DÖNEM: 22 YASAMA YILI: 5
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
CİLT : 157
104 üncü Birleşim
9 Mayıs 2007 Çarşamba
İ Ç İ N D E K İ L E R
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. - GELEN KÂĞITLAR
III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) TEZKERELER VE ÖNERGELER
1.- Manisa Milletvekili Hasan Ören ve 22 milletvekilinin (2/991) esas numaralı Kanun Teklifini geri çektiklerine ilişkin önergesi (4/457)
2.- Türkiye Büyük Millet Meclisinin 22'nci seçim dönemi bitmeden seçimlerin yenilenmesine dair kararı çerçevesinde; Adalet Bakanlığı Müsteşarı Fahri Kasırga'nın Adalet Bakanlığına, Kayseri Valisi Osman Güneş'in İçişleri Bakanlığına, Denizcilik Müsteşarı İsmet Yılmaz'ın Ulaştırma Bakanlığına, Anayasa'nın 114'üncü maddesi gereğince, Başbakan tarafından atanmış olduklarına ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/1263)
3.- Kayseri Milletvekili, Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül'ün, Cumhurbaşkanlığı adaylığından çekildiğine ilişkin önergesi (4/456)
B) ÇEŞİTLİ İŞLER
1.- Adalet Bakanlığına atanan Fahri Kasırga, İçişleri Bakanlığına atanan Osman Güneş ve Ulaştırma Bakanlığına atanan İsmet Yılmaz'ın ant içmesi
IV. - ÖNERİLER
A) DANIŞMA KURULU ÖNERİLERİ
1.- Gündemdeki sıralama ile Genel Kurulun çalışma gün ve saatlerinin yeniden düzenlenmesine ilişkin Danışma Kurulu önerisi
V. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
1.- Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim Köşdere'nin, Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununa Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/212) (S. Sayısı: 305)
2.- Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine İlişkin Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1030) (S. Sayısı: 904)
3.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, İmar Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ve Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm ile Adalet Komisyonları Raporları (2/820) (S. Sayısı: 1337)
4.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri Bursa Milletvekili Faruk Çelik, Ankara Milletvekili Salih Kapusuz, Ordu Milletvekili Eyüp Fatsa, Hatay Milletvekili Sadullah Ergin, İstanbul Milletvekili İrfan Gündüz ve 194 Milletvekilinin; 2709 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/1011) (S. Sayısı: 1408 ve 1408'e 1'inci ek)
5.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanı Siirt Milletvekili Recep Tayyip Erdoğan, Grup Başkanvekilleri Hatay Milletvekili Sadullah Ergin, Ankara Milletvekili Salih Kapusuz, Bursa Milletvekili Faruk Çelik, Ordu Milletvekili Eyüp Fatsa, İstanbul Milletvekili İrfan Gündüz ve Anavatan Partisi Grup Başkanvekili Ankara Milletvekili Muzaffer Remzi Kurtulmuşoğlu ile 354 Milletvekilinin; Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/1015) (S. Sayısı: 1409 ve 1409'a 1'inci ek)
6.- Bazı Kanunların Sağlık Kurulu Raporlarına İlişkin Hükümlerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu (1/1350) (S. Sayısı: 1405)
7.- Yükseköğretim Kurumları Teşkilâtı Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarıları ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ile Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/1269, 1/1248) (S. Sayısı: 1322)
8.- Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü İş Konseyi Uluslararası Sekretaryasının Türkiye'de Yararlanacağı Ayrıcalıklar, Bağışıklıklar ve Kolaylıklara Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/1306) (S. Sayısı: 1377)
9.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü Arasında Merkez Anlaşmasına Yeni Hükümler Derceden Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/1293) (S. Sayısı: 1379)
10.- Adana Milletvekili Vahit Kirişci ve Tokat Milletvekili Zeyid Aslan'ın; T.C. Ziraat Bankası A.Ş. ve Tarım Kredi Kooperatifleri Tarafından Kullandırılan Grup Kredilerinden Doğan Kefaletin Sona Erdirilmesi Hakkında Kanun Teklifi ile Tarım, Orman ve Köyişleri ile Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (2/975) (S. Sayısı: 1411)
VI. - AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- Muğla Milletvekili Gürol Ergin'in, Tokat Milletvekili Mehmet Ergün Dağcıoğlu'nun, konuşmasında, şahsına sataşması nedeniyle konuşması
VII. - OYLAMALAR
1.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü Arasında Merkez Anlaşmasına Yeni Hükümler Derceden Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı'nın oylaması
VIII. - SORULAR VE CEVAPLAR
A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1.- Eskişehir Milletvekili Cevdet SELVİ'nin, SHÇEK'e ait bir taşınmazla ilgili iddialara ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Nimet ÇUBUKÇU'nun cevabı (7/20913)
2.- Adana Milletvekli N. Gaye ERBATUR'un, Adana'daki ören yerlerinde evleri bulunan köylülere ilişkin Başbakandan sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Atilla KOÇ'un cevabı (7/21197)
3.- Muğla Milletvekili Hasan ÖZYER'in, Bodrum'daki bir orman yangınından zarar gören köylülerin desteklenmesine ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Osman PEPE'nin cevabı (7/21208)
4.- İstanbul Milletvekili Onur ÖYMEN'in, sınır dışı edilen kaçak işçilerin uyruğuna ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Abdülkadir AKSU'nun cevabı (7/21237)
5.- Tekirdağ Milletvekili Enis TÜTÜNCÜ'nün, araç plakalarına trafik cezası kesilmesine ilişkin Başbakandan sorusu ve İçişleri Bakanı Abdülkadir AKSU'nun cevabı (7/21495)
6.- İzmir Milletvekili Ahmet ERSİN'in, bazı soruşturmalara ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Abdülkadir AKSU'nun cevabı (7/21536)
7.- Ordu Milletvekili İ. Sami TANDOĞDU'nun, yeşil kartlılara ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep AKDAĞ'ın cevabı (7/21675)
8.- Yalova Milletvekili Muharrem İNCE'nin, alımı yapılan yayınlara ilişkin sorusu Kültür ve Turizm Bakanı Atilla KOÇ'un cevabı (7/21696)
9.- Muğla Milletvekili Hasan ÖZYER'in, kriz yönetimine ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali ŞAHİN'in cevabı (7/21779)
10.- İstanbul Milletvekili Emin ŞİRİN'in, özel güvenlik şirketlerinin yabancılarca satın alındığı iddialarına ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Abdülkadir AKSU'nun cevabı (7/21802)
11.- Denizli Milletvekili Mustafa GAZALCI'nın, Atatürk Kültür Merkezinin yıkım kararına ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Atilla KOÇ'un cevabı (7/21805)
12.- Denizli Milletvekili Mustafa GAZALCI'nın, kütüphanelere ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Atilla KOÇ'un cevabı (7/21806)
13.- Ardahan Milletvekili Ensar ÖĞÜT'ün, Ani Harabelerinin restorasyonuna ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Atilla KOÇ'un cevabı (7/21807)
14.- Eskişehir Milletvekili Cevdet SELVİ'nin, Eskişehir'de açılışı yapılan tesislere ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali ŞAHİN'in cevabı (7/22002)
15.- Eskişehir Milletvekili Mehmet Vedat YÜCESAN'ın, bir CD'nin kapağındaki haritaya ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Atilla KOÇ'un cevabı (7/22034)
16.- Hatay Milletvekili Gökhan DURGUN'un, höyük ve tümülüsler ile antik yerleşim yerlerine ilişkin sorusu ve Kültür ve Turizm Bakanı Atilla KOÇ'un cevabı (7/22035)
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 11.05'te açılarak beş oturum yaptı.
Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım'ın, Almanya'ya yaptığı resmî ziyarete, Ankara Milletvekili Mustafa Tuna'nın da iştirak etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Başbakanlık tezkeresi kabul edildi.
Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının:
1'inci sırasında bulunan, Kamu İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi'nin (2/212) (S. Sayısı: 305) görüşmeleri, daha önce geri alınan maddelere ilişkin komisyon raporu henüz gelmediğinden;
2'nci sırasında bulunan, Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine İlişkin (1/1030) (S. Sayısı: 904),
3'üncü sırasında bulunan, Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, İmar Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair (2/820) (S. Sayısı: 1337),
4'üncü sırasında bulunan, Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri Bursa Milletvekili Faruk Çelik, Ankara Milletvekili Salih Kapusuz, Ordu Milletvekili Eyüp Fatsa, Hatay Milletvekili Sadullah Ergin, İstanbul Milletvekili İrfan Gündüz ve 194 Milletvekilinin; 2709 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair (2/1011) (S. Sayısı: 1408 ve 1408'e 1'inci ek),
7'nci sırasında bulunan, Bazı Kanunların Sağlık Kurulu Raporlarına İlişkin Hükümlerinde Değişiklik Yapılmasına Dair (1/1350) (S. Sayısı: 1405),
8'inci sırasında bulunan, Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin (1/1269, 1/1248) (S. Sayısı: 1322),
Kanun Tasarı ve Teklifleri, ilgili komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından;
Ertelendi.
5'inci sırasında bulunan, Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanı Siirt Milletvekili Recep Tayyip Erdoğan, Grup Başkanvekilleri Hatay Milletvekili Sadullah Ergin, Ankara Milletvekili Salih Kapusuz, Bursa Milletvekili Faruk Çelik, Ordu Milletvekili Eyüp Fatsa, İstanbul Milletvekili İrfan Gündüz ve Anavatan Partisi Grup Başkanvekili Ankara Milletvekili Muzaffer Remzi Kurtulmuşoğlu ile 354 Milletvekilinin; Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi'nin (2/1015) (S. Sayısı: 1409) ikinci görüşmesine, birinci görüşmenin bitiminden itibaren en az kırk sekiz saat geçtikten sonra başlanabileceği açıklandı.
6'ncı sırasında bulunan, Nükleer Güç Santrallerinin Kurulması ve İşletilmesi ile Enerji Satışına İlişkin Kanun Tasarısı (1/1260) (S. Sayısı: 1360), görüşmelerini müteakiben, elektronik cihazla yapılan açık oylamadan sonra
Adana Milletvekili Tacidar Seyhan, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Mehmet Hilmi Güler'in,
Sinop Milletvekili Engin Altay, Sinop Milletvekili Cahit Can'ın,
Konuşmasında şahsına sataştığı iddiasıyla birer açıklamada bulundular.
Cumhurbaşkanı seçimini yapmak ve kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, alınan karar gereğince, 9 Mayıs 2007 Çarşamba günü, saat 14.30'da toplanmak üzere, birleşime 20.44'te son verildi.
Nevzat Pakdil
|
|
|
Başkan Vekili
|
|
|
|
Ahmet Gökhan Sarıçam
|
Türkân Miçooğulları
|
|
Kırklareli
|
İzmir
|
|
Kâtip Üye
|
Kâtip Üye
|
Ahmet Küçük
|
|
|
Çanakkale
|
|
|
Kâtip Üye
|
|
|
No.: 140
II. - GELEN KÂĞITLAR
9 Mayıs 2007 Çarşamba
Rapor
1.- Adana Milletvekili Vahit Kirişci ve Tokat Milletvekili Zeyid Aslan'ın; T.C. Ziraat Bankası A.Ş. ve Tarım Kredi Kooperatifleri Tarafından Kullandırılan Grup Kredilerinden Doğan Kefaletin Sona Erdirilmesi Hakkında Kanun Teklifi ile Tarım, Orman ve Köyişleri ile Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (2/975) (S. Sayısı: 1411) (Dağıtma tarihi: 9.5.2007) (GÜNDEME)
9 Mayıs 2007 Çarşamba
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 14.30
BAŞKAN: Başkan Vekili Nevzat PAKDİL
KÂTİP ÜYELER: Yaşar TÜZÜN (Bilecik), Ahmet Gökhan SARIÇAM (Kırklareli)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 104'üncü Birleşimini açıyorum.
Toplantı yeter sayısı vardır, gündeme geçiyoruz.
Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.
Kanun teklifinin geri alınmasına dair bir önerge vardır, okutuyorum:
III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) TEZKERELER VE ÖNERGELER
1.- Manisa Milletvekili Hasan Ören ve 22 milletvekilinin (2/991) esas numaralı Kanun Teklifini geri çektiklerine ilişkin önergesi (4/457)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Başkanlığa sunmuş olduğumuz 2/991 esas numaralı 3285 Sayılı Hayvan Sağlığı ve Zabıtası Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifimizi geri çekmek istiyoruz.
Gereğini arz ederiz.
|
Hasan Ören
|
Osman Özcan
|
|
Manisa
|
Antalya
|
|
Osman Kaptan
|
Canan Arıtman
|
|
Antalya
|
İzmir
|
|
Atila Emek
|
R. Kerim Özkan
|
|
Antalya
|
Burdur
|
|
Vezir Akdemir
|
Fahrettin Üstün
|
|
İzmir
|
Muğla
|
|
Hüseyin Ekmekcioğlu
|
Nail Kamacı
|
|
|
|
|
Halil Ünlütepe
|
F. Fikret Baloğlu
|
|
Afyonkarahisar
|
|
|
Feridun Ayvazoğlu
|
İsmail Değerli
|
|
Çorum
|
Ankara
|
|
N. Gaye Erbatur
|
Türkân Miçooğulları
|
|
Adana
|
İzmir
|
|
Hakkı Ülkü
|
Muharrem Toprak
|
|
İzmir
|
İzmir
|
|
M. Nuri Saygun
|
F. Mevlüt Aslanoğlu
|
|
Tekirdağ
|
Malatya
|
|
Mehmet Semerci
|
M. Mesut Özakcan
|
|
Aydın
|
Aydın
|
|
|
Mehmet Boztaş
|
|
|
Aydın
|
BAŞKAN - Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonunda bulunan teklif geri verilmiştir.
Saygıdeğer milletvekilleri, Adalet, İçişleri ve Ulaştırma Bakanlıklarına yapılan atamalarla ilgili bir Cumhurbaşkanlığı tezkeresi vardır, okutuyorum:
2.- Türkiye Büyük Millet Meclisinin 22'nci seçim dönemi bitmeden seçimlerin yenilenmesine dair kararı çerçevesinde; Adalet Bakanlığı Müsteşarı Fahri Kasırga'nın Adalet Bakanlığına, Kayseri Valisi Osman Güneş'in İçişleri Bakanlığına, Denizcilik Müsteşarı İsmet Yılmaz'ın Ulaştırma Bakanlığına, Anayasa'nın 114'üncü maddesi gereğince, Başbakan tarafından atanmış olduklarına ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/1263)
8 Mayıs 2007
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi: Başbakanlığın, 7 Mayıs 2007 günlü, B.02.0.PPG.0.12-300-02/5335 sayılı yazısı.
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin, 22. seçim dönemi bitmeden seçimlerin yenilenmesine dair 3.5.2007 günlü, 891 sayılı Kararı çerçevesinde;
Adalet Bakanlığına, Adalet Bakanlığı Müsteşarı Fahri Kasırga,
İçişleri Bakanlığına, Kayseri Valisi Osman Güneş,
Ulaştırma Bakanlığına, Denizcilik Müsteşarı İsmet Yılmaz'ın,
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 114. maddesi gereğince, Başbakan tarafından atanmış olduklarını bilgilerinize sunarım.
Ahmet Necdet Sezer
Cumhurbaşkanı
BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.
Saygıdeğer milletvekilleri, Anayasa'nın 114'üncü maddesine göre atanmış olan ve milletvekili olmayan bakanların, Anayasa'nın 112'nci maddesine göre ant içmesi gerekmektedir.
B) ÇEŞİTLİ İŞLER
1.- Adalet Bakanlığına atanan Fahri Kasırga, İçişleri Bakanlığına atanan Osman Güneş ve Ulaştırma Bakanlığına atanan İsmet Yılmaz'ın ant içmesi
BAŞKAN - Şimdi, Adalet Bakanı Sayın Fahri Kasırga'yı ant içmek üzere kürsüye davet ediyorum.
Buyurun Sayın Bakan. (AK Parti sıralarından alkışlar)
(Adalet Bakanı Fahri Kasırga ant içti)(AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bakanım.
Hayırlı olsun.
Şimdi, İçişleri Bakanı Sayın Osman Güneş'i kürsüye davet ediyorum.
Buyurun Sayın Bakanım. (AK Parti sıralarından alkışlar)
(İçişleri Bakanı Osman Güneş ant içti) (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Şimdi, Ulaştırma Bakanı Sayın İsmet Yılmaz'ı ant içmek üzere kürsüye davet ediyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
(Ulaştırma Bakanı İsmet Yılmaz ant içti) (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Her üç Bakanımızı da tebrik ediyor ve görevlerinde başarılar diliyoruz.
Saygıdeğer milletvekilleri, Danışma Kurulunun bir önerisi vardır; okutup oylarınıza sunacağım:
IV. - ÖNERİLER
A) DANIŞMA KURULU ÖNERİLERİ
1.- Gündemdeki sıralama ile Genel Kurulun çalışma gün ve saatlerinin yeniden düzenlenmesine ilişkin Danışma Kurulu önerisi
Danışma Kurulu Önerisi
No: 222 Tarihi: 9.5.2007
Gündemin Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler Kısmının; 423 üncü sırasında yer alan 1377 sıra sayılı Kanun Tasarısının bu kısmın 8 inci sırasına, 424 üncü sırasında yer alan 1379 sıra sayılı Kanun Tasarısının bu kısmın 9 uncu sırasına, 9.5.2007 tarihli (bugünkü) Gelen Kâğıtlarda yayımlanan 1411 Sıra Sayılı Kanun Teklifinin 48 saat geçmeden, bu kısmın 10 uncu sırasına alınmasının; ve diğer işlerin buna göre teselsül ettirilmesinin,
Genel Kurulun 10.5.2007 Perşembe günkü birleşiminde, Gündemin Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler Kısmının 5 inci sırasındaki 1409 ve 1409'a 1'inci ek sıra sayılı Anayasa Değişikliği Teklifinin 2 nci görüşmelerinin tamamlanmasına kadar çalışmalarını sürdürmesinin ve bu Birleşimde başka iş görüşülmemesinin,
11, 12, 13 ve 14 Mayıs 2007 tarihlerinde Genel Kurul çalışmalarının yapılmamasının ve Genel Kurulun 15 Mayıs 2007 tarihli birleşiminin saat 15.00'da başlamasının,
Genel Kurulun onayına sunulması Danışma Kurulunca uygun görülmüştür.
|
|
|
Bülent Arınç
|
|
|
|
Türkiye Büyük Millet Meclisi
|
|
|
|
Başkanı
|
|
Faruk Çelik
|
Ali Topuz
|
Muzaffer R. Kurtulmuşoğlu
|
|
AK Parti Grubu Başkanvekili
|
CHP Grubu Başkanvekili
|
Anavatan Partisi Grubu
|
|
|
|
Başkanvekili
|
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Danışma Kurulu önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Gündemin "Seçim" kısmına geçiyoruz.
III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)
A) TEZKERELER VE ÖNERGELER (Devam)
3.- Kayseri Milletvekili, Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül'ün, Cumhurbaşkanlığı adaylığından çekildiğine ilişkin önergesi (4/456)
BAŞKAN - Kayseri Milletvekili Sayın Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanı adaylığından çekildiğine dair önergesi vardır, okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı'na
Türkiye Cumhuriyeti'nin 11. Cumhurbaşkanlığı Adaylığımdan çekiliyorum. Gereğini saygılarımla arz ederim.
Abdullah Gül
Kayseri
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Cumhurbaşkanı adayı kalmadığından, Cumhurbaşkanı seçimine ilişkin oylamaların yapılma imkânı kalmamıştır.
Bu nedenle, Cumhurbaşkanı seçimi için daha önce yapılması kararlaştırılan oylamalar iptal edilmiştir.
Bilgilerinize sunulur.
Saygıdeğer milletvekilleri, alınan karar gereğince, sözlü soru önergelerini görüşmüyor ve gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına geçiyoruz.
V. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
1.- Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim Köşdere'nin, Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı Kanununa Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/212) (S. Sayısı: 305)
BAŞKAN - 1'inci sırada yer alan kanun teklifinin geri alınan maddeleriyle ilgili komisyon raporu gelmediğinden, teklifin görüşmelerini erteliyoruz.
2'nci sırada yer alan, Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine İlişkin Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu'nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
2.- Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine İlişkin Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1030) (S. Sayısı: 904)
BAŞKAN - Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
3'üncü sırada yer alan, Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkan Vekili Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, İmar Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ve Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm ile Adalet Komisyonları Raporlarının görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
3.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, İmar Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ve Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm ile Adalet Komisyonları Raporları (2/820) (S. Sayısı: 1337)
BAŞKAN - Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
4'üncü sırada yer alan, Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkan Vekilleri Bursa Milletvekili Faruk Çelik, Ankara Milletvekili Salih Kapusuz, Ordu Milletvekili Eyüp Fatsa, Hatay Milletvekili Sadullah Ergin, İstanbul Milletvekili İrfan Gündüz ve 194 Milletvekilinin; 2709 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu'nun ikinci görüşmelerine başlayacağız.
4.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri Bursa Milletvekili Faruk Çelik, Ankara Milletvekili Salih Kapusuz, Ordu Milletvekili Eyüp Fatsa, Hatay Milletvekili Sadullah Ergin, İstanbul Milletvekili İrfan Gündüz ve 194 Milletvekilinin; 2709 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/1011) (S. Sayısı: 1408 ve 1408'e 1'inci ek)
BAŞKAN - Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
5.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanı Siirt Milletvekili Recep Tayyip Erdoğan, Grup Başkanvekilleri Hatay Milletvekili Sadullah Ergin, Ankara Milletvekili Salih Kapusuz, Bursa Milletvekili Faruk Çelik, Ordu Milletvekili Eyüp Fatsa, İstanbul Milletvekili İrfan Gündüz ve Anavatan Partisi Grup Başkanvekili Ankara Milletvekili Muzaffer Remzi Kurtulmuşoğlu ile 354 Milletvekilinin; Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/1015) (S. Sayısı: 1409 ve 1409'a 1'inci ek)
BAŞKAN - 5'inci sırada yer alan, Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanı Siirt Milletvekili Recep Tayyip Erdoğan, Grup Başkanvekilleri Hatay Milletvekili Sadullah Ergin, Ankara Milletvekili Salih Kapusuz, Bursa Milletvekili Faruk Çelik, Ordu Milletvekili Eyüp Fatsa, İstanbul Milletvekili İrfan Gündüz ve Anavatan Partisi Grup Başkan Vekili Ankara Milletvekili Muzaffer Remzi Kurtulmuşoğlu ile 354 Milletvekilinin; Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu'nun ikinci tur görüşmelerine 48 saat geçmediği için başlayamıyoruz.
6'ncı sırada yer alan, Bazı Kanunların Sağlık Kurulu Raporlarına İlişkin Hükümlerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu'nun görüşmelerine başlayacağız.
6.- Bazı Kanunların Sağlık Kurulu Raporlarına İlişkin Hükümlerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu (1/1350) (S. Sayısı: 1405) (x)
BAŞKAN - Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Komisyon Raporu 1405 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerinde, Anavatan Partisi Grubu adına, Ankara Milletvekili Muzaffer Kurtulmuşoğlu.
Sayın Kurtulmuşoğlu, buyurun efendim.
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU ADINA MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU (Ankara) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; sözlerime başlamadan evvel hepinizi saygıyla selamlıyorum. Bazı Kanunların Sağlık Kurulu Raporlarına İlişkin Hükümlerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu üzerine söz almış bulunuyorum.
Şimdi, senelerdir, bir ilaç almak için sağlık kurullarına başvurulurdu. Bir hastanın devamlı kullandığı ilaç olmasına rağmen altı yedi hekimden geçer, sonra kurula gelir, buraya gelene kadar vatandaşın üç veya dört günü gider idi. Bu arada, tabii, mali külfeti var idi. Bunlarla da yetinmeden, ayrıca, bugün kırtasiyeyi de kaldıran bu yasanın… Hep söylüyorum -devletin ve milletin lehine olan yasanın buraya gelmesinde- hem muhalefetin hem iktidarın görüşü alınarak yapılan yasalarda ben bir konsensüsün olması taraftarı olduğum için, bu yasanın da bu şekilde gelmesinden dolayı Sayın Bakana ve ilgililere teşekkür ediyorum.
Zannetmeyiniz ki, muhalefet, her gün, buraya gelip illa muhalefet olsun diye muhalefet yapılmadığını da dört buçuk senedir anlatıyorum. İşte, bunlardan birisi de sağlık kurulu raporu yerine, sağlık raporu, tek hekimin verebileceği bir raporun olması hakikaten uygun bir şeydir. Şimdi, diyebilir misiniz ki, buna niye karşı çıkmıyorsunuz, muhalefet olarak? Niye karşı çıkalım? Doğru yapılan şeye karşı çıkmıyoruz, ama yanlışa da yanlış diyoruz. Ben, her gün, burada, söylediğim lafı tekrar söylüyorum. Doğru geldiğinde bunun iktidarı muhalefeti yoktur. Doğru ise bir tanedir. O doğruyu getiren, kim olursa olsun, ben ona teşekkür ederim. Ama, öyle zaman geliyor ki, bugünkü gibi, bundan evvelki iktidarlarda, ben yaptım oluyor dediğinde olur dediğinde, bazı şeylerin olmadığını görürüz.
(x) 1405 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
Şimdi tekrar söylüyorum: Evet, bu sağlık kurulu raporunun sağlık raporu hâline çevrilmesi doğrudur. Sağlık Bakanına buradan sesleniyorum: Aile hekimliği yürümedi, aile hekimliğini yapamadınız. Altyapıyı yapmadan aile hekimliği olmaz dedik. Bugün, neredeyse, aile hekimliği olan yerlerde bir reçeteyi yazdırmak için köyden ilçeye, eğer ilçede de yoksa o uzman, şehre geliyor. Bu, vatandaşa eziyet değil de nedir? Artı, sağlığın tek çatı altında toplanmasına hiçbir kimse karşı değil; hem ben şahıs olarak karşı değilim hem de Anavatan Partisi olarak veya diğer arkadaşlarım da karşı değil. Ama, bir şeyi yaparken altyapısını hazırlamadan yaparsanız, zor duruma düşersiniz bugünkü olduğu gibi.
