
bireysel olarak mühendislik faaliyetini yürütme yetkisinin ortadan kaldırıldığı, madencilik
faaliyetlerine dair bir mühendisin birey olarak bir proje hazırlamasının artık mümkün olmadığı,
UMREK’in yapısı itibarı ile yetkilendirilmiş tüzel kişiler modeline uygun bir meslek kuruluşu
gibi yapılandırıldığı, sicil tutmaktan eğitim vermeye kadar bütün yetkileri bünyesinde topladığı,
Anayasa’da bu yetkilerin kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ve üst kuruluşları
tarafından kullanılması gerektiğinin açıklandığı, Anayasa’nm 130. maddesinde milletin ve
ülkenin ihtiyaçlarına uygun insan gücü yetiştirmek amacı ile eğitim-öğretim yapılması için
devlet tarafından kurulan birimlerin üniversiteler olduğu belirtilmesine karşın iptali istenen kural
ile üniversiteler tarafından verilmesi gereken eğitim yetkilerinin UMREK’e tanındığı
belirtilerek kuralın Anayasa’nm 2., 6., 130. ve 135. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
2. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
a. Maddenin Birinci Fıkrasının İkinci Cümlesi
81. 3213 sayılı Kanun’a 2/7/2018 tarihli ve 703 sayılı Anayasada Yapılan
Değişikliklere Uyum Sağlanması Amacıyla Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Karamame’nin 118. maddesiyle eklenen
geçici 31. maddenin altıncı fıkrası uyarınca Maden İşleri Genel Müdürlüğüne yapılmış olan
atıflar Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğüne yapılmış sayılacaktır.
82. Açıklanan nedenle konusu kalmayan cümleye ilişkin iptal talebi hakkında karar
verilmesine yer olmadığına karar vermek gerekir.
b. Maddenin Üçüncü Fıkrası
83. 700 sayılı KHK’nm 99. maddesinin (h) bendiyle 3213 sayılı Kanun’un ek 14.
maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan “...Bakanlığın teklifi üzerine Bakanlar Kurulunca...”
ibaresi “...Cumhurbaşkanınca... ” şeklinde değiştirilmiştir.
84. Açıklanan nedenle konusu kalmayan fıkraya ilişkin iptal talebi hakkında karar
verilmesine yer olmadığına karar vermek gerekir.
c. Maddenin Birinci Fıkrasının İkinci Cümlesi ile Üçüncü Fıkrası Dışında Kalan
Bölümü
85. 6216 sayılı Kanun’un 43. maddesi uyarınca kural ilgisi nedeniyle Anayasa’mn 49.
maddesi yönünden de incelenmiştir.
86. Dava konusu maddenin birinci fıkrasının ikinci cümlesi ile üçüncü fıkrası dışmda
kalan bölümü UMREK’in görev ve yetkileri, sekretarya hizmetlerinin yürütülmesi ve gelirleri
ile ilgili hususları içermektedir. Maddenin birinci fıkrasında, uluslararası standartlar ile bilimsel
ve teknik esaslara göre yetkin kişi ve/veya yetkilendirilmiş tüzel kişiler taralından madenlerin
aranması, araştırılması ve üretilmesi ile ilgili açık, güvenilir, uygulanabilir kaynak ve rezerv
bilgilerini oluşturmak, bunlarla ilgili raporlama standartlarını ve ölçütleri belirlemek, sistem
kurmak, uygulamak, geliştirmek ve yayımlamak, bu faaliyetler ile ilgili strateji ve hedefler
oluşturmak, yetkin kişi ve/veya yetkilendirilmiş tüzel kişilerde aranan nitelikleri belirlemek,
bunlara eğitim vermek, sertifıkalandırmak, sicil ve sicil kayıtlarını tutmak, denetlemek, ihtar
vermek, belgeleri askıya almak veya iptal etmek, uluslararası benzeri kuruluşlara üye olmak
veya bunlarla iş birliği yapmak, görev alanına giren konularda eğitim, araştırma ve yayın
faaliyetlerinde bulunmak ve bu faaliyetler ile ilgili düzenlemeleri yapmak ve yayımlamak
amacıyla UMREK’in kurulduğu ve anılan komisyonun eğitim, sertifika, aidat, yayın ve diğer
faaliyetlerinden gelir elde edebileceği düzenlenmiştir.
87. Maddenin ikinci fıkrasında UMREK’in görevini yerine getirirken bağımsız olduğu
ve resmî ve özel kurum, kuruluş ve kişilerden belge, bilgi ve görüş isteyebileceği; son fıkrasında
da UMREK’in teşkili, yönetimi ve çalışması ile üyelerin atanmasında aranacak nitelikler, görev
süresi ve üyeliğin sona ermesi ile ilgili usul ve esasların Eneıji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı
tarafından çıkarılan yönetmelikle düzenleneceği hükme bağlanmıştır.
88. Hukuk devleti ilkesi gereği kanunlar kamu yararı amacıyla çıkarılır. Anayasa
Mahkemesinin kararlarına göre kamu yararı; genel bir ifadeyle bireysel, özel çıkarlardan ayrı ve
bunlara üstün olan toplumsal yararı ifade etmektedir. Kanunun amaç öğesi bakımından
Anayasa’ya uygun sayılabilmesi için kanunun çıkarılmasında kamu yararı dışında bir amacın
gözetilmemiş olması gerekir. İlgili yasama belgelerinin incelenmesinden kanunun kamu yararı
dışında bir amaçla çıkarılmış olduğu açıkça anlaşılabiliyorsa amaç unsuru bakımından
Anayasa’ya aykırı olduğu söylenebilir.
89. Öte yandan kanun koyucu, Anayasa’ya aykırı olmamak kaydıyla kural koyma
yetkisine sahip olup yapılan bir düzenlemede kamu yararının bulunup bulunmadığını kendisi
takdir eder. Anayasa’ya uygunluk denetiminde kanun koyucunun kamu yararı anlayışının
isabetli olup olmadığı değil, incelenen kuralın kamu yararı dışında belli bireylerin ya da
grupların çıkarları gözetilerek yasalaştırılmış olup olmadığı incelenir.
90. Anayasa’mn 49. maddesinde; çalışmanın herkesin hakkı ve ödevi olduğu, devletin
çalışanların hayat seviyesini yükseltmek, çalışma hayatını geliştirmek için çalışanları ve işsizleri
korumak, çalışmayı desteklemek, işsizliği önlemeye elverişli ekonomik bir ortam yaratmak ve
çalışma barışını sağlamak için gerekli tedbirleri alacağı belirtilmektedir.
91. Anayasa’mn 168. maddesinde “Tabiî servetler ve kaynaklar Devletin hüküm ve
tasarrufu altındadır. Bunların aranması ve işletilmesi hakkı Devlete aittir. Devlet bu hakkını
belli bir süre için, gerçek ve tüzelkişilere devredebilir. Hangi tabiî servet ve kaynağın arama ve
işletmesinin, Devletin gerçek ve tüzelkişilerle ortak olarak veya doğrudan gerçek ve tüzelkişiler
eliyle yapılması, kanunun açık iznine bağlıdır. Bu durumda gerçek ve tüzelkişilerin uyması
gereken şartlar ve Devletçe yapılacak gözetim, denetim usul ve esasları ve müeyyideler kanunda
gösterilir." denilmektedir. Buna göre tabii servetler ve kaynaklar kapsamında bulunan
madenlerin aranması ve işletilmesi ile ilgili olarak gerçek ve tüzel kişilerin uyacakları koşullar,
devletçe yapılacak gözetim, denetim usul ve esasları ile yaptırımların kanunla düzenlenmesi
gerekmektedir. Ayrıca anılan maddede kanun koyucuya toplumsal ihtiyaçlar doğrultusunda
madencilik faaliyetleri konusunda düzenleme yapma yetkisi verilmektedir. Ancak kanun koyucu
bu yetkiyi kullanırken kamu yararı amacını gözetmenin yanı sıra Anayasa’mn ilgili diğer
ilkelerine de uymak zorundadır.
92. UMREK’in görev ve yetkilerini düzenleyen dava konusu kuralın, madencilik
sektörünün kendine özgü niteliğinden kaynaklanan ihtiyaç nedeniyle ve devletin madencilik
faaliyetlerinin etkin, verimli, güvenli ve sürdürülebilir nitelikte yürütülmesi amacıyla
düzenlendiği anlaşılmaktadır. Anılan amacın Anayasa’mn 168. maddesinde ifade edilen devletin
gözetim ve denetim sorumluluğunun bir gereği olduğu söylenebilir.
93. Kanun koyucu, yasama yetkisinin genelliği ilkesinin bir gereği olarak Anayasa’da
düzenlenmeyen bir alanı kural olarak doğrudan düzenleyebilir. UMREK Anayasa’da
düzenlenmiş bir kurum değildir. Ülkemizde doğal servet ve kaynak olarak madenlerin yetkin
kişi ve/veya yetkilendirilmiş tüzel kişiler tarafından bilim ve teknolojiye uygun olarak aranması,
üretilmesi, projelendirilmesi, bu yetkin kişi ve/veya yetkilendirilmiş tüzel kişilerin niteliklerinin
belirlenmesi ve eğitilmesi gibi amaçlarla UMREK’in kanunla kurulan bir komisyon şeklindeki
oluşumu, idare teşkilatı içindeki konumu ve mali kaynağının belirlenmesi kanun koyucunun
takdir yetkisi kapsamındadır.
94. Maddenin anlam ve kapsamı bütünüyle gözönüne alındığında kurallarla
UMREK’in, görev ve yetkilerini bağımsız ve etkin bir şekilde yerine getirebilmesinin
amaçlandığı anlaşılmaktadır. Bu nedenle kuralların kamu yararı dışında özel çıkarlar gözetilerek
veya belirli kişiler lehine düzenlendiği sonucuna ulaşılmasını gerektirecek bir yönünün
bulunmadığı görülmektedir.
95. Görev ve yetkilerinin düzenlendiği kurallara göre UMREK; madenlerin aranması,
araştırılması ve üretilmesi ile ilgili kaynak ve rezerv bilgileri, strateji ve hedef oluşturma,
standart belirleme, sistem kurma biçiminde görevlere sahip olup bu görevleri yerine getirecek
yetkin kişi ve/veya yetkilendirilmiş tüzel kişilerin niteliklerinin belirlenmesi, eğitilmesi,
sertifikalandırılması, sicil kayıtlarının tutulması, denetlenmeleri, ihtar verilmesi, belgelerin iptal
edilmesi konularında yetkilidir. Bu bağlamda kurallar gereğince ilgili alanda UMREK’in
görevleri yetkin kişiler dışında tüzel kişilere verilse de belirtilen işler tüzel kişilik bünyesindeki
veya tüzel kişilikle anlaşmalı gerçek kişi mühendisler tarafından yapılacaktır. Dolayısıyla
kurallar ile mühendislik diploması sahibi gerçek kişilerin mühendislik faaliyetlerini yürütme
yetkileri ve çalışma hakları sınırlandırılmamaktadır.
96. Açıklanan nedenlerle kurallar Anayasa’mn 2. ve 49. maddelerine aykırı değildir.
İptal talebinin reddi gerekir.
Kuralların Anayasa’mn 6., 130. ve 135. maddeleriyle ilgisi görülmemiştir.
F. Kanun’un 39. Maddesiyle 3359 Sayılı Kanun’un Ek 9. Maddesinin Birinci
Fıkrasının Değiştirilen Birinci Cümlesinin, İkinci Cümlesinde Yer Alan “...adrese dayalı
nüfus kayıt sistemi sonuçlarına göre toplam il nüfusu 750.000’e kadar olan...” İbaresinin
“...büyükşehir olan iller dışındaki...”, İkinci Fıkrasında Yer Alan “...il valisi...”İbaresinin
“...Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumu Başkanı...” ve Üçüncü Fıkrasının Birinci
Cümlesinde Yer k\m“...tıp fakültesi...” İbaresinin “...ilgili fakülte...” Şeklinde
Değiştirilmesinin, Birinci Cümlesinden Sonra Gelmek Üzere Eklenen Cümlelerin, Üçüncü
Fıkrasından Sonra Gelmek Üzere Eklenen Fıkralar ile Değiştirilen Mevcut Yedinci ve
Sekizinci Fıkraların İncelenmesi
1. Anlam ve Kapsam
97. Maddenin birinci fıkrasının ikinci cümlesinde, büyükşehir olan iller dışındaki
illerde eğitim ve araştırma hizmetlerinin, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren Sağlık
Bakanlığı (Bakanlık) eğitim ve araştırma hastanesi veya üniversite sağlık uygulama ve araştırma
merkezlerinden yalnızca biri tarafından verilebileceği öngörülmüştür. Anılan cümlede yer alan
“...büyükşehir olan iller dışındaki... ” ibaresi dava konusu kurallardan birini oluşturmaktadır.
98. Maddenin üçüncü fıkrasının ilk cümlesinde birlikte kullanımdaki sağlık tesislerinde
tıpta uzmanlık ve lisans eğitimlerinin ilgili mevzuata göre ilgili fakülte dekanının yetki ve
sorumluluğunda yürütüleceği belirtilmiştir. Dava konusu ibare kuralda yer alan “...ilgili
fakülte...” ibaresidir. Kuralın üçüncü fıkrasının birinci cümlesinden sonra gelmek üzere
eklenen ikinci cümlesinde de ilgili fakültenin dekanının hastane yöneticisinin görüşünü alarak
varsa profesör yoksa doçent unvanını haiz öğretim üyelerinden birini, doçent de yoksa yardımcı
doçent veya eğitim görevlilerinden birini eğitim sorumlusu olarak görevlendireceği, daha sonra
gelen üçüncü cümlesinde ise başhekimin aynı zamanda üniversite yönünden sağlık uygulama ve
araştırma merkezi müdürü sayılacağı belirtilmiştir.