Bugün, sağlığı, neredeyse Maliye Bakanının emrine verdik. Hiç kimse kusura bakmasın. Maliye Bakanı diyor ki: "Bu ilacı yazarsın, bu ilacı yazamazsın." Tabii, Maliye Bakanına da kim dikte ettiriyor. Ben çok sevmediğim lafları söylemek istemiyorum, ama söylemek mecburiyetindeyim. IMF diyor ki: "Sen bunları, bunları sağlıktan keseceksin." Keseceğim de, yani immünglobulin'i, nasıl keseyim ben bunu tedaviyi sadece onunla yapabiliyorsam? Bunları yaşattınız bize.
Şimdi, Sayın Sağlık Bakanı "Her hastaneye gidersiniz" diyor, istediğiniz hastaneye gidebilirsiniz." Fakat, gittiğiniz hastane diyor ki: "Senin Sağlık Bakanlığın veya Çalışma Bakanlığın bana sadece muayene ücretini ödüyor." Mesela, bir özel hastaneye gittiğinizde -her hastaneye gidiyoruz diyorsunuz ya- onun da "muayene ücretini ödersin" diyor, "diğerlerini ben senden alırım" diyor. Ee, üniversitede de öyle. Üniversitede başka türlü mü? Ama, gel Sağlık Bakanına sor, "hayır" diyor, "Aa, be Hocam, her şey günlük gülistanlık." Ya ben bu ülkede yaşamıyorum ya Sayın Sağlık Bakanı bu ülkede yaşamıyor veya hiçbir hastaneye gitmiyor.
"Hastanelerde rehin kalma yok." deniyor, "Ücretsiz, bütün hastalara bakıyoruz." deniyor. Ben böyle bir şey görmedim, yok böyle bir şey. "Özel hastaneye git." diyor, "Anlaşmam var." diyor, Çalışma Bakanlığının, SSK'lıların anlaşması var, Bağ-Kur'lunun anlaşması var. Anlaşmalı yere gönderdiler evvelsi günü İstanbul'da bir tomografi için. Sayın Bakan, bunu kayda geçiniz lütfen, dikkat ediniz. Tomografi için 270 milyon para istemişler hastadan fark. Ee, hani anlaşmalıydık biz bu özel kurumlarla. Zaten normalini, polikliniklerden gönderdiğiniz hastanın tomografisini gerektiğinde 70 ile 80 milyona zaten çekiyor, anlaşmayı bırakın, normalde pazarlık ettiğinde çekiyordu, ama 270 milyon tomografi parası istemişler. Bugün unuttum, hastaneye telefon açacağım, bu nasıl oluyor Sayın Başhekim, gönderdiğin şu yere bak diyeceğim, buradan çıkınca onu söyleyeceğim. Yani, bu gerçek arkadaşlarım, bunu ben yaşıyorum her gün.
Yani, ben, şu dairede şu müdürü, layıktır değildir demeden, buraya atayın diye hiçbir bakanı aramıyorum, hiçbir bakanla benim böyle bir şeyim yok, ama bütün insanlar -ben Ankara'da başhekimlik, başhekim muavinliği yaptığım için- adamlar beni arıyor "Hocam, şu doktora, şuraya gidebilmek için, şunlar şunlar yapıldı, bunlar yapıldı, ama benden bu kadar fark istediler."
Daha düne kadar Başkent Hastanesiyle de anlaşmanız yok idi Sayın Bakanlar, ama siz buraya çıkıyorsunuz, niye, kimi kandırıyorsunuz? Oraya giden hastalar belli. Şimdi milletvekillerini söylüyorum. Milletvekilleri İstanbul'da gidip de hangi hastanede fark vermedi, özel hastanelerde?
Sayın Bakan, hangi hastanede fark vermiyor? İstanbul Milletvekillerine bir bakın, milletvekillerine, eskilerine yenilerine bir bakınız bakalım, ne diyecekler size? Ama, buraya gelince, bütün hastaneler açık, herkes her istediği yerde muayene olacak, tedavi olacak, gerekli ilaçlarını alacak diye söylüyoruz burada. Ee, kimi kandırıyoruz? Bence, vatandaşı kandıramıyoruz. Niye kandıramıyoruz? O vatandaş gidiyor, hastaneyi görüyor, diyor ki, şu kadar hesap çıktığında ödeyemiyor, "senet yap" diyorlar. Senet yapılıyor, senedin günü geldiğinde icra kapısına dayanıyor. Vatandaş burada bizi gördüğünde, konuşmamızı gördüğünde diyor ki: "Ya hu, ya bu bakanda bir şey var, ya ben de var." Eğer, bakanda bir şey olmadığına göre, acaba ben de mi bir eksiklik var diye düşünebiliyor vatandaş, çünkü vatandaşın inanacağı devleti var. Devleti, vatandaşı kandıramaz, yanlış konuşamaz, yanlış yönlendiremez. Biz devletin söylediği her şeye inanırız, onun ağzından çıkan kanundur gibi bilir. Ama gidiyor oraya, diyor ki: "Bakan böyle dedi, sen bu kadar farkı benden nasıl istersin?" Memur diyor ki: "Bendeki kanun bu, bakanı bilemem ben, bakan ne dedi onu bilemem, ama kanun bu; sen şu kadar ücreti, parayı ödeyeceksin." Yok ki ödesin.
Şimdi, Sayın Başbakanı da, bir ara, bilgilendirirken yanlış bilgilendirdiler, her şey hallediliyor dediler. Sayın Başbakan da konuşmasında, devlet hastanelerini birleştirdi… Buna "olmaz" dedim, ama birleşti oldu. Hastanelerde doluluk oranı yüzde 30'du, altı ay sonraya gün veriliyordu, bugün hâlen veriliyor gün, gün vermeler hâlen devam ediyor, bir ay, bir buçuk ay sıra bekleniyor, ama sorduğunuzda "eksik hiçbir şey yok" deniliyor.
Sevgili arkadaşlarım, kim bilir demiş, bunları ancak çeken bilir. Biz çekmiyoruz, Ankara'da siz milletvekilleri çekmiyorsunuz, ama İstanbul'daki milletvekilleri, İstanbul hastanelerine giden bütün milletvekilleri fark ödüyor sevgili arkadaşlarım, fark ödüyor, fark ve çok fazla fark ödüyor. Eğer bir ameliyatı Memorial'de, Florence Nightingale'de yaptırıyorsanız, sadece sizin muayene ücretinizi Meclis ödüyor deniyor. Geri kalan 20 milyarınızı, 30 milyarınızı sizin kendi cebinizden istiyorlar. Aldığınız maaş 7 milyar. Bütün Türkiye'nin gözüne batan maaşınız bu. Ama, ödemeniz gereken, 30 milyar, 20 milyar senden fark istiyor bu hastaneler. Hani nasıl anlaştınız bununla? Sayın Bakan, nasıl anlaştınız, bana bunu söyleyin lütfen, ben de öğreneyim. Demek ki, bir şey var ama niye bunlar anlatılmıyor, niye yanlış yönlendiriliyor, onu anlamış değilim.
Sevgili arkadaşlarım, otuz sekiz senelik hekimim, otuz üç sene de yöneticilik yaptım. Ya, bir adam sormaz mı hocam bu nasıl oluyor diye? Bunu biz yapıyoruz ama bu nasıl olur, diye sorsanız ne olur. Ben şimdi bilmediğim bir konuyu Sayın Yalçıntaş'a sorsam, hocam bu böyle midir, desem çok mu küçülürüm? Nasıldır diye sorsam bir arkadaşıma, acaba yanlış mı yaparım ya? Doğruyu öğrenmek zor mudur, çok mu kötüdür doğruyu öğrenmek, doğru yolda gitmek? Ama, burada yok.
Bir şey çıktı şimdi… Sayın Bakana söyledim, yalnız başına olduğu için söyledim, yetmez, 73 milyon insan duysun. SSK'yı bağladık, Bağ-Kur'u bağladık, Emekli Sandığını hepsini birlikte bağladık tek çatı altında. Bakın bakalım o kurum şu anda hiçbir şey yapıyor mu Sayın Bakan, hiçbir şey yapıyor mu? Vatandaşa borcunu, özel hastanelere veya devlet hastanelerine borcunu ödüyor mu? Bir bakın bakalım. Adama hesabı yaptırıyorsunuz, Maliye Bakanı şu kadara yaptıracaksın demiş, indire indire indirmişsiniz fiyatları, en az seviyeye indirmişsiniz. Adam mecburen diyor ki: "Elbette ben fark alacağım, geçinemiyorum." Yaa, bu işi Maliye Bakanı mı biliyor, Çalışma Bakanı mı biliyor, Sağlık Bakanı mı biliyor? Şunu bir öğrensek, bizim sağlığımızla kim uğraşıyor, onu bir öğrensek. Hiçbir devlet hastanesinin, normalde geri ödemeleri yapılmıyor; hiçbir üniversite hastanesinin geri ödemeleri yapılmıyor; hiçbir özel polikliniğin, özel hastanenin geri ödemeleri yapılmıyor Sayın Bakan. Ne kadar dayanacak bu insanlar? Yarın, hastane kapılarından geri çevrilecek bu adamlar. Soruyoruz, niye ödemiyorsunuz? Üç ay diyor, sekiz aydır ödenmiyor, altı aydır ödenmiyor. Sağlıkta bu hâle geldiysek biz, eğer biz ilaç paramızı da ödeyemiyorsak, eğer biz bir apandisit parasını da… Apandisit olduğumuzda ameliyat olamıyorsak, biz bu ülkede niye yaşıyoruz yaa? Niye yaşıyoruz?
Şimdi, diyeceksiniz ki, yaa, Doktor Bey be, gözün kör olmaya, bütün karamsar her şeyi söyledin. Hayır, karamsar hiçbir şey söylemedim. Sizin burada söylediğiniz her şeyin güllük gülistanlık olduğunu, söylediğiniz şeyin yanlış olduğunu söylüyorum, yanlış olduğunu. Öyle, lafla peynir gemisi yürümüyor, yürümüyor. Bu insanların alacaklarını da ödeyin. Devlet müflis değildir, devlet aldığı hizmetin karşılığını öder. Nasıl, devlet memuruna maaşını ödüyorsan, aldığın hizmetin karşılığını da ödeyeceksin ki, ondan sonra, benim vatandaşım, gittiği yerde insanca muamele görebilsin, horlanmasın.
100 bin tane doktor var Türkiye'de, dağılımı iyi değil. Kaç defa söyledim. Türkiye'de bir performans çıkardınız. Bu performansın yanlış olduğunu söylüyorum. Performans demek, devletin, bir cebinden alıp parayı diğer cebinden dağıtması demek. Onu yaparken de, bazen doktor arkadaşlarımız da yanlış yapabilirler. Yanlış yapılıyor, ama, sen "Doğu ve Güneydoğu Anadolu'ya doktor gönderemiyorum." diyorsun. Bal gibi gönderirsin, eğer doğru dürüst bir ücret skalası uygularsan. Doğu'da Siirt'in falan yerine gidersen senin ücretin şudur, 657 sayılı Devlet Memurları Yasası'na göre, Ankara'da durursan budur, hesabına geliyorsa gidersin, hesabına gelmiyorsa gitmezsin denir. 1964'te, 1965'te, benim arkadaşlarım koşarak Doğu ve Güneydoğu Anadolu'ya gitmek için torpil yaparlardı. İstanbul Tıpta, biz, bir an evvel mektebi bitirsem de koşarak Doğu'ya gitsem diye beklerdik, ama, sen burada, Ankara'nın göbeğinde bir hekime şunu vereyim derken, aynı doktoru Siirt'e gönderirsen, gitmez kardeşim! Gitmez!
Hemşire eksiğiniz var, bunları tamamlayın. Sağlık teknisyenleri eksiğiniz var. Doktor, hemşire ve sağlık personeli eksikliklerini YÖK'le, tekrar söylüyorum, üniversitelerle birlikte oturup -Sağlık Bakanı, Millî Eğitim Bakanı kavga etmeyecek- bu ülkenin otuz senelik, elli senelik programını hazırlamak mecburiyetindesiniz. Bunun vicdan sızısını çekersiniz sonraları. Yapmayın! Geleceğimize yapmayın! Çocuklarımızın geleceğini karartmayın. Hiç değilse, Anayasa'nın 56'ncı maddesinde söylendiği gibi, bir insanın yaşam şartlarının, çevre şartlarının, sağlık şartlarının, doğumundan ölümüne kadar güzel yaşamasının, insanca yaşamasının ve hasta olduğunda insanca tedavi olmasının sosyal devletin görevi olduğunu hepimiz biliyoruz. Ee, bunu niye yapmıyoruz o zaman?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın Kurtulmuşoğlu, konuşmanızı tamamlayınız.
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Yani, sevgili arkadaşlarım, hep söylerim "dert çok, hemdert yok" diye, çok hoşuma gider benim bu laf. Ee, ne olur…
ABDULLAH ERDEM CANTİMUR (Kütahya) - Dert çok?
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU (Devamla) - Hemdert yok.
Onun için söylüyorum, ülkem inşallah güllük gülistanlık olur, dertsiz olur, çareleri bulunur. İktidarlar, bundan sonra olsun, kim gelirse gelsin, devlet politikası olması lazım sağlığın, günlük politika olmaz. Her bakan geldiğinde, yazboz tahtasına çevirdiğinde bu iş yürümez. Eğitimin devlet politikası olması lazım. Sağlığın devlet politikası olması lazım. Gelen bakanın, diğer bakanın bıraktığı yerden, eksiklerini tamamlayarak ileriye götürmesi lazım. Bunlar da tabii ki plan ve programla olur diyorum. Bunu, bundan sonraki gelecek iktidarlar -kayıt düşmek için söylüyorum- kayda alırlar da inşallah okuma lütfunda bulunurlar, bu söylemlerimizi kısmen de olsun dikkate alırlarsa ülkemiz için iyi olacağını düşünüyorum.
Hepinize sevgi ve saygılar sunuyorum, hoşça kalınız. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Kurtulmuşoğlu.
AK Parti Grubu adına, Antalya Milletvekili Osman Akman.
Sayın Akman, buyurun efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA OSMAN AKMAN (Antalya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Bazı Kanunların Sağlık Kurulu Raporlarına İlişkin Hükümlerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı hakkında AK Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
"Önce insan" diyerek "insanı yaşat ki devlet yaşasın" şiarıyla çıktığımız yolda Sağlıkta Dönüşüm Programıyla icraatlarımıza, faaliyetlerimize başladık.
Burada amacımız, sağlık hizmetlerine daha kolay ulaşımın sağlanabilmesi ve daha kaliteli sağlık hizmetinin verilebilmesiydi. 3 Kasım 2002 tarihinden itibaren bu amacımız doğrultusunda -aslında belki genel konulara değinmemek, genel sağlık politikalarına değinmemek gerekiyordu ama, değinildiği için de, değinme zaruretini hissediyorum- özellikle acil hizmetlerinde hem "112" istasyon sayılarının artırılmasında hem de "112" ambulans sayılarının artırılmasında neredeyse 2,5 katına varan oranda bir yükseltilme olmuştur.
Yine, insanlarımızın daha rahat, daha sağlıklı ortamlarda poliklinik hizmeti alabilmesi için hem sağlık ocaklarımızda hem de hastanelerimizde 1 hekime 1 poliklinik odası hedeflenerek; yüzde 95 pratisyen hekimlerimizin çalıştığı sağlık ocaklarında her hekime 1 poliklinik odası, muayene odası hemen hemen sağlanmış durumdadır. Hastanelerimizde de bu amaçla atıl kapasite değerlendirilerek veya yeni ilaveler yapılarak poliklinik oda sayıları artırılmış ve vatandaşlarımız daha rahat, daha sağlıklı ortamlarda, üstelik de daha az sıra bekleyerek -çünkü, sırayı tamamen yok etmek şu anda belki mümkün değil- ve istedikleri hekimde muayene olabilmekte, istedikleri hekimi tercih edebilmekte. Tercihli hekim sistemi getirilerek de, vatandaşlarımızın, daha önceden diyaloğu olan, muhabbeti olan veya tedavisine güvendiği hekimlerden tedavi görme, muayene olma imkânını sağlamış olduk.
Yine, 2002'den bu yana hastanelerimizde hem hasta oda sayısında hem de yatak oda sayısında, üstelik de yeni yapılan hastanelerimizde tuvaleti, banyosu içinde olan odalar olmak üzere oldukça büyük oranda artırımlar gerçekleştirildi. Vatandaşlarımız yeni yapılan hastanelerde yattıkları zaman, neredeyse "bir otelden hizmet alıyoruz, otelde yatarak tedavi görüyoruz" inancıyla, duygusuyla tedavilerini görüyorlar. Benim ilimde yeni yapılan hastanelerde vatandaşlarımızdan bu memnuniyeti aldığımızı özellikle ifade etmek istiyorum.
Değerli arkadaşlar, biz, AK Parti olarak, vatan haini olmayan her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşımızı birinci sınıf vatandaş olarak kabul ettik ve memleketin doğusu, batısı, güneyi, kuzeyi demeden, Atama Yönetmeliği'mizde, özellikle doğu illerimize daha çok sağlık personeli atanması için elimizden gelen gayreti yaptık. 1999-2002 yılları arasında 39 bin sağlık personeli ataması yapılmışken, 2003-2006 yılları arasında 61 bin sağlık personeli ataması yapılmıştır ve hakkaniyete uygun, adaletli, hiç kimsenin kafasında soru işareti oluşturulmayacak biçimde, Yönetmelik'e bağlı kalınarak yapılmıştır.
Değerli arkadaşlar, sadece hastalanan vatandaşlarımızın tedavisi için değil, yine, vatandaşlarımızın, hastalanmadan, özellikle çocukluk döneminde korunmasına yönelik çalışmalarda da -özellikle aşılamada- neredeyse Avrupa Birliği standartlarını yakalamış durumdayız. İktidarımızdan önce aşılama oranları yüzde 78 iken, şimdi yüzde 93'ler seviyesine çıkmıştır. Bu oran, bildiğiniz gibi, Avrupa Birliği ülkelerinde yüzde 94'tür. Bu yıl, inşallah, o seviyenin de üzerine çıkacağımızı umuyoruz.
Değerli arkadaşlar, biraz önce aile hekimliği uygulamalarından bahsedildi, pilot uygulamalar var biliyorsunuz. Aslına bakarsanız, aile hekimliği uygulaması, gerçekten vatandaşımızın ailesinden biri olarak görebileceği bir hekime muayene olması, o hekim tarafından kontrollerinin yapılabilmesi, koruyucu hekimlik uygulamalarının gerçekleştirebilmesini hedeflemektedir. Söylenilenlerin ve iddia edilenlerin aksine, yapılan araştırmalarda, anketlerde sağlık hizmetlerinden genel memnuniyetin de üzerinde bir memnuniyetle -yüzde 77,5 oranında- özellikle Düzce ilimizde, aile hekimliği uygulamalarından vatandaş memnuniyeti net olarak gözükmektedir. Ki, sağlığı bozulmuş insanların memnun olmasının zor olduğu düşünülecek olursa, bu oranın oldukça yüksek olduğunu, aslında, takdirlerinize sunmak istiyorum.
Değerli arkadaşlar, hastanelerin tek çatı altında birleştirilmesine, tahmin ediyorum kimsenin artık herhâlde "bu iş iyi olmadı" diyecek bir tarafının kalmadığını düşünüyorum. Çünkü özellikle SSK'lı vatandaşlarımız bu konudan çok mustaripti ve şimdi her nereye gitsek -özellikle ilçelerdeki vatandaşlarımız, taşradaki vatandaşlarımız, elbette merkezde yaşayan vatandaşlarımız da- bu konudaki memnuniyetlerini vatandaşımızla yüz yüze geldiğimiz zaman bize çok net olarak ifade etmektedirler.
Performansa dayalı döner sermaye priminde de, sanki sağlık personelinin avantajınaymış gibi gözüken bir şey ifade ediliyor. Aslında, aslolan yine vatandaşlarımızın, halkımızın, sağlığı bozulmuş vatandaşlarımızın daha sağlıklı, daha kaliteli hizmet alabilmesine yöneliktir. Aslına bakarsanız, iktidarımızdan önce hastanelerde bakılan, muayene edilen hasta sayısına, yani poliklinik sayısına ve şimdiki poliklinik sayılarına baktığımız zaman, vatandaşlarımızın memnuniyetinden dolayı hastanelere daha fazla müracaat ettiklerini, dolayısıyla poliklinik sayısının yükseldiğini hep birlikte görmüş oluyoruz.
Sosyal Güvenlik Kurumunun tek çatı altında toplanmasını hep birlikte burada kanunlaştırdık. Ben bütün, iktidar-muhalefet, milletvekillerine teşekkür ediyorum. Keşke genel sağlık sigortası da yılbaşından itibaren hayata geçebilseydi de biraz önce şikâyet edilen konular olmasaydı. Devlet hastanelerinde, Sağlık Bakanlığına bağlı hastanelerde -burada yeri gelmişken özellikle ifade edeyim- ben şahsen rehin kalma gibi bir şeyin artık tarih olduğunu bir sağlık mensubu, bir doktor olarak da böyle bir şey işitmediğimi bir kez daha buradan özellikle ifade etmek istiyorum. Yalnız, bazen, özel hastanelerde, üniversite hastanelerinde, bizim de basından okuduğumuz şeyler elbette oluyor. Onu, yine, Sayın Bakanımızla istişare ederek, onların da sorunlarını hep birlikte çözüyoruz.
Değerli arkadaşlar, aslında, bu kısa bakıştan sonra, özellikle sağlık hizmetlerinden genel olarak memnuniyet anketinde, Türkiye İstatistik Kurumunun yaptığı ankette, sağlık hizmetlerindeki gelişmenin ne kadar yerinde olduğunu çok net olarak ortaya koyan bir araştırma var. 2003 yılında, genel olarak, sağlık hizmetlerinde memnuniyet yüzde 39,5 iken, 2005 yılında, bu, yüzde 55'lerin üzerine çıkmıştır. Bu da, çok net olarak gösteriyor ki, sağlık hizmetlerindeki çalışmalar, gelişmeler vatandaşımızın takdirini toplamaktadır. Biz de, vatandaşımızın takdirine mazhar olmaya gayret ediyoruz. Vatandaşımıza hizmet için iktidar olduk.
Değerli arkadaşlar, elbette, sağlıkta dönüşüm durmuyor, devam ediyor. Şimdi görüşmekte olduğumuz Bazı Kanunların Sağlık Kurulu Raporlarına İlişkin Hükümlerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı'yla da, insanlarımızın daha kolay hizmet almasının sağlanması elbette hedeflenmektedir.
Önce, sağlık kurulu nasıl çalışır, sağlık kurulundan nasıl hizmet alınır, sağlık kurulu niye vardır diye eğer bir düşünecek olursak… Uzun süren bazı kronik hastalıklar var; örneğin, şeker hastalığı gibi, hipertansiyon gibi, kronik böbrek yetmezliği gibi, kanser gibi daha çok sayabileceğimiz birçok hastalık var. Bu hastalarımız, bu vatandaşlarımız, sık sık, o dört kalem ilacı geçmeyen veya bir haftalık dozu geçmeyen ilaçlar yazılmaması için, iki aylık, üç aylık veya daha uzun süreli ilaçlarını reçetelendirebilmesi için sağlık kurulu raporu alması gereği vardı. Bir de, yüzde 10 veya yüzde 20 muafiyetinden yararlanması hedefleniyordu sağlık kurulu raporunda.
Bu sağlık kurulu raporu nasıl alınıyor diye düşünecek olursak, sağlık sisteminde çalışmadan gelmiş olan arkadaşlarımız açısından söylüyorum: Böyle bir hastalığa sahip olan vatandaşımız, ister taşrada olsun ister şehir merkezinde olsun, ilgili uzmana veya ilgili uzmanlara öncelikle müracaat edecek. Müracaat ettiği hekim, önce, o yaşadığı yerde olması gerekiyor, yaşadığı yerde yoksa bir başka merkeze hastamızın, vatandaşımızın gitmesi gerekiyor. Dolayısıyla, hekime ulaştıktan sonra, hekim, gerekli tetkiklerini, gerekli muayenesini yaptıktan sonra, bu hastamızın şu hastalığı vardır, şu, şu, şu ilaçları kullanması gerekir diyerek -ilaçların da preparat adını da değil, jenerik adını yazarak- sağlık kuruluna sevk eder. Şimdi, işkence burada başlar aslında. Sağlık kuruluna sevk eder, sağlık kuruluna gider vatandaşımız, hastamız, o gün sağlık kurulu toplanmıyordur; haftada iki veya üç kere toplanıyordur, küçük hastanelerde bazen her gün topluyorlar gerçi. "Siz, üç gün sonra gelin raporunuzu alın" diyor hastane yetkilileri. Üç gün sonra geldiğiniz zaman, "Henüz imzadan çıkmadı…" Görüyorsunuz, hasta için hem zaman kaybı hem de -eğer çalışıyorsa hasta olmasına rağmen- iş gücü kaybı. Bir de, hastanede çalışan sağlık personellerimiz ve doktorlarımız açısından da, yine, lüzumsuz bürokratik engeller ve formaliteler.
Hasta, aslında, sağlık kuruluna da çağrılmaz özellikle ilaç ve tıbbi malzemeler için; çünkü, Yataklı Tedavi Kurumları İşletme Yönetmeliği'nin 27'nci maddesinin ikinci fıkrasından bir pasajı eğer okuyacak olursak: "Kurul, buna göre, gereğinde, hastayı veya rapor isteyen kişiyi bizzat da görerek karar verir." deniyor. Ama, uygulama odur ki, sürekli ilaç raporu alacak olan hiçbir vatandaş -birçok tıbbi malzemeler için- hastalar sağlık kuruluna çağrılmaz. Aslında, çağırmanın gereği de yoktur; çünkü, vatandaşımız zaten bir hekime muayene olmuştur, o hekim Türkiye Cumhuriyeti devletinin yetiştirdiği bir hekimdir, Türkiye Cumhuriyeti devletinin imkânlarıyla çalışan, 657 sayılı Devlet Memurları Yasası'na bağlı bir hekimdir, zaten yanlış yapması beklenemez. Dolayısıyla, o hekime de bir güvensizlik olmuş olur. Aslında, Tababet Uzmanlık Tüzüğü'ne göre hekimler ve diş hekimleri uygulamalarında serbesttirler, müdahale edilemez.
Ancak, elbette, zaman zaman suistimaller de görülmüş olabilir, her konuda olduğu gibi, her sektörde olduğu gibi yaşanmış olabilir. Bir yerde suistimalin yaşanmış olması, bir kurumu, bir topluluğu olduğu gibi de cezalandırmayı ve formalitelere boğmayı da gerektirmez. Onun Türkiye Cumhuriyeti yasalarında gerekli cezai müeyyideleri vardır. Bu, ayrıca, çok sıklıkla da gözüken bir şey değildir, çok nadir gözüken hadiselerdir. Benim, uzun süreli hekimlik hayatımda çok nadir karşılaştığım, çok nadir işittiğim durumlardır bunlar.
Burada, vatandaşlarımız açısından zaman kaybından, maddi kayıptan, iş gücü kaybından bahsettik, bürokratik zorluklardan bahsettik. Bir de, aslında, devletimiz ve sosyal güvenlik kurumları açısından da bir sıkıntı var. Tek hekim raporu 15,5, artı sağlık kurulu için de 5 YTL olmak üzere bir ücreti varken, eğer tam teşekküllü bir sağlık kurulu raporu oluyorsa, bu, 48,5-50 YTL civarında olmaktadır. Bir de sosyal güvenlik kurumlarımız açısından da maddi kayıp açısından da oldukça önemlidir. Ayrıca, kırtasiye giderleri ve kırtasiye işlemleri açısından da oldukça önemlidir.
Aslında, bakarsanız, bu iktidarımız döneminde Bakanlığımızca, Hükûmetimizce birçok sıkıntıyı aşacak yönetmelikler çıkarılmıştı. Bu şekilde, vatandaşlarımızın sağlık kurulu raporları da öncelerine göre oldukça kolaylaştırılmıştı. Ancak, bu durumun, bu sıkıntının giderilmesi için, başta hekimlerimizin onurunu korumak için, sağlık kurulu raporlarının zaten tek hekim raporuyla çıkan… Çünkü, biraz önce de ifade ettim, sağlık kurulu diğer hekim arkadaşına asla güvensizlik yapmaz, sevk ettiği raporu -çok bilinen bir şey yoksa veya bir yazım hatası yoksa- genellikle onaylar. O nedenle, bu yasa tasarısı, oldukça önemli bir yasa tasarısıdır; vatandaşımızı ve Bakanlığımızı, devletimizi, birtakım bürokratik engellerden kurtaracak yasa tasarısıdır. Ülkemize, milletimize, insanlarımıza, vatandaşlarımıza hayırlı olmasını öncelikle diliyorum.
Bir de -aslında yeri değil belki ama- maluliyet raporlarında, özellikle merkezde olması nedeniyle yaşanan sıkıntılar var, Komisyonda görüşülürken ifade etmişti bazı milletvekili arkadaşlarım. Bu sıkıntıyı gidermek üzere de arkadaşlarımızla bir komisyon oluşturduk, üzerinde çalışıyoruz.
Değerli arkadaşlar, hazır, sağlıkla ilgili gelişmeler ve Türkiye genelindeki memnuniyetten bahsederken, ilim Antalya'dan da birkaç kelimeyle buradan söz etmek istiyorum. Nasıl, Türkiye genelinde sağlık hizmetlerinden memnuniyet varsa, benim ilim, seçim bölgem Antalya'da da vatandaşlarımızla -biraz önce de ifade ettiğim gibi- yüz yüze istişarelerimizde, özellikle yeni yapılan hastanelerle ilgili memnuniyetlerini vatandaşlarımız ifade etmektedirler. Biz de vatandaşlarımızı memnuniyetle dinlemekte ve biz de memnun olmaktayız. Özellikle Kumluca Devlet Hastanemizin açıldığını, Aşur Aksu Hastanesinin açıldığını, 600 yataklı, beş yıldızlı otel standardında Antalya Devlet Hastanesinin çok kısa sürede tamamlanacak olmasını, Serik Devlet Hastanesinin yine açılmaya hazır olduğunu ben bir kez daha buradan ifade etmek istiyorum.
Bir de, özellikle diş hastalarımız için ağız-diş hastanesinin faaliyete geçtiğini buradan hem milletimize hem hemşehrilerimize, bütün herkese ifade etmek istiyorum.
Bu yasanın tekrar hayırlı olmasını diliyor, hepinize tekrar saygılarımı sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Akman.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Ordu Milletvekili İdris Sami Tandoğdu.
Buyurun Sayın Tandoğdu. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA İ. SAMİ TANDOĞDU (Ordu) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Bazı Kanunların Sağlık Kurulu Raporlarına İlişkin Hükümlerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu, sağlığa verilecek olan değişiklikler, halkımıza verilecek olan rahatlıklar üzerine hazırlanmış olan bu kanun tasarısı üzerinde konuşmak için Grubum adına söz almış bulunmaktayım.
Tabii, şimdi, üniversite yıllarından bu yana dek, talebelik yıllarımızdan bu yana dek sağlık kurulu raporu oldukça sıkıntı vermektedir kuruma; hastanelerimize, üniversitelerimize, devlet hastanelerimize ve sağlık ocaklarımıza. Çünkü, bir konuyla ilgili müracaatınızı yaptığınız zaman, hastanenin bütün polikliniklerinden geçmek zorundasınız. Örneğin, silah ruhsatıyla ilgili bir sağlık raporu alacaksınız. Müracaat edilmesi gereken, bakılması gereken tek poliklinik, klinik psikiyatri kliniğiyken, nöroloji kliniğiyken, bütün klinikleri dolaşıyorsunuz, kuyruklara giriyorsunuz, oradaki iş gücünü zayıflatıyorsunuz, çalışmaları engelliyorsunuz, en sonunda geldiğiniz yer psikiyatri ve raporda da en önemli bölüm budur. Eğer orası sağlıklı bir rapor vermişse, o kişinin raporu halledilmiş oluyor.
Aynı şekilde, ehliyet meselesinde de, ehliyet için de istenen sağlık raporunda bütün poliklinikleri, bütün servisleri geziyorsunuz, en önemlisi göz. Gözdeki daltonizmi, renk körlüğünü ortaya çıkaracak olan muayeneyi eğer sağlıklı atlatmışsanız, sağlık raporunuz, sağlık kurulu raporunuz sağlıklı demektir. O nedenle, diğer bölümlerde uğraşmak hem hekim için hem hasta için çok büyük bir zaman kaybı olacağı için, bu tasarının, bu kanunun hazırlanmasında özünde samimiyetine inancımla, samimiyetine inanarak, bu kanun tasarısının değişimine ve hazırlanmasına onay veriyorum.
Fakat, Sağlık Bakanlığı, yarın bu kürsüye çıktığında, bu halkın kürsüsünde veyahut da herhangi bir yerde sağlık hizmetlerini överken, eksik bırakmış olduğu yerleri veyahut da aşıyla ilgili, çocuk aşılarıyla ilgili meseleleri anlatırken, sağlık hizmetlerindeki devrimlerini, Sağlıkta Dönüşüm Projesi'nin başarılarını anlatır ki, bu da, bizim çok zorumuza gider.
Biraz evvel arkadaşımın, meslektaşımın dediği gibi: "Önce insan." Evet, fakat, en yüce değerin insan olduğunu unutarak, "insan" dememek lazım. En yüce değer, evrende, sistemde insandır. Bu insanın da en iyi hizmet alacağı yer, sağlığıdır. Sağlığa bakan yerin en iyi oluşuma sahip olması gerekir.
Ama, maalesef, Türkiye'de, Sayın Bakanın devamlı olarak söylemiş olduğu ve buradan da cevap vereceğini tahmin ettiğim, "Ben sağlıkta dönüşümü uyguladım, reformlar, devrimler yaptım." derken, şimdi, ben buradan soruyorum. Sizler de bu olayı yaşıyorsunuz. Bölgenizden gelen hastaların sıkıntılarını yaşayan milletvekilleri olarak sizler bunlarla her gün karşılaşıyorsunuz. Elinize, yanınıza gelmiş olan hemşehrilerinizden SSK'lı, Bağ-Kur'lu, yeşil kartlı ve hasta tümöral veyahut da üniversite hastanelerinde tedavi edilmesi gereken özel bir hasta. Peki, nasıl tedavi ettireceğiz? Hani sağlıktaki reform, hani sağlıktaki değişim? Bu vatandaşın parası yoksa, oradan içeriye, o hizmetin verilmesi mümkün değil. Yani, oradan içeriye giriyor, ama, ekonomik olarak oradan hizmet alması mümkün değil. Nasıl alacak? Vatandaş cebinden parasını ödeyecek, Bağ-Kur'lu ise, SSK'lı ise, yeşil kartlı ise ödemesini yapacak. Ne kadar bu ödeme? 8 milyar, 16 milyar, 36 milyar, 120 milyar, 130 milyar, bunu, kurumundan, fatura edilmiş olan bu parayı alacaktır. Esas sıkıntı burada. Bunu halletmeden, bir sağlık kuruluşunun başında olan kişinin "Ben devrim yaptım." demesini kabul etmemiz mümkün değil.
Ve ayrıyeten, aile hekimliği içerisinde, mecburi hizmetin yanına aile hekimliğini de koyarak, "Eğer sen bu aile hekimliğini yapacaksan, bu mecburi hizmetini de yerine getireceksin." sözleriyle tehditvari şekilde… Arkadaşlarımızdan, meslektaşlarımızdan hizmet almanın çok büyük sıkıntısını yaşıyoruz. Aile hekimliği problemlerini biraz önce arkadaşım -maalesef- anlatırken, Düzce'de yüzde 77'yle başarı oranından bahsediyor. Ben göremiyorum; bir doktor milletvekili olarak, yüzde 77 başarı kazanmış bir aile hekimliğinin pilot uygulamasındaki başarısını görmüş değilim. Ben de gidiyorum, inceliyorum, sıkıntılar bitmiyor. Neden bitmiyor? Çünkü, aile hekimliği olarak hizmet veren, yani, eski sağlık ocağının halk üzerinde güven vermemesinden. Orada bir laboratuvarın, orada bir röntgen cihazının, orada bir tahlil laboratuvarının, diyabeti ölçecek bir sistemin olamaması, oradaki hastaların merkeze gitmesine neden oluyor. O zaman gidiyorsunuz, merkezde, bakıyorsunuz ki, Düzce Devlet Hastanesi dolu, Düzce Özel Hastanesi dolu, üniversite hastanesine gidiyorsunuz, orası da dolu. Neden? Çünkü, birinci basamak sağlık hizmetlerini veren kuruluşların yeterli olmamasından ve güven telkin etmemesinden kaynaklanıyor.
Peki, ne olmalıdır? Avrupa'da nasıl oluyor bu işler? Avrupa'da, bunun altyapı çalışmalarını tamamlamış, on bir sene uğraşmış Almanya ve aile hekimliği programına öyle geçmiş. Fransa sekiz buçuk sene uğraşmış, aile hekimliği uygulamasına geçmiş, şimdi de yavaş yavaş uzaklaşıyor.
Peki, oradaki sağlık ocakları sayısı ne? Almanya'da, 75 milyon nüfuslu Almanya'da 70 bin tane sağlık ocağı var. Fransa'da, 68 milyon nüfuslu Fransa'da 60 bin tane sağlık ocağı var ve tam teşekküllü. Türkiye'de, 73 milyon Türkiye'de kaç tane sağlık ocağı var arkadaşlarım? 7 bin tane.
Peki, bu 7 bin tane sağlık ocağıyla nasıl hizmet vereceksiniz de, büyük merkezlerdeki, sağlık merkezlerindeki gerekli olan, ihtiyaç olan, hakikaten yapılması gereken hizmeti versin o hastane? Ben gidiyorum, Ordu Devlet Hastanesi dolu, Umut Hastanesi diye bir özel hastane açtı arkadaşlarımız, dolu. Şimdi, Fatsa'ya geliyorsunuz -Fatsa'da iki tane özel hastane açılmak üzere- Fatsa Devlet Hastanesi ağzına kadar dolu.
Peki, sağlık ocaklarında ne var? Sağlık ocaklarındaki doktor arkadaşlarımız, maalesef, oturuyor. Fatsa'daki Verem Savaş Dispanserine gidiyorsunuz, röntgen cihazının otomatik banyo sistemi yok, kalibrasyonu yapılamıyor, film çekilemiyor. Nerede çekilecek filmi? Devlet hastanesine gidecek. Devletin hastanesine gitse ne yapıyor? Gerekli olan hastanın sırasını ve zamanını almış oluyorsunuz, doktorun da zamanını almış oluyorsunuz. Bu şekilde, sağlıktaki reform veyahut da sağlıktaki aşamalar veya değişimlerden bahsedilmesi mümkün değildir.
Yüz binlerce defa söyledik, kendisine şifahi olarak da söyledik Sağlık Bakanının ve nihayet altı ay süre vererek, Türkiye'deki radyoloji teknisyenlerinin durumlarını altı ay erteleyerek, altı ay sonra getirerek, AB standartlarına uygun şekilde çalışmasını sağlayacaklar. Şimdi, soruyoruz, gidiyorsunuz herhangi bir hastaneye, herhangi bir üniversite hastanesinin radyoloji kliniğinin önünden geçerken "hamile hanımlar buradan geçmesin, dikkat etsin." Peki, oranın, tam, bir Atom Enerjisi Kurumundan veyahut da üst kurumlardan, radyasyondan izole edildiğini belgeleyen belgeleri var mı? Yok. Bundan bir ay bir buçuk ay evvelki konuşmamda burada elimdeki belgelerle gösterdim. Özel hastanelerde ruhsatsız çalışan muayenehane sayısı ve hastane sayısı yüzde 60. Devlet hastanelerindeki oran ise daha fazla. Peki, burada çalışan personelin sağlık güvencesini nasıl güven altına alacaksınız? Alamıyorsunuz. Çünkü, özel hastaneler sağlık personelini ne kadar ucuz çalıştırırsa, o kadar büyük kâr edeceği için, oradaki kalite ve kantitenin düşüklüğünü görmemek mümkün değildir. İşte, bu sağlık raporlarında da zaten endişemiz, sıkıntımız buradan kaynaklanmakta. Ben burada, özel hastanelerdeki veya orada çalışan arkadaşlarımı mağdur durumda veyahut da herhangi bir itham altında bulundurmak istemiyorum. Onlar benim meslektaşım, gayet canpare bir şekilde çalışıyorlar. Ekonomilerini gayet tabii ki, ön planda tutacaklardır, ama, bu verilen raporlarda çok yanlışlıklar yapılacağı kanısındayım. Bunların da çok iyi bir denetim ve denetleme altında kalması gerekir.
Şimdi, devamlı olarak, ben bir doktor milletvekili olarak, seçim bölgemden ve etrafından şikâyetler alıyorum. "Sayın vekilim" diyor, "benim bir ilaçla ilgili raporum hazır elimde. Gidiyorum eczaneye, eczaneden ilaçlarımı aldıktan sonra benden 60 milyon lira fark istiyorlar." Neden? Diyor ki, "eczanenin bilgisayarında diyelim ki (A) ilacını yazmış, neden (B) ilacını yazmamış; (B) ilacı 10 lira, yazılan (A) ilacı eğer 30 liraysa, aradaki farkı alıyor." Neden? İlaçta tasarruf. Peki, Sayın Bakanım, lütfen, buradan şimdi size soruyorum. Bugün kaçmadınız, eğer dinliyorsanız beni, eğer dinleme lütfunda bulunuyorsanız, bu belgelerime, bu sözlerime bu kürsüden cevap vermenizi bekliyorum.
Peki, siz, iki üç ay evvel bir genelge gönderdiniz bütün hastanelere, bütün üniversite hastanelerine, devlet hastanelerine, göz hastanelerine, bilhassa göz hastanelerine, ilaçta tasarruftan bahsediyorsunuz. İlaçların isimlerini burada söylemeyeceğim, siz daha iyi biliyorsunuz. "Bu ilacı kullanamazsınız, bu ilacı kullanacaksınız. Eğer bu ilacı yazarsanız, özel, Sağlık Bakanlığından rapor almak, izin almak zorundasınız." diyorsunuz. Şu anda Amerika'da, Avrupa'da ve bütün gelişmiş ülkelerde kullanılan, sarı nokta hastalığında kullanılan bu ilacın maliyeti ne biliyor musunuz arkadaşlar? 50 milyon lira. Eski parayla söylüyorum, 50 milyon lira. Amerika'da, Avrupa'da kullanılıyor. Bu jenerik bir ilaç, yani benzer bir ilaç; o hastalık için icat edilmiş, keşfedilmiş bir ilaç değil, ama ona faydalı geldiği için bütün Amerika, Avrupa tıp mecmualarında "Çok tasarruflu bir ilaç, çok faydalı bir ilaç ve iyi neticeler alıyoruz." diye yayınlıyorlar. Sayın Sağlık bakanı bir genelge gönderiyor, "Bunu kullanamazsınız, bu ilaçları kullanacaksınız." O ilaçlar kaç lira biliyor musunuz? Bir tanesi 1,5 milyar lira.
Sevgili arkadaşlarım, değerli milletvekili arkadaşlarım, sağlıkta tasarruf yapılmalıdır, ilaçta tasarruf yapılmalıdır, ama bu şartlarda, bu şekilde değil. Hemen akla gelecek olan şudur: Acaba, Sağlık Bakanlığının bu firmalarla bir diyaloğu mu var? Hayır, inanın ben bunu söylemiyorum, akla gelen budur ama. Ama, bunu burada kendisinin açıklamasını istiyorum. Neden yaptığını, neden o genelgeleri gönderdiğini, ilaçta tasarrufun ne demek olduğunu size anlatıp aydınlatması lazım, siz de Bakanınızın ne yaptığını, ne işlediğini veyahut da hayranlığınızı veya hayransızlığınızı ortaya koymanız lazım. Sayın Başbakanımız da "En iyi bakanlarımdan biridir." diyor. Evet, insan olarak ben de seviyorum. Hepimiz birbirimizi seviyoruz, birbirimize saygılıyız, ama hizmet konusundaki eksikliklerini görmemezlikten gelmek çok yanlıştır.
Şimdi, Sayın Bakanımızın en büyük eksikliklerinden birisi de, kürsüyle alan farkını ayırt edemiyor. Kürsüde konuşma veyahut da herhangi bir yerde sağlık hizmetlerini anlatırken, güzel bir şey. Ama, alanda bu hizmeti görememek en büyük, eksikliktir ve en büyük bu eksikliği de kabul etmek, bu öz eleştiriyi yapmak da büyüklüktür. Maalesef, her ikisinden de mahrum bir şekilde hizmet verdiği için, hizmetleri yeterli değildir.
Şimdi, buradan, kendisine gene soruyorum. Radyasyonla ilgili olan sıkıntıları halledemeden, radyasyon hakkında kanun tasarısı çıkaramazsınız. Burada, en güzel örneği: Numune Hastanesinde Girişimsel Radyoloji Bölümünü kapatmak zorunda kalmıştır Numune Hastanesi. Ankara'nın merkezinde, bütün Anadolu'ya hizmet veren ve hizmetinde hiç eksikliğini görmediğimiz bu hastanede, maalesef bu bölüm kapatılmıştır. Neden? Tiroit hastaları, doktorlar olarak, çalışan personel ve yardımcı personelde tiroit vakaları artmaya başladı. Tiroit iltihapları, yani guatrın -halkın anlayacağı şekilde söylüyorum- o bölümde arttığını görüyoruz. Peki neden oluyor bu? Radyasyondan tam hâlledilmemiş, radyasyondan arındırılmamış bu bölgenin hizmet vermesinden. Ne yapıldı? Orası kapatıldı.
Şimdi, defalarca söylememe rağmen, Atom Enerjisi Kurumunu da bu konuda uyarmama rağmen, bir radyoloji cihazının düğmesine buradan bastığınızdaki çıkan radyasyonla hastaya varan radyasyon arasında fark var, kalibrasyon farkı var. Bunların tespitini yapacak bir cihazı, bir sistemi yok Bakanlığın, bir arşivi zaten hiç yok.
Defalarca, bana Karadeniz Bölgesi'nden hastalar geldiği zaman, 10 hastanın 8 tanesinin kanser olduğunu, gerek kanser araştırma merkezine gerekse Sağlık Bakanlığına dört buçuk seneden beri söyleye söyleye "ağzımda ot bitti" tabirini kullanmak zorunda kalıyorum. Bir girişimde, bir iyilikte… Bir kanser araştırma merkezinin oluşmasını sağlamamış ve kanser araştırma heyetinin oluşmasını engellemiş, bununla ilgili komisyon çalışmalarımızı kulak ardı etmiş, sadece "Ordu'ya bir kanser araştırma merkezi kurdum" diyerek bir yer tutmuş ve üzerine de "Kanser Merkezi" yazmakla yetinmiş. Lütfen, bu insanların gözlerine baka baka, o bölgedeki insanların, belki seçim bölgesindeki o milletvekili arkadaşlarımızı rahatlatabilirsiniz, ama halkı rahatlatamazsınız.
Mecburi hizmet kuralarında devamlı olarak ben sizi uyardım. "Ne olursunuz, Karadeniz Bölgesi'nde, Samsun'a, Ordu'ya, Giresun'a kanser mütehassısı gönderin, kuralara koyun." diye. Hayır, hiçbir zaman koymadınız ve kalkıp da, evinin karşısındaki hastanesinde hizmet veren doktorları çalıştırdınız. Çok ayıp ettiniz. Ama, bunun ayıbının hesabını, er geç seçim bölgenizde ve halk verecektir. Bakın, seçim bölgenizdeki insanlar da verecektir, bu halk da size bunu hesabını soracaktır.
Burada biz hepimiz, doktor milletvekilleri olarak 25-30 kişiyiz, hizmet veriyoruz. Biz, insanlara aynı mesafedeyiz. Ben bölgeme gittiğim zaman, şahsen, hiçbir zaman yakamda Cumhuriyet Halk Partisi rozetiyle gezmem, milletvekili rozetiyle geziyorum. Neden öyle geziyorum dediğim zaman arkadaşlarıma, çoğu kendi cevap veriyor. Çünkü, ben, insanlarla aynı mesafedeyim, herkes benim için aynı mesafede, aynı eşitlikte, aynı partiden insanlardır, çünkü ben doktorum. Doktor olan insanın diğer milletvekillerinden daha farkı vardır. Biri avukattır, biri eğitmendir, biri tüccardır, bir başka meslektendir, onlar takabilirler. Ama, tıp mensubu bir milletvekili, hiçbir zaman bölgesinde partisinin rozetini değil, milletvekili rozetini takarak gezeriz, çoğu arkadaşlarım da öyle yaparlar. Çünkü, biz insanlara "Sen bana oy verdin, vermedin, ben sana bakmam, bakamam." sözlerini, biz, doktorlar olarak kullanamayız. Biz, okuldan mezun olurken yemin etmişiz bütün insanlara hizmet edeceğimize, paralı-parasız herkese bakacağımıza. Biz, diğer milletvekili arkadaşlarımızdan farklıyızdır. Halk onu için de zaten bizi tercih etmiştir.
Sevgili arkadaşlarım, Sağlık Bakanlığının bu düşüncelerime ve bu görüşlerime, bu kürsüden, bu halkın kürsüsünden cevap vermesini istiyorum. Ama, bu yasayı, hazırlanmış olan, bu "sağlık kurulu raporu"nun, "sağlık raporu" şeklinde değiştirilmesini destekliyor, hepinize saygılar, sevgiler sunuyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Tandoğdu.
ALİM TUNÇ (Uşak) - Kanser mütehassısı hiç duymamıştım.
İ. SAMİ TANDOĞDU (Ordu) - Sen ihtisas yap da gel!
BAŞKAN - Sayın İrfan Yazıcıoğlu…
Sayın İnci Özdemir… Yok.
Sayın Haluk Koç… Yok.
Sayın Ferit Mevlüt Aslanoğlu, buyurun.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tabii, konu sağlık kurulu raporları, ama bir de bununla ilintili, özürlülerle ilgili bir problem var. Bunun tutanaklara geçmesi açısından, demin Sosyal Güvenlik Bakanım buradaydı, olsaydı onun konusu, bir problem var…
SABRİ VARAN (Gümüşhane) - Bakan burada.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) - Sayın Bakanım, özürlülere zannediyorum ayda 50 veya 60 milyon bir maaş veriyoruz. Daha sonra özürlü kontenjanından bunların bazılarına iş bulunmuş -yaklaşık 60 bin kişi Türkiye'de- ama, Özürlüler İdaresi, bu insanların maaşlarını yine göndermiş. Bunlardan hiç kimse maaşa bağlı verilen bir maaş olarak yorumlamamış, bu insanlar bilmiyor. Şimdi, yaklaşık 60 bin özürlüye mektup gitmiş: "Eğer faiziyle beraber, verdiğimiz özürlü maaşlarını iade etmezseniz, hepinizi icraya vereceğiz."
Değerli milletvekilleri, bunlar özürlü. Devlet, sosyal devlet anlayışıyla bunlara bir maaş vermiş veya bir harçlık vermiş. Yani, bunun miktarı zannediyorum ki ya 50 lira veya 60 lira. Şimdi, bir şekilde -bunların belki içinde bilenleri vardır- bir iş bulduğu zaman, yani bir sosyal güvenlik kurumuna bağlı bir yerde çalıştığı zaman, gidip "bu maaşımı kesin" dememişler. Aslında, bunlar, İş Kurumu kanalıyla iş buluyorlar biliyorsunuz, kurumlar bunları İş Kurumundan çağırıyor, İş Kurumu kimlerin özürlü maaşı aldığını biliyor. Devlet olarak, işe yerleştirilen bir kişinin de bir şekilde özürlü maaşını kesmek bizim görevimizdi. Ama, bu insanların banka hesaplarına, özürlülerin banka hesaplarına sürekli gitmiş. Şimdi, bunlara, yaklaşık Türkiye'de 60 bin özürlüye "icraya verilecek" diye mektup gitmiş.
Sayın milletvekilleri, bunlar özürlü. Allah kimseyi elden avuçtan bırakmasın.
ABDULLAH ERDEM CANTİMUR (Kütahya) - Komisyonda görüşüldü biraz önce, onlar hakkında bir yasal düzenleme önümüzdeki hafta gelecek.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) - Teşekkür ediyorum.
Ben bunu… Sayın Milletvekilim, Sayın Cantimur diyor ki: "Biraz önce komisyonda görüşüldü, haftaya böyle bir yasal düzenleme gelecek." Ben, özürlüler adına teşekkür etmekten başka bir şey yapamıyorum.