99. 4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun 3. maddesinin birinci
fıkrasının (t) bendinin (3) numaralı alt bendinde tıpta uzmanlık, Bakanlık tarafından düzenlenen
esaslara göre yürütülen ve tıp doktorlarına belirli alanlarda özel yetenek ve yetki sağlamayı
amaçlayan bir yükseköğretim olarak ifade edilmiştir. 26/4/2014 tarihli ve 28983 sayılı Resmî
Gazete’de yayımlanan Tıpta ve Diş Hekimliğinde Uzmanlık Eğitimi Yönetmeliği’nin 3.
maddesinde de uzmanlık eğitimi, tıp veya diş hekimliğinde uzman olabilmek için gereken
eğitim ve öğretim şeklinde tanımlanmaktadır.
100. Maddeye 6745 sayılı Kanunda eklenen fıkralardan ilki, birlikte kullanıma geçilen
sağlık tesislerinin döner sermaye hesapları ile ilgili olup kuralda, sadece birlikte kullanılan
birimlerle sınırlı olmak ve birlikte kullanıma geçildikten sonraki tasarruflara etkili olmak
kaydıyla bu hesapların birleştirileceği ancak borcun mevcut bir taşınıra ilişkin olması
durumunda protokolün imza tarihinden önceki borçların sağlık tesisinin döner sermaye
bütçesinden karşılanacağı öngörülmüştür.
101. Maddeye Kanunda eklenen diğer fıkrada, birlikte kullanımdaki sağlık tesisleri ve
ilgili birimlerde görevli öğretim elemanları dâhil tüm personelin ihtiyaç duyulan tıbbi ve
bilimsel danışmanlık, nöbet, konsültasyon ve diğer sağlık hizmetlerini yerine getirmekle ve bu
kapsamda kendilerine yapılan davete icabet etmekle yükümlü olduğu, bu şekilde nöbet tutan
öğretim üyelerine de 657 sayılı Kanun’un ek 33. maddesi çerçevesinde ve eğitim görevlisi için
belirlenmiş olan gösterge rakamı üzerinden nöbet ücreti ödeneceği hükme bağlanmıştır.
102. Maddenin Kanun’la değiştirilen mevcut yedinci fıkrasında, Bakanlık ve bağlı
kuruluşlarının sağlık tesisleri ile üniversitelerin sağlık bilimleri eğitimi veren birimleri arasında,
döner sermayeleri ayrı olmak suretiyle sağlık hizmeti sunumu, eğitim, araştırma, halk sağlığını
geliştirme ve kuramların diğer faaliyet alanlarında iş birliği yapılabileceği, iş birliği
protokollerinin, üniversitenin ve ilgisine göre Bakanlık birimleri veya bağlı kuruluşlarının teklifi
üzerine, Bakanlık ve Yükseköğretim Kurulu Başkanlığının uygun görüşü alınarak vali ile rektör
arasında imzalanacağı, üniversitenin sağlık bilimleri alanında faaliyet gösteren birimlerinde
görev yapan öğretim elemanlarından iş birliği kapsamında Bakanlık ve bağlı kuruluşları sağlık
tesislerinde ya da Bakanlık ve bağlı kuruluşları personelinden üniversitede çalıştırılacakların,
karşılıklı mutabakat ile protokol eki liste ile belirleneceği yönünde bir düzenleme getirilmiştir.
103. Maddenin Kanun’la değiştirilen mevcut sekizinci fıkrasında ise birlikte kullanım
ve iş birliğine ilişkin usul ve esaslar ile ilgili mevzuat hükümleri çerçevesinde döner sermaye
gelirlerinden personele yapılacak ek ödemelere ilişkin diğer hususların Maliye Bakanlığının ve
Yükseköğretim Kurulunun uygun görüşü alınarak Bakanlık tarafından çıkarılan yönetmelikle
belirleneceği ifade edilmiştir.
2. İptal Taleplerinin Gerekçesi
104. Dava dilekçesinde özetle; hastanesi olmadan yeni açılan tıp fakültelerinin
Bakanlık ile yapılan protokollerle ikinci basamak sağlık hizmeti veren devlet hastaneleriyle
birlikte kullanım ve iş birliğine gittiği, protokol oluşturma sürecinin illerde ikinci basamak
sağlık hizmeti veren devlet hastanelerini ortadan kaldıracağı, bu durumun ikinci basamak sağlık
hizmetlerinin özel sağlık kuruluşlarına terk edilmesi olarak da değerlendirilebileceği, tıp
fakültelerinin akademik özerkliklerini yitirdiği, akademik faaliyetler ve bilimsel çalışmalar
yönünden özerkliğin korunmasına dair çerçevenin çizilmediği, eğitim ve araştırma hastanesi
eğitim görevlileri ile tıp fakültesi akademik personeli arasında özlük hakları açısından önemli
farklılıklar oluştuğu ve bu durumdan çalışma barışının olumsuz etkileneceği, yapılan düzenleme
ile 2547 sayılı Kanun’a tabi çalışanların Bakanlık mevzuatıyla çalışma biçimlerinin
düzenlenmesinin Anayasa’nm bütüncül yorumu açısından değerlendirildiğinde idari fonksiyonu
ve yapısı farklı iki birimin kendi kuralları ve yapısı korunmaksızın birleştirilmesine neden
olduğu, akademik kadrolara yapılacak atamaların bilimsel liyakate ilişkin kurallara bağlı
olunacağına dair bir hükmün belirtilmediği, tıp eğitimi ve tıpta uzmanlık eğitiminin temel olarak
Bakanlığa ilişkin bir düzenlemeyle yapılmasının anayasal statüleri ihlal etmesinin ötesinde
üniversite eğitiminin gereklerinin bir kenara bırakılarak personel ve ödeme düzenlemesiyle
yetinilmesinin iş birliği ve ortak kullanımdan beklenen yararın sağlanmasını da önleyeceği,
düzenlemede sadece ek ödemeye ilişkin mali hükümler yönünden Yüksek Öğretim Kurulunun
(YÖK) görüşünün alınacağı kabul edilirken tıp ve tıpta uzmanlık eğitiminin gereklerine ilişkin
kuralların belirlenmediği, iş birliğine ait esasların saptanmadığı, bu alanın tamamen yürütmenin
inisiyatifine bırakıldığı belirtilerek kuralların Anayasanın 2., 7., 8., 27. ve 130. maddelerine
aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
3. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
a. Maddenin Birinci Fıkrasının Değiştirilen Birinci Cümlesi
105. 1/2/2018 tarihli ve 7078 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler
Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair
Kanun’un 189. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca Türkiye Kamu Hastaneleri Kuramıma
yapılmış olan atıflar Sağlık Bakanlığına yapılmış sayılacaktır.
106. Açıklanan nedenle konusu kalmayan cümleye ilişkin iptal talebi hakkında karar
verilmesine yer olmadığına karar vermek gerekir.
b. Maddenin İkinci Fıkrasında Yer Alan “...il valisi...” İbaresinin “...Türkiye
Kamu Hastaneleri Kurumu Başkam...” İbaresi Şeklinde Değiştirilmesi
107. (105) numaralı paragrafta açıklanan gerekçe ile konusu kalmayan ibareye ilişkin
iptal talebi hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar vermek gerekir.
e. Maddenin Kalan Bölümü
108. Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen sosyal hukuk devleti insan hak ve
hürriyetlerine saygı gösteren, kişilerin huzur, refah ve mutluluk içinde yaşamalarını güvence
altına alan, kişi ile toplum arasında denge kuran, sosyal adaleti gerçekleştiren, bu bağlamda
sağlık hizmetlerinden bireylerin yeteri kadar yararlanmasını sağlayan devlettir. Devlet, herkesin
sağlık hizmetlerinden yararlanması için gerekli tedbirleri almalıdır. Sosyal devlet olma
niteliğinin gereği olarak devlet, kişilerin gerekli ve en uygun sağlık hizmeti almalarım
sağlamakla yükümlüdür.
109. Anayasa’nın 7. maddesinde, yasama yetkisinin Türkiye Büyük Millet Meclisine ait
olduğu ve bu yetkinin devredilemeyeceği öngörülmüştür. Kanunla düzenleme ilkesi, düzenlenen
alanda temel ilkelerin kanunla konulmasını ve çerçevenin kanunla çizilmesini ifade etmektedir.
Kanun koyucunun temel kuralları saptadıktan sonra uzmanlık ve idare tekniğine ilişkin
ayrıntıları yürütmeye bırakması, kanunla düzenleme ilkesine aykırılık oluşturmaz ve yasama
yetkisinin devri olarak yorumlanamaz.
110. Anayasa’nın 56. maddesinin birinci fıkrasında, "Herkes, sağlıklı ve dengeli bir
çevrede yaşama hakkına sahiptir”, üçüncü fıkrasında ise “Devlet, herkesin hayatını, beden ve
ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi artırarak,
işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini
düzenler ” denilmektedir. Belirtilen madde devlete, kişilerin hayatım beden ve ruh sağlığı içinde
sürdürmelerini sağlamak için sağlık kuruluşlarının hizmetlerini düzenleme, denetleme ve
organize etme gibi görevler yüklemiştir. Anılan madde ile devlete verilen görevler devletin
pozitif yükümlülükleridir.
111. Anayasa’nın 130. maddesinde, çağdaş eğitim-öğretim esaslarına dayanan bir düzen
içinde milletin ve ülkenin ihtiyaçlarına uygun insan gücü yetiştirmek amacı ile ortaöğretime
dayalı çeşitli düzeylerde eğitim-öğretim, bilimsel araştırma, yayın ve danışmanlık yapmak,
ülkeye ve insanlığa hizmet etmek üzere çeşitli birimlerden oluşan kamu tüzel kişiliğine ve
bilimsel özerkliğe sahip üniversitelerin devlet tarafından kanunla kurulacağı belirtilmiş;
yükseköğretim kuramlarının kuruluş ve organları ile işleyişleri ve bunların seçimleri, görev,
yetki ve sorumluluklarının kanunla düzenleneceği hüküm altına alınmıştır. Buna göre kanun
koyucu -anayasal ilkelere uygun olmak koşuluyla- yükseköğretim kuramlarının organları ile
işleyişleri ve bunların seçimleri, görev, yetki ve sorumluluklarını belirleme yetkisine sahiptir.
112. Anayasa’nın 130. maddesinin dokuzuncu fıkrasında da yükseköğretim
kurumlarınm kuruluş ve organları ile işleyişlerinin üniversitelerin kamu kuruluşları ve diğer
kurumlarla ilişkilerinin kanunla düzenleneceği hüküm altına alınmıştır. Buna göre kanun koyucu
-anayasal kurallara uygun olmak koşuluyla- yükseköğretim kurumlan ile kamu kurum ve
kuruluşları arasında ne tür bir iş birliği yapılabileceğini ve bu iş birliğinin usul ve esaslarını
belirleme konusunda takdir yetkisine sahiptir.
113. Anayasa’nın 56. maddesine dayanılarak 3359 sayılı Kanun’un 3. maddesinde
Bakanlığa çeşitli yükümlülükler getirilmektedir. Sağlık kurum ve kuruluşlumun ülke düzeyinde
eşit, kaliteli ve verimli hizmet sunacak şekilde planlanması, koordine edilmesi, mali yönden
desteklenmesi ve geliştirilmesi, koruyucu sağlık hizmetlerine öncelik verilmek suretiyle kamu
ve özel bütün sağlık kurum ve kuruluşlarının kurulması ve işletilmesinde kaynak israfı ve atıl
kapasiteye yol açılmaması, tüm sağlık kurum ve kuruluşları ile sağlık personelinin ülke
genelinde dengeli dağılımı ve yaygınlaştırılmasının esas alınması bu yükümlülükler
kapsamındadır. Belirtilen madde uyarınca sağlık kurum ve kuruluşlarının kurulması ve
İşletilmesinin bu esas doğrultusunda Bakanlıkça düzenlenmesi, sağlık personelinin yurt
düzeyinde dengeli dağılımım sağlamak üzere istihdam planlaması yapma zorunluluğu,
üniversitelerin, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ile kamu kurum ve kuruluşlarının
imkânlarından yararlanılması, sağlık hizmetlerinin yurt çapında istenilen seviyeye ulaştırılması
amacıyla bakanlıklar seviyesinden en uçtaki hizmet birimine kadar kamu ve özel sağlık
kuruluşları ile kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları arasında koordinasyon ve iş
birliğinin sağlanması Bakanlığın yerine getireceği sağlık hizmetleriyle ilgili temel esaslar
arasında sayılmıştır. Ayrıca sağlık kurum ve kuruluşlarının, coğrafi ve fonksiyonel hizmet
alanları, verecekleri hizmetler, yönetim, hizmet ilişki ve bağlantıları gibi konularda tespit edilen
esaslara uymaları ve verilen görevleri yapmakla yükümlü oldukları öngörülmüştür.