Hepinize saygılar sunarım. (Alkışlar)
SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKANI CEVDET ERDÖL (Trabzon) - Sayın Başkan…
BAŞKAN - Komisyon adına kürsüden açıklama yapın, buyurun.
Komisyon adına, Trabzon Milletvekili Sayın Cevdet Erdöl, buyurun.
SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKANI CEVDET ERDÖL (Trabzon) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kısa bir açıklama yapma ihtiyacı duydum. Sayın Aslanoğlu'na, bu fırsatı verdiği için teşekkür ediyorum.
Konu, hakikaten özürlü vatandaşlarımızı ilgilendiren bir konu. Bunlardan, öyle veya böyle maaş almakta olanlardan, bu maaşları geri talep ediliyor. Bununla ilgili düzenlemeyi, Hükûmetimizin, Sayın Bakanımızın olumlu görüşleri çerçevesinde biz, bugün görüştüğümüz Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonumuzda, düzeltme yolunda bir madde ekledik. En kısa zamanda, ümit ediyorum ki, sizlerin huzuruna gelir ve kanunlaşır.
NURETTİN SÖZEN (Sivas) - Gelecek dönemde inşallah.
SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKANI CEVDET ERDÖL (Devamla) - İnşallah gelecek hafta içinde düşünüyoruz Sayın Hocam.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Erdöl.
Tasarının maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
1'inci maddeyi okutuyorum:
BAZI KANUNLARDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA
DAİR KANUN TASARISI
MADDE 1- 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 209 uncu maddesinin dördüncü fıkrasında yer alan "sağlık kurulu raporu" ibaresi ile ek 22 nci maddesinde yer alan "resmi sağlık kurulu raporu" ibaresi "sağlık raporu" olarak; 2/9/1971 tarihli ve 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanununun ek 18 inci maddesinde yer alan "sağlık kurulu raporlarının" ibaresi "sağlık raporlarının" olarak; 17/7/1964 tarihli ve 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun ek 25 inci maddesinde yer alan "sağlık kurulu raporu" ibaresi "sağlık raporu" olarak; 8/6/1949 tarihli ve 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanununun geçici 139 uncu maddesinin dördüncü fıkrasında yer alan "resmi sağlık kurulu raporu" ibaresi "sağlık raporu" olarak; 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun 69 uncu maddesinin birinci fıkrasının (d) bendinde yer alan "sağlık kurulu raporu" ibaresi "sağlık raporu" olarak değiştirilmiştir.
BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Samsun Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sayın Haluk Koç, buyurun.
CHP GRUBU ADINA HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan kanun tasarısı hakkında Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına 1'inci maddede söz aldım ve baştan bir özür dileyerek başlamak istiyorum, çünkü kanun maddesiyle ilgili konuşmayacağım, ama sürenin tamamını da kullanmayacağım. Sadece, 22'nci Dönemin yasama faaliyetlerinin son günlerini geçiriyoruz, bu süre içerisinde, dört yıldır gözümüzden kaçan bir haksızlığı dile getirerek, bunun düzeltilmesi için, kalan sürede bir adım atılması talebini, konuyla ilgili olan mağdurlar adına dile getirmeye çalışacağım.
Değerli arkadaşlarım, tümü hakkında söz alan arkadaşlarımız görüşlerini ifade ettiler. Bu konuda çok büyük bir problem olduğunu zannetmiyorum. Ama, esas önemli konu... Bakın, dört yıldır hepimizin gözünden kaçan, bizim kaçmayan, Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun kaçmayan, değişik fırsatlarda bunu ifade eden, açıklamalarımız olan, kanun teklifleriyle konuyu gündeme taşıdığımız bir sorun var, o da İmar Bankası bonozedelerinin durumu.
Değerli arkadaşlarım, Sayın Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı buradalar. Sayın Abdüllatif Şener umarım tutanakları alır ve değerlendirir. Ve daha önce, Sayın Abdüllatif Şener'in, değişik vesilelerle, değişik fırsatlarla bu konuda toplumu önünde verdiği sözleri… 22'nci Dönem bitmeden, madem, daha hâlâ yasama faaliyetine devam etme ısrarı gösteriyoruz, o zaman, bu konunun hâlledilmesi noktasında da bir irade ortaya koymanın bu dönem içerisinde tamamlanmasını ben sizlerle paylaşmak istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, şimdi, Devlet Denetleme Kurulu raporu ile BDDK'nın ve SPK'nın, konuda, suçları ortaya çıktı. Bunlar yargıda belirlendi ve sonuçlandı. Tam sayısını da söyleyeyim: 22.095 kişilik bir bono, devlet iç borçlanma senedi alıp da hakkını kaybeden mağdur var ortada.
Değerli arkadaşlarım, bunların çoğu emekli memur, bunların çoğu emekli olmuş kıdem tazminatı almış işçi, bunların çoğu dar gelirli insanlar. Çok küçük birikimlerle, içlerinde büyük olan olabilir, onu daha önce de dile getirdik, elinizde her türlü yetki var, "nereden buldun, nasıl buldun" onu araştırın, ama, 20 milyarlık, 25 milyarlık, 15 milyarlık, en fazla 30-35 milyarlık birikimleri olan insanlara dört yıldır kan kusturuyoruz. Bunların içinde hastalananlar oldu, bunların içinde intihar edenler oldu, bunların içinde aile düzenleri bozulanlar oldu, bunlar içerisinde, varlık ellerinde varken, küçük de olsa, dışarıya muhtaç olanlar oldu.
Değerli arkadaşlarım, şimdi bir kanun tasarısı Başbakanlıktan sevk edilmiş durumda. Plan ve Bütçe Komisyonu bunu çağırmadı. Biz, Moritanya'yla ilgili uluslararası anlaşmayı burada görüşüyoruz, biz bu dönemde ele alınmasa da olabilecek olan yasa tasarılarını burada görüşüyoruz, ama, bu sistemin hatasından ve bu da yargıyla kanıtlanmış olan, 22.095 mağdurun hakkını burada geri verecek, yargı kararları ortada olmasına rağmen, bir yasama adımı atmıyoruz. Değerli arkadaşlarım, bunu bir an önce gidermek zorundayız.
Sonra, şunu da belirtmek istiyorum: İktidar grubu Sayın Grup Başkan Vekili buradalar. Sunulan tasarı, yargı kararları çerçevesinde, bu insanların maruz kaldığı haksızlığı gidermiyor, yeni haksızlıklar getiriyor. Eğer çıkaracaksak, Plan ve Bütçe Komisyonunda bu görüşülsün. Nasıl ki Anayasa değişiklik tekliflerini, Türkiye Büyük Millet Meclisi teamüllerini bozarak, dışına çıkarak, dayatarak, direnerek, kırk sekiz saatleri hiç göz önüne almayarak, konuşma haklarını dikkate almayarak, ille çıksın, çıkacak, bunun peşindeyiz tavrını, siyasi iradesini gösteriyorsunuz da, 22 bin mağdurun hakkını teslim alması konusunda niye bir siyasi irade göstermiyorsunuz?
Değerli arkadaşlarım, bunun inşallahı maşallahı kalmadı. İnşallahı maşallahı kalmadı, bu insanlar artık tükenme noktasında. Ya bunu yaparsınız… Bu bir tespittir, 22 bin mağdur adına konuşuyorum, bir tane de akrabam yok içlerinde, sadece geldiğim kökenden biliyorum o insanların neler çektiklerini. Onlar için 15 milyar liranın ve onun faiz getirisinin hayatlarında ve yaşamlarını idame ettirmede ne kadar önemli olduğunu biliyorum. Ne kadar önemli olduğunu biliyorum.
Ve bu getirilen yasa tasarısının, Cumhuriyet Halk Partisinin daha önce bu konuda verdiği yasa teklifleriyle birleştirilerek ve düzenlenerek, bir an önce çıkartılıp, önümüzdeki hafta bunun burada görüşülüp, Parlamentonun o şekilde kapanması talebimi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, Plan ve Bütçe Komisyonu Başkanı Sayın Sait Açba'ya seslenmek istiyorum. Sayın Abdüllatif Şener'e, Sayın Başbakan Yardımcısına seslenmek istiyorum: Tutanaklarda verdiğiniz sözler duruyor. Meclis kürsüsünde verdiğiniz sözler duruyor. Cumhuriyet Halk Partili milletvekillerinin size sorduğu sorulara verdiğiniz cevaplar duruyor. Hepsi tutanaklarda. Sanmayın ki unutuldu bunlar. O zaman gereğini yapın. Gereğini yapın ve bu konuda, bu insanların haklı feryatlarına, Türkiye Büyük Millet Meclisi 22'nci Dönemi kapanmadan çare olmak zorundayız.
Konunun dışında konuştuğum için Sayın Başkandan, Sayın Bakandan ve Komisyon Başkanından ve değerli milletvekillerinden özür diliyorum, ama önemli bir konuydu, bunu da, bu arada, bu fırsatta ifade etme fırsatı buldum.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Madde üzerinde bir adet önerge vardır.
Önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 1405 Sıra Sayılı Bazı Kanunların Sağlık Kurulu Raporlarına İlişkin Hükümlerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 1 inci maddesinin sonunda yer alan "sağlık raporu" ibaresinden sonra gelmek üzere aşağıdaki düzenlemenin eklenmesini arz ve teklif ederiz.
|
İrfan Gündüz
|
Recep Garip
|
İnci Özdemir
|
|
İstanbul
|
Adana
|
İstanbul
|
|
M. Necati Çetinkaya
|
Nusret Bayraktar
|
Gülseren Topuz
|
|
Elâzığ
|
İstanbul
|
İstanbul
|
"ve 108 inci maddesindeki "1/1/2007" ibaresi "1/1/2008" olarak; 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun Geçici 91 inci maddesinin yedinci fıkrasında yer alan "31/12/2005" ibaresi "31/12/2007" olarak; 24/7/2003 tarihli ve 4956 sayılı Kanunun 56 ncı maddesinin (d) bendi ile aynı Kanunun geçici 3 üncü maddesinde yer alan "1/1/2005" ibareleri ile 22/1/2004 tarihli ve 5073 sayılı Kanunun 17 nci maddesinde yer alan "1/1/2005" ibaresi "1/1/2008"
BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor mu?
SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKANI CEVDET ERDÖL (Trabzon) - Uygun görüşle takdire bırakıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN - Hükûmet?
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI MURAT BAŞESGİOĞLU (İstanbul) - Katılıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun bazı maddelerinin Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmesi nedeniyle; anılan Kanunun 01/01/2007 olan yürürlük tarihi, 2007 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu ile 01/07/2007 tarihine kadar ertelenmiştir. Ancak, Anayasa Mahkemesinin iptal kararı dikkate alınarak özellikle kamu görevlilerine ilişkin olmak üzere 5510 sayılı Kanunla ilgili yapılacak düzenlemelerin ilgili sosyal tarafların katılımı ile etraflıca değerlendirilebilmesi için 5510 sayılı Kanunun yürürlük tarihinin 01/01/2008 tarihine ertelenmesine ve bu doğrultuda 506, 4956 ve 5073 sayılı Kanunlarda da gerekli ertelemelerin yapılmasına yönelik olarak söz konusu önerge hazırlanmıştır.
BAŞKAN - Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Kabul edilen önerge doğrultusunda 1'inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Saygıdeğer milletvekilleri, yeni madde ihdasına dair bir önerge vardır. Malumları olduğu üzere, görüşülmekte olan tasarı veya teklife konu kanunun komisyon metninde bulunmayan, ancak tasarı veya teklif ile çok yakın ilgisi bulunan bir maddesinin değiştirilmesini isteyen ve komisyonun salt çoğunlukla katıldığı önergeler üzerinde yeni bir madde olarak görüşme açılacağı, İç Tüzük'ün 87'nci maddesinin dördüncü fıkrası hükmüdür.
Bu nedenle, önergeyi okutup, Komisyona soracağım. Komisyon önergeye salt çoğunlukla -13 üyesiyle- katılırsa, önerge üzerinde yeni bir madde olarak görüşme açacağım. Komisyonun salt çoğunlukla katılmaması hâlinde ise önergeyi işlemden kaldıracağım.
Şimdi, önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 1405 Sıra Sayılı Bazı Kanunların Sağlık Kurulu Raporlarına İlişkin Hükümlerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısına aşağıdaki düzenlemenin 2 nci madde olarak eklenmesini ve müteakip maddelerin teselsül ettirilmesini arz ve teklif ederiz.
|
İrfan Gündüz
|
İnci Özdemir
|
M. Necati Çetinkaya
|
|
İstanbul
|
İstanbul
|
Elâzığ
|
|
Gülseren Topuz
|
Nusret Bayraktar
|
|
|
İstanbul
|
İstanbul
|
|
"Madde 2- 17/7/1964 tarihli ve 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 140 ıncı maddesinin dördüncü ve beşinci fıkraları aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"İdari para cezaları ilgiliye tebliğ edilmekle tahakkuk eder ve tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde Kuruma ödenir veya aynı süre içinde Kurumun ilgili ünitesine itiraz edilebilir. İtiraz takibi durdurur. Kurumca itirazı reddedilenler, kararın kendilerine tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde yetkili idare mahkemesine başvurabilirler. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması hâlinde idari para cezası kesinleşir. Mahkemeye başvurulması cezanın takip ve tahsilini durdurmaz. Tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde Kuruma ödenmeyen idari para cezaları, bu Kanunun 80 inci maddesi hükmü gereğince hesaplanacak gecikme cezası ve gecikme zammıyla birlikte tahsil edilir. İdari para cezalarının, Kuruma itiraz ve yargı yoluna başvurulmaksızın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde ödenmesi hâlinde, bunun dörtte üçü tahsil edilir. Peşin ödeme, idari para cezalarına karşı Kuruma itiraz etme veya yargı yoluna başvurma hakkını etkilemez. Ancak, Kurumca itirazın reddedilmesi veya mahkemece Kurum lehine karar verilmesi hâlinde, daha önce tahsil edilmemiş olan dörttebirlik ceza tutarı 80 inci madde hükmü de dikkate alınarak tahsil edilir."
"Fiilin işlendiği günden itibaren beş yıl içinde tebliğ edilemeyen idari para cezaları zamanaşımına uğrar. İdari para cezaları hakkında bu Kanunda hüküm bulunmayan hâllerde 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu hükümleri uygulanır."
BAŞKAN - Sayın Komisyon, önergeye salt çoğunlukla katılıyor musunuz?
SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKANI CEVDET ERDÖL (Trabzon) - Katılıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, komisyon önergeye salt çoğunlukla katılmış olduğundan önerge üzerinde yeni bir madde olarak görüşme açıyorum.
Bu önerge üzerinde söz talebi olan arkadaşımız var mı? Yok.
Evet, önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Önerge, 2'nci madde olarak eklenmiş oluyor böylece.
Sayın milletvekilleri, yeni madde ihdasına dair bir diğer önerge vardır. Malumunuz olduğu üzere, görüşülmekte olan tasarı veya teklife konu kanunun komisyon metninde bulunmayan, ancak, tasarı veya teklifle çok yakın ilgisi bulunan bir maddesinin değiştirilmesini isteyen ve komisyonun salt çoğunlukla katıldığı önergeler üzerinde yeni bir madde olarak görüşme açılacağı, biraz önce ifade ettiğim gibi, İç Tüzük'ün 87'nci maddesinin dördüncü fıkrası hükmüdür. Bu nedenle, önergeyi okutup komisyona sunacağım. Komisyon salt çoğunlukla katılırsa önerge üzerinde yeni bir madde olarak görüşme açacağım. Komisyonun salt çoğunlukla katılmaması halinde ise önergeyi işlemden kaldıracağım.
Şimdi önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 1405 Sıra Sayılı Bazı Kanunların Sağlık Kurulu Raporlarına İlişkin Hükümlerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısına aşağıdaki düzenlemenin 3 üncü madde olarak eklenmesini ve müteakip maddelerin teselsül ettirilmesini arz ve teklif ederiz.
|
İrfan Gündüz
|
İnci Özdemir
|
Recep Garip
|
|
İstanbul
|
İstanbul
|
Adana
|
|
M. Necati Çetinkaya
|
Nusret Bayraktar
|
Gülseren Topuz
|
|
Elâzığ
|
İstanbul
|
İstanbul
|
Madde 3- (1) 2/9/1971 tarihli ve 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal sigortalar Kurumu Kanununun 36 ncı maddesinin üçüncü ve dördüncü fıkraları ile 50 nci maddesinin ikinci cümlesi hükmü ve 17/10/1983 tarihli ve 2926 sayılı Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanununun 33 üncü maddesinin birinci fıkrası hükmü 2007 yılı için uygulanmaz.
(2) 2926 sayılı Kanuna tabi sigortalılardan, 2007 yılında aynı Kanunun 33 üncü maddesine göre belirlenen gelir basamaklarından ilk altı basamakta bulunanlardan altıncı basamak gösterge tutarının, yedi ve daha yukarı basamaklarda bulunanlardan ise bulundukları basamak gösterge tutarının % 20'si oranında sağlık sigortası primi tahsil edilir.
(3) 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkarlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanununun Geçici 27 nci maddesinde geçen "Bu Kanun ve 2926 sayılı Kanuna göre kayıt ve tescilleri yapılmış olan" ibaresi "Bu Kanun ve 2926 sayılı Kanuna göre kayıt ve tescilleri yapılan" olarak ve aynı maddede geçen "31/12/2006" ibareleri "31/12/2007" olarak değiştirilmiştir.
BAŞKAN - Sayın Komisyon, salt çoğunlukla önergeye katılıyor musunuz?
SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKANI CEVDET ERDÖL (Trabzon) - Katılıyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Komisyon önergeye salt çoğunlukla katılmış olduğundan önerge üzerinde yeni bir madde olarak görüşme açıyorum.
Söz talebi? Yok.
Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir ve bu önerge tasarıya 3'üncü madde olarak eklenmiştir.
Eski 2'yi 4'üncü madde olarak okutuyorum:
MADDE 4- Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN - Madde üzerinde, Anavatan Partisi Grubu adına, Ankara Milletvekili Muzaffer Kurtulmuşoğlu.
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU ADINA MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU (Ankara) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; sözlerime başlamadan evvel hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Dört buçuk sene burada ne dedik? Gelin, yasaları günübirlik çıkarmayalım, yasaları çıkarırken muhalefetin, iktidarın birlikte konsensüsünü alalım, birlikte görüşlerini alarak çıkaralım dedik. Şimdi hemen bir madde eklendi ve bu maddeye de, ben, komisyon üyesi olarak kalktım, orada oturdum, evet dedim. Niye biz ileriyi göremiyoruz hiç? Hep niye önümüzü, böyle bir metre uzağını göremiyoruz? Siyaset demek illa benim dediğim doğrudur demek değil ki.
Sevgili arkadaşlarım, buna "evet" dedim, bundan evvelkine de "evet" diyorum, yani çıkacak yasaya da "evet" diyorum, çıktığı için de teşekkür ediyorum, ama, bir şey içimde yanıyor, onu söyleyeceğim. Anlaşsaydık da… 550 milletvekili bir Cumhurbaşkanını seçemedik be bu Mecliste. Bunun bizim için çok mu şık olduğunu zannediyorsunuz? Niye seçemedik?
AHMET YENİ (Samsun) - Kaçtınız!
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU (Devamla) - Kusura bakmayın iktidar, biraz bu sizin çok bilmenizden diyorum. Onun karşıtını bilirsiniz. Ne olur idi?
Şimdi, iki senedir biz söyledik. Her yedi sene sonra Cumhurbaşkanlığı tartışması oluyor, bunun olmaması için gelin Cumhurbaşkanını halka seçtirelim dedik, ama hiç dinlemediniz, hiç umursamadınız. Ta ne zamana kadar? Meclis dağılırken ve iş işten geçtikten sonra buraya Anayasa değişikliği getirdiniz ve bu Anayasa değişikliğine de biz "evet" diyoruz. Ama, sevgili arkadaşlarım, cumhurun başını cumhur seçsin, halk seçsin dediğimizde, onun da bugün altyapısını hazırlayalım, ondan sonra seçsin dedik. Ne yaptınız? İşte genel sağlık sigortası gibi koşarak getirdiniz. Genel sağlık sigortasının ertelenmesiyle bu maddeyi buraya ekliyoruz şimdi.
Ee -çok bilen hukukçu arkadaşlarım kusura bakmasınlar- demek ki yasalarda konsensüsün aranmasında yarar var. Bir şey yaparken bilene sormak lazım, bilene sormak lazım. Kavga etmek kolay. Kavgayı edersiniz, ama, eğer bir düşünceniz var ise, kafanızda bir düşünce oluşuyorsa, kavgayı edersiniz bir saniye, bir saniye sonra da pişman olursunuz. Pişman olmamak için ve Türkiye'yi iyi yönetmek için, muhalefetiyle iktidarıyla birlikte olmakta yarar var olduğunu dört buçuk senedir söylüyorum.
Gelirim gelmem. Gelirsem bu Meclisi yine geldiğim günden itibaren muhalefetin de… Ben iktidarda olsam, ilk önce muhalefete gideceğim, buradan söz veriyorum, onun görgüsünü bilgisini alacağım.
AHMET YENİ (Samsun) - Muhalefet nerede? CHP mi?
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU (Devamla) - Canım siz buradan oraya geçeceksiniz, ne değişir? Ben burada durayım iktidardayken dedim, ama, dediler ki, böyle oluyor, bu tarafta oluyormuş iktidar. Biz buraya geçince, siz buraya geçeceksiniz. Ben, yine size gelir…
İBRAHİM KÖŞDERE (Çanakkale) - İnanıyor musunuz?
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU (Devamla) - Akıl almak güzel şeydir, öğrenmek güzel şeydir. Ben, öğrenmek için, nerede bilgi varsa oraya giderim, oradan alırım. Kavga etmek kolaydır. Beni konuşturmayın. 354 kişiyle burada Cumhurbaşkanını seçemediniz. Böyle şey olur mu, böyle bir şey olur mu?
İBRAHİM KÖŞDERE (Çanakkale) - Kaçtınız! Kaçtınız!
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU (Devamla) - Ondan sonra 367 diye tutturur, 367'yi burada tamamlayacak aşağı yukarı geri kalan milletvekili buradaydı.
İBRAHİM KÖŞDERE (Çanakkale) - Muzaffer Bey, yan çizdiniz, yan çizdiniz.
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU (Devamla) - Neden anlaşmadınız? Neden birini getirmediniz?
AHMET YENİ (Samsun) - Kaçtınız.
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU (Devamla) - Şimdi, söylüyorum: Bakın…
İBRAHİM KÖŞDERE (Çanakkale) - Kaçtınız.
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU (Devamla) - Anayasa değişikliğini getirdiniz, biz de burada...
Biz size şey olacak hâlimiz yok, öyle alet olacak hâlimiz yok. Ben ne biliyorsam onu yaparım, bildiğim doğru neyse onu yaparım. Hiç kimseye de… Akıl öğrenirim de, ne bildiğimi, neyi biliyorsam, bana tesir edecek bir Allah'ın kulu yoktur. Doğru bir tanedir, üç tane doğru yoktur.
FAHRİ KESKİN (Eskişehir) - Meclise gelip oy kullansaydınız.
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU (Devamla) - Şimdi, Anayasa değişikliğini getirdiniz, iki gündür burada oylama yapıldı. Dün -aşağı yukarı 353, 354 tane milletvekiliniz var, 18 de bizim vardı, 371 eder- neden 351'de kaldı? Demek ki, siz kendiniz istemiyorsunuz Anayasa'nın değişmesini.
İBRAHİM KÖŞDERE (Çanakkale) - Siz gelmediniz.
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU (Devamla) - Yarınki oylamada hepinizi göreceğim. Ben 18 milletvekiliyle, Genel Başkanıyla burada olacağım, oy vereceğim, siz de göreceksiniz, ama sizi göreceğim!
ABDULLAH ERDEM CANTİMUR (Kütahya) - Niye 18 de 20 değil?
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU (Devamla) - Onun için, günlük yapmayın. Günlük siyaset olmaz. Son zamana getirdiniz. Şimdi hâlen tutuyorsunuz "Anavatan Partisinde fire var…" "Gözünüz kör olmaya." der adam adama, "İnsafınız kurusun." derler adama, çünkü, biz, benim arkadaşlarıma, burada, göstererek oy verilmez diye söyledim. Orada oyu saydım, ama, Salih Kapusuz, sevgili kardeşim, "6 tane mazeretli var." dedi. Ee, gerisi nerede? Gerisi nerede? Yarın -eğer sahip çıkıyorsanız- 353 tane milletvekilini burada istiyorum. Ben kendi grubumu burada tutacağım, burada olacaklar.
İBRAHİM KÖŞDERE (Çanakkale) - Genel Başkan dâhil.
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU (Devamla) - Sözünüzde durunuz! Sözünüzde durunuz!
İşte, yasaları da yaparken böyle yapıyorsunuz, eksik yapıyorsunuz, her tarafınız eksik, ama ne yapalım, bu eksikleri, inşallah, 2008 yılında, biz bunları tamamlayacağız. Sizler böyle gülmeye devam ediniz. Şairin söylediği lafı hep söylüyorum, yine söylüyorum: "Çok güvendiniz kendinize."
FAHRİ KESKİN (Eskişehir) - Kaçtınız… Kaçtınız…
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU (Devamla) - Böyle mağrur olmayınız. Güçlü adam mağrur olmaz, güçlü adam mütevazı olur, güzel olur, hoşgörülü olur. O hoşgörüyü siz… 454 tane milletvekilinin çoğunluğunu elinizde tutmanıza rağmen hoşgörülü olamadınız sevgili arkadaşlarım.
ABDULLAH ERDEM CANTİMUR (Kütahya) - 454 dedin bak!
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU (Devamla) - Olamadınız da ben ne yapayım! Ama, zararın neresinden dönerseniz dönünüz, hoşgörülü olmak, insanı sevmek, insanca düşünebilmek, o insanları kucaklayabilmek, kendinden başkasının da aklı olduğunu, kendinden başka bir insanın da fikri olduğunu bilebilmek, onu anlayabilmek arifliktir, onu anlamak büyüklüktür, onu anlamak güzelliktir, insanlıktır, ama yapamadınız. Şimdi, Anayasa'yı da son zamanda getirdiniz, çıkmaması için uğraşıyorsunuz, ama biz sözümüzde duruyoruz, çıkması için uğraş veriyoruz.
FAHRİ KESKİN (Eskişehir) - Meclise girmediniz, kaçtınız!
MUZAFFER R. KURTULMUŞOĞLU (Devamla) - Yarın hepinizi burada istiyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum, hoşça kalın. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Madde üzerinde bir adet önerge vardır.
Önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 1405 Sıra Sayılı Bazı Kanunların Sağlık Kurulu Raporlarına İlişkin Hükümlerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının yürürlük maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Madde 4 - Bu Kanunun 3 üncü maddesinin birinci ve ikinci fıkraları 18.4.2007 tarihinden geçerli olmak üzere yayımı tarihinde, diğer hükümleri yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
|
İrfan Gündüz
|
Alaettin Güven
|
Hamit Taşcı
|
|
İstanbul
|
Kütahya
|
Ordu
|
|
Mustafa Nuri Akbulut
|
Nusret Bayraktar
|
Mehmet Güner
|
|
Erzurum
|
İstanbul
|
Bolu
|
BAŞKAN - Komisyon önergeye katılıyor mu?
SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKANI CEVDET ERDÖL (Trabzon) - Uygun görüşle takdire bırakıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN - Hükûmet?
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI MURAT BAŞESGİOĞLU (İstanbul) - Katılıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN - Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Söz konusu düzenlemeler 5565 sayılı 2007 yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanununda düzenlenmiştir. Ancak Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiştir. Bu nedenle, aradaki boşluğun giderilmesi amacıyla düzenleme yapılmıştır.
BAŞKAN - Önergeyi oylarınıza arz ediyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…Kabul edilmiştir.
Kabul edilen önerge doğrultusunda, 4'üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
3'üncü maddeyi, 5'inci madde olarak okutuyorum:
MADDE 5- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKANI CEVDET ERDÖL (Trabzon) - Sayın Başkan…
BAŞKAN - Açıklama mı yapacaksınız?
SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKANI CEVDET ERDÖL (Trabzon) - Açıklama yapacaktım Sayın Başkanım.
BAŞKAN - Buyurun.
SAĞLIK, AİLE, ÇALIŞMA VE SOSYAL İŞLER KOMİSYONU BAŞKANI CEVDET ERDÖL (Trabzon) - 1'inci maddede, bir önergede, okunmayan bir kısım oldu. Onunla ilgili bir…
Tamam, vazgeçtik Sayın Başkanım, devam ediyoruz.
BAŞKAN - 5'inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, tasarının tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Tasarı kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır, milletimiz için ve Bakanlığımız için hayırlı olmasını diliyorum.
Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, 7'nci sırada yer alan, Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarıları ve Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ile Plan ve Bütçe Komisyonları Raporlarının görüşmelerine başlayacağız.
7.- Yükseköğretim Kurumları Teşkilâtı Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarıları ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ile Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/1269, 1/1248) (S. Sayısı: 1322)
BAŞKAN - Komisyon?..
Birleşime, beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati : 16.16
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 16.26
BAŞKAN: Başkan Vekili Nevzat PAKDİL
KÂTİP ÜYELER: Ahmet Gökhan SARIÇAM (Kırklareli), Yaşar TÜZÜN (Bilecik)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 104'üncü Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.
7'nci sırada yer alan Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarıları ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ile Plan ve Bütçe Komisyonları raporlarının görüşmelerine başlayacağız.
7.- Yükseköğretim Kurumları Teşkilâtı Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarıları ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ile Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/1269, 1/1248) (S. Sayısı: 1322) (x)
BAŞKAN - Komisyon ve Hükûmet? Yerinde.
Komisyon Raporu 1322 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Tasarının tümü üzerinde, AK Parti Grubu adına, İstanbul Milletvekili Alaattin Büyükkaya.
Sayın Büyükkaya, buyurun efendim.
AK PARTİ GRUBU ADINA ALAATTİN BÜYÜKKAYA (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı üzerinde AK Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum. Konuşmama başlamadan önce yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Bilindiği gibi, Anayasa'mızın 130'uncu maddesinde "Kanunda gösterilen usul ve esaslara göre, kazanç amacına yönelik olmamak şartı ile vakıflar tarafından, Devletin gözetim ve denetimine tabi yükseköğretim kurumları kurulabilir" denmektedir. Dolayısıyla, 2547 sayılı Kanun'da vakıfların hangi şartlarla üniversite kurabilecekleri de açıklanmıştır. Bu hükme uygun olarak, 16'sı İstanbul'da olmak üzere ülkemizde 25 tane vakıf üniversitesi kurulmuştur. 7 tanesi İstanbul'da olmak üzere 68 tane de devlet üniversitesi ülkemizde faaliyet göstermektedir. Dolayısıyla, toplam 93 üniversiteyle yükseköğrenim hizmeti verilmektedir.
Gene bildiğiniz gibi, her yıl 1,5 milyondan fazla gencimiz yükseköğrenim görmek için üniversiteye başvurmaktadır, ancak, bunların sadece yüzde 5'i üniversiteye girebilme hakkı elde edebilmektedirler, gerisi bu hakkını maalesef bugünkü düzende kullanamamaktadır. Dolayısıyla, devletin yükünü de zayıflatacak vakıf üniversitelerinin önemi açıkça ortaya çıkmaktadır. Keşke, vakıf üniversiteleri dışında daha farklı, daha çok üniversite kurulabilseydi.
Bugün, yükseköğrenim kurumlarında okuyan öğrencilerimizin yüzde 95,4'ü devlet üniversitelerinde, sadece yüzde 4,6'sı vakıf üniversitelerinde okumaktadır. Bu oran ülkemiz açısından son derece düşüktür ve yükü devlet taşımaktadır. Mesela -bazı örnekler vermek istiyorum- Japonya'da vakıf üniversitelerinin payı toplam öğrenim kurumları içerisinde yüzde 81'dir. Kore'de yüzde 74, Amerika Birleşik Devletleri'nde yüzde 26, en düşük olanlarda bile, İsviçre'de yüzde 10 civarındadır. Avrupa'nın hiçbir ülkesinde yüzde 10'un altında değildir. Dolayısıyla, bu alanda yapılacak her yatırım, her girişim, her konulacak taş, ülkemizin gençlerinin aydınlanması bakımından büyük önem taşımaktadır. Dolayısıyla, biz bu girişimleri Hükûmet olarak ve AK Parti Grubu olarak destekliyoruz ve bu tip vakıf üniversitesi kuracak herkese de şimdiden teşekkür ediyoruz. Allah kendilerinden razı olsun. Çünkü, bu ülkenin aydınlık kafalara ihtiyacı var, aydınlık insanlara ihtiyacı var, okumuş insanlara ihtiyacı var. Bu yönde gayret gösteren herkes başımızın üstündedir.
(x) 1322 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
Ülkemizin jeopolitik yapısına baktığımız zaman, biz bu alanda hizmetlerimizi çoğalttığımızda sadece Türk kültürünün yayılması değil, Türkiye'nin tanıtılması değil, ayrıca, yükseköğrenimden de ülkemizin ekonomik olarak da çok büyük bir kazanç elde etmesi mümkündür. Dolayısıyla, bu konuda da çok büyük imkânlara sahip olduğumuzu da söylemeliyim. Ancak, maalesef, bugün her yıl 70 binden fazla gencimiz yurt dışında okumaktadır, yurt dışına öğrenim görmek için gitmektedir ve milyonlarca dolar paramız da, bu alanda yurt içinde yeni öğrenim kurmak için harcanacak paralar yurt dışındaki başka kurumlara aktarılmaktadır. Bunun da bir gerçek olduğunu söylemeliyim. Bir hesaba göre, yıllık harcanan para yaklaşık 2,5 milyar dolardır ve bu bizim insanımızın cebinden çıkmaktadır. Bunu hiçbir zaman için unutmamalıyız.
Yükseköğrenim tabii ki pahalı bir öğrenim safhasıdır. Ucuz bir öğrenim safhası değildir yükseköğrenim. Dolayısıyla, bu alanda biz, vakıf üniversitelerinin önünü açmadıkça ve hatta vakıf üniversiteleri, Anayasa'mızda hüküm olduğu için, onun dışında girişimcilerin üniversite kurabilmeleri mümkün değildir, ancak bunları hiç olmazsa teşvik ederek, devletin yükünün mutlaka azaltılması lazım.
Bakın, vakıf üniversiteleri, 1986 yılında 426 öğrenciyle başlamışlar, öğrenime başladıkları sayı 426 öğrenci, bugün 108 bin öğrenci vakıf üniversitelerinde okumaktadır. 426-108 bin! Bu alanda sağlanan gelişme, unutmayalım ki 108 bin gencimiz aydınlık bir dünya için kapı açmıştır ve bu sayede birçok insanımızın hem eğitimde hem dünyasında hem de geleceğinde önemli mesafe sağlamasını da bu üniversiteler kanalıyla yürütmekteyiz.
İşte, bu tasarıyla -şu anda Plan ve Bütçe Komisyonundan geçen tasarıyla- Hüsnü Özyeğin Vakfı bir üniversite kurmaktadır İstanbul'da, "Özyeğin Üniversitesi" adı altında. Anadolu Eğitim ve Kültür Vakfı tarafından da, İstanbul'da, gene "İstanbul Aydın Üniversitesi", Acıbadem Eğitim ve Sağlık Vakfı tarafından, İstanbul'da "Acıbadem Üniversitesi", Doğanata Eğitim ve Kültür Vakfı tarafından, İzmir'de "İzmir Üniversitesi" ve Kemal Gözükara Eğitim ve Kültür Vakfı tarafından da, İstanbul'da "İstanbul Arel Üniversitesi"nin kurulması kararlaştırılacaktır inşallah. Komisyonumuzdan geçmiştir, şimdi yüce Meclisimizin kararına gelmiştir ve bu konuda Meclisimizin sağlayacağı, sayın üyelerin verecekleri oylarla buna destek olmaları, bu üniversiteler sayesinde binlerce öğrencimizin tekrar imkân kazanmasının da yolu açılmış olacaktır.
Bütün bu vakıf sahiplerine, bu paralarını… Çünkü vakıf bir amaca dönüktür ve kâr amacı gütmeden gençlerin okuması için bu paranın tahsis edilmesi gerçekten alkışlanacak bir durumdur. Dolayısıyla şimdiden hayırlı, uğurlu olmasını diliyorum.
Ve daha önce de belirttiğim gibi biz AK Parti olarak yükseköğrenimin yaygınlaştırılmasına da ayrı bir önem veriyoruz. Şu anda Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülüyor on yedi tane yeni üniversitenin daha kurulması için. İnşallah bugün onun Plan ve Bütçede kararı alınacak. Böylece ülkemizde sadece dokuz ilimiz hariç her ilimizin üniversitesi olacaktır. Bu çok önemli bir gelişme. Üniversite bir şehirde kuruldu mu o şehrin kültür hayatı da, ekonomisi de, insanların düşünce yapısı da, her şeyi de daha aydınlık hâle geliyor.
Ve denebilir: "Efendim, bunlar lise gibi mi oluyor?" Hayır. Her atılan tohum mutlaka yeşeriyor ve yeşerdiği için de daha sonra binlerce öğretim üyesi, binlerce insanımız daha kaliteli eğitim alıyor. Bir şeyi kurmadan geliştirmek mümkün mü? Yolu açmadan asfaltlamak mümkün mü? Dolayısıyla buraya yapılan, kurulan her üniversite bir müddet sonra diğerini destekleyen bir üniversite hâline dönüşecektir.
Ve biz bütçeden de Hükûmet olarak daima üniversitelerimizi destekledik. Bakın 2002 yılında bütçeden üniversitelerimize ayrılan pay sadece 2,69 iken, 2006 yılında 3,35. Bu sene de bunun üzerinde. 2007 yılında daha büyük bir rakam ayrıldı. Dolayısıyla burada biz sözde değil esasta da onları desteklemeye özen gösterdik.
Ayrıca, üniversitelerin 2006 yılındaki ar-ge çalışmalarına yapılan bütçedeki katkı yüzde 153 oranında artırılmıştır.
Gene, ayrıca söylemeliyim ki, 2000-2001 eğitim yılında öğretim üyesi sayısı bu ülkede 63 binken, 2006 sonunda 74 bine ulaşmıştır. Vakıf üniversitelerinde ise, aynı dönemde 3.700 iken, 2006 sonunda 7.900 öğretim üyesi olmuştur. Bunlar, kurulmadan mümkün mü? Hayır, asla mümkün değil. Dolayısıyla, bu adımlar hep atılmıştır.
Biz, yükseköğrenimi, her safhasında destekledik. Bakın, 2001 eğitim yılında 390 bin öğrenciye aylık 30 YTL kredi verilirken, eğitim yardımı yapılırken, biz, bunu 600 bin öğrenciye çıkardık ve 150 YTL'ye yükselttik. Hangi safhasından tutarsanız tutun, enflasyonu -ki, beş yıllık dönemde yüzde 50'yi bile bulmadı- buna vurduğumuz zaman, yapılan artış açıkça görülmektedir.
Gene, yükseköğrenim yurtlarının kapasitesi de artırılmıştır, fiziki durumları da iyileştirilmiştir. Odalarda kalacak insan sayısı, televizyondan buzdolabına kadar her türlü modern araçlarla geliştirilmiştir. Böylece, okuyan öğrencilerimizin insan gibi yaşamaları, insan gibi bir eğitim görmelerinin yolu da açılmıştır.
Bakın, hep söylüyorum, şekil, söz bir şeyi ifade etmiyor. Mesela, 2001 yılında TÜBİTAK'a hazineden yapılan yardım sadece 64 milyon dolarken, 2006 yılında 577 milyon dolar olmuştur. Bu, bizim, eğitime, araştırmaya verdiğimiz önem değildir de nedir?
Bunları niçin söylüyorum? Çünkü, üniversiteler, bir toplumun her alanda öncüleri ve yol göstergeleridir. Üniversiteler olmadan bilimsel kalkınma olamaz, kültürel kalkınma olamaz, ekonomik kalkınma olamaz, hukuk devleti standartları asla oluşturulamaz ve bunların sıkıntılarını da yaşamıyor muyuz? Onun için, demokratik bir toplum olacaksak, demokratik, sosyal, hukuk devleti olacaksak, kültürümüzle övüneceksek, üniversitelerin önünü mutlaka açmalıyız ve bu toplumla barışık üniversiteler kurmalıyız. Bu toplumun kültürüyle, inancıyla, değerleriyle barışık üniversiteler kurmalıyız. Bunları yapmadan, son zamanlarda çok moda olduğu için söylüyorum, şekle değil, öze önem vermeden üniversiteler kuruyorsak ne manası var? Hep şekli konuşan, ama, özü unutmuş üniversitelerden ne bekleyebiliriz? Eğer, biz, sadece, kişilerin kafasının üstündekiyle, giyimiyle uğraşıyorsak, sadece buysa bütün derdimiz, kafasının içini aydınlatmayı düşünmüyorsak, kafasının üstüne ne koyarsak koyalım, o, karanlık kalmaya mahkûmdur. Onun için, kısaca, sözde değil, özde üniversite kurmak zorundayız ve bu konu da, sadece Hükûmetimize düşmüyor. Unutmayın ki, Yükseköğrenim Kurumu, YÖK de bunun için… Sözde değil, özde üniversite olsun diye bu YÖK kuruldu. Dolayısıyla, bizim attığımız bu adımları, bu Parlamentonun, bu Hükûmetin attığı adımları, YÖK, taçlandırmalıdır. Kısır çekişmeler yerine, şekle yenik bir anlayış yerine öze dönmelidir, aydınlık insanların yetişmesi için, bu üniversiteleri, mutlaka, Türkiye Cumhuriyeti'nin ilkelerine uygun, ama, aydınlık kafalarla yönetmenin yolunu açmalıdır ve korku üzerine siyaset yerine, insanları rahatlatan, herkesi daha rahat düşünmeye sevk eden bir anlayışa, demokratik toplumun yapısına uygun insanlar hâline getirmek için uğraşmalıyız. Yoksa, unutmayın ki, biz, üç günlük devlet değiliz. Devlet geleneğimizde… Bakın, bu sene, devletimizin aslında 936'ncı yılını kutluyoruz. 1071'de bu devlet kuruldu. Selçuklu hanedanı idare etti, Osmanlı hanedanı idare etti, Atatürk'ün en büyük devrimi, hanedanlıklardan bizim seçtiklerimizle idare olacak cumhuriyeti kurdu. Bu manada, tarih bütünlüğü içerisinde baktığımız zaman 936'ncı yılını kutluyoruz devletimizin.
Bu kadar büyük bir devlet geleneğine sahip bir ülkede, unutmayalım, biz, üniversitelerimizi, o dönemdeki adı ne olursa olsun bu eğitim kurumlarımızı hep el üstünde tuttuk, hukuku hep üstün tuttuk ve bu sayede bu devlet 936 yıldır ayakta kaldı. Onun için, artık, başındakine değil, içindekine bakan üniversitelere ihtiyacımız var. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Hayırlı, uğurlu olmasını diliyorum. Teşekkür ediyorum.
İnşallah bunların sayısı artar.
Saygıyla selamlarım yüce heyetinizi. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Anavatan Partisi Grubu adına, Erzurum Milletvekili İbrahim Özdoğan, buyurun.
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU ADINA İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; görüşülmekte olan 1322 sıra sayılı Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarıları üzerinde Anavatan Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, hangi ülkede olursa olsun o ülkenin insanları, vatandaşları, devleti, milleti yönetmek, idare etmek için belirli süreler verirler. O süre bitiminde eğer gerekli işleri yapmazlarsa hükûmetler, o siyasi partiler hükûmetten tasfiye edilirler. İşte, AK Parti Hükûmetinin durumuna baktığımız zaman, AK Partinin durumu aynen böyledir. Bunu nereden anlıyoruz? Sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, seçim meydanlarında "Üçüncü senenin sonunda cebinize yavaş yavaş bir şeylerin gireceğini göreceksiniz." demişti. Yani, aslında, üç yıllık bir süre istemişti. Fakat, üçüncü sene bitti, uzatmalar da bitti, geldiğiniz süre itibarıyla, durum, fiyaskoyla neticelendi. Dolayısıyla, bundan sonra aziz milletimizin AK Partiye bir daha 75 milyonluk Türkiye Cumhuriyeti devletini yönetmek için fırsat vermesi mümkün değildir.
Değerli arkadaşlar, Erzurumlu Naim Hoca hakikaten 20'nci asrın Nasreddin Hoca versiyonudur. Bakın, bununla alakalı olarak, Erzurumlu Naim Hoca'dan bir fıkra anlatmak istiyorum. Tabii ki, Erzurumlu Naim Hoca'nın anlattığı şeyler gerçek, yani, yaşanmış hadiseler. Naim Hoca entelektüel bir insandır. Yani, Erzurum'a gelen valiyle tanışır, emniyet müdürüyle tanışır, bütün devlet ricaliyle tanışır ve onlarla oturur kalkar, hep birlikte olurlar. Bir gün Naim Hoca maça gider, Erzurumsporun maçına gider ve Erzurumspor taraftarları Naim Hoca'ya derler ki: "Hocam, dua et de Erzurumspor yenilmesin."
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) - Küme düşmesin, aman ha!
AHMET RIZA ACAR (Aydın) - Oynamasını bilmeyen yenilsin.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla) - Ve Naim Hoca şöyle sorar: "Evladım, bu maçın süresi ne kadardır?" der. Der ki: "Hocam, doksan dakikadır." ve dua eder Naim Hoca. Doksan dakika biter, Erzurumspor 0-0 berabere kalır ve uzatmalar oynanır. Uzatma neticesinde de Erzurumspor gol yer, yenilir ve Erzurumspor taraftarları Naim Hoca'ya döner, derler ki: "Hocam, dua ettiniz,
Değerli arkadaşlar, bu anekdotu anlattıktan sonra, bu yasa tasarısı üzerindeki görüşlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.
AHMET YENİ (
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla) - Anavatan Partisi Grubu adına ve dolayısıyla, büyük bir güç olarak gelmekte olan Demokrat Partinin sesini buradan, bayrağını buradan dalgalandırmak üzere.
AHMET YENİ (
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla) - Haksızlık yapma Ahmet Yeni kardeşim, haksızlık yapma!
Değerli arkadaşlar, üzerinde tartıştığımız kanun tasarıları, üniversiteleri bitirme ve birer yüksek meslek lisesine dönüştürme yasa tasarısından başka bir şey değildir. Bizler, Anavatan Partisi Grubu olarak, kaliteli üniversite istiyoruz değerli arkadaşlar. Bu tasarılar AK Parti Hükûmetinin üniversite olgusunu yok etme çabalarının bir devamı ve bilimi Unakıtan usulü ticarileştirme zihniyetinin bir iz düşümünden başka bir şey değildir değerli arkadaşlarım.
ZEYNEP KARAHAN USLU (İstanbul) - Elli sene öncede kaldı o anlayış!
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla) - Bu tasarılar, bu ülkenin Avrupa Birliği koşusunda ayağına çember dolama tasarılarıdır. Bu tasarılar, Hükûmetin üniversite olgusunu parayla kurulan bir binada yüksek meslek lisesine dönüştüren zihniyetinin üniversiteyi öldürerek çağdaş Batı ülkeleriyle bilim yarışında Türkiye'yi topal bırakma tasarılarıdır. Bu tasarılar, üniversite nedir bilmeyen bir hükûmetin Türkiye'yi uluslararası planda beyin gücünden yoksun bırakmasının tasarılarıdır.
ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) - Kim yazdı bunları, kim?
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla) - Hiç şaşırılmaması gereken de şudur ki, AK Parti Hükûmeti her şeye dar ve bezirgân bakışlı bir hesapçılıkla ve siyaseten çok cüce bir ruhla bakmaktadır ve bu tasarılar, bu siyasi cüceliğin ruhunu taşıyan tasarılardır.
ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) - O yazıları kim yazdı verdi eline?
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla) - Hükûmet, bu ruh cüceliği nedeniyle, ardında bıraktığı beş yılda üniversiteyle sadece kavga etmiş ve üniversite dünyasının, bir nebze olsun, ne gönlünü ne güvenini ne de saygısını kazanabilmiştir. Her alanda olduğu gibi, büyük bir ihtiras içinde, üniversiteyi kendi hıfzına sokmaya ve bilimden yana özgürlüğünü zincirlemeye uğraşmıştır sadece.
Değerli milletvekili arkadaşlarım, görüştüğümüz tasarılar vakıfların üniversite açmasına imkân sağlamayı amaçlamaktadır. İsterseniz bir boş vaktinizde, değerli arkadaşlarım, İstanbul başta olmak üzere, büyük şehirlerimizde dolaşıp, pıtırcık gibi ortalığı sarmış sözüm ona üniversiteleri bir görünüz. Bir ara sokakta, iki katlı bir bina, üzerinde "üniversite" yazıyor. Ben bunlara şahsen çok üzülüyorum.
İşte, değerli arkadaşlarım, bu tasarılar, bu gidişatı kurumlaştırma ve kökleştirmenin tasarılarıdır. Bu gidişat, Türkiye'de üniversite olgusunu tehdit eden bir gidişattır.
Bir diğer husus da şudur değerli arkadaşlarım: Vakıf üniversitelerinde üniversite kalitesinin sağlanması garanti altına alındığı müddetçe, bunda prensip olarak karşı olduğumuz bir husus asla ve katiyetle yoktur ve vakıfların üniversite kurmasına Anavatan Partisi olarak kesinlikle karşı değiliz. Biz, ancak kaliteden yanayız.
Vakıf üniversiteleri ile devlet üniversiteleri arasında haksız rekabet oluşturulmaktadır. Vakıf üniversitelerinin 2547 sayılı Kanun içinde yer almaları uygun değildir. Vakıf üniversiteleri hem özel sektör gibi çalışmaktadır hem de devlet gibi. Vakıf üniversiteleri paralı eğitim yapmaktadırlar. Dolayısıyla, devletin bu üniversitelere çok büyük bir katkıda bulunması doğru değildir ve ortada da çelişkili bir durum vardır.
Üniversite kavramı, değerli arkadaşlarım, Latince bir kelime olan universitas'tan gelir. Üniversite, evrensel demektir ve evrensel düzeyde serbest fikir, düşünce ve araştırmayı ifade eder. Üniversite, dünya tarihinin en eliter kurumlarından birisidir ve buna uygun bir çerçeveyi gerektirir ve hak eder.
Üniversite, köklülük ve derinlik demektir her şeyden önce değerli arkadaşlarım. Üniversite olgusunu iki sokak arasında mesleki eğitim veren binaya indirgemek, bir toplumun beynini sıkıştırmak ve kelepçelemek demektir. Avrupa'da üniversiteler, geniş mekânlara yayılmış, tarihî özelliklerini muhafaza eden, kadrosu elit beyinlerden müteşekkil, devlet tarafından korunan, bakılan, saygı gösterilen, özgürce hareket etmesinin şartları sağlanan müstesna kurumlardır. Bilim ve onun öğretisi, özgürlüktür. Şiarı, Avrupa'nın şiarı da budur değerli arkadaşlarım. Üniversitelerin bu müstesna konumlarına uygun olarak gelişmelerine imkân veren siyasi yönetimler, ülkelerinin uluslararası plandaki saygınlığını taşıyabilen yönetimlerdir aynı zamanda.
AK Parti Hükûmeti ise, bilime ve üniversiteye karşı tahakkümcü, küçültücü ve kavgacı tavrıyla, üniversite olgusuyla barışık ve üniversite gelişim konusunda ehil olmadığını bizlere dört buçuk sene içerisinde yeterince göstermiştir. AK Parti Hükûmeti üniversitelerle o denli kavgalıdır ki, Türkiye'de her kesimden insanın ve siyasinin kabul edebileceği bir asgari payda olan YÖK reformunu dahi gerçekleştirebilecek güven ortamını bugüne kadar sağlayamamıştır.
AK Parti Hükûmeti, bunun yanı sıra, üniversitelere ayrılan bütçe konusunda hem çok cimri hem de çok hasmane davranmıştır şimdiye kadar.