114. 6/4/2011 tarihli ve 663 sayılı Sağlık Bakanlığı ve Bağlı Kuruluşlarının Teşkilat ve
Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Karamame’nin (KHK) 2. maddesinde de Bakanlığın
görevleri açıklanmaktadır. Sağlık eğitimi ve araştırma faaliyetlerinin geliştirilmesi, insan
gücünde ve maddi kaynaklarda tasarruf yapılması ve verimin artırılması, sağlık sektöründeki
insan gücünün ülke genelinde dengeli dağılımı ile bütün paydaşlar arasında iş birliğini
gerçekleştirmek suretiyle yurt düzeyinde eşit, kaliteli ve verimli hizmet sunumunun sağlanması,
kamu ve özel hukuk tüzel kişileri ile gerçek kişiler tarafından açılacak sağlık kuruluşlarının ülke
genelinde planlanması ve yaygınlaştırılması Bakanlığın görevlerinden bir bölümünü
oluşturmaktadır.
115. Anayasa’nın 56. maddesinin üçüncü fıkrasında devlete, iş birliğini gerçekleştirerek
sağlık kuruluşlarını tek elde planlayıp bu alanda hizmet sağlama görevi de verilmektedir. 3359
sayılı Kanun’un 3. maddesi ile 663 sayılı KHK’nın 2. maddesi sağlık hizmetleriyle ilgili temel
esasları açıklamaktadır. Bu temel esaslar kaliteli ve verimli hizmet, kaynak israfının önlenmesi,
sağlık personelinin ve hizmetin ülke genelinde dengeli dağılımı, planlama, kamu ve özel sağlık
kuruluşları ile kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları arasında koordinasyon ve iş birliği
şeklinde özetlenebilir.
116. Kanun’un ek 9. maddesi de Anayasa’nın 56. maddesindeki temel ilkelere
dayanarak Bakanlığa bağlı sağlık tesisleri ile üniversitelerin ilgili fakülteleri arasında birlikte
kullanım ve iş birliğinin esaslarını belirlemektedir. Maddede, birlikte kullanılacak sağlık
birimlerinde sağlık hizmetinin yanı sıra lisans ve uzmanlık eğitiminin verilmesi
öngörülmektedir. Madde gerekçesinde de açıklandığı üzere, üniversite birimleri ile eğitim ve
araştırma hastaneleri arasında döner sermayeleri birleşmeksizin yapılan protokoller iş birliğini,
döner sermayelerin birleştirilmesi suretiyle sağlık tesisinin Bakanlık tarafından işletildiği
protokoller birlikte kullanımı ifade etmektedir.
117. Tıpta ve diş hekimliğinde lisans eğitimi 28/3/1983 tarihli ve 2809 sayılı
Yükseköğretim Kurumlan Teşkilatı Kanunu’na uygun olarak kurulacak tıp ve diş hekimliği
fakülteleri aracılığıyla gerçekleştirilir. 11/4/1928 tarihli ve 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı
San’atlanmn Tarzı İcrasına Dair Kanun’un 8. maddesi ise tıpta uzmanlık yetkisinin tıp
fakülteleri dışında Bakanlığın kabul ettiği kurum tarafından da verilebileceğini öngörmektedir.
Öte yandan 663 sayılı KHK’nm 22. maddesi ile tıpta ve diş hekimliğinde uzmanlık eğitimi
yapacak eğitim kurumlarına eğitim yetkisi verilmesi konusunda Tıpta Uzmanlık Kurulu
oluşturulmuştur. Akademik unvanların kazanılması konusunda da 2547 sayılı Kanun’da
düzenleme yapılmıştır. Dava konusu madde ise birlikte kullanımın esaslarını belirlemekte olup
maddenin devlet hastanelerinin eğitim ve araştırma hastanesine dönüşümleri ve akademik
unvanların kazanılması şartlarıyla ilgisi bulunmamaktadır.
118. Birlikte kullanım ve iş birliğinin üç esasa; eğitim, sağlık işletmeciliği ve sağlık
hizmetleri ile mali hususlara ilişkin olduğu söylenebilir. Dava konusu maddede, birlikte
kullanılan sağlık tesisinin üniversitenin görüşü alınarak Bakanlıkça atanan başhekim tarafından
yönetilerek sağlık hizmetlerinin yerine getirilmesini, sağlık işletmeciliği yönünden performansa
dayalı ek ödeme sistemiyle görev yapanların hizmete katkıları oranında ilave ödemelerden
yararlandırılmasını öngörmektedir. Yine madde ile üniversitelerin uygulama ve araştırma
merkezi oluşturamamasından kaynaklanan sorunların aşılmasının, tıp ve tıpta uzmanlık
eğitimlerinin nitelikli olmasımn, birlikte kullanılacak sağlık tesislerinde döner sermaye
hesaplarının birlikte kullanılan birimlerle sınırlı olarak birleştirilmesiyle bazı mali hakların ve
verimliliğin artırılmasının hedeflendiği anlaşılmaktadır. Maddenin değiştirilen mevcut yedinci
fıkrasıyla döner sermayeler birleştirilmeden Bakanlığın ve üniversitelerin iş birliği yapmasıyla
eğitim, sağlık hizmeti ve araştırma alanlarında da birlikte çalışabilmesine imkân sağlanmaktadır.
Dolayısıyla Bakanlığa ait sağlık kurum ve kuruluşları ile üniversiteler arasında birlikte kullanım
ve iş birliğine dayalı olarak sağlık hizmetleri ile tıp ve tıpta uzmanlık eğitimlerinin birlikte
verimli ve etkin yürütülmesini düzenleyen iptali istenen maddenin ilgili bölümünün Anayasa’mn
130. maddesine aykırı bir yönünün bulunduğu söylenemez.
119. Maddenin birinci fıkrasının ikinci cümlesi uyarınca eğitim ve araştırma
hizmetlerinin, Bakanlık eğitim ve araştırma hastanesi veya üniversite sağlık uygulama ve
araştırma merkezlerinden yalnızca biri tarafından verilebilmesinde esas alınacak ölçütün ilgili
ilin nüfusunun 750.000’den az olması yerine büyükşehir olmaması şeklinde belirlenmesi;
maddenin üçüncü fıkrasının birinci cümlesinde de birlikte kullanılan sağlık tesislerinde tıpta
uzmanlık ve lisans eğitimlerinin, diş hekimliği fakültelerinin de bu kapsamda bulunabileceği
gözetilerek tıp fakültesi yerine ilgili fakülte dekanının yetki ve sorumluluğunda yürütüleceğinin
öngörülmesi Anayasa’nın 130. maddesinin dokuzuncu fıkrası kapsamında kanun koyucunun
takdirinde bir husus olup Anayasa’ya aykırılık teşkil etmemektedir.
120. Bilime dayalı olması gereken tam ve tedavi metotlarının insan yararına sürekli
yenilik ve gelişme göstermesi, hizmet kalite ve beklentilerini çağın koşullarına yaklaştırmayı
zorunlu kılmaktadır. Bu çerçevede artan sağlık hizmeti talebini en doğru şekilde karşılamak,
sürekli yenilenen teknolojileri kullanmak, sağlık hizmetlerini yurt genelinde eşit ve kaliteli
olarak sunmak, maliyetleri asgari düzeye indirmek, mesleki olarak yeterli, sayıca kısıtlı yetişmiş
insan gücünü dengeli bir şekilde dağıtmak, değişen şartlara göre planlama yapmak, hizmet
kalitesini yükseltirken maliyeti düşürmek ve buna rağmen etkin, verimli, süratli, kesintisiz bir
sağlık hizmeti sunmak, gereksiz bina ve cihaz alımı yapmamak, kurumlar arası iş birliği ve
halkm sosyal memnuniyetini arttırmak sağlık hizmetleri yönünden devlet için bir kamusal
zorunluluk ve sosyal devlet olmanın gereğidir (AYM, E.2012/103, K.2013/105,3/10/2013).
121. Bakanlığa bağlı eğitim ve araştırma hastaneleri tıpta ve diş hekimliğinde uzmanlık
dallarında teorik ve uygulamalı eğitimlerin verilmesini sağlarken lisans eğitimlerinin teorik
kısmı üniversitelerde verilmektedir. Maddenin üçüncü fıkrasının ikinci cümlesine göre birlikte
kullanımda üniversitelerin tıp ve diş hekimliği fakültelerinin dekanlarına eğitim sorumlusunu
belirleme ve eğitim hizmetlerinin yürütülmesi konusunda yetki verilmiş, bu alandaki hizmetlerin
uzman akademisyenler tarafından yerine getirilmesi öngörülmüştür. Birlikte kullanımdaki sağlık
tesislerinin işletilmesi ve sağlık hizmetlerinin yerine getirilmesi ise Bakanlığın
sorumluluğundadır. Maddenin üçüncü fıkrasının üçüncü cümlesine göre başhekimin aym
zamanda üniversite yönünden sağlık uygulama ve araştırma merkezi müdürü sayılması sağlık
tesislerinin birlikte kullanılmasının bir sonucudur. Dolayısıyla birlikte kullanımda hizmet
verecek sağlık birimlerinde eğitim faaliyetlerinin yönetimi üniversiteye, işletme yönetimi ise
Bakanlığa bırakılmıştır. Bununla birlikte üniversite yönetiminden sorumlu dekan ile işletme
yönetiminden sorumlu başhekimin iş birliği içinde hareket etmeleri amaçlanmıştır. Gerek
dekanın gerekse başhekimin yetkileri açıkça ve sınırları belirlenerek düzenlenmiştir. Tıpta
uzmanlık ve lisans eğitimlerinin ilgili fakülte dekanının yetki ve sorumluluğunda
gerçekleştirileceği de dikkate alındığında düzenlemenin üniversitelerin ve ortak tesislerde görev
yapan akademisyenlerin bilimsel özgürlüklerine müdahale edilmesine yol açacağı da
söylenemez.
122. Maddeye eklenen ikinci fıkrayla, birlikte kullanılan sağlık tesislerinde ve ilgili
birimlerinde görevli Bakanlık personeli ile üniversite akademik personelinin tümü için tıbbi ve
bilimsel danışmanlık, nöbet, konsültasyon gibi sağlık hizmetlerini yerine getirmek zorunlu
kılınmakta, bu şekilde nöbet tutan akademik personelin de Bakanlık eğitim görevlileri gibi nöbet
ücreti alacakları hükme bağlanarak söz konusu hizmetleri için de aralarında mali yönden eşitlik
sağlanmaktadır.
123. İptali istenen madde, birlikte kullanım ve iş birliğine ilişkin usul ve esaslar ile
ilgili mevzuat hükümleri çerçevesinde döner sermaye gelirlerinden personele yapılacak ek
ödemelere ilişkin diğer hususlarda ayrıntılı düzenlemelere yer vererek ana ilkeleri belirlemiştir.
Madde, yönetmeliğe bırakılacak alanı sınırlamış ve yürütmeye bırakılan yetkinin çerçevesini
belirleyecek ilkeleri ortaya koymuştur. Kanun koyucunun belirlediği bu ilkelere göre yürütme,
ayrıntılı ve teknik konuları yönetmelik ile düzenleyebilecektir. Yönetmelik çıkarma yetkisinin
hangi kuruluşların katkısıyla kullanılacağı kanun koyucunun takdir yetkisi içindedir. Kanun
koyucu da kaynağı ve çerçevesi Kanun’da bulunan hususların ayrıntısını belirleme yetkisini,
Maliye Bakanlığının ve Yükseköğretim Kurulunun uygun görüşü alınmak kaydıyla Bakanlığa
vermiştir. Bu nedenle birlikte kullanım, iş birliğine ilişkin usul ve esaslar ile döner sermaye
gelirlerinden yapılacak ödemelere yönelik işleyişinin belirlenmesinin yönetmeliğe bırakılması
asli düzenleme yetkisinin devri olarak nitelendirilemez.
124. Açıklanan nedenlerle kurallar Anayasa’nm 2., 7. ve 130. maddelerine aykırı
değildir. İptal talebinin reddi gerekir.
Kuralların Anayasa’nm 8. ve 27. maddeleriyle ilgisi görülmemiştir.
G. Kanun’un 40. Maddesiyle 3359 Sayılı Kanun’a Eklenen Ek 15. Maddenin
İncelenmesi
1. Anlam ve Kapsam
125. Maddenin birinci fıkrasında, tıp ve/veya diş hekimliği fakültesi bulunan ancak
sağlık uygulama ve araştırma merkezi bulunmayan veya sağlık uygulama ve araştırma
merkezinde yeterli kapasite ve eğitim altyapısı bulunmayan vakıf üniversitelerinin, tıp ve diş
hekimliğinde lisans eğitimi, tıp, diş hekimliği ve eczacılıkta uzmanlık eğitimi ile araştırma
faaliyetleri için yeterli kapasite ve eğitim altyapısı bulunan özel hastaneler ile bütçeleri ayrı
olmak şartıyla iş birliği yapabilecekleri, bu kapsamda ilgili üniversite ve özel hastanenin yetkili
makamları arasında iş birliği protokolünün imzalanacağı, bunun Sağlık Bakanlığı ve
Yükseköğretim Kurulunun onayıyla uygulamaya konulacağı öngörülmüştür.
126. Maddenin ikinci fıkrasında; iş birliği yapılan özel hastanenin üniversite için sağlık
uygulama ve araştırma merkezi kabul edileceği, burada fiilen görev yapacak olan üniversite
öğretim elemanlarının ilgili dekan ve hastane yöneticisinin talebi üzerine rektör tarafından
görevlendirileceği, görevlendirilen üniversite personeline kendi mevzuatının uygulanacağı, iş
birliği yapılan özel hastanenin, öğretim üyelerinin faaliyetleri ve üniversitenin eğitim ve
araştırma işlevleri dışında kendi mevzuatına tabi olmaya devam edeceği belirtilmiştir.
127. Maddenin üçüncü fıkrasında da bu maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve
esasların Yükseköğretim Kurulunun görüşü alınarak Sağlık Bakanlığı tarafından belirleneceği
hüküm altına alınmıştır.
2. İptal Talebinin Gerekçesi
128. Dava dilekçesinde özetle; vakıf üniversiteleri ile özel hastaneler arasında
yapılacak protokol ile özel hastanelerin hukuksal statüsünün değiştirilmesine imkân tanıyan
düzenlemenin herhangi bir çerçeve içermediği, kanunla yapılması gereken düzenlemenin
idarenin düzenleyici işlemine terk edildiği, kuralm aynı zamanda üniversitelerin bilimsel
özerkliğine, bilim hürriyetine, eğitim ve öğretimin devletin gözetim ve denetimi altında
yapılacağına dair Anayasa hükümlerine aykırı olduğu, Anayasa’nın 130. maddesiyle atıf yapılan
2809 sayılı Kanun’a göre vakıf üniversiteleri de dâhil olmak üzere üniversite niteliğine sahip bir
yapının belirlenen kurallara uygun olarak kurulması gerektiği, dolayısıyla uygulama ve
araştırma birimini oluşturan tıp fakültesi hastaneleri olmaksızın tıp ve tıpta uzmanlık eğitimi
yapılmasının Anayasa’ya ve kanuna aykırılık teşkil ettiği, kural ile özel hukuk hükümlerine tabi
ve kazanç amacına yönelik faaliyet olduğu kuşkusuz bir özel hastanenin yapılacak bir protokol
ile akademik faaliyet yürütülen bir alana dönüştürülmesi ve üniversite hastanesi hüviyetine
kavuşmasının kurallar hiyerarşisine aykırılık teşkil ettiği, özel hastanenin kuruluş ve işleyişi,
tabi olduğu mevzuat hükümleri ile üniversitenin kuruluşu, amacı ve mevzuatımn tümüyle
birbirlerinden farklı olduğu belirtilerek kuralm Anayasa’nın 2., 5., 6., 7., 8., 27. ve 130.
maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
3. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
129. Anayasa’nın 130. maddesinin ikinci fıkrasında, vakıf yükseköğretim kuramlarının
devletin gözetim ve denetimine tabi olduğu, dokuzuncu fıkrasında da üniversiteler üzerinde
devletin gözetim ve denetim hakkını kullanma usullerinin kanunla düzenleneceği hüküm altına
alınmıştır. Buna göre vakıf yükseköğretim kuramlarının denetimine ilişkin temel kuralların
kanunla düzenlenmesi zorunludur.
130. Anayasa’nın 56. maddesinde de devletin sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp
hizmet vermesini düzenlerken kamu ve özel kesimlerdeki sağlık kuramlarından yararlanacağı
belirtilerek kamu ve özel sağlık kurumu ayrımının yapılmayacağı öngörülmüştür. Anayasa’nın
bu maddesine dayalı olarak 3359 sayılı Kanun’un 3. maddesi ile 663 sayılı KHK’nm 2.
maddesinde de sağlık hizmetlerinin tüm yurtta yerine getirilmesinde kamu ve özel sağlık
kuramlarından yararlanılacağı belirtilmiştir. Bu hükümler de dikkate alındığında kural, vakıf
üniversitelerinin, tıp ve diş hekimliğinde lisans eğitiminde, tıp, diş hekimliği ve eczacılıkta
uzmanlık eğitimi ile araştırma faaliyetlerinde, ortak kullanım için özel sağlık kuramlarından
nasıl yararlanacağını ve vakıf üniversiteleri ile özel hastaneler arasındaki iş birliğinin esaslarım
açıklayarak belirli bir çerçeve çizdiğinden Anayasa’nın 2. ve 130. maddelerine aykırı değildir.
131. Vakıf üniversiteleri de 2809 sayılı Kanun’un 6. maddesinde yer alan “Bu Kanun
kapsamında olup, yeni kurulan birimler; eğitim - öğretim için yeterli kuruluş hazırlıklarının
tamamlanmasını, mali ve idari şartların yerine getirilmesini müteakip, Yükseköğretim
Kurulunun kararı ile faaliyete geçirilir” hükmü gereğince kurulmaktadn. Kural ise usulüne
uygun olarak vakıf üniversitesi statüsünü kazanmış kuramların özel hastanelerle iş birliğini
düzenlenmektedir. Bu nedenle söz konusu vakıf üniversitelerinin, uygulama ve araştırma
birimini oluşturan tıp fakültesi hastaneleri olmaksızın belirlenen kurallara uygun olarak
kurulmadıkları yönünde ileri sürülen Anayasa’ya aykırılık iddiasının, iptal davasma konu
kuralla bir ilgisi bulunmamaktadır. Kaldı ki 2809 sayılı Kanun’un 4. maddesi de yükseköğretim
kuramlarının sağlık tesisleri dâhil olmak üzere ilgili bakanlıklar ile onlara bağlı veya diğer kamu
kurum ve kuruluşlarından yararlanılacağını öngörmektedir.
132. Kural ile vakıf yükseköğretim kuramlarının bilimsel özerkliğine müdahalede
bulunulması söz konusu olmadığı gibi özel hastanelerle iş birliği sonucunda bu hastanelerde
fiilen görev yapacak üniversite öğretim elemanlarının bilimsel faaliyetleri ve özlük hakları
bakımından üniversite mevzuatına bağlı olduğu dikkate alındığında bilimsel özerkliklerinin
sınırlandırıldığı da söylenemez.
133. Kural, vakıf üniversiteleri ile özel hastaneler arasında iş birliğine ilişkin ana
esasları ve koşulları belirlemiş; yönetmeliğe bırakılacak alanı sınırlamış ve yürütmeye bırakılan
yetkinin çerçevesini belirleyen ilkeleri ortaya koymuştur. Kanun koyucunun belirlediği bu
ilkelere göre yürütme, ayrıntı nitelik taşıyan ve teknik konuları yönetmelik ile
düzenleyebilecektir. Esasen yönetmelik çıkarma yetkisinin hangi kuruluşların katkısıyla
kullanılacağı kanun koyucunun takdir yetkisi içindedir. Kanun koyucu da kaynağı ve çerçevesi
Kanun’da bulunan hususların ayrıntısını belirleme yetkisini -Yükseköğretim Kurulunun uygun
görüşü alınmak kaydıyla- Sağlık Bakanlığına vermiştir. Bu nedenle iş birliğine ilişkin usul ve
esasların belirlenmesinin yönetmeliğe bırakılması asli düzenleme yetkisinin devri olarak
nitelendirilemez.
134. Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 2., 7. ve 130. maddelerine aykırı değildir.
İptal talebinin reddi gerekir.
Kuralın Anayasa’nın 5., 6., 8. ve 27. maddeleriyle ilgisi görülmemiştir.
Ğ. Kanun’un 41. Maddesiyle 3359 Sayılı Kanun’a Eklenen Ek 16. Maddenin
İncelenmesi
1. İptal Talebinin Gerekçesi
135. Dava dilekçesinde özetle; 3359 sayılı Kanun’la Türkiye’de hekimlik yapabilmenin
koşulu olarak mecburi hizmetin tamamlanmasının belirlendiği, mecburi hizmetini
tamamlamayan hekimlerin, aldıkları eğitimin verdiği hakkı kullanamadıkları, kural ile yurt
dışında doçent veya profesör unvanı alan hekimler yönünden “Türkiye’de en az 3 yıl fiilen
akademik kadroda meslek icrasında bulunması” koşulunun yeterli görüldüğü, amlan hekimler
bakımından kamuda çalışma şartının aranmadığı, bir akademisyenin mesleğinin pratik anlamda
hekimlik faaliyetinin icrasından ibaret olmadığı, bilimsel bilginin üretilmesi, araştırma, eğitim
faaliyetinin tüm basamaklarının akademisyenlik mesleğinin icrası olarak kabul edilebilecek
olması nedeniyle yapılan düzenlemenin çerçevesinin belirsiz olduğu, kamusal sağlık hizmetinin
yürütülmesi ve sağlık hizmetinin devamlılığı açısından yapılan düzenlemenin gereğinin ve
zorunluluğunun tespit edilmediği, yurt dışında kazanılan akademik unvanların Türkiye’de
kullanılmasına ilişkin mevzuat hükümleriyle ilişkilendirilmeden yapılan düzenlemenin hukuki
belirlilik ilkesine aykırılık teşkil ettiği, hekimlerin statülerinin aldıkları eğitimle belirlendiği,
yurt içinde ya da yurt dışında eğitim almış olmalarının mecburi hizmet yükümlülüğü karşısmda
farklı muameleye tabi tutulmalarının gerekçesini oluşturamayacağı, Türkiye’de mesleği icra
etme koşullarında gerekçesi açıklanmayan bir istisna getirilmesine neden olan düzenleme ile
temeli belirsiz bir imtiyaz yaratıldığı belirtilerek kuralın Anayasa’mn 2. ve 10. maddelerine
aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
2. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
136. Dava konusu kural, yurt dışında görev yapmakta olan doçent ve profesör unvanına
sahip tıp doktoru akademisyenlerin, Türkiye’de en az üç yıl süreyle fiilen akademik kadroda
meslek icrasında bulunmak kaydıyla devlet hizmeti yükümlülüğünden muaf tutulacaklarını
düzenlemektedir.
137. Kural, sağlık sektöründe yetişmiş tıp doktoru akademisyenlerin Türkiye’ye
dönerek bu alanda hizmet vermelerini temin etmek için devlet hizmeti yükümlülüğünden muaf
olmalarını sağlamaktadır. Kuralın söz konusu akademisyenlerin ülkeye dönüşünü özendirmek
ve teşvik etmek amacına yönelik olması nedeniyle kamu yararına aykırı bir yönü
bulunmamaktadır. Kural ile yurda dönüş yapacak akademisyenlere devlet hizmeti
yükümlülüğünden muafiyet sağlansa da en az üç yıl süreyle fiilen akademik kadroda mesleğini
icra etme zorunluluğu da getirilmektedir. Bu mesleki icranın bir ayrım yapılmaması nedeniyle
devlet üniversitelerinin yanı sıra vakıf üniversitelerinin akademik kadrolarında da yerine
getirilmesine bir engel bulunmamaktadır.
138. Tıpta uzmanlık unvanını kazandıktan sonra yabancı ülkelerde profesörlük ve
doçentlik unvanını veya yetkisini almış olanların, bu unvanlarının Türkiye’de geçerli
sayılmasının Üniversitelerarası Kurul kararma bağlandığı 2547 sayılı Kanun’un 27. ve 28.
maddelerinde açıklanmıştır. Dava konusu kural kapsamındaki doçent ve profesör unvanına sahip
tıp doktoru akademisyenler için de 2547 sayılı Kanun hükümleri geçerli olduğundan kural ile
ayrıca bir ilişkilendirme yapılması gerekmemektedir. Dolayısıyla düzenleme hukuki belirsizlik
içermemektedir.
139. Yurt dışında görev yapmakta olan doçent ve profesör unvanına sahip tıp doktoru
akademisyenler, yurt içinde bu unvana sahip tıp doktoru akademisyenlerle aynı hukuki durumda
değildir. Kanun koyucunun bu düzenlemeyi yapmasındaki gerekçe de gözönüne alındığında yurt
dışından gelecek akademisyenlerin devlet hizmeti yükümlülüğünden muaf tutulma şartlarının
farklı kurallara tabi olması mümkündür. Kaldı ki söz konusu muafiyet Türkiye’de akademik
kadroda en az üç yıl süreyle fiilen meslek icrasında bulunmak şartına bağlanmıştır. Bu nedenle
kuralın eşitlik ilkesine aykırı bir yönü de bulunmamaktadır.
140. Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’mn 2. ve 10. maddelerine aykın değildir.
İptal talebinin reddi gerekir.
H. Kanun’un 42. Maddesiyle 3359 Sayılı Kanun’a Eklenen Geçici 10. Maddenin
İncelenmesi
I. İptal Talebinin Gerekçesi
141. Vakıf üniversiteleri ile özel hastaneler arasında yapılacak protokol ile özel
hastanelerin hukuksal statüsünün değiştirilmesine imkân veren maddenin herhangi bir çerçeve
içermediği, kanunla yapılması gereken düzenlemelerin idarenin düzenleyici işlemine terk
edildiği, kuralın aynı zamanda üniversitenin özerkliğine, bilim hürriyetine ve eğitim alanında
devletin ödevlerini tanımlayan Anayasa’mn ilgili hükümlerine aykırılık teşkil ettiği, temel
olarak tıp ve tıpta uzmanlık eğitimini ilgilendiren bir alanın tek başma Sağlık Bakanlığı
tarafından ikincil düzenlemelere bırakılmasının tıp ve tıpta uzmanlık eğitiminin gereklerine,
eğiticiler Ve akademisyenlerin özlük haklarını ihlal ettiği kanun ile düzenlenmesi gereken
konuların Sağlık Bakanlığının yetkisine bırakılmaması gerektiği belirtilerek kuralın Anayasa’mn
2., 5., 6., 7., 8., 27. ve 130. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
2. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
142. Kuralda 3359 sayılı Kanun’un ek 15. maddesine ilişkin usul ve esasların Sağlık
Bakanlığınca üç ay içinde belirleneceği, bu maddenin 7/9/2016 tarihinde yürürlüğe girmesinden
önce vakıf yükseköğretim kuramlarıyla özel hastaneler arasında yapılmış olup uygulanmakta
olan protokollerin, bu protokollerde belirlenen sürelerin sonuna kadar mevcut hak ve
yükümlülükleri ile geçerli olduğu düzenlenmektedir.