AK Partinin bilim ve üniversite şiarı, "Hıfzıma girmeyene para yoktur." olmuştur şimdiye kadar. Üniversite olgusunun evrensel labirent ve derinliklerine çok yabancı olan AK Parti Hükûmeti, kendi tarzında bir üniversite modeli geliştirmenin yoluna gitmiştir. Bu yol, iki sokak arası bir bina yoludur; bu yol, üniversitenin evrenselliğini, sınırsızlığını, özgürlüğünü ve derinliğini yok etmenin yoludur; bu yol, Türkiye'yi Avrupa Birliği sürecinde handikaplı yapmanın ve ülkenin beyin gücünü ezmenin yoludur. AK Partinin bu yolunda kurulan sözüm ona üniversiteler, her şeyden önce, bir kalite sorununa sahiptir. AK Parti, üniversite kuruyorum havası pompalarken, kurulan sözüm ona üniversitelerde kalite güvencesi sağlayacak hiçbir altyapı oluşturamamaktadır.
Üniversite, bir bina değildir arkadaşlar, bir mekânın içidir. O mekânın içi, dizi dizi aynı anda kurulamayacak kadar çok substansı gerektiren bir alandır, çeşitli özellikleri olması gerekli olan bir alandır. Üniversite kurma havası pompalayan Hükûmet, her alanda olduğu gibi yine hava pompalamaktadır. "Türkiye'yi AB'ye biz soktuk" havası gibi bir havadır bu pompalama da. AK Parti Hükûmeti, Türkiye'de üniversiteleri destekleme ve onların sorunlarını çözmede hiçbir adım atmamışken, mevcut üniversiteler dermansız bırakılmışken, yapılan bu üniversite atraksiyonları ziyadesiyle komik ve gayriciddidir.
Değerli milletvekilleri, Türkiye'de çok önemli bir öğretim üyesi açığı vardır ve hâlihazırda yakın bir dönem öncesinde kurulmuş çok sayıda üniversite, eğitim kadrosundan yoksun olarak varlığını sürdürmeye çalışmaktadır. Bu devasa açığa çözüm bulma yönünde Hükûmetten gelmiş olan bir çabanın şahidi olamadık maalesef bugüne kadar. Yurt dışına öğrenci götürüp onları öğretim üyesi yapma gibi planlamaların, gönderilenlerin yüzde 60'ının geri gelmemesinden sonuç vermeyip kamuyu zarara uğratmaktan başka bir işlevi olmadığı da bugüne kadar ortaya çıkmıştır. Kamudan toplanan vergilerle yurt dışında okuyanlar, kazandıkları deneyimi kamu yararına değil, kendi çıkarlarına uygun, yurt dışında, iş bulmakta kullanmaktadırlar. Bu nedenle, yurt dışına gitmek isteyenlerin binlercesinin arasından bir avuç öğrenciyi seçip göndermek yerine, üniversitelere uluslararası bir hüviyet kazandırılmalıdır ve fırsat eşitliği sağlanarak, kaliteli eğitim isteyen binlerce gence, kendi ülkesinde bu fırsatı yakalamaları sağlanmalıdır.
Değerli milletvekili arkadaşlarım, Hükûmet üniversitelere kaynak sağlamamakta ve özerkliklerine de kem gözle bakmaktadır. Türkiye'de acilen gerekli bir üniversite reformunun en önemli ayaklarından birisi mali ve idari özerkliktir. Avrupa Birliği ülkeleriyle mukayese içerisinde Türkiye'de üniversiteler kurumsal özerklik konusunda çok geridedir ve üniversitelerin idari ve mali özerkliğinin sağlanması, üniversite olgusunun gelişimi açısından bir olmazsa olmazıdır.
Üniversitelerimiz, hem idari hem ekonomik açıdan, DPT'ye, Başbakanlığa ve Maliye Bakanlığına bağlıdır. Ancak, mali özerkliğin sağlanamaması nedeniyle üniversiteler ayrılan ödeneği dahi kullanamamaktadırlar, her şey izne bağlıdır. Ayrıca, üniversiteler kendi kaynaklarını da oluşturamıyorlar. Mevcut yasada "Devlet gelirleri özel gelirlerle takviye edilmez." ibaresi yer almaktadır. Bu "dışarıdan kaynak sağlayamazsınız" anlamına gelmektedir. İdari yönden de kadrolar devletin elindedir. Bu nedenle üniversiteler, sık sık kendi ihtiyaçları doğrultusunda personel istihdamı sağlama durumunda değillerdir.
Değerli arkadaşlarım, Avrupa Birliğine uyum sürecinde bize "Neden Türk üniversitelerinde özerklik yok?" diyeceklerdir. Biz ne diyeceğiz değerli arkadaşlar o zaman Avrupa Birliğine? Kusura bakmayın, en uzun siyasi iktidar dönemimiz 2002-2007 seneleri arasında oldu, ama "İktidarı ve Türkiye'yi Avrupa Birliğine biz soktuk." demeyi pek seven bu dönem Hükûmeti özerk üniversite işini pek sevemedi mi diyeceğiz Avrupa Birliğine?
Değerli milletvekili arkadaşlarım, AK Parti Hükûmeti, üniversitelere karşı hep "Biz iktidarız" edasında oldu ve onları kara listeye aldı. İktidar duygusunun ihtirası ve şeytani egosu tarafından sarılan Hükûmet, eline geçen her fırsatta üniversiteden öç almaya çalıştı. Bu kara listeyi meydanlarda duvara asmadı belki, ama kafasının içinde sakladı ve hep taşıdı. Üniversite çevreleriyle olan ilişkilerde hep ipleri kopma noktasına getirdi.
Bu Hükûmet, değerli arkadaşlar, üniversiteleri ele geçirmeye çalıştı, hatta Hükûmetin Acil Eylem Planı, üniversiteleri ele geçirme planıdır, tıpkı sivil toplum örgütlerini ele geçirme planı gibi değerli arkadaşlarım. Bu, ne vahim bir durumdur.
"Üniversitelere özerklik getireceğiz" diyen Hükûmet, bunu, daha da daraltmıştır. Hükûmet, kendisini, YÖK'e bir rakip olarak görmektedir. Hükûmetin amacı, üniversiteleri YÖK'e bağımlı olmaktan çıkarıp, kendisine bağımlı hale getirmek olmuştur. Hükûmet, vakıf üniversitelerini, kendisine daha kolayca bağımlı hale getirebileceği bir alan ve kavgalı olduğu üniversiteye alternatif bir üniversite oluşturmanın bir aracı olarak görmektedir. Bu tasarılar, bu nedenle de endişe verici özellikler taşımaktadırlar.
AHMET YENİ (Samsun) - İnanmıyor sana kimse.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla) - Senin arzun öyle Ahmet Yeni.
AHMET YENİ (
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla) - Samsunlu da sana inanmıyor. Bu seçimlerde, Ahmet Yeni, boyunun ölçüsünü Samsun'dan alacaksın.
AHMET YENİ (Samsun) - Bakacağız…
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla) - Bugün için üniversitelerin en önemli sorunu, idari ve mali özerkliğin bulunmamasıdır. Ama, nedense, bu, hiç gündeme gelmemiştir. Anayasa'nın 130 ve 131'inci maddeleri değiştirilmeden üniversite özerkliğini gerçekleştirmek mümkün değildir. Oysa, iktidarın reform paketinde bu durum hiç yer almamıştır. AK Parti Hükûmeti "üniversitelere özerklik getireceğiz" derken, ortaya koyduğu tavırla, bu alanı daha da bağımlı bir hale getirmeye çalışmaktadır. Üniversiteye girişle ilgili kriterler, Avrupa Birliği ülkelerinde, parlamentolar tarafından belirlenmemektedir. Genel eğilim, üniversitelerin nasıl öğrenci alacaklarına kendilerinin karar vermeleri yönündedir. Türkiye gibi, başvuran öğrenci sayısının kontenjandan fazla olduğu ülkelerde ise, öğrenci alımına YÖK ve benzeri kurumlar karar vermektedir. Dünyadaki özerklik parametrelerine göre bir değerlendirme yapıldığında, Türkiye'nin durumu gerçekten içler acısıdır. Türkiye, özerkliğin giderek geliştiği ülkeler arasında değil, giderek yok olduğu ülkeler kategorisinde yer almaktadır.
Üniversiteler, 1960 Anayasası'yla elde ettikleri kazanımlarının pek çoğunu 12 Eylül sonrasında YÖK Yasası'yla kaybettiler. Ancak, AK Parti Hükûmetinin AB'yle müzakerelere hazır bir pozisyonda devraldığı Türkiye'de üniversitelerin idari, mali ve bilimsel özerkliğini artırıcı yönde değil de kendi güdümüne sokma yönündeki gayretleri, Avrupa Birliği normlarına da ters düşmektedir. Avrupa Birliğinin ABD ve Japon teknolojisi karşısında bilimsel yetersizliğini kabul edip ar-ge'ye ayrılan kaynakların bütçenin en az yüzde 3'ü oranında olması kararı da bizde tam aksi yönde yaptırımlar getirmiştir. Binde 6 oranındaki pay artırıcılığına, üniversitelerin araştırma görevlileri kadroları dondurulmuş, araştırma fonlarına da el konulmuştur. Bu da bilimin gelişmesine ve bilimsel özerkliğe indirilen darbelerin en büyüğü, en katmerlisi olmuştur.
Değerli arkadaşlarım, özerkliğin olmadığı bir ortamda bilimin gelişmesi mümkün değildir. İdari, mali ve bilimsel özerklikle birlikte öğrenci alımı da üniversite özerkliğinin temel parametrelerindendir. OECD ülkelerinin neredeyse tamamı buna yönelik yoğun bir çaba içerisindedir. 2002'de düzenlenen tabloda Türkiye'nin notu 8 üzerinden 1,5 idi. Araştırma görevlileri kadrolarının dondurulması ve öğrenci alımına müdahale edilmesiyle, şimdiki notun 1'in altına düştüğü kaydedilmektedir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın Özdoğan, konuşmanızı tamamlayınız.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla) - "Türkiye'yi AB'ye biz soktuk" havasıyla Kızılay'da havai fişek patlatan Hükûmetin hakiki AB karnesi işte budur değerli arkadaşlarım. AK Parti Hükûmeti, üniversitelerimizin sorunlarının çözümüyle uğraşacağı yerde üniversitelerin kendisiyle uğraşmıştır. Türkiye'nin bir beş yılı, işte, üniversite alanında bu şekilde heba edilmiştir.
Değerli milletvekili arkadaşlarım, en üst eğitim ve araştırma kurumu olarak üniversiteler, her türlü sorunların en üst düzeyde incelenip irdelendiği, elde edilen bulguların yine öğretim ve yayın yoluyla aktarıldığı merkezler olarak, evrensel ölçekte insanlığa hizmet vermektedirler. Eğitimin tek yetkili kurumu olan üniversitelerin, bilimsel ve teknik geliştirme merkezleri olmanın ötesinde, birer felsefi tartışma ortamı olarak çevrelerini bilinçlendirme ve bu yönüyle, bulunduğu bölgenin bilinç ve kültür düzeyini yükseltme sorumlulukları bulunmaktadır.
Üniversitelerin öncü gücü olan bilim insanlarının görevi ise, gözlemleyen, düşünen, araştıran, sorgulayan ve kuram geliştirerek bilinmeyeni bilinir hâle getirip bütün bunlardan faydalanarak, yaşamı kolaylaştırmak için gerekli yöntem ve teknikleri geliştirmektir.
Üniversitelerin tarihsel misyonuna bakıldığında, bulunduğu çağın önünü açması, sorunları doğru tespit etmesi ve yaşamı kolaylaştırması için uygun modeller oluşturmasıyla anılırlar. Bu yönüyle üniversiteler, en üst düzeyde teknik imkânlarla donatılmış ve örgütlenmiş, geleceğe yönelik planı ve projesi olan, vizyonu açık, maddi ve manevi sorunu olmayan kurumlar olmak zorundadır.
Değerli arkadaşlarım -konuşmamın başında da söylediğim gibi- biz vakıfların üniversite kurmasına karşı değiliz, sadece kaliteli üniversite istiyoruz. İşte, bu nedenle ben… Anadolu Eğitim ve Kültür Vakfı, İstanbul'da İstanbul Aydın Üniversitesini kuruyor; Acıbadem Eğitim ve Sağlık Vakfı, yine İstanbul'da Acıbadem Üniversitesini kuruyor; Doğanata Eğitim ve Kültür Vakfı, İzmir'de İzmir Üniversitesini kuruyor; Kemal Gözükara Eğitim ve Kültür Vakfı, İstanbul'da İstanbul Arel Üniversitesini kuruyor; Hüsnü M. Özyeğin Vakfı da yine Özyeğin Üniversitesini kuruyor. Ben, bu vakıf yöneticilerine, bu hassasiyetlerinden dolayı teşekkür ediyorum, kendilerine başarılar diliyorum ve kaliteli üniversite kurma konusunda azami gayret göstereceklerini umuyor ve hepinizi en derin saygılarımla selamlıyorum. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Bursa Milletvekili Mustafa Özyurt.
Sayın Özyurt, buyurun efendim. (Alkışlar)
CHP GRUBU ADINA MUSTAFA ÖZYURT (Bursa) - Sayın Başkan, çok değerli milletvekili arkadaşlarım; görüşmekte olduğumuz 1322 sıra sayılı Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı hakkında Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşlerini sizlerle paylaşmak için söz almış bulunuyorum. Bu bağlamda hepinizi en içten saygılarımla selamlarım.
Değerli arkadaşlarım, bildiğiniz gibi Anayasa'nın 130'uncu maddesine göre, her düzeydeki yükseköğretim kamu hizmeti niteliğindedir. Aynı maddenin ikinci fıkrasında ise, kanunda gösterilen usul ve esaslara göre, kazanç amacına yönelik olmamak koşuluyla, vakıflar tarafından, devletin denetimi ve gözetiminde yükseköğretim kurumlarının kurulabileceği de hükme bağlanmıştır.
Tartıştığımız yasa tasarısıyla, İstanbul'da Aydın, Acıbadem, Arel ve Özyeğin üniversiteleri ile İzmir'de İzmir Üniversitesi olmak üzere beş tane vakıf üniversitesinin kuruluşunu tartışacağız burada.
Değerli arkadaşlarım, yükseköğretim eğitimin pahalı bir kademesidir ve yarı kamusal nitelik taşımaktadır. Devlet üniversitelerinde kamusal finansman, vakıf üniversitelerinde ise özel finansman sistemi benimsenmiştir.
Üniversiteler, bir toplumun çağdaşlaşması ve aydınlanması sürecinde en önemli öğretim kurumlarıdır. Bu kurumlara önem veren toplumlar pek çok alanda büyük başarılar elde etmiş, sorunların çözümünü daha akılcı yöntemlerle çözmüşlerdir.
Bizim üniversite geleneğimiz -üzülerek de söylesem- çok uzun değildir. Nereden bakarsanız bakın, aşağı yukarı iki yüz yıla varan bir üniversite geçmişimiz vardır ve her ne kadar medreseyi üniversite gibi kabul ederlerse de, çağdaş düşünceyle, medrese hiçbir zaman bir üniversite karakterinde değildir.
Bu bağlamda, yeni üniversitelerin kurulması büyük önem taşımaktadır. Biz de bunu candan destekliyoruz. Ancak, birkaç seferdir bu Parlamentoya getirilen, önce, bildiğiniz gibi, on beş yeni üniversite kurulması hakkındaki kanun tasarısı buradan geçtikten sonra, üniversite rektörlerinin atanması için, arkadaşlar, iktidarın ısrarından ve inadından dolayı, Parlamentoda 4 kez görüşmek zorunda kaldık ve hâlâ bu üniversitelerin rektörleri atanamamıştır. Bunu da bilginize sunmak istiyorum. Gerçi, yeni on yedi üniversitenin kurulması hakkındaki kanun tasarısı yine geliyor. Ama, dediğim gibi, kurulmuş olan on beş yeni üniversitenin rektörü hâlen atanmamıştır.
Öte yandan, üniversitenin, üniversite oluşturmanın pek çok koşulunun bir araya gelmesi gerekmektedir. Örneğin, parasal kaynak yönünden, öğretim elemanları yönünden ve altyapı yönünden hepsinin bir araya getirilmesiyle üniversite ancak üniversite olur. Biraz evvel arkadaşımın söylediği gibi, şehrin bir köşesinde iki katlı binayı tutup, üzerine bir tabela koymakla üniversite üniversite olmaz.
Ayrıca, yeni üniversite kurarken üniversitenin öğretim bütünlüğüne dikkat edilmesi gerekmektedir. Bizim yasalarımıza göre de bir üniversitenin kurulabilmesi için mutlaka Yükseköğretim Kurulunun görüşünün alınması gerekmektedir. Bu açıdan, Yükseköğretim Kurulu düzenleyici, yol gösterici ve denetleyici bir kurumdur; ister beğenin ister beğenmeyin, yasalarımıza göre böyledir.
Değerli arkadaşlarım, örneğin, bu tasarı komisyondan geçerken hiç beklenmedik bir şey oldu. Üniversitenin içinde tıp fakültesi olmadığı hâlde bir diş hekimliği fakültesi ilave edildi. Bugüne kadar böylesine ters bir işlem bizim üniversite geleneğimizde olmadığı gibi, dünya üniversitelerinde de yoktur. Yani, bünyesinde tıp fakültesi olmayan bir üniversiteye diş hekimliği fakültesi açamazsınız. Çünkü, yalnızca şekil olarak değil bilimsel olarak da yanlıştır. Genel tıp eğitimi verdirmediğiniz bir öğrenciyi diş hekimi yapamazsınız. Bunu şu şekilde de açıklayabilirim: Matematik kürsüsü olmayan, matematik ana bilim dalı olmayan bir mühendislik fakültesi kuramazsınız arkadaşlar. Orada, mutlaka matematik kürsüsü, fizik kürsüsü bulunmalıdır.
Burada da böyle yapılmıştır. AKP'li arkadaşlar "Biz dedik, oldu. Bal gibi olur. Niye olmasın?" demişlerdir ve bu tasarı böyle gelmiştir karşınıza. Bunu söylüyorum, bu çok büyük bir yanlıştır, tıp fakültesi olmayan bir üniversitede diş hekimliği fakültesi kuramazsınız.
NEVZAT YALÇINTAŞ (İstanbul) - Hangisinde Hocam? Hangi üniversitede diş hekimliği fakültesi kurulmuş?
MUSTAFA ÖZYURT (Devamla) - Onu bulurum Hocam, size gösteririm.
2005 yılı verilerine göre, arkadaşlar, devlet üniversitelerinin gelirlerinin yüzde 57'si devlet bütçesinden, yüzde 38'i döner sermayeden karşılanmaktadır. Öğrenci katkı payı yalnız yüzde 4'tür.
5018 sayılı Yasa'yla, 31 Aralık 2007 tarihinden itibaren üniversitelerde döner sermaye sistemi kaldırılmakta, yani üniversitelerin yüzde 38 dolayında olan geliri ortadan kalkmaktadır.
Bugüne kadar, Hükûmet, bu konuda herhangi bir şey getirmemiştir. Bu yüzde 38'i şuradan karşılayacağız, buradan tamamlayacağız dememiştir. Bu yılın sonunda böyle bir şeyle karşılaşacağız. İnşallah, sizler olmazsınız da, biz düşünmeye çalışırız bunu.
ÜNAL KACIR (İstanbul) - Siz düşünmeye çalışamazsınız! Şimdiye kadar düşünmediyseniz, daha çalışamazsınız!
MUSTAFA ÖZYURT (Devamla) - Değerli arkadaşlarım…
Kusura bakmayın, size bir cümleyle cevap vermek istiyorum: Derler ki, yaşamın sonuna geldiğinizde hayat hızlı dönmeye başlar. Aynı, tuvalet kâğıdının hızlı dönmesi gibidir, sonuna doğru geldikçe hızlı döner. Onun için, AKP İktidarının bu telaşını da ben ona bağlıyorum.
ÜNAL KACIR (İstanbul) - Sizden bahsetmişler, bizden değil!
MUSTAFA ÖZYURT (Devamla) - Biz, bu Mecliste, dört yıldır, gündüz saat 15.00'te başlayıp 20.00'de bitirdiğimiz toplantılarımızı, bugün 11.00'de başlıyoruz, gece 24.00'te bitiriyoruz. Bu telaşınızı anlamıyorum, çünkü gidiyorsunuz, kayıyorsunuz, telaşınız ondan.
ÜNAL KACIR (İstanbul) - Yapacak işlerimiz var, yapacağız!
MUSTAFA ÖZYURT (Devamla) - Geç kaldınız, çok geç kaldınız! Geç kaldınız!
SONER AKSOY (Kütahya) - Her şeyi bir anda yapmak mümkün mü?
ÜNAL KACIR (İstanbul) - Nereye geç kaldık?
MUSTAFA ÖZYURT (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, bir şey daha söyleyeyim: Beş yıl oldu, konuşmasını da, dinlemesini de öğrenemediniz. Yüreğiniz varsa, çıkar bu kürsüde konuşursunuz, derdinizi burada anlatırsınız, oradan üç beş cümleyle laf atılmaz.
MUSTAFA NURİ AKBULUT (Erzurum) - Çok yürekli şeyler mi söylüyorsunuz?
MUSTAFA ÖZYURT (Devamla) - Varsa yüreğiniz çıkar konuşursunuz. Benim yüreğim var konuşuyorum.
MUSTAFA NURİ AKBULUT (Erzurum) - Ne söyledin ki yürekli?
ÜNAL KACIR (İstanbul) - Senin söylediğini herkes söyler.
MUHARREM İNCE (Yalova) - Sen anlayamadıysan!
MUSTAFA ÖZYURT (Devamla) - Peki, niye laf atmak ihtiyacı duyuyorsunuz öyleyse? Bu heyecanınız neden? Kalkar gelirsiniz buraya, buyurun.
Değerli arkadaşlarım, vakıf üniversitelerinin kurulmasını ben de takdirle karşılıyorum; gayet güzel, çok normal.
Şu anda, vakıf üniversitelerinin yükseköğrenime katkısı yalnız yüzde 7'dir. Daha evvel arkadaşlarım bazı rakamlar verdiler, onlar doğru değil. Bunlar Yükseköğretim Kurulundan alınan rakamlardır; yalnız yüzde 7'dir. 2025 yılında bu oran yüzde 16'ya çıkarılmalıdır. Bunun için de, mutlaka yeni vakıf üniversitelerinin açılması şarttır.
Değerli arkadaşlarım, hemen söyleyeyim, vakıf üniversiteleri denildiğinde, devletten hiçbir katkı almayan üniversiteler demek değildir. Her yıl devletten belli oranda katkı alırlar. Ama, bunun da bir ölçüsü vardır, bir ölçüyle katkı alınır.
Örneğin, vakıf üniversiteleri, her yıl yaklaşık olarak 10 bin YTL veya 10 trilyon lira katkı almaktadırlar. Ama, bu yardımın da bazı koşulları vardır. Onları da hemen, isterseniz şöyle birkaç tane sıralayayım:
Örneğin, en az iki yıl eğitim yapmış olması şarttır. Öğrencilerinin yüzde 15'ine burs vermesi şarttır. Öğrenci başına düşen kadrolu öğretim üyesi ile öğretim üyelerinin uluslararası düzeyde yayın yapmış olması şarttır ve yine, ÖSS sınavında ilk yüzde 5'ten de öğrenci alması gerekmektedir bunları alabilmek için.
Hangi üniversiteler ne alıyor derseniz, hemen onu da söyleyebilirim: Başta Bilkent, Başkent, Koç, Sabancı, Kültür ve Çağ Üniversiteleri en başta gelmektedir. İçlerinde Fatih, Doğuş, Haliç gibi üniversiteler altı yılda bir kez katkı almışlardır.
2006 yılı verilerine göre, Bilkent Üniversitesi 2 milyon 917 bin, Başkent 2 milyon 64 bin, Koç 803 bin, Işık 537 bin, Çankaya 833 bin gibi, rakamlar böyle devam ediyor arkadaşlar.
Bu arada, hemen şunu da söyleyeyim: Bu üniversiteler, katkı alan üniversiteler, gerçekten ne kadar bilimsel yayın yaptı derseniz: Başkent Üniversitesi 2005 yılı verilerine göre 379, Bilkent Üniversitesi 297, Koç 114, Yeditepe 107, Sabancı 98, Fatih 66, Atılım 50, Çankaya 44, Işık 37, TOBB 30, Kadir Has 23, Doğuş 21, Bilgi 21, Maltepe 16, Kültür 14, Bahçeşehir 10 diye gidiyor bu rakamlar. Yani, bu katkıyı alabilmek için, uluslararası düzeyde de yayın yapmış olmanız gerekiyor.
Değerli arkadaşlarım, üniversitelerimiz hep kötülenir nedense; işte, üniversitelerimiz kalitesizdir, üniversitelerimiz şöyledir diye. Aslında, hiç de öyle değildir bizim üniversitelerimiz, son derece kaliteli üniversitelerdir. Geçen yılki verilere göre, dünya üniversiteleri arasında 20'nci sıradan 19'uncu sıraya yükselmiş oluyoruz, ama, bu arada, iktidarın yaptığı bazı şeylerden bahsetmek istiyorum. Örneğin, devlet üniversitelerinde 2002 yılı sonunda araştırma görevlisi sayısı 20.650 iken, 2005 yılı sonunda 20.736 olmuştur. Bu rakamı bir daha söylemek istiyorum: 20.650 iken, beş yıl sonra arkadaşlar, 20.736 olmuştur. Yalnızca 86 tane kadro verilmiştir. Bu, binde 4 oranında bir artıştır, ama, aynı dönemde, öğrenci sayısındaki artış yüzde 22 olmuştur.
Biraz evvel arkadaşlarım geldiler, "iktidar şu kadar şöyle yaptı, bu kadar böyle yaptı…" İşte, ben de size söylüyorum. İktidarınız döneminde öğrenci sayısında yüzde 22 artış olmuş, ama, asistan kadrosu sayısında veya araştırma görevlisi kadrosundaki artış yalnız binde 4'tür. 86 tane kadro verilmiştir arkadaşlar, bütün döneminizde; asistan kadrosu 86'dır. Lütfen bunu iyice not edin.