143. 3359 sayılı Kanun’un ek 15. maddesinde, vakıf üniversiteleri ile özel hastaneler
arasında iş birliğine ilişkin koşullar ve ilkeler açıklanarak bu maddenin uygulanmasına ilişkin
usul ve esasların Yükseköğretim Kurulunun görüşü alınarak Sağlık Bakanlığı tarafından
belirleneceği hükme bağlanmıştır. Madde gerekçesinde açıklandığı gibi vakıf yükseköğretim
kuramlarıyla özel hastaneler arasında yapılmış olup uygulanmakta olan protokollerin süreleri
sonuna kadar geçerli olması, vakıf üniversitelerindeki eğitim ve öğretim hizmetlerinin
aksamadan devam etmesi amacıyla öngörülmüştür. 3359 sayılı Kanun’a eklenen ek 15.
maddenin incelendiği yukarıdaki bölümde Anayasa’mn 7. ve 130. maddelerine ilişkin
gerekçeler bu kural yönünden de geçerlidir.
144. Öte yandan kural gereği Sağlık Bakanlığına yönetmelik çıkarma konusunda
verilen yetkinin süre ile sınırlandırılması ve vakıf üniversiteleri ile özel hastaneler arasında iş
birliğine yönelik bu maddenin yürürlüğe girmesinden önce yapılmış mevcut protokollerin
geçerliliklerini devam ettireceklerinin belirtilmesi kanun koyucunun takdir yetkisi
kapsamındadır.
145. Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 2., 7. ve 130. maddelerine aykırı değildir.
İptal talebinin reddi gerekir.
Kuralın Anayasa’nın 5., 6., 8. ve 27. maddeleriyle ilgisi görülmemiştir.
I. Kanun’un 43. Maddesiyle 3359 Sayılı Kanun’a Eklenen Geçici 11. Maddenin
İncelenmesi
1. İptal Talebinin Gerekçesi
146. Dava dilekçesinde özetle; 3359 sayılı KanunTa Türkiye’de hekimlik yapabilmenin
koşulu olarak mecburi hizmetin tamamlanmasının belirlendiği, mecburi hizmetini
tamamlamayan hekimlerin, aldıkları eğitimin verdiği hakkı kullanamadıkları, kural ile yurt
dışında tabiplik veya tıpta uzmanlık eğitimini tamamlayan tıp doktorları yönünden en az üç yıl
süreyle Türkiye’de fiilen meslek icrasında bulunma koşulunun yeterli görüldüğü, anılan
hekimler bakımından kamuda çalışma şartının aranmadığı, kamusal sağlık hizmetinin
yürütülmesi ve sağlık hizmetinin devamlılığı açısından kuralın gereğinin ve zorunluluğunun
belirlenmediği, hekimlerin statülerinin aldıkları eğitimle belirlendiği, yurt içinde ya da yurt
dışında eğitim almış olmalarının mecburi hizmet yükümlülüğü karşısında farklı muameleye tabi
tutulmalarının gerekçesini oluşturamayacağı, Türkiye’de mesleği icra etme koşullarında
gerekçesi açıklanmayan bir istisnaya neden olan kuralla temeli belirsiz bir imtiyazm tanındığı
belirtilerek kuralın Anayasa’nın 2. ve 10. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
2. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
147. Dava konusu kural ile bu maddenin yürürlüğe girdiği 7/9/2016 tarihinden önce
yurt dışmda tabiplik veya tıpta uzmanlık eğitimini tamamlayan tıp doktorlarının 7/9/2016
tarihinden itibaren altı ay içinde Türkiye’ye dönmek ve en az üç yıl süreyle Türkiye’de fiilen
meslek icrasında bulunmak şartıyla devlet hizmeti yükümlülüğünden muaf tutulacağı
belirtilmiştir.
148. Yurt dışında tabiplik veya tıpta uzmanlık eğitimini tamamlayan tıp doktorlarına
tanınacak muafiyetle Türkiye’ye dönmeleriyle bu alanda hizmet vermeleri amaçlanmaktadır.
Ancak devlet hizmeti yükümlülüğünden muafiyet tanınmasına rağmen Türkiye’de üç yıl süreyle
fiilen meslek icrası zorunluluğu bulunmaktadır. Kuralın söz konusu tıp doktorlarının ülkeye
dönüşünü özendirmek ve onlan teşvik etmek, onların hizmetinden yararlanmak amacıyla
yapıldığı açık olup bu yönüyle kamu yararı amacı ile bağdaşmadığı söylenemez.
149. Kuralın yürürlüğe girdiği tarihten önce yurt dışında tabiplik veya tıpta uzmanlık
eğitimini tamamlayan tıp doktorları ile yurt içinde tabiplik veya tıpta uzmanlık eğitimini
tamamlayan tıp doktorları aynı hukuki durumda değildir. Kanun koyucunun bu düzenlemeyi
yapmasındaki gerekçe de gözönüne alındığında yurt dışından gelecek tıp doktorlarının devlet
hizmeti yükümlülüğünden muaf tutulma şartlarının farklı kurallara tabi olması mümkündür.
Kaldı ki söz konusu muafiyet Türkiye’de en az üç yıl süreyle fiilen meslek icrasında bulunmak
şartına bağlanmıştır. Bu nedenle kuralın eşitlik ilkesine ayları bir yönü de bulunmamaktadır.
150. Açıklanan nedenlerle kural Anayasa’nın 2. ve 10. maddelerine aykırı değildir.
İptal talebinin reddi gerekir.
İ. Kanun’un 74. Maddesiyle 642S Sayılı Kanun’un 4. Maddesinin Değiştirilen (4)
Numaralı Fıkrasının İncelenmesi
1. Anlam ve Kapsam
151. 6428 sayılı Kanun; ihale ile özel hukuk hükümlerine göre, kamu özel iş birliği
modeli çerçevesinde Sağlık Bakanlığı (Bakanlık) ve bağlı kuruluşlarınca ihtiyaç duyulan
tesislerin yapılması, yenilenmesi ve hizmet alınması ilgili hükümleri kapsamaktadır. Kanun’un
4. maddesi sözleşme ile ilgili düzenlemelere yer vermekte olup (1) ve (2) numaralı fıkralarında,
sözleşmenin özel hukuk hükümlerine tabi olduğu, süresinin sabit yatırım dönemi hariç otuz yılı
geçmemek üzere idarece belirleneceği, yüklenicinin, yapım işlerinin projelendirilmesinden ve
finansmanının sağlanmasından, yapımından, bakım ve onaranından, yükleniciye bırakılan
hizmetlerin yerine getirilmesi ile ticari hizmet alanlarının işletilmesinden, sözleşme süresi
sonunda yerleşkenin her türlü borç ve taahhütten ari, bakımlı, çalışır ve kullanılabilir durumda
Bakanlığa devredilmesinden ve sözleşme süresince üçüncü kişilere vereceği her türlü zarardan
sorumlu olacağı ve yüklenicinin sözleşmede öngörülen yükümlülüklerini yerine getirmemesi
hâlinde idarenin uğrayacağı zararın tazminine ve cezai şartlara ilişkin hükümlere sözleşmede yer
verileceği belirtilmiş; diğer fıkralarda ise idarenin ve yüklenicinin sözleşmeden kaynaklanan
152. Kuralın madde gerekçesinde, Anayasa Mahkemesinin 1/4/2015 tarihli ve
E.2013/50, K.2015/38 sayılı iptal kararı doğrultusunda Bakanlığın kamu özel iş birliği
modeliyle yaptıracağı işlerde yüklenicinin sözleşme kapsamına giren faaliyetlerini bütün
aşamalarda denetleyeceğine veya denetleteceğine, yüklenicinin performans denetimi ile işin
yönetimine ilişkin olarak bir denetim ve yönetim sistemi kurabileceğine yönelik düzenleme
yapıldığı açıklanmaktadır. Kural ayrıca denetimle yetkilendirilen kişilerden istenecek ekonomik,
mali, mesleki ve teknik yeterliliklerine ilişkin gerekli belgeleri ve bu kişilerin yükümlülüklerini
yerine getirmedikleri veya usulsüzlük yaptıkları hâllerde uygulanacak yaptırımları ve sonuçları
göstermektedir.
153. Kural, idarenin yüklenicinin sözleşme kapsamına giren faaliyetlerini bütün
aşamalarda denetleyeceğini veya denetletebileceğim öngörmektedir. Kurala göre Bakanlık,
yüklenicinin performans denetimi ve işin yönetimine ilişkin olarak bir denetim ve yönetim
sistemi kurabilecektir. Denetimle yetkilendirilecek isteklilerden ekonomik ve mali yeterlik ile
mesleki ve teknik yeterliklerinin belirlenmesine ilişkin olarak istenecek gerekli bilgi ve belgeler
ise isteklinin bankalardan temin edilecek mali durumu ile ilgili belgeler, ilgili mevzuatı uyarınca
yayımlanması zorunlu olan bilançosu veya bilançosunun gerekli görülen bölümleri, yoksa
bunlara eş değer belgeleri, iş hacmini gösteren toplam cirosu veya ihale konusu iş ile ilgili
taahhüdü altındaki ve bitirdiği iş miktarını gösteren belgeler ile ihale konusu İşin niteliğine göre
yeterlik değerlendirmesinde kullanılmak üzere ihale dokümanında ve ihale veya ön yeterliğe
ilişkin ilan veya davet belgelerinde belirtilen diğer belgelerdir. Denetimle yetkilendirilen
yüklenicinin taahhüdünü ihale dokümanı ve sözleşme hükümlerine uygun olarak yerine
getirmemesi veya işi süresinde bitirmemesi hâlinde, ihale dokümanında belirlenen oranda
gecikme cezası uygulanmak üzere, idarenin en az on gün süreli ve nedenleri açıkça belirtilen
ihtarına rağmen aynı durumun devam etmesi hâlinde, ayrıca protesto çekmeye gerek
kalmaksızın kesin teminat ve varsa ek kesin teminatlar gelir kaydedilir ve sözleşme feshedilerek
hesabı genel hükümlere göre tasfiye edilir. Denetimle yetkilendirilen yüklenici, hazırladıkları
raporlardaki yanlış ve yanıltıcı bilgi ve kanaatler sebebiyle doğabilecek zararlar ile sözleşme
kapsamındaki faaliyetleri dolayısıyla idare ve üçüncü kişilere verecekleri zararlardan ve
denetime ilişkin olarak idareye sunacakları bilgi ve belgelerin, mali ve teknik tablo ve raporların
sözleşmesine ve ilgili mevzuatına uygunluğu ve doğruluğundan, genel kabul görmüş denetim
ilke ve esaslarına göre denetiminden on beş yıl süreyle sorumlu olacaktır.
2. İptal Talebinin Gerekçesi
154. Kuralla Anayasa Mahkemesinin 1/4/2015 tarihli ve E.2013/50, K.2015/38 sayılı
kararıyla iptal edilen “ ...veya denetletir” ibaresinin yeniden kanunlaştırıldığı, bu yolla Sağlık
Bakanlığının, şehir hastanelerinin sadece bina yapımını değil şirketler tarafından verilecek
hizmetlerin (görüntüleme ve laboratuvar dâhil) denetimini de ihale ile başka şirketlere verdiği,
bunun idari kolluk hizmeti olarak nitelenen yetkisinden çekilme anlamını taşıdığı, iptal
kararında “...denetimi gerçekleştiren kişilerin niteliklerinin neler olduğunun ve yükümlülüklerini
tam olarak yerine getirmemeleri ya da usulsüzlük yapmaları durumunda uygulanacak yaptırım
ve sonuçlarının hiçbir tereddüde yer bırakmayacak şekilde düzenlenmemiş olması belirsizliğe
yol açacağından dava konusu kuralda yer alan ‘veya denetletir’ sözcükleri hukuk devleti
ilkesine aykırılık oluşturmaktadır” denildiği, ancak kuralın Anayasa Mahkemesinin iptal
kararındaki gerekçeleri karşılamadığı ve Anayasa’ya aykırılığın giderilmediği belirtilerek
kuralın Anayasa’nm 2. ve 153. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
3. Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
155. 6216 sayılı Kanun’un 43. maddesi uyarınca kural, ilgisi nedeniyle Anayasa’nm
128. maddesi yönünden de incelenmiştir.
156. Anayasa’nm 128. maddesinin birinci fıkrasında “Devletin, kamu itisadî
teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü
oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu
görevlileri eliyle görülür” denilmektedir. Buna göre, genel idare esaslarına göre yürütülen kamu
hizmetlerinin gerektirdiği görevlerden asli ve sürekli nitelik taşıyanların memurlar ve diğer
kamu görevlileri eliyle görülmesi zorunludur.
157. Denetim faaliyeti, başlı başına icrai sonuç doğuran bir işlem veya karar niteliği
taşımamaktadır. Denetim sonucu düzenlenen raporlar, idari işlem kuramı uyarınca hazırlık
işlemi niteliğindedir ve bu raporların hazırlanması ile denetlenen kişilerin hukuki durumunda bir
değişiklik meydana gelmemektedir. İcrai işlem ise denetim sonucunda yetkili makamlarca
verilen cezai ve idari kararlar ile başvurulan diğer hukuki tedbirlerdir. İcrai kararları veren
yetkili idari makam, hazırlık işlemi niteliğindeki denetim raporunda yer alan tespit ve
değerlendirmelerle bağlı değildir. Bu nedenle kural olarak icrai işlemler dışında, denetim
faaliyetinin özel kişilerden hizmet satın alınması yoluyla yürütülmesi Anayasa’ya aykırılık teşkil
etmez.
158. Dava konusu kural, idarenin yüklenicinin sözleşme kapsamına giren faaliyetlerinin
bütün aşamalarda denetimini özel kişilere yaptırmasına imkân vermekle birlikte bu kapsamda
düzenlenecek denetim raporlarından sonra gerekli yaptırım ve işlemlerin idare tarafından karara
bağlanmasını öngörmektedir. Denetimin sonucunda Kanun’da öngörülen hukuki ve idari
tedbirler de idare tarafından uygulanacaktır. Dolayısıyla teknik destek sağlayan, maddi ve
hukuki olayları tespit etmekten ibaret hazırlık işlemi niteliğinde bir görev olduğu anlaşılan
yüklenicinin denetlenmesi görevinin memur ve diğer kamu görevlisi olmayan üçüncü kişiler
tarafından yerine getirilmesi Anayasa’ya aykırı değildir.
159. Dava konusu kuralda idare tarafından, yüklenicinin sözleşme kapsamına giren
faaliyetleriyle ilgili denetimin bütün aşamalarda özel kişilere yaptırabileceği belirtilmiştir.
Yüklenicinin sözleşme kapsamına giren faaliyetlerini denetleyecek kişilerden istenecek
ekonomik, mali, mesleki ve teknik yeterliliklerine ilişkin gerekli bilgi ve belgeler ile denetim
yapacak kişilerin yükümlülüklerini yerine getirmedikleri veya usulsüzlük yaptıkları hâllerde
haklarında uygulanacak yaptırımlar ve sonuçlar gösterilmiştir. Bu nedenle kuralın belirsiz
olduğu da söylenemez.
160. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’mn 2. ve 128. maddelerine aykırı değildir.
İptal talebinin reddi gerekir.
Kuralın Anayasa’mn 153. maddesiyle ilgisi görülmemiştir.
J. Kanun’un 80. Maddesinin (4) Numaralı Fıkrasının İncelenmesi
161. 700 sayılı KHK’nın 206. maddesiyle Kanun’un 80. maddesinin (4) numaralı
fıkrasında yer alan “...Bakanlar Kurulu...” ibaresi “...Cumhurbaşkanı...” şeklinde
değiştirilmiştir.
162. Açıklanan nedenle konusu kalmayan fikraya ilişkin ilişkin iptal talebi hakkında
karar verilmesine yer olmadığına karar vermek gerekir.
V. İPTALİN DİĞER KURALLARA ETKİSİ
163. 6216 sayılı Kanun’un 43. maddesinin (4) numaralı fıkrasında başvuru; kanunun,
Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin veya Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü’nün sadece
belirli madde veya hükümleri aleyhine yapılmış olup da bu madde veya hükümlerin iptali
kanunun, Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin veya Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü’nün
diğer bazı hükümlerinin veya tamamının uygulanamaması sonucunu doğuruyorsa, keyfiyeti
gerekçesinde belirtmek şartıyla uygulama kabiliyeti kalmayan kanunun, Cumhurbaşkanlığı
kararnamesinin veya Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü’nün söz konusu öteki
hükümlerinin veya tümünün iptaline Anayasa Mahkemesince karar verilebileceği
öngörülmektedir.
164. 20/7/1966 tarihli ve 775 sayılı Gecekondu Kanunu’na 20/8/2016 tarihli ve 6745
sayılı Kanun’un 12. maddesiyle eklenen geçici 10. maddenin, birinci fıkrası ile ikinci fıkrasının
birinci cümlesinin iptalleri nedeniyle uygulanma olanağı kalmayan ikinci fıkrasının ikinci ve
üçüncü cümlelerinin 6216 sayılı Kanun’un 43. maddesinin (4) numaralı fıkrası gereğince iptali
gerekir.
VI. YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI TALEBİ
165. Dava dilekçesinde özetle, hukukun üstünlüğünün sağlanamaması hâlinde kişi hak
ve özgürlükleri güvence altında sayılamayacağından hukuk devleti yönünden giderilmesi
imkânsız durum ve zararların doğacağını, bunların önlemesi amacıyla Anayasa’ya açıkça aykırı
olan ve iptali istenen hükümlerin iptal davası sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin
durdurulması talep edilmiştir.
20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı
Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un;
A. 1. 12. maddesiyle 20/7/1966 tarihli ve 775 sayılı Gecekondu Kanunu’na eklenen
geçici 10. maddesine,
2. 33. maddesiyle 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’na eklenen ek
1. maddenin birinci fıkrasının birinci cümlesi dışında kalan bölümüne,
yönelik yürürlüğün durdurulması taleplerinin, koşulları oluşmadığından REDDİNE,
B. 1. 11. maddesiyle 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’na ekli
(IV) sayılı Makam Tazminatı Cetveli’nin 8. sırasının değiştirilen (b) bendinde yer alan “...(ğ)
bendinde... ” ve "...merkez teşkilatına... ” ibarelerine,
2. 32. maddesiyle 2942 sayılı Kanun’un 30. maddesine eklenen altıncı fıkranın birinci
cümlesi dışında kalan bölümüne,
3. 33. maddesiyle 2942 sayılı Kanun’a eklenen ek 1. maddenin birinci fıkrasının birinci
cümlesine,
4. 34. maddesiyle 2942 sayılı Kanun’un geçici 6. maddesinin onuncu fıkrasının üçüncü
cümlesinin yürürlükten kaldırılmasına,
5. 38. maddesiyle 4/6/1985 tarihli ve 3213 sayılı Maden Kanunu’na eklenen ek 14.
maddenin birinci fıkrasının ikinci cümlesi ile üçüncü fıkrası dışında kalan bölümüne,
6. 39. maddesiyle 7/5/1987 tarihli ve 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu'nun
ek 9. maddesinin;
a. Birinci fıkrasının ikinci cümlesinde yer alan "...adrese dayalı nüfus kayıt sistemi
sonuçlarına göre toplam il nüfusu 150.000’e kadar olan... ” ibaresinin "...büyükşehir olan iller
dışındaki... ” şeklinde değiştirilmesine,
b. Üçüncü fikrasının;
i. Birinci cümlesinde yer alan “...tıp fakültesi...” ibaresinin "...ilgili fakülte...”
şeklinde değiştirilmesine,
ii. Birinci cümlesinden sonra gelmek üzere eklenen cümlelere,
c. Üçüncü fıkrasından sonra gelmek üzere eklenen fikralara,
ç. Değiştirilen mevcut yedinci ve sekizinci fıkralarına,
7.40. maddesiyle 3359 sayılı Kanun’a eklenen ek 15. maddeye,
8.41. maddesiyle 3359 sayılı Kanun’a eklenen ek 16. maddeye,
9.42. maddesiyle 3359 sayılı Kanun’a eklenen geçici 10. maddeye,
10.43. maddesiyle 3359 sayılı Kanun’a eklenen geçici 11. maddeye,
11. 74. maddesiyle 21/2/2013 tarihli ve 6428 sayılı Sağlık Bakanlığınca Kamu Özel İş
Birliği Modeli ile Tesis Yaptırılması, Yenilenmesi ve Hizmet Alınması ile Bazı Kanun ve
Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un 4. maddesinin
değiştirilen (4) numaralı fıkrasına,
12. 77. maddesiyle;
a. 27/6/1989 tarihli ve 375 sayılı Kanun Hükmünde Karamame’nin ek 10. maddesinin
birinci fıkrasının değiştirilen (c) bendinde yer alan “Merkez teşkilatlarında..." ibaresine,
b. 375 sayılı Kanun Hükmünde Karamame’ye eklenen (III) sayılı Cetvel’in (1)
numaralı sırasının “Kadro Unvanı” başlıklı bölümünde yer alan “...(ğ) bendinde..." ve
“...merkez teşkilatına..." ibarelerine,
yönelik iptal talepleri 20/12/2018 tarihli ve E.2016/181, K.2018/111 sayılı kararla
reddedildiğinden, bu maddelere, fıkralara, bölümlere, cümlelere, ibarelere, yürürlükten
kaldırılma ve değişikliklere ilişkin yürürlüğün durdurulması taleplerinin REDDİNE,
C. 1. 32. maddesiyle 2942 sayılı Kanun’un 30. maddesine eklenen altmcı fıkranın
birinci cümlesi,
2.34. maddesiyle 2942 sayılı Kanun’a eklenen geçici 11. madde,
3. 38. maddesiyle 3213. sayılı Kanun’a eklenen ek 14. maddenin birinci fıkrasının ikinci
cümlesi ile üçüncü fıkrası,
4.39. maddesiyle 3359 sayılı Kanun’un ek 9. maddesinin;
a. Birinci fıkrasının değiştirilen birinci cümlesi,
b. İkinci fıkrasında yer alan “...il valisi... ” ibaresinin “...Türkiye Kamu Hastaneleri
Kurumu Başkanı... ” şeklinde değiştirilmesi,
5. 80. maddesinin (4) numaralı fıkrası,
hakkında 20/12/2018 tarihli ve E.2016/181, K.2018/111 sayılı kararla karar verilmesine
yer olmadığına karar verildiğinden, bu madde, fıkralara, cümlelere ve ibare değişikliğine ilişkin
yürürlüğün durdurulması talepleri hakkında KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA,
20/12/2018 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
VII. HÜKÜM
20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı
Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un;
A. 11. maddesiyle 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’na ekli
(IV) sayılı Makam Tazminatı Cetveli’nin 8. sırasının değiştirilen (b) bendinde yer alan “...(ğ)
bendinde... ” ve “...merkez teşkilatına... ” ibarelerinin Anayasa’ya aykırı olmadıklarına ve iptal
taleplerinin REDDİNE OYBİRLİĞİYLE,
B. 12. maddesiyle 20/7/1966 tarihli ve 775 sayılı Gecekondu Kanunu’na eklenen geçici
10. maddenin;
1. Birinci fıkrası ile ikinci fıkrasının birinci cümlesinin Anayasa’ya aykırı olduklarına
ve İPTALLERİNE, Serdar ÖZGÜLDÜR, M. Emin KUZ ve Rıdvan GÜLEÇ’in karşıoyları ve
OYÇOKLUĞUYLA,
2. İkinci fıkrasının ikinci ve üçüncü cümlelerinin 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 43. maddesinin
(4) numaralı fıkrası gereğince İPTALLERİNE OYBİRLİĞİYLE,
C. 32. maddesiyle 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun 30.
maddesine eklenen altıncı fıkranın;
1. Birinci cümlesine ilişkin iptal talebi hakkında KARAR VERİLMESİNE YER
OLMADIĞINA OYBİRLİĞİYLE,
2. Kalan bölümünün Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal talebinin REDDİNE
OYBİRLİĞİYLE,
Ç. 33. maddesiyle 2942 sayılı Kanun’a eklenen ek 1. maddenin;
1. Birinci fıkrasının birinci cümlesinin Anayasa’ya aykın olmadığına ve iptal talebinin
REDDİNE OYBİRLİĞİYLE,
2. Kalan bölümünün Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE OYBİRLİĞİYLE,
D. 34. maddesiyle;
1. 2942 sayılı Kanun’un geçici 6. maddesinin onuncu fıkrasının üçüncü cümlesinin
yürürlükten kaldırılmasının Anayasa’ya aykın olmadığına ve iptal talebinin REDDİNE
OYBİRLİĞİYLE,
2. 2942 sayılı Kanun’a eklenen geçici 11. maddeye ilişkin iptal talebi hakkında
KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA OYBİRLİĞİYLE,
E. 38. maddesiyle 4/6/1985 tarihli ve 3213 sayılı Maden Kanunu’na eklenen ek 14.
maddenin;
1. Birinci fıkrasının ikinci cümlesine ilişkin iptal talebi hakkında KARAR
VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA OYBİRLİĞİYLE,
2. Üçüncü fıkrasına ilişkin iptal talebi hakkında KARAR VERİLMESİNE YER
OLMADIĞINA OYBİRLİĞİYLE,
3. Kalan bölümünün Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal talebinin REDDİNE
OYBİRLİĞİYLE,
F. 39. maddesiyle 7/5/1987 tarihli ve 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu'nun
ek 9. maddesinin;
1. Birinci fıkrasının;
a. Değiştirilen birinci cümlesine ilişkin iptal talebi hakkında KARAR VERİLMESİNE
YER OLMADIĞINA OYBİRLİĞİYLE,
b. İkinci cümlesinde yer alan “...adrese dayalı nüfus kayıt sistemi sonuçlarına göre
toplam il nüfusu 750.000’e kadar olan...” ibaresinin “...büyükşehir olan iller dışındaki...”
şeklinde değiştirilmesinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal talebinin REDDİNE
OYBİRLİĞİYLE,
2. İkinci fıkrasında yer alan “...il valisi... ” ibaresinin “...Türkiye Kamu Hastaneleri
Kurumu Başkanı... ” şeklinde değiştirilmesine ilişkin iptal talebi hakkında KARAR
VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA OYBİRLİĞİYLE,
3. Üçüncü fıkrasının;
a. Birinci cümlesinde yer alan “...tıp fakültesi...” ibaresinin “...ilgili fakülte...”