Bu arada hemen söyleyeyim. Yine iktidarınız döneminde özellikle öğretim üyelerinin maaş durumunda hiçbir iyileştirme olmamıştır. Yani, bir profesör daha önce ne alıyorsa bu dönemde de aynısını almaktadır, hiçbir iyileştirme olmamıştır. Ama, şurası da iftihar edilecek bir şeydir: Öğrenciler arasında yapılan bir ankette "Ne olmak istersiniz?" diye sorulduğunda öğrencilerin büyük çoğunluğu öğretim üyesi olmak istediklerini söylemektedir. Bu, aslında, yararlanılacak olan bir durumdur, istifade edilecek, önümüze açılmış olan bir durumdur. Bakın, on beş tane yeni üniversite açıldı, on yedi tane daha açmayı düşünüyorsunuz. Bu arada hemen söyleyeyim: Öğretim üyelerinin yüzde 60'ı üç büyük şehirdedir arkadaşlar. Profesörlerin yüzde 46'sı üç büyük şehirdedir ama, yardımcı doçentlerin de yüzde 70'i üç büyük şehrin dışındadır. Bununla, bu kurduğunuz üniversiteleri, yeni kurduğunuz üniversiteleri kesinlikle kaliteli bir üniversite düzeyine getiremezsiniz.
Bu, benim kişisel görüşüm. Grubuma sormadan söylemek istiyorum bunu: Bildiğiniz gibi, arkadaşlar, rektörler görevleri başındaysa yetmiş yaşlarına kadar devam edebilirler. Üniversite öğretim üyelerinin emeklilik yaşı altmış beştir, biliyorsunuz; ama, rektör görevindeyse yetmiş yaşına kadar devam edebilir. Bu, sizin iktidarınızda veya bizim iktidarımızda yapılabilir; kendi üniversitesinde olmamak koşuluyla, şu yeni açılan on beş artı on yedi üniversitede görev almak koşuluyla, altmış yedi yaşında emekli olan öğretim üyelerine "Bu yeni üniversitelerde görev alır mısınız?" diye teklif edilebilir, bir kanunla bu düzenlenebilir…
NEVZAT YALÇINTAŞ (İstanbul) - Bravo!
MUSTAFA ÖZYURT (Devamla) - Sağ olun Hocam.
…ve böylece, bu altmış yedi yaşını geçmiş, ama, kendilerinden yararlanabileceğimiz düzeyde olan hocalarımızı yeni açılan, yeni kurulan üniversitelerde çok rahatlıkla istihdam edebiliriz. Üç yıl, üç yıldır. Üç yılda, yanına gelmiş olan yardımcı doçent doçent olacaktır veya o hocanın yanındaki doçent profesör olacaktır. Onun için, bundan istifade edebiliriz. Altmış yedi yaşında hocaları emekli etmek, bence akıllıca bir iş değildir bu sıkıntılı dönemimizde.
AHMET RIZA ACAR (Aydın) - Bu fikir güzel.
MUSTAFA ÖZYURT (Devamla) - Takdiriniz için teşekkür ediyorum Hocam, sağ olun.
NEVZAT YALÇINTAŞ (İstanbul) - Öbür fikirleri de güzel.
MUSTAFA ÖZYURT (Devamla) - Bu, benim kişisel görüşüm. Grubuma sormadım, açık söyleyeyim. Ama, Allah kısmet eder de 22 Temmuzdan sonra bu iktidar koltuklarında biz oturur da şey yaparsak, bunu ilk kanun tasarısı olarak karşınıza getireceğim, merak etmeyin.
AHMET RIZA ACAR (Aydın) - Üniversite hayal…
ZEYNEP KARAHAN USLU (İstanbul) - Biz getiririz, siz de desteklersiniz.
HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar) - Biz getiririz, siz desteklersiniz.
MUSTAFA ÖZYURT (Devamla) - Hayır, siz de getirirseniz desteklerim, onu söyleyeyim. Bugüne kadar keşke getirseydiniz. Bakın, beş yıl doldu. Keşke getirseydiniz bunu, desteklerdim. Niye desteklemeyeyim? Ülkem için iyi bir şey yapıyorsunuz.
YAHYA BAŞ (İstanbul) - Siz muhalefetteyken getirin, biz yine destekleriz.
MUSTAFA ÖZYURT (Devamla) - Peki, sağ olun efendim.
Değerli arkadaşlarım, bizim üniversite öğrencilerimiz okul, ev ve dershane üçgeninin içinde gidip gelmektedirler ve son üç yılını çocuklar buralarda geçirmektedir. Hemen söyleyeyim. OECD ülkeleri arasında yapılan bir sınavda… Üniversiteye girecek olan çocuklarımız OECD ülkeleri arasında bir sınava alınmıştır. 50 ülke arasında 48'inci olduk arkadaşlar. Yani, "bu kadar iyi yetiştiriyoruz, bu kadar şöyle hazırlıyoruz" dediğimiz çocuklarımız 50 OECD ülkesi arasında 48'inci olmuştur. İşte, bilgi düzeyimiz, yetiştirme düzeyimiz bu.
Bu arada şunu da söyleyeyim: 2004 yılında ÖSS'ye giren öğrencilerin üniversite kapısına gelinceye kadar hazırlık için harcadıkları paraya baktığınızda 8,4 milyar dolar. 2005 yılında bu 9,2 milyar dolardır arkadaşlar. Oysa, yılda üniversitelere ayırdığımız paramız yalnız 2,7 milyar dolardır. Bu çarpık düzeni böyle devam ettirirseniz, bu dershaneler alabildiğine artacaktır. Yine resmî rakamlara göre 1984 yılında 174 olan dershane sayısı, 2002-2003 eğitim yılında 2.122'ye, 2004 yılında 2.984'e ve 2005 yılında ise 3.650'ye çıkmıştır. Böylece, katlana katlana gitmektedir.
Rakamlara çok fazla boğmak istemiyorum sizi. Çünkü, her yıl üniversite sınavına giren öğrenci sayımız 1 milyon 800 bin civarında. Bunun ancak 200 bini, örgün öğretim dediğimiz, yani bizim anladığımız anlamda dört yıllık eğitim verdiğimiz üniversitelere girebilmekte, 400 bini de açık öğretime girmekte.
Burada hemen şunu da vurgulayayım: Açık öğretim dünyanın hiçbir yerinde bu kadar yaygın değildir arkadaşlar. Bizdeki açık öğretim, şu anda üniversite öğretiminin yüzde 30'unu tutmaktadır. Bunun mutlaka yüzde 10'lara, yüzde 15'lere çekilmesi gerekir. Açık öğretimin bu kadar yaygın olması… Açık öğretim şu olabilir: Sürekli eğitim dediğimiz şekilde, insan elli yaşına da geldiğinde, altmış yaşına da geldiğinde bu eğitimi görebilir, ama bununla meslek edinemezsiniz. Onun için, mutlaka, üniversite öğretiminin çoğaltılması, yani hem kamu üniversitelerinde hem vakıf üniversitelerinde üniversite sayısının çoğaltılması, ama bu çoğalmayı sağlarken, sayıyı sağlarken mutlaka eğitim ve öğretimin kaliteli olması şarttır.
Komisyonda bunu söylediğimde arkadaşlarım bana biraz sitem ettiler. Üniversite öğrenciliği ve üniversite öğretim üyeliği bana göre çok ayrı meziyetleri olan bir meslektir. Yine dünyaya gelsem yine üniversite öğretim üyesi olurum. Çocuk yirmi yaşında üniversiteye geldiğinde hocanın giyiminden, kuşamından, konuşmasından, davranışından etkilenir ve o yönde hareket eder. Ben tıp fakültesi öğrencisiyim, ama Sıddık Sami Onar'ın dersini de dinledim ben, Hüseyin Nail Kubalı'yı da dinledim, Ali Fuat Başgil'i de dinledim. Hukuk fakültesi ile tıp fakültesi yan yanaydı, okul arkadaşlarım geçerken "gel, bugün Hüseyin Nail Kubalı şunu anlatacak" derlerdi ve gider ben Hüseyin Nail Kubalı'nın dersini dinlerdim. Üniversite eğitimi böyle olur. Yoksa, at gözlükleri gibi "yalnız bunu okuyacaksınız, yalnız bunu bilecek" dersiniz, o üniversite eğitimi, üniversite öğrenimi olmaz arkadaşlarım.
Avrupa Birliği ülkeleri arasında falan -bu rakamlara çok girmiyorum- aslında, çok parlak değil durumumuz. Yani, işte az evvel söyledim, OECD ülkeleri arasında yapılan bir sınavda 50 ülke arasında 48'inci olmuşuz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Özyurt, konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun efendim.
MUSTAFA ÖZYURT (Devamla) - Sağ olun.
Öyle çok ahım şahım, parlak bir durumumuz yok arkadaşlar, ama, bunun içinden çıkamaz mıyız iktidarıyla muhalefetiyle? Bu, iktidar muhalefet meselesi değil. Önümüzdeki yıllar hepimiz için, çocuklarımız için, aslında kendimiz için… Ben size söyleyeyim, er veya geç hepiniz hekime muhtaç olacaktır. Eğer iyi hekim yetiştirmişseniz… O gittiğiniz yerde tesadüfen bir kaza geçirdiniz, hiç bilgisiz bir hekimle karşılaştınız. Onun için, hepimize, bu üniversite öğrencilerimiz, üniversitede yetişen çocuklarımız lazım olacaktır, yani, bizim yaşamımız için lazım bunlar. O bakımdan, gelin, bunları kaliteli yetiştirmeye çalışalım, öğretim üyelerinin maaşlarına yapılabildiği kadar zam yapmaya çalışalım.
Bakın, burada, hâkimler ve savcılar için iyileştirici, zam yapıcı bir tasarı geçti, hiçbirimiz itiraz etmedik. Üniversite öğretim üyeleri için de böyle bir şey yapabilirdiniz. Üniversite öğretim üyelerinin maaşlarını da artırıcı bir şey yapabilirdiniz, seve seve desteklerdik; niye desteklemeyelim? Ama, dediğim gibi, artık çok geç; geç kaldınız. Hani, bir şarkı var "Daha önceleri neredeydiniz?" diye; öyle, daha önceleri neredeydiniz?
NEVZAT YALÇINTAŞ (İstanbul) - Tabii, tabii, doğru söylüyorsunuz.
ÖNER ERGENÇ (Siirt) - Buradaydık.
MUSTAFA ÖZYURT (Devamla) - Buradaydınız, ama, istenileni yapmadınız efendim, gerekeni yapmadınız. Burada çekişmekle, kavga etmekle, laf atmakla bir yere varılmaz.
Evet, parlamenter günlerimizin belki sonuna geliyoruz. İyisiyle kötüsüyle bu dört yılı birlikte geçirdik. Burada birlikte olduk, belki laf attık, kavga ettik, ama, dışarıda bir gün karşılaştığımızda el sıkışacağız, "ne günlerimiz de oldu" diyeceğiz.
Bu duygularla, hepinize saygılar sunuyorum, çok teşekkür ediyorum. Sağ olun. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Özyurt.
Şahsı adına, Trabzon Milletvekili Aydın Dumanoğlu.
Buyurun Sayın Dumanoğlu. (AK Parti sıralarından alkışlar)
ALİ AYDIN DUMANOĞLU (Trabzon) - Sayın Başkan, çok değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.
Bugün şu andaki Meclisimizin konusu, ülkemizde beş tane daha yeni vakıf üniversitesi açılması konusundadır ve konuşmalarımın özünü bu noktaya toplamak istiyorum.
Bir defa, sözlerime başlarken, çok değerli meslektaşım, Hocam Mustafa Özyurt'a da teşekkür ederek başlamak istiyorum, çünkü, bu sorunun temeline inerek konuşmak lazım. Türkiye'de üniversite açılması gerekli mi, değil mi; açılması için şartlar var mıdır, yok mudur; neden bu bir zorunluluk hâline geliyor, bunu genel hatlarıyla değerlendirmek gerekiyor.
Kabaca bir değerlendirme yaptığımız zaman, Türk toplumunda ortalama yaş, yani, insan ömrünün yetmiş sene olduğunu düşünürsek ve 73 milyon da nüfusumuz olduğunu düşündüğümüzde, demek ki her yaş grubumuzda 1 milyon insan var demektir ve 18-21 veyahut da 18-22 yaş grupları arasında da dört sene içerisinde ve buna belki de bir sene daha ilave edersek, demek ki üniversiteye gitmesi gereken ve ortaöğretimi tamamlatmakta olduğumuz hemen hemen 5 milyon insan var. Her sene üniversite sınavlarına da baktığımız zaman, 1 milyon 700 bin kişinin üniversite sınavına girdiğini de görüyoruz. Bunların arasından örgün eğitime 250 bin kişi ve 150 bin kişi de açık öğretime aldığımızı düşünürsek, her sene 1 milyon 400 bin kişi ülkemizde üniversiteye gidememektedir ve o 1 milyon 700 bin kişi arasından da üniversiteye gitmek için aileler büyük bir yarış içerisindedir. Bakın ne oluyor bunu yapmak için: İşte, her aile, kendi çocuğunu üniversite sınavında kazandırmak için, ta ilkokuldan itibaren bu çocuklara, çocukluk hayatını yaşatmaksızın, gençlik yaşını yaşatmaksızın, okullardan sonra da sürekli olarak kurslara göndermektedir. Bu, çocukların âdeta gençliğini yaşamadıkları, çocukluklarını yaşamadıkları bir nesil ortaya çıkartıyor. Neden? Üniversitelerin sayısı az, üniversitedeki yer sayısı az, aman benim çocuğum bu üç saatlik sınavı zorla kazanarak üniversiteye gitsin diye. Maalesef, bu, çocuklarda ne bir sosyal hayat bırakıyor ne de fikrî ve zekâlarını geliştirebilecek bir hayat bu öğrencilere bahşediyor. İşte, bunun da kökeninde, ülkemizdeki az miktarda olan üniversitelerden kaynaklanıyor.
Şimdi, vatandaşlar ne yapıyor? Bakın, yükseköğretimden almış olduğum bilgilere göre, maksimum olarak, her sene, vatandaşlarımız 8 katrilyon para kurslara harcıyor, 8 katrilyon! Bunun minimum olarak düşünülmesi hâlinde de 2,5 katrilyon. Ben bir ortalama olarak düşünürsem bunu, 5 katrilyon kadar bir para vatandaşlar, çocuklarını üniversiteye koyması için, üniversite sınavını kazanmaları için ayrıca harcıyorlar. Bir kere, ülkemizde bulunan şu andaki altmış sekiz tane üniversite ve yirmi iki tane de vakıf üniversitesi için… Vakıf üniversitelerini de bir tarafa bırakırsak, altmış sekiz tane üniversite için devletimizin harcamış olduğu para 6,5 katrilyon. Şu rakam hemen şunu ortaya koyuyor: Değerli arkadaşlarım, demek ki, vatandaşlarımızın çocuklarını üniversiteye koymak için dershanelere harcamış olduğu para, hemen hemen devletin bütün üniversitelere -altmış sekiz tane üniversiteye- 2 milyon öğrencimizi okutmak için harcadığı paraya denk. Daha da ötesi, her sene, Türkiye'den 70 bin de öğrencimiz -ki, bunun 22 bini kayıtlıdır, 50 bin civarında kayıtsızdır- yurt dışında okuyor ve bunlara, ortalama olarak 20 bin dolar harcandığını düşünürsek, bu da 1,5 milyar dolar yapar ve bu para da Türk parası olarak 2 katrilyon bir para. Vatandaşların harcadığı parayla, 5 katrilyon da onlar harcıyor, 7 katrilyon ve bunu, bu kadar bir parayı, ayrıca devletin mekanizmasından geçmeyerek, vatandaşlarımız, çocuklarına harcıyor. Bu, doğal olarak şunu ortaya koyuyor ki, üniversiteler kurulmalıdır, üniversitedeki yerlerin sayıları artırılmalıdır. Bu, Türkiye'nin bir gerçeği. Onun için, şu anda yapılmış olan, vatandaşlarımızın, beş tane vakıf üniversitesi kurmak için, YÖK'ün ve Hükûmetin ortaya koymuş olduğu kurallara uyarak Meclisimize gelmesini, ben, fevkalade saygıyla karşılıyorum. Kaldı ki, vakıf üniversiteleri de çok hızlı olarak gelişen kurumlardır.
Biraz önce, bir arkadaşım "üniversite kurmalıyız, fakat, maalesef, bunun tabela üniversitesi olmaması lazım geldiği" şeklinde bir ifade kullandı. Bunu, fevkalade yadırgıyorum. Yadırgıyorum, çünkü, ülkemizde ilk üniversite, 1933 yılında İstanbul Üniversitesi olarak kurulmuştur. 1946'da Ankara Üniversitesi, 1948'de İstanbul Teknik Üniversitesi, Dördüncü üniversite, 1955 yılında Karadeniz Teknik Üniversitesi kuruldu. Bu üniversite de sadece 1963'te eğitim öğretime başladı, bir ilkokulda, iki dershaneli bir ilkokulda, 9 tane idari personeli, 1 rektörü ve 90 tane de öğrencisi.
Değerli arkadaşlar, bugün var olan altmış sekiz tane üniversite, bu şekilde çoğu kuruldu. Birçokları, o günlerde geliştiğini iddia eden üniversiteler, bunların hepsini tabela üniversitesi olarak söylediler. Ama, şu anda, Karadeniz'de, o 1955'te kurulan, dördüncü üniversite olarak kurulan Karadeniz Teknik Üniversitesinde, öğrenci sayısı 48 bin, Ünye'den Artvin'e kadar Doğu Karadeniz'in her ilinde ve ilçesinde fakültesi ve yüksekokulu var ve bu üniversiteden üç tane üniversite doğmuştur, bir tane daha üniversite doğmak üzeredir. Ordu'da, Giresun'da ve Rize'de doğan üniversiteler, birkaç ay önce yasasını kabul ettiğimiz üniversiteler, hep bu üniversiteye bağlı olarak kurulmuştur. Diğer üniversiteler de böyledir. Son kırk yılda mazisi olan üniversitelerimizin çoğu böyle kurulmuştur ve böyle hızlı bir şekilde gelişmektedir. Bugün, eğer, ülkemizde 2 milyon gencimiz eğitim, öğretim alıyorsa, bu şekilde kurulan üniversitelerimiz sayesindedir.
Bakın, üniversitelerimizin sayısını artırmak zorundayız, çünkü, toplumun dinamikleşmesi için toplumdaki üniversiteleşme oranının yüzde 40'ların üzerine çıkması gerekir. Hâlbuki, ülkemize baktığımız zaman, bu rakam, örgün eğitimde -2006 yılına göre- yüzde 25'tir; Amerika'da yüzde 80, her Avrupa Birliği ülkesinde ise yüzde 60'ın üzerindedir. Bu rakam esas alındığı zaman, ülkemizde bile üniversite sayısını hiç değilse 2 katına çıkarmamız lazım.
Ayrıca, dünyaya baktığımız zaman, her 500 bin kişiye 1 üniversite düşmektedir. Türkiye'de 68 tane üniversite olduğunu düşünürsek, 73 milyon nüfusumuz olduğunu düşündüğümüzde, demek ki, Türkiye'de 146 üniversite olması lazım dünya normları için. Pekâlâ, Avrupa Birliği normları için de… Avrupa Birliğinde her 250 bin nüfusa 1 üniversite düştüğüne göre, Türkiye'deki üniversite sayısının da 300 olması lazım. Hiç kimsenin bunu tartışmaması lazım. Kaynak dediğimiz şey, sözlerimin başında izah ettim, vatandaşlarımız kendi çocuklarını üniversiteye göndermek için büyük bir atılım içindedir, büyük bir gayret içindedir. Özellikle, Türk toplumu, Türk ailesi, çocuklarını prens ve prensesler olarak gören bu aileler, bütün varlığını bu çocukların eğitimine hasretmekten de geri kalmıyorlar. Onun için, üniversitelerin sayısını mutlaka artırmalıyız ve kaynağın da hemen yanı başımızda olduğunu düşünüyorum.
Vakıf üniversitelerindeki öğrenci sayısının az olduğundan şikâyet etmeyelim, çünkü, bunlar zaman içinde gelişecektir. Devlet üniversitelerinin bile ancak yüzde 90'ının mazisi son kırk seneye dayandığına göre, bu üniversiteler de zaman içerisinde mutlaka gelişeceklerdir.
İkinci bir konuya da değinmek istiyorum çok basit olarak.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Dumanoğlu, konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun efendim.
AYDIN DUMANOĞLU (Devamla) - Bitiyorum Sayın Başkan.
Bakın, daha 2001 yılında, Türkiye'deki uluslararası düzeyde yapılmış olan yayınların miktarı 5 bin civarındayken, bugün, 2006'da, bu 17 bine çıkarak Türk üniversiteleri dünya sıralamasında 17'nci sıraya yükselmiştir. Bunun da nedeni nedir biliyor musunuz değerli arkadaşlar, bakın, 2002 yılına nazaran, 2006 yılına geldiğim zaman Türkiye'deki araştırmalara ayrılan para tam 46 kat artmıştır. Bunların da daha ötesinde, Türkiye, Avrupa Birliğinde 12,5 milyar euroluk bir yatırım için, 200 milyon euro Avrupa Birliği fonlarına yatırarak 12,5 milyar euro fondan pay almasını sağlamıştır. Dolayısıyla, mevcut olan Hükûmetimizin araştırma fonlarına yapmış olduğu bu katkılardan ötürü araştırma sayısı artarak Türk devletinin yücelmesine neden olmuştur. Ayrıca, son altı yılında araştırma görevlilerinin sayısını 8 bin artırdığı için Türk Hükûmeti, araştırmalara ayrılan insan potansiyeli de artmıştır. Bütün bunlar, Türk üniversitelerinin yücelmesine doğru giden yoldur.
Bu düşüncelerle, hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Dumanoğlu.
Tasarının tümü üzerinde -ekranda bir kısım arkadaşlarımızın ismini görüyorum- soru-cevap işlemi gerçekleştireceğiz.
Sayın Kılıç, buyurun.
MUHARREM KILIÇ (Malatya) - Sayın Başkan, aracılığınızla, Sayın Bakana sorum olacak.
Görüşülmekte olan kanun tasarısıyla beş tane yeni vakıf üniversitesi kurulmaktadır. Yeni üniversitelerin kurulmasına, Cumhuriyet Halk Partisi olarak herhangi bir diyeceğimiz yoktur. Bunları önemsiyoruz. Ancak, bundan önce on beş tane yeni üniversite açılmıştı. Bu üniversitelerin rektörlerini "Biz seçemedik." diye, ne yazık ki, yeteri kadar kaynak vermeyerek bir anlamda cezalandırmış oluyorsunuz.
Yine, daha önceki üniversitelerden, örneğin, Malatya İnönü Üniversitesinin Turgut Özal Tıp Merkezinin -Sayın Bakanım, siz bunu biliyorsunuz- kadro kanunuyla ilgili -şu anda beş yılınızı dolduruyorsunuz- hâlâ bir gelişme gösteremediniz. Üniversitemizin kadro kanunu hâlâ çıkmadı. Kaynak olarak yeterli kaynak sağlanmıyor. Halk arasında deniliyor ki: "Acaba Malatya'mız ve üniversitemiz cezalandırılıyor mu?" Malatya'da sizin iktidarınıza karşı böyle bir şey var.
Sayın Bakanım, iktidar olmak, hükûmet olmak ciddi bir iştir. Üniversitemizin bu kadro ve kaynak sorununu çözmeyi düşünüyor musunuz? Bunu, kısa ve net olarak öğrenirsem memnun olacağım.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Kılıç.
Sayın Aslanoğlu…
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) - Sayın Bakanım, beş yıldır Maliye Bakanlığı, "Evet, Malatya İnönü Üniversitesinin kadro ihtiyacı var." dedi. Bakanlığınız Yüksek Öğretim Genel Müdürlüğünün norm kadrosunda, "Bu üniversitenin bin tane öğretim görevlisi açık." dedi. Maliye Bakanlığı kabul etti, Devlet Personel kabul etti, Başbakanlık kanunu buraya gönderdi, Plan ve Bütçe Komisyonu kabul etti. Ama, iki yıldır hep şunu söylüyorsunuz: "Tüm üniversitelerle birlikte getireceğiz." Bitti... Onun için, ben artık kime inanacağım, bilmiyorum. Malatya İnönü Üniversitesinin çocuklarını cezalandırıyor musunuz? Ben bunu öğrenmek istiyorum.
Bu üniversitenin… Bakanlığınız… Diyorsunuz ki: "Evet, acil." Bizim çocuklarımız orada cezalandırılıyor. Sayın Bakanım, her seferinde dediniz ki, Sayın Başbakan söylemesine rağmen: "Getiriyoruz en kısa sürede." Ama, dönem bitti. Acaba Meclis çalışmaları bitmeden Malatya İnönü Üniversitesinin dört buçuk yıldır bekleyen, kanun haline getirilmiş kadro yasasını getirecek misiniz, getirmeyecek misiniz?
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Aslanoğlu.
Sayın Gazalcı, buyurun efendim.
MUSTAFA GAZALCI (Denizli) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sayın Bakana… Üniversite öğretim elemanlarının ekonomik durumunu iyileştirmeyle ilgili ne gibi bir düzenleme yaptınız? Yaklaşık 10 YTL ders ücretleri var. Bu, niçin artırılmadı?
Şimdi, yukarıda, Plan ve Bütçede on yedi üniversite kurulmasına ilişkin görüşmeler yapılıyor. Daha önce on beş üniversitenin rektör atamaları, bir yıl sonra mahkeme kararıyla o ek geçici 1'inci madde durduruldu. Bu on yedi üniversitede de aynı yanlışı mı yapacaksınız?
"Yurt dışına 5 bin öğrenci göndereceğim." dediniz, bin tanesini gönderdiniz, ama orada yapılan sınav biçimlerini mahkeme durdurdu. YÖK açıklamalar yaptı. Bu çocuklar gitti. Sonuçta ne oldu bu konu?
Son olarak: Bir atama yönetmeliği yaptınız, yıldırım hızıyla geçirdiniz bunu. Atama yönetmeliğini çıkardınız, iki saat sonra personel genel müdürü bir genelge çıkardı, okullara faks çektiniz ve 20 binin üstünde geçici görevli kişiyi müdür yaptınız. Şimdi, iki saat önce mahkeme bunu durdurdu.
Sayın Bakan, Türkiye bizi izliyor. Bakın, bütün mahkeme kararlarına karşın bir inatlaşma içindesiniz. Bir kere daha, halkın huzurunda, bu Mecliste mahkeme kararlarına uyacağınızı, yanlışları düzelteceğinizi söyleyebiliyor musunuz?