şeklinde değiştirilmesinin,
b. Birinci cümlesinden sonra gelmek üzere eklenen cümlelerin,
Anayasa’ya aykırı olmadıklarına ve iptal taleplerinin REDDİNE OYBİRLİĞİYLE,
4. Üçüncü fıkrasından sonra gelmek üzere eklenen fıkraların Anayasa’ya aykırı
olmadıklarına ve iptal taleplerinin REDDİNE OYBİRLİĞİYLE,
5. Değiştirilen mevcut yedinci ve sekizinci fıkralarının Anayasa’ya aykm
olmadıklarına ve iptal taleplerinin REDDİNE OYBİRLİĞİYLE,
G. 40. maddesiyle 3359 sayılı Kanun’a eklenen ek 15. maddenin Anayasa’ya aykm
olmadığına ve iptal talebinin REDDİNE OYBİRLİĞİYLE,
Ğ. 41. maddesiyle 3359 sayılı Kanun’a eklenen ek 16. maddenin Anayasa’ya aykın
olmadığına ve iptal talebinin REDDİNE OYBİRLİĞİYLE,
H. 42. maddesiyle 3359 sayılı Kanun’a eklenen geçici 10. maddenin Anayasa’ya aykırı
olmadığına ve iptal talebinin REDDİNE OYBİRLİĞİYLE,
I. 43. maddesiyle 3359 sayılı Kanun’a eklenen geçici 11. maddenin Anayasa’ya aykırı
olmadığına ve iptal talebinin REDDİNE OYBİRLİĞİYLE,
İ. 74. maddesiyle 21/2/2013 tarihli ve 6428 sayılı Sağlık Bakanlığınca Kamu Özel İş
Birliği Modeli ile Tesis Yaptırılması, Yenilenmesi ve Hizmet Alınması ile Bazı Kanun ve
Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un 4. maddesinin
değiştirilen (4) numaralı fıkrasının Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal talebinin REDDİNE
OYBİRLİĞİYLE,
J. 77. maddesiyle;
1. 27/6/1989 tarihli ve 375 sayılı Kanun Hükmünde Karamame’nin ek 10. maddesinin
birinci fıkrasının değiştirilen (e) bendinde yer alan “Merkez teşkilatlarında...” ibaresinin,
2. 375 sayılı Kanun Hükmünde Karamame’ye eklenen (III) sayılı CetveTin (1)
numaralı sırasının “Kadro Unvanı” başlıklı bölümünde yer alan “...(&) bendinde...” ve
“...merkez teşkilatına...” ibarelerinin,
Anayasa’ya aykırı olmadıklarına ve iptal taleplerinin REDDİNE OYBİRLİĞİYLE,
K. 80. maddesinin (4) numaralı fıkrasına ilişkin iptal talebi hakkında KARAR
VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA OYBİRLİĞİYLE,
20/12/2018 tarihinde karar verildi.
Başkan
Zühtü ARSLAN
Başkanvekili
Burhan ÜSTÜN
Başkanvekili
Engin YILDIRIM
Üye
Serdar ÖZGÜLDÜR
Üye
Serruh KALELİ
Üye
Recep KÖMÜRCÜ
Üye
Hicabi DURSUN
Üye
Celal Mümtaz AKINCI
Üye
Muammer TOPAL
Üye
M. Emin KUZ
Üye
Haşan Tahsin GÖKCAN
Üye
Kadir ÖZKAYA
Üye
Rıdvan GÜLEÇ
Üye
Recai AKYEL
Üye
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
Esas Sayısı : 2016/181
Karar Sayısı: 2018/111
KARŞIOY GEREKÇESİ
20/8/2016 tarih ve 6745 sayılı Kanun’un 12. maddesi ile 775 sayılı Gecekondu
Kanunu’na eklenen ve iptal istemine konu Geçici Madde 10’un gerekçesinde ifade edildiği
üzere, bu kuralın kabulünün nedeni; 775 sayılı Kanun’a göre Şahinbey ilçesinde ilgili idarelerce
(Belediyece) yapılan arsa ve konut tahsis işlemlerinin sonuçlandırılamaması üzerine bir kısım
hak sahiplerinin ilgili idareler aleyhine tescil, ödenen bedellerin tahsili ve tazminat istemleriyle
yargı yoluna başvurmaları, bu davalarda mahkemelerce birbirinden farklı kararlar verilmesi ve
aradan geçen uzun zamana rağmen sorunun bir türlü çözülememesidir.
Mevcut ve karmaşık hale gelmiş bir sorunu çözmek, herkese eşit biçimde uygulanacak
hükümler getirmek, uygulama birliğini sağlamak, devam eden yargılamalar bakımından da geçiş
hükümleri öngörmek yasa koyucunun yasama konusundaki takdir hakkının doğal gereğidir, öte
yandan, kuralla öngörülen geri ödeme sisteminin faize bağlanması, kesinleşen davalar ve rızaen
yapılan geri ödemeler yönünden hak kaybına yol açacak bir düzenlemenin olmaması, dosyada
mevut bilgilere göre ilgili kişilerin tamamına yakınının 775 sayılı Kanun’da öngörülen şartları
taşımamaları karşısında, bu kişiler yönünden bir mülkiyet hakkından söz edilemeyeceği
hususları birlikte değerlendirildiğinde, kuralın Anayasa’nın 35. maddesine aykırı düşmediği
açıktır. Aym şekilde, hakkaniyet ölçütlerini gözetmesi ve ölçülü olması itibariyle kuralın
Anayasa’nın 2. maddesindeki Hukuk Devleti ilkesi ile de uyumlu olduğu görülmektedir.
Anayasa Mahkemesinin 28/12/2017 tarih ve E.2016/150, K.2017/179 sayılı Kararında;
Kanunun farklı yorumlanmasından kaynaklanan ihtilafları gidermek için kanun koyucu
tarafından getirilen yeni düzenlemenin (kuralın) yürürlüğe girdiği tarih itibariyle henüz
sonuçlanmamış dava ve başvurular hakkında da uygulanmasını öngören hükümlerin Anayasa’ya
aykırı olmadığına karar verilmiş ve şu gerekçeye dayanılmıştır: “...Kuralla, Kurul kararlarına
uygun şekilde tahakkuk ettirilmiş dağıtım, sayaç okuma, perakende satış hizmeti, iletim ve
kayıp-kaçak bedelleri ile ilgili olarak açılmış olan her türlü ilamsız icra takibi, dava ve
başvurular hakkında 6446 sayılı Kanun’un 17. madde hükümlerinin uygulanacağı
öngörülmekte olup, taraflar arasında eski kural döneminde tamamlanmış, sona ermiş bir hukuki
ilişki bulunmadığından, kazanılmış haktan ya da kesinleşmiş işlemlerden söz edilemez... Kanun
koyucu tarafından hukuki ihtilafları gidermek amacıyla yapılan düzenlemelerin söz konusu
ihtilaf nedeniyle açılmış ve düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarih itibariyle henüz
sonuçlanmamış dava ve başvurular hakkında da sağlanmasının yargı bağımsızlığını ihlâl edici
nitelikte olduğu söylenemez... (bu kural)... hukuki güvenlik ilkesini ihlâl edecek bir geriye
yürüme olarak nitelendirilemeyeceği gibi, yargı kararını etkisizleştirmeye yönelik bir düzenleme
şeklinde de değerlendirilemez...” Davanın somutunda da, anılan içtihada konu hukuki soruna
benzer biçimde bir kural sözkonusu olduğundan; Anayasa’nın 36. maddesinde belirtilen adil
yargılanma hakkı yönünden de hukuka aykırılık bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle; kuralın Anayasa’nın 2., 35 ve 36. maddelerine aykırı bir yön
bulunmadığından iptal isteminin reddi gerektiği kanaatine vardığımızdan; çoğunluğun kuralın
iptaline dair kararma katılmıyoruz.
Üye
Serdar ÖZGÜLDÜR
Üye
Rıdvan GÜLEÇ
Esas Sayısı : 2016/181
Karar Sayısı: 2018/111
KARŞIOY GEREKÇESİ
775 sayılı Gecekondu Kanununun geçici 10. maddesinin birinci fıkrasının ve ikinci
fıkrasının birinci cümlesinin, Anayasanın 2., 13., 35. ve 36. maddelerine aykırı bulunması
sebebiyle; ikinci fıkrasının ikinci ve üçüncü cümlelerinin ise uygulanma imkânı kalmadığından
iptaline karar verilmiştir.
İptaline karar verilen mezkûr geçici 10. maddede, Gaziantep Şahinbey ilçesi sınırları
içinde 7/9/2016 tarihinden önce, anılan Kanuna göre ilgili idarelerce yapılan arsa veya konut
tahsis işlemlerinin gerçekleştirilememesi hâlinde, tahsis için ödenen bedellerin tebligatı
müteakip en geç üç ay içinde, ödeme gününden itibaren hesaplanacak kanunî faizi ile birlikte
geri ödeneceği; hak sahiplerinin ilgili idareden bunun dışında herhangi bir hak, bedel veya
tazminat talebinde bulunamayacakları ve buna ilişkin birinci fıkra hükmünün, bu tarihten önce
hak sahipleri tarafından arsa veya konutların tescili talebiyle yahut bedel, tazminat ve benzeri
taleplerle açılan ve henüz kesinleşmeyen her türlü davada da uygulanacağı hükme bağlanmıştır.
Kuralın madde gerekçesinde, adı geçen ilçede ilgili idarelerce yapılan arsa veya konut
tahsis işlemlerinin gerçekleştirilmesinin çeşitli sebeplerle fiilen imkânsız hale geldiği, 775 sayılı
Kanunda belirtilen şartlara uyulmadan tahsis edilen arsa ve konutların hiçbir hüküm alınmasına
lüzum kalmadan geri alınacağına ilişkin düzenlemelere yer verilmesine rağmen, ödenen
bedellerin bu hâllerde nasıl iade edileceğine ilişkin bir düzenlemenin bulunmadığı, açılan
davalarda bu sebeple farklı kararlar verildiği, bunun da ilgililerin mağduriyetine ve yargının iş
yükünün gereksiz yere artmasına yol açtığı belirtilerek hükmün getiriliş amacı açıklanmıştır.
İptal kararının gerekçesinde; hukuk devleti olmanın gereği olarak kanunların kamu
yararının sağlanması amacına yönelik olması ve genel, objektif, adil kurallar içermesi gerektiği,
hukukî güvenlik ilkesinin hukuk normlarının öngörülebilir olmasını gerektirdiği, mülkiyet
hakkının kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği, bir alacağı elde etmeye yönelik
meşru beklentinin de mülkiyet hakkı güvencesinden yararlanabileceği, arsa tahsis işlemlerine
ilişkin sözleşmelerin ifa edilmemesinden kaynaklanan hukukî sorunların çözümü için getirilen
kuralın genel hükümler içermesi, ayrıcalık öngörmemesi ve hukukî durumu soyut olarak
düzenlemesi sebebiyle kanunların genelliği ilkesine aykırı bir yönünün bulunmadığı, arsa tahsis
işlemlerinin belli bir bedel karşılığında yapılmasıyla taşınmazların mülkiyetinin de
kazanılmadığı, ancak tazminat talebiyle açılan bazı davalarda Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun
sözleşmenin hiç yerine getirilmemesinden doğan zararı ifade eden müspet zarara hükmedilmesi
gerektiğine karar vermesinden dolayı davacıların alacakları konusundaki beklentilerinin meşru
beklenti niteliğine dönüştüğü, bu nedenle mezkûr alacakları yönünden Anayasadaki mülkiyet
hakkı güvencesinden yararlanabilecekleri, kuralla mülkiyet hakkına ve hak arama hürriyetine
getirilen sınırlama kamu yararı amacı taşımakla birlikte, sözleşmenin hiç yerine
getirilmemesinden doğan zararı ifade eden gerçek ve güncel müspet zarara hükmedilmesi
kuralından ayrılmayı gerektirecek makul bir neden gösterilmeden, sırf anılan Belediye ile hak
sahipleri arasındaki ilişkiye uygulanacak şekilde ilgililerin Borçlar Kanunu uyarınca talep
edebilecekleri haklardan mahrum bırakıldıkları, bu durumun hak sahiplerine orantısız ve
öngörülemez bir külfet getirerek araç ile amaç arasında bulunması gereken makul dengeyi idare
lehine bozduğu ve mülkiyet hakkı ile hak arama hürriyetine ölçüsüz bir müdahaleye neden
olduğu belirtilmektedir (§§ 24-36).
Gerekçenin yukarıda özetle aktarılan paragraflarındaki bazı değerlendirmelere ve
çoğunluğun iptal görüşüne aşağıdaki sebeplerle katılmıyorum.
Kararda da belirtildiği üzere hukuk devletinin gereği olan hukukî güvenlik ilkesi,
hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin bütün eylem ve işlemlerinde devlete güven
duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde ve diğer tasarruflarında bu güven duygusunu
zedeleyecek yöntemlerden kaçınmasını gerektirir (§ 24). Kuşkusuz bu tespitler yalnızca
incelenen ve iptaline karar verilen kural ve anılan kuraldan etkilenen kişiler açısından değil, bu
düzenlemenin yapılmasını gerektiren 775 sayılı Kanunun diğer hükümleri ve bunlara
dayanılarak yapılan İdarî tasarruflar (tahsis işlemleri) ile bütün bu düzenlemelerden ve
tasarruflardan etkilenen herkes için de geçerlidir.
İncelenen kuralla yapılan düzenlemenin, anılan Belediye tarafından 2003 ve 2004
yıllarında 775 sayılı Kanuna göre bazı kişilere arsa tahsis edilmesine başlanması (§ 32), ancak
kısa bir süre sonra, tahsis işlemlerinin yetkili organ olan belediye meclisi yerine encümen
kararıyla ve Kanunda öngörülen arsa tahsisi şartlarına uyulmadan gerçekleştirildiğinin
belirlenmesi sebebiyle iptal edilerek, tahsil edilen bedellerin faiziyle iadesi konusunda ilgililerin
büyük bir kısmı ile anlaşmaya varılmasına rağmen anlaşma sağlanamayan kişiler tarafından
açılan davalarda farklı kararlar verilmesi üzerine yapıldığı anlaşılmaktadır.
Bilindiği gibi, bir kanun hükmünün yargı yerlerince farklı şekilde yorumlanmasından
kaynaklanan ihtilafları gidermek amacıyla kanun koyucu tarafından düzenleme yapılması ve bu
düzenlemelerin söz konusu ihtilaf nedeniyle açılmış, düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarih
itibariyle de henüz sonuçlanmamış olan davalar hakkında da uygulanması mümkün
bulunmaktadır (9/5/2013 tarihli ve E. 2011/42, K. 2013/60 sayılı; 28/12/2017 tarihli ve
E.2016/150, K. 2017/179 sayılı kararlarımız).
İptali talep edilen düzenlemenin de esas olarak farklı yargı kararları sonucunda ortaya
çıkan belirsizliğin giderilmesi amacıyla yapıldığı görülmektedir. Bu yargı kararları Anayasaya
uygunluk denetiminin konusu olmamakla birlikte, anılan içtihat değişikliğinin ve farklı
kararların, iptal kararının temel gerekçesini oluşturan meşru beklentinin belirlenmesi
bakımından önemli olduğu açıktır.
Nitekim çoğunluğun iptal gerekçesinde, arsa tahsis işlemlerinin belli bir bedel
karşılığında yapılmasıyla taşınmaz mülkiyetlerinin kazanılmadığı, ancak açılan tazminat
davalarında Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca “hak sahiplerinin gerçek ve güncel müspet
zararına hükmedilmesi gerektiği”nin belirtilmesiyle, tazminat davası açanların beklentisinin
meşru beklenti niteliğine dönüştüğü ifade edilmektedir (§ 33).
Oysa 775 sayılı Kanunda bedellerin nasıl geri ödeneceği konusunda bir hüküm
olmadığı gibi tazminat davaları açıldığında önce mezkûr arsa tahsislerine dayalı sözleşmelerin
hukuken geçersiz olduğu belirtilerek, tahsil edilen bedellerin iadesinde denkleştiriri adalet
ilkesinin esas alınması gerektiği kabul edilirken daha sonra içtihat değişikliğiyle, arsa satış
sözleşmelerinin geçerli olduğuna ve ilgililerin müspet zararına hükmedilmesi gerektiğine karar
verildiği anlaşılmaktadır. Bu itibarla, ilgililerin beklentilerinin belirli bir kanun hükmüne veya
yerleşik bir yargı içtihadına dayanmadığı görüldüğünden, bu beklentilerin bir içtihada dayalı ve
yeterli somutluğa sahip nitelikte meşru beklentiye dönüştüğü yönündeki tespit, iptali talep edilen
kuralla yapılan düzenlemeye konu olan tazminat davalarının açılmasından önceki -hatta sonraki
yaklaşık on yıllık bir süreçteki- durumu yansıtmamaktadır. Tazminat davası açanların
beklentilerini meşru beklenti niteliğine dönüştürdüğü belirtilen Yargıtay karan tazminat
davalarının açılmasından yaklaşık on yıl sonra, 14/1/2015 tarihinde verilen bir karardır.
Başka bir anlatımla, 775 sayılı Kanunda öngörülen usule ve aranan şartlara uyulmadan
alman söz konusu tahsis kararları ve bunlara dayanılarak yapılan satış sözleşmeleri ile
taşınmazların mülkiyetleri kazamlmadığı gibi -o tarih itibariyle de daha sonra tazminat
davalarının açıldığı tarihlerde de- davacıların ödedikleri bedelin “sözleşmenin hiç yerine
getirilmemesinden doğan zaran ifade eden ... müspet zarar” ile birlikte geri verilmesine ilişkin
bir kanun hükmü veya yargısal içtihat bulunmamaktadır.
Aksine, incelenen kuralın madde gerekçesinde de açıklandığı gibi “775 sayılı Kanunda;
belirtilen şartlara uymayanlara tahsis edilen arsa veya konutların hiçbir hüküm alınmasına lüzum
kalmaksızın geri alınacağına ilişkin düzenlemelere yer verilmesine” ve (tazminat davalarının
açıldığı tarihte yürürlükte olan) 818 sayılı Borçlar Kanununun 19. ve 20. maddeleri ile (daha
sonra yürürlüğe giren) 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 27. maddesinde kanunun emredici
hükümlerine aykın olan sözleşmelerin kesin olarak hükümsüz olduğunun belirtilmesine rağmen
bu sonuca varıldığı görülmektedir.
Çoğunluğun kararında 6098 sayılı Kanunun 112. maddesi uyarınca ilgili belediyenin,
borcunu ifa etmemesi nedeniyle kendisine hiçbir kusurun yüklenemeyeceğini ispat etmedikçe,
tahsis işlemi iptal edilen alacaklıların zararlarını gidermekle yükümlü olduğu ve hak sahiplerinin
gerçek ve güncel müspet zararlarının karşılanması gerektiği belirtilmekte ise de (§ 33), bu
değerlendirme hukuka uygun olarak yapılan sözleşmeler bakımından kabul edilebilir. Kanunun
emredici hükümlerine aykırı olmalarından dolayı kesin olarak hükümsüz (bâtıl) olan
sözleşmeler ise başlangıçtan itibaren geçersiz oldukları için hiçbir hukukî sonuç doğurmazlar
(Safa Reisoğlu, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 14. bs., İstanbul 2000, s. 162; Necip
Kocayusufpaşaoğlu, Borçlar Hukuku Genel Bölüm, Birinci Cilt, Borçlar Hukukuna Giriş
Hukukî İşlem Sözleşme, 4. bs., İstanbul 2008, s. 530-534, 581; Fikret Eren, Borçlar Hukuku
Genel Hükümler, 12. bs., İstanbul 2010, s. 286-287, 300-301).
Kanunların emredici hükümleri, akdin taraflarının iradesiyle bertaraf edilmeleri
mümkün olmaksızın mutlaka uygulanması gereken hükümler olduğundan (Kocayusufpaşaoğlu,
age., s. 534) ve anılan Kanun butlan müeyyidesini esas olarak kamu yararı gerekçesiyle
düzenlediğinden, butlanın re’sen dikkate alınması gerekir (Eren, age., s. 301). 775 sayılı
Kanunun arsa tahsis usulüne ve şartlarına ilişkin hükümlerinin emredici nitelikte olduğu ve
kamu yararı amacıyla öngörüldüğü, mezkûr emredici hükümlere aykırı arsa tahsis
sözleşmelerinin kesin olarak hükümsüz, yani başlangıçtan itibaren geçersiz olduğu da açıktır. Bu
nedenle, anılan sözleşmelere dayanılarak açılan tazminat davalarında davacıların -gerçek ve
güncel zararı ifade eden- müspet zararlarının karşılanması konusundaki beklentilerinin meşru
beklenti niteliğine dönüştüğü ve Anayasadaki mülkiyet hakkı güvencesinden
yararlanabilecekleri yönündeki değerlendirmeye katılmıyorum.
Diğer taraftan, yakın tarihli bir kararımızda da belirtildiği üzere, meşru beklenti bireyin
varlığına güvenerek hareket ettiği “lehine olan bir kanunda öngörülemez bir değişiklik
yapılması” ve bu değişikliğin herkes yönünden objektif olarak geçerli olabilecek “bir beklentiyi
sonuçsuz bırakması” şartlarının birlikte bulunması hâlinde söz konusu olmakta, ayrıca bir
beklentinin hukuken korunabilmesi için anılan şartların yanında “bu beklentinin korunmasına
engel teşkil eden bir kamu yararının da bulunmaması gerekmektedir. Bu yönüyle anayasa
yargısında kişi yararıyla kamu yararının karşı karşıya geldiği durumlarda ancak önemli bir kamu
yararının bulunmadığı durumlarda haklı beklentinin korunması kabul edilebilir. Aksi takdirde
kanun koyucunun kamu yararını gerçekleştirmek üzere değişen koşullara göre yeni politikalar
belirlemesi imkânı önemli ölçüde zedelenebilir” (4/5/2017 tarihli ve E. 2015/41, K. 2017/98
sayılı kararımız: § 247).
Mahkememizin mezkûr kararında dayanılan bu ilke şüphesiz incelenen kural
bakımından da geçerlidir. İncelenen kuralın, ilgililerin lehine olan bir kanunda öngörülemez bir
değişiklik yapmadığı, aksine 775 sayılı Kanunda öngörülen usule ve şartlara aykırı olarak tahsis
edilen arsaların mahkeme hükmü alınmasına lüzum kalmaksızın geri alınacağına ilişkin
düzenlemeler bulunmasına rağmen tahsis edilen bedelin nasıl geri ödeneceğine ilişkin bir hükme
yer verilmemesi sebebiyle yürürlüğe konulduğu tartışmasızdır.
Kararda, 6098 sayılı Kanunun 112. maddesinde bir değişikliğe gidilmeksizin, iptali
istenen maddenin birinci fıkrasında yalnızca ilgili belediye ile sözleşme yapan kişiler yönünden
farklı bir düzenleme öngörülmesi ve maddenin ikinci fıkrasının birinci cümlesinde mezkûr
hükmün mevcut davalar hakkında da uygulanacağının belirtilmesi nedeniyle, hak sahiplerinin
6098 sayılı Kanun uyarınca talep edebileceği hakların çoğundan makul bir sebep gösterilmeden
mahrum bırakıldığı belirtilmekte ise de, yukarıda da açıklandığı üzere, anılan genel hüküm
ilgililerin durumuna uymayan ve bu itibarla baştan itibaren onlara uygulanma imkânı
bulunmayan, bu sebeple de meşru beklentiye dayanak oluşturacak nitelikte olmayan bir
hükümdür.
Düzenlemede kamu yararının bulunduğu çoğunluk taralından da kabul edilmektedir (§
35). Bu kamu yararının, düzenlemeden etkilenen kişilerin beklentilerinin korunmasına engel
teşkil eden bir kamu yararı olmadığı da söylenemez. İlgililerin açtıkları davalarda mağduriyet
yaşama ihtimaliyle karşılaşmalarının, yargının yükünün gereksiz yere artmasının ve idarenin
öngörülemeyen bir yük altına girmesinin önlenmesini amaçlayan kuralın, ev yapmak için arsası
bulunmayan ve gelirleri belli bir seviyenin altında olan yoksul ve dar gelirlilere belirli bir bedel
karşılığında arsa tahsis edilmesine imkân sağlayan 775 sayılı Kanunda öngörülen şartlara
uyulması, başka bir anlatımla gerçek hak sahiplerine ve yetkili organlarca arsa tahsisi yapılması
ve bu şartlara uyulmadığı için tahsis kararları iptal edilenlerin ödedikleri bedellerin nasıl geri
ödeneceğinin belirlenmesi gibi önemli bir kamu yararının sağlanması amacına yönelik olduğu
da açıktır.
Çoğunluğun kararında, ölçülülük ilkesi bakımından yapılan incelemede kuralın hak
sahiplerine orantısız ve öngörülemez bir külfet getirerek amaç ile araç arasında bulunması
gereken makul dengeyi idare lehine bozduğu ve mülkiyet hakkı ile hak arama hürriyetine
ölçüsüz bir müdahaleye neden olduğu belirtilmektedir.
Temel hakları sınırlayan kanun hükümleri ölçülülük ilkesi bakımından
değerlendirilirken, bir taraftan düzenlemenin kamu yararının sağlanması amacına yönelik olup
olmadığı ve ulaşılmak istenen kamu yararının önemi, diğer taraftan da sınırlama öngören
düzenlemenin mahiyeti gözönünde tutularak düzenlemeden etkilenen kişilere yüklenen külfet
dikkate alınmalıdır.
Çoğunluğun kararında da anılan haklara kuralla getirilen sınırlamanın kamu yararı
amacı taşıdığı kabul edilmektedir. 775 sayılı Kanunda öngörülen şartlara uyulmasını ve bu
şartlara uymadığı için tahsisleri iptal edilenlerin ödedikleri bedellerin ne şekilde geri
ödeneceğinin kuralda öngörüldüğü şekilde belirlenmesini sağlamayı amaçlayan kuralda
gözetilen kamu yararının -yukarıda da belirtildiği gibi- bu düzenlemeden etkilenenlerin kişi
yararından daha az olduğu söylenemez.
Bu sebeplerle Kanunun geçici 10. maddesinin birinci fıkrasının ve ikinci fıkrasının
birinci cümlesinin Anayasaya aykırı olmadığı ve iptal talebinin reddine karar verilmesi gerektiği
düşüncesiyle çoğunluğun iptal görüşüne katılmıyorum.
Üye
M.Emin KUZ
ile ilişkili yeni içerik eklendiğinde e-mail gönderilsini istiyorsanız, üye olmanız gerekmetedir.
![]() (Kaynak: Resmi Gazete resmi web sitesi) |
Söz Konusu Mahkeme Kararında İptal İstemine Konu Olan Mevzuat (8) |
Kanun (7) |
|
Kanun Hükmünde Kararname (1) |
|
Söz Konusu Yargı Kararının ilgili olduğu Mevzuat (1) |
Kanun (1) |
|
Söz Konusu Yargı Kararının Metinsel Değişiklik Yaptığı Mevzuat (3) |
Kanun (3) |
|
" *** Kırmızı renk, söz konusu kanunun yürürlükte olmadığını; sarı renk, söz konusu kanunun tasarı aşamasında olduğunu ve mavi renk ise söz konusu kanunun yürürlükte olduğunu nitelemektedir."
|