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Gazalcı.
Sayın Işık…
AHMET IŞIK (Konya) - Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.
Vasıtanızla, Sayın Bakanıma şu soruları yöneltmek istiyorum:
Sayın Bakanım, üniversite öğrencilerinin eğitimlerinin bir kısmını yurt dışında yapabilmelerine imkân oluşturulmuştur. 2006-2007 yılında bu sayı ne kadardır?
Yine, bir kısım öğrencilere, mesleki eğitim için, Avrupa ülkelerinde staj yapma fırsatı sağlanmıştır. Bunun da sayısını istiyorum.
Son olarak: Konya Selçuk Üniversitesi, sizin de yakından takip ettiğiniz gibi, Selçuk Üniversitesinin Tıp Fakültesi Selçuklu Tıp Fakültesi, yirmi yıldır yılan hikâyesine dönen tıp fakültesi bitmiştir, mefruşatı döşenmiştir, hiçbir eksikliği yoktur. Şu an kadro noktasında bir yasa tasarısı Plan ve Bütçede beklemektedir. Bununla ilgili değerlendirmenizi almak istiyorum. Bu dönemde bu tasarı yetişecek midir?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Sayın Özyurt…
MUSTAFA ÖZYURT (Bursa) - Sayın Başkanım, aracılığınızla Sayın Bakanıma bir soru yöneltmek istiyorum.
Ben konuşurken bilmiyorum burada mıydınız Sayın Bakanım? Aşağı yukarı beş yıl oluyor üniversite öğretim üyelerinin maaşları için hiçbir girişiminiz olmadı, hiçbir ciddi girişiminiz olmadı. Böyle bir girişim düşünüyor musunuz veya düşündünüz de uygulayamadınız mı?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Özyurt.
Sayın Bakanım, buyurun.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Sayın Başkanım teşekkür ederim.
Sayın Kılıç ile Sayın Aslanoğlu'nun soruları aynı mahiyette olduğu için ikisine birden cevap veriyorum: Bizim, hiçbir üniversiteyi, hiçbir kamu kurumunu, bir şehri veya onun ahalisini cezalandırmak gibi bir niyetimiz ve bir eylemimiz olamaz; biz, bütün şehirlerimizi mükâfatlandırmak için var olan bir siyasi kadroyuz. Hükûmetimizin icraatları bu yöndedir.
Şimdi bakın, biraz önce hem Sayın Işık'ın sorusunun o kısmına da cevap vermiş olacağım, Anadolu Üniversitesinden ayrılan Osmangazi Üniversitesinin çok ciddi bir kadro sıkıntısı vardı. Ayrıca Selçuk Üniversitesi, malumunuz, çok büyüyen bir üniversite ve iki hastanesi olan, iki tıp fakültesi olan bir üniversite. Buralarda çok ciddi bir kadro eksikliği vardı. Diğer bütün kurumlarla da iş birliği yapıldı, bunların eksiklikleri tespit edildi, Plan ve Bütçe Komisyonunda biraz önce on yedi üniversiteyi görüşürken bu iki üniversitenin de kadro ihtiyaçları giderildi ve bu Plan ve Bütçe Komisyonundan geçti. Türkiye Büyük Millet Meclisine gelecek ve Genel Kurulda da bu kabul edilecek.
Turgut Özal Tıp Merkezinde kadro ihtiyacı olduğunu biliyorum. Ancak, bildiğiniz gibi, bu bazı geçici işçilerin kadrolu yapılmasıyla ilgili çalışma esnasında Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığımızın yapmış olduğu bir çalışma var. Değişik statülerde çalıştırılan memurların, özellikle üniversite bünyesinde çalıştırılan devlet çalışanlarının veya geçici statüde çalışanların 4/B kapsamına alınarak bu ihtiyacın giderilmesiyle ilgili üniversitelerle de bir mutabakata varıldı. Meseleyi bu çerçeve içerisinde değerlendirmenizi özellikle istirham ediyorum.
Sayın Gazalcı'nın…
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) - Gelecek mi, gelmeyecek mi üniversitelerle beraber?
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Ben, arkadaşlar, bakın, bu…
MUHARREM KILIÇ (Malatya) - Sayın Bakan, o üniversitelerin kadroları işçilerden mi oluşuyor?
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Hayır, ben öyle bir şey söylemedim. Hangisine, nerede ihtiyaç duyulacağını… Dediğim gibi, Maliye Bakanlığında, Devlet Personel Başkanlığında, Devlet Planlama Teşkilatında bütün hazırlıklar, çalışmalar yapılır. Üniversiteleri temsilen, ben, bu, eğer gündeme getirilecekse… Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemini ben tek başıma belirlemiyorum. Bunun gündeme gelmesi gerekiyorsa, gelir. Sizin, özellikle grup başkan vekilleriniz, iktidar partisinin grup başkan vekilleriyle Danışma Kurulunda bunu müzakere ederler. Genel Kurula geldiği zaman da, ben gelir buraya otururum. Mesele bundan ibarettir.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) - Sayın Bakan, Osmangazi Üniversitesi ve Selçuk Üniversitesi onunla beraber gelmeyecek mi?
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Sayın Gazalcı'nın sorularına gelince. Bu, atama ve görevde yükselme yönetmeliğiyle ilgili sorunuz, yükseköğretimle ilgili bir mesele değil, buna cevap vermiyorum.
MUSTAFA GAZALCI (Denizli) - Mahkeme kararı olduğu için Sayın Bakan…
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Ayrıca, ekonomik durumun iyileştirilmesiyle ilgili olarak arkadaşlarımın soruları var. Sayın Özyurt "Üniversite öğretim üyelerinin durumunda hiçbir iyileştirme yapılmadı." diye bir ifade kullandı.
Değerli arkadaşlar, kümülatif enflasyon çıktıktan sonra, yani enflasyonu bir tarafa bıraktığınız zaman, Türkiye'de en az zam yapılan devlet memurlarının maaşında yüzde 12 iyileştirme yapılmıştır. Öğretim üyelerini bırakın bir tarafa, bu rakamlar kesinlikle doğru değildir.
Rektör atamalarıyla ilgili olarak, malumunuz, şu anda on beş üniversiteye rektör atamasıyla ilgili, on yedi üniversiteye rektör atamasıyla ilgili, yeni kurulan üniversitelere rektör atamasıyla ilgili prosedür askıda kalmıştır Anayasa Mahkemesinin iptal kararından dolayı. Bununla ilgili ayrıca bir düzenleme yapılacaktır. O da -zaten siz Millî Eğitim Komisyonu üyesisiniz- oraya geldiğiniz zaman siz de katkı sağlarsınız ve fikirlerinizi de söylersiniz.
Yurt dışına gönderdiğimiz öğrencilerle ilgili olarak, hiçbir zaman için mahkemenin bozma sebebi, yapılan sınavların şekli değildi, çünkü bu sınavları biz yapmadık. Bu sınav ÖSYM tarafından yapıldı. Bütün kriterler yükseköğretim kurumlarının belirlediği kriterlerdi. "Mülakat olmasın" dedi "Sübjektiflik devreye girer." dedi, biz mülakatı kaldırdık. Daha sonra "Yükseköğretim Kurulunun devreye girmesi gerekiyor" denildi, Yükseköğretim Kuruluyla da bir protokol imzalandı, böyle bir problem yok Sayın Gazalcı, problem aşılmıştır, hayırlı olsun.
Yine, değerli arkadaşlarım, Sayın Özyurt…
Sayın Başkan, ben, öncelikle Sayın Işık'a dönmek istiyorum. Sayın Işık, bu birinci ve ikinci sorunuz, özellikle, Erasmus ve diğer programlar çerçevesinde yurt dışına giden yükseköğretim öğrencileri veya Mesleki Eğitim Projesi (MEGEP) çerçevesinde yurt dışına giden insanlarla ilgili olarak, ulusal ajans bünyesindeki faaliyetler ciddi dokümanlar gerektirir, o rakamları arkadaşlarımız tespit edip, zatıalinize sunarlar.
Sayın Özyurt, bir ifade kullandınız. Bütün değerli milletvekili arkadaşlarımın, ben, dikkatlerini bu noktaya çekmek istiyorum. Zatıaliniz dediniz ki: "2002 yılından 2007 yılına kadar üniversitelere tahsis edilmiş olan araştırma görevliliği kadrosu sadece 86'dır." Bakın, Mustafa Bey, bir hususun altını çizmek istiyorum. Benim bu size vereceğim rakamlar YÖK'ün vermiş olduğu rakamlardır. 2002 yılının sonunda araştırma görevlisi sayımız 27.380'dir. Değerli arkadaşlar, buraya dikkatinizi çekerim. Araştırma görevlisi dediğiniz insan, ya master yapıyor, ya doktora yapıyor ve araştırma görevlilerinin, beş yıl sonra, yedi yıl sonra, sekiz yıl sonra tekrar araştırma görevlisi kalması söz konusu değil. O insanlar meslekte yükselirler. Bakın, buna rağmen, eğer, bütün araştırma görevlileri aynı kalsa bile, böyle bir varsayımdan hareket etseniz bile, 2006-2007 öğretim yılında araştırma görevlisi sayısı üniversitelerimizde 30.495'tir.
Bir başka şeyi belirteyim. Profesör sayısı 10 bindir 2002'nin sonunda, bugün 12.600'dür, 2.600 adet profesör sayısında artış olmuştur, doçent profesör olmuştur. Bakın, doçentler de 5.200 iken 5.900 olmuştur. Yardımcı doçent 12 bin iken, 15.600 olmuştur. Peki, bunlar nereden geldi? Araştırma görevlisi doktorasını bitirdi, yardımcı doçent oldu, yardımcı doçent doçent oldu, doçent profesör oldu.
Şimdi, bunu hesaba katmazsanız, sanki araştırma görevine başlayan bir kimse kıyamete kadar araştırma görevlisi kalıyormuş gibi bir varsayımdan hareket etmiş olursunuz, bu, yanlıştır.
NURETTİN SÖZEN (Sivas) - Üniversite büyümüyor mu? Yeni fakülteler, yeni yüksekokullar açılmıyor mu?
MUSTAFA ÖZYURT (Bursa) - Ama, üniversite sayısı büyüyor, öğrenci yüzde 22 artmış.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Efendim, bakın: Ben böyle bir iddiada bulunmuyorum arkadaşlar. Sadece bizim iktidarımız döneminde 112 adet lisans programı veren yükseköğretim kurumu kurulmuştur. Elbette kuruluyor, ama ben diyorum ki: Bakın, sizin verdiğiniz 86 rakamı Sayın Özyurt, kesinlikle gerçekle uzaktan yakından bağdaşmamaktadır.
MUSTAFA ÖZYURT (Bursa) - Bakın Sayın Bakanım: Yüksek Öğretim Kurulunun çıkardığı "Yükseköğretim Stratejisi" kitabını yarın buraya getiririm. Bütün bu milletvekillerinin içinde söylüyorum. Rakamı tekrar söyleyebilirim, bu rakam ondan alınmıştır.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Peki, tekrarlar mısınız?
MUSTAFA ÖZYURT (Bursa) - Evet efendim, söyleyeyim. Bakın, size verenler yanlış vermişler, söyleyeyim.
BAŞKAN - Sayın Özyurt, Sayın Bakanıma da hitap ederek konuşuyorum: Böyle bir usul yok bu Genel Kurul içinde, ama…
MUSTAFA ÖZYURT (Bursa) - Hayır, rakamı yanlış verdi Sayın Bakan da, onun için söylüyorum.
BAŞKAN - Buyurun.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Şimdi, Sayın Özyurt, siz, lütfen… Sayın Özyurt size şunu söyleyeyim: Siz, ikisi arasındaki, 2000'le… Bakın, öyle bile olsa, 2002 ile 2007 arasında böyle bir fark ortaya koysanız bile, bu, üniversitelere tahsis edilen araştırma görevlisi kadrosunun sadece 86 olduğu anlamına gelmez.
MUSTAFA ÖZYURT (Bursa) - 2005 Sayın Bakanım. 2002-2005…
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Efendim, 2005 olabilir, tamam 2005 olabilir. Ama, bu arada, araştırma görevlisi olup da yardımcı doçent olan insanlar vardır, araştırma görevlisi olup da üniversiteyi terk eden insanlar vardır, bu hesaba katıyor musunuz bunu siz?
MUSTAFA ÖZYURT (Bursa) - Sayın Bakanım, öğrenci sayısı yüzde 22 artmış.
BAŞKAN - Sayın Bakanım…
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
BAŞKAN - Sayın Bakanım, Sayın Özyurt, aranızda müzakere edebilirsiniz, ikiniz de üniversiteden, akademisyenlikten gelmiş olan arkadaşlarımızsınız. Ben, her ikinize de katkılarınız için teşekkür ediyorum.
Tasarının maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
1'inci maddeyi okutuyorum:
YÜKSEKÖĞRETİM KURUMLARI TEŞKİLATI KANUNUNDA
DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA İLİŞKİN KANUN TASARISI
MADDE 1- 28/3/1983 tarihli ve 2809 sayılı Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununa aşağıdaki ek maddeler eklenmiştir.
Özyeğin Üniversitesi
EK MADDE 72- İstanbul'da Hüsnü M. Özyeğin Vakfı tarafından 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun vakıf yükseköğretim kurumlarına ilişkin hükümlerine tâbi olmak üzere, kamu tüzel kişiliğine sahip Özyeğin Üniversitesi adıyla bir vakıf üniversitesi kurulmuştur.
Bu Üniversite, Rektörlüğe bağlı olarak;
a) Fen-Edebiyat Fakültesinden,
b) İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesinden,
c) Mühendislik Fakültesinden,
ç) İletişim Fakültesinden,
d) Uygulamalı Bilimler Yüksekokulundan,
e) Fen Bilimleri Enstitüsünden,
f) Sosyal Bilimler enstitüsünden,
oluşur.
BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Yalova Milletvekili Muharrem İnce.
Sayın İnce, buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA MUHARREM İNCE (Yalova) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; sizleri saygıyla selamlıyorum.
Az önce Sayın Gazalcı'nın sorduğu soruya Sayın Bakan "Millî Eğitimle ilgili bir konu, cevap vermeyeceğim." dedi ama, ben de kayıtlara geçmesi açısından şunu söylüyorum: Yönetici atama yönetmeliğinde değişiklik yaparak, sınavsız bir şekilde, hafta sonu, AKP il binalarında kimin hangi okula müdür olacağını... Ve bunları iki gün içinde atadınız. Mahkeme bugün yürütmeyi durdurma verdi. Ben de buradan sesleniyorum: 22 Temmuzdan sonra, Cumhuriyet Halk Partisi iktidarında, o atanan müdürlerin hepsini sınava alacağız.
ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) - Gelirseniz alırsınız.
MUHARREM İNCE (Devamla) - Şimdiden bilsinler, o görevi kabul etmesinler.
SABRİ VARAN (Gümüşhane) - Gelirsen, al!
MUHARREM İNCE (Devamla) - Sınavla gelenlere hiç itirazımız yok. Ama sınavsız bir şekilde gelenler varsa, bunlar partizandır, onların hepsini sınava alacağız. Kayıtlara geçmesi açısından bunu belirteyim.
MUSTAFA ÜNALDI (Konya) - Gelirsen al!
MUHARREM İNCE (Devamla) - Yine, ayrıca, Millî Eğitim Bakanlığının 28 üst düzey yöneticisinin istifa edip milletvekili olmak istemesini, bu Bakanlığın ne kadar partizanlaştığının, ne kadar kadrolaşmanın merkezi haline geldiğinin bir göstergesi olarak da bunları sizlerle paylaşmak istiyorum.
Yine -şu anda Plan Bütçede bitti yanılmıyorsam- on yedi yeni üniversiteyle ilgili. Yalova'nın olmamasının hesabını da seçim meydanlarında Yalova halkının size soracağını çok iyi biliyorum. Yani, İstanbul'a, İzmit'e, Bursa'ya bir saat mesafedeki, yüzde 60'ı ormanlarla kaplı, eğitim düzeyi çok yüksek, üniversitede, OKS'deki, sınavlarındaki başarılarıyla kendini kanıtlamış bir kente üniversitesini çok görmenizin bedelini 22 Temmuzda ödeyeceksiniz.
Şimdi, neden siz dört buçuk yıldır eğitim ve bilim kurullarıyla sürekli kavga halindesiniz? Ben bazı bilgileri sizlerle paylaşmak istiyorum.
Bakınız, YÖK ve Millî Eğitim Bakanlığı arasında bir mücadele var. YÖK, 1987 ile 2005 arasında 3.776 kişiyi yurt dışına göndermiş öğretim üyesi yetiştirmek için; Millî Eğitim Bakanlığı da 1994 ile 2005 arasında 1.755 kişiyi göndermiş. YÖK'ün gönderdiklerinin içinde başarı oranı yüzde 70,26; Millî Eğitim Bakanlığının gönderdiklerinin içinde başarı oranı yüzde 52,42. Demek ki YÖK daha doğru tespitler yapmış, demek ki Millî Eğitim Bakanlığı daha partizanca seçimler yapmış. Bu yalnızca sizin iktidarınızı da kapsamıyor, sizden önceki iktidarları da kapsıyor.
Yine, bütçeyi… Siz Türk yükseköğretimini ne hâle getirdiğinizin farkında değil misiniz Allah aşkına? YÖK bütçesinin Millî Eğitim bütçesine oranı 2002 yılında yüzde 25'tir -Millî Eğitim bütçesinin yüzde 25'i YÖK'e aittir- 2003'te yüzde 25'tir, 2004'te yüzde 23'tür, 2005'te yüzde 21'dir. 25'ten alıp 21'e düşürdünüz. Yine, 2005 verilerine göre, Türk yükseköğretiminde öğrenci başına harcama Türkiye'de 1.460 dolardır. OECD ortalaması 10.052 dolardır, Amerika Birleşik Devletleri'nde 22.234 dolardır, Yunanistan'da 4.280 dolardır. Siz de diyorsunuz ki: "Bütçeyi artırdık."
Sayın Bakan, bütçe tekniğinden kaynaklanan sanal bir artış var. Öğrenci harçlarını ve döner sermayeyi bütçe tekniğinden kaynaklanarak bütçenin içinde gösteriyorsunuz, sanal bir artış varmış gibi gösteriyorsunuz. Asla böyle bir artış söz konusu değildir.
Yine, şunun hesabını vermelisiniz: Bugün meslek yüksekokulunda okuyan bir gencimize Türkiye Cumhuriyeti devletinin ödediği para, kişi başına, öğrenci başına 730 YTL'dir. Eğitim fakültesinde öğretmen adayına Türkiye Cumhuriyeti devletinin ödediği para 1.100 YTL'dir, imam-hatip lisesinde okuyan bir delikanlımıza ödenen para 3.037 YTL'dir. Bunlar, bu ülkenin gerçekleridir. Siz, bunları, yanılmıyorsam kürsüye çıktığınızda açıklayacaksınız.
On beş yeni üniversiteye 500 bin YTL para verdiniz, yani dalga geçer gibi bir şey bu. 500 bin YTL ile üniversite kurulur mu? Sonra "Kaynak aktardık." diyorsunuz. Bunları bozdur bozdur harca, 500 bin YTL ile üniversite kuracaksınız! Milyon dolarların gerektiği bir üniversite kurulmasında, bunları nasıl yapıyorsunuz ve bunları nasıl başarıymış gibi gösteriyorsunuz, doğrusu anlayamıyorum.
Son beş yıldır araştırma görevlileri için verilen yurt dışı burslara bakalım: 1999'da… Daha önceden başlayayım: 1993'te 1.380 kişi, 1994'te 500 kişi, 1995'te 300 kişi, 1999'da 100 kişi, 2002'de 80 kişi, 2004'te 80 kişi, 2005'te 80 kişi. Araştırma görevliliği kadrosu: 2001'de 4.250 kişi, 2002'de 4.250 kişi, 2003'te 1.410 kişi, 2004'te 1.410 kişi, 2005'te de… Mahkeme kararıyla aldılar, aralık ayına denk geldiği için de bunu tam olarak kullanamadılar.
Israrla -Sayın Başbakan dahil- Türk üniversitelerine haksızlık etmektedirler. "Başarı mı var?" diyorlar. Peki, bütün bu yokluklara rağmen, Amerika'daki saygın bir kuruluş, Bilimsel Bilgi Enstitüsü, dünyadaki üniversiteleri toplam makale sayısı bakımından denetliyor, yorumluyor, bu konuda bir sıralama yapıyor. Türkiye, 1990'da 40'ıncı sırada, 2006'da 20'nci sırada, 2007'de 19'uncu sırada. Yani, bu üniversitelerimiz bu kadar yoksulluğa rağmen, bu kadar kaynak kıtlığına rağmen, bu kadar altyapı eksikliğine rağmen, bu kadar partizanlaşmanın kol gezmesine rağmen, yine de başarılarını kanıtlamışlardır.
Şimdi, değerli arkadaşlarım, biz, asla ve asla bu üniversitelerin kurulmasına karşı değiliz. Ama, Hükûmetin de, özellikle Millî Eğitim Bakanlığının da -üniversiteleri nasıl ele geçirmek, buraları işgal etmek- buraları bir kale gibi görmesini, bunu anlayamıyoruz. Buraların özerk kurumlar olarak algılanması lazım, buraların bilim yuvası olarak algılanması lazım. Bizim sıkıntılarımız burayla ilgilidir.
Tabii ki, üniversitelerle kavgalısınız, ama Bakanlar Kurulunda da birçok arkadaşımız, akademisyen, üniversitede hocalık yapmış. Bunu, bu kavgayı nasıl önleyemiyorlar, doğrusu, anlayabilmiş değilim.
TÜBİTAK'ı mahkemelerde süründürdünüz, yandaşlarınızı doldurarak yasa dışı hâline ettiniz. Yurt dışından getirilen kitaplara bile -özellikle tıp kitapları- lüks tüketim vergisi var, yüzde 40 vergi var yurt dışından gelen kitaplara. Bunu çözememiş bir ülkede bilim yapılabilir mi? Bunu çözememiş bir ülkede "Yükseköğretimin sorunlarını bu dönemde biz çözdük." denilebilir mi, anlayabilmiş değilim.
Eğer, bir ülkede, bilimsel hırsızlık suçundan mahkûm olmuş birisi Başbakana danışman oluyorsa, bu ülkede üniversiteler sorgulanamaz arkadaşlar. Eğer, siz, Yüzüncü Yıl Üniversitesinde, Ondokuz Mayıs Üniversitesinde yapmak istediklerinizi şöyle bir düşündüğünüzde, sizin, bilim adına konuşma hakkınız yoktur. Ondokuz Mayıs Üniversitesinde komisyonlar kurdunuz; ne oldu, ne buldunuz, neyi çözdünüz?
Değerli arkadaşlarım, bütün bunlardan sonra sizlere şunu söylemek istiyorum: Bakınız, Cumhuriyet Halk Partisi tarafından, eğitim ve bilimle ilgili 8 kanunu Anayasa Mahkemesine taşımışız. Bunlardan 4'üyle ilgili karar vermiş Anayasa Mahkemesi; ya yürütmeyi durdurma vermiş ya iptal vermiş. Diğer 4'üyle ilgili, henüz, görüşmemiş diğer 4'ünü. Eğer, 8 tane kanunu Anayasa Mahkemesine gidiyorsa, belli olan, sonucu kesinleşen 4 kanuna, mahkeme iptal ya da yürütmeyi durdurma veriyorsa, demek ki siz, danışmadan yapıyorsunuz, demek ki siz, muhalefetin sesini dinlemiyorsunuz, demek ki siz, hukuk dışı uygulamalar yapıyorsunuz.
22 Temmuzdan sonra en büyük idealimiz, hemen şu aşağıdaki Millî Eğitim Bakanlığında hukuku egemen kılmaktır. Çünkü, hukuk hepimize lazımdır. Ama, ne yazık ki, Millî Eğitim Bakanlığı, bugün, hukuksuzluğun merkezi hâline gelmiştir.
Bakın, değerli arkadaşlarım, yıl 2003, 7 Eylül; 7 Eylül 2003 günü, Hükûmet, YÖK Yasasını gündeme getiriyor. 14 Eylül 2003 günü Genelkurmay açıklama yapıyor. Bu, son muhtıra, 27 Nisan muhtırası değil, Millî Eğitimle ilgili üç tane muhtıra var. 14 Eylül 2003 günü açıklama yapıyor, deniyor ki: "Türk Silahlı Kuvvetleri, Anayasa'mızın 42'nci maddesinde de açık ifade edildiği gibi, Türkiye'de 'Eğitim ve öğretim, Atatürk ilke ve inkılâpları doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, devletin gözetim ve denetimi altında yapılır.' temel ilkesini yürekten benimsemektedir." Ben, o gün TRT-2'de konuşma yapmaya gidiyorum, Genelkurmay bildiri yayımladı, on beş dakika sonra Hükûmet tasarıyı geri çekti; muhtıra 1.
Muhtıra 2: 6 Mayıs 2004, açıklıyor: 1739 sayılı Millî Eğitim Temel Kanunu'nun 32'nci maddesi…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ASIM AYKAN (Trabzon) - Demokrasiye aykırı konuşuyorsun!
MUHARREM İNCE (Devamla) - Tabii, oraya da geleceğim.
BAŞKAN - Muharrem Bey, Sayın İnce, hitabet sırasında, bu tabirler, demokrasiye uygun olan tabirler değil, sizin de bunları alkışlayacağınızı zannetmiyorum, böyle bir şey de yok.
MUHARREM İNCE (Devamla) - Açıklamamı yapacağım Sayın Başkan.
ASIM AYKAN (Trabzon) - Burası milletin kürsüsü!
BAŞKAN - Onun için, yani, lütfen, ifadelerde düzeltmeler yaparsanız, daha iyi olur.
AHMET YENİ (Samsun) - Düzeltin onu, düzeltin.
BAŞKAN - Buyurun.
MUHARREM İNCE (Devamla) - Bakınız, 6 Mayıs 2004 tarihli bildiri: "1739 sayılı Millî Eğitim Temel Kanunu'nun 32'nci maddesi ve 430 sayılı Tevhid-i Tedrisat Kanunu'nun 4'üncü maddesiyle tesis edilen sistemin dışına çıkacak uygulamaların, söz konusu maddelerin amaçladığı öğrenim birliği ve laik eğitim ilkelerini zedeleyeceği açıktır."
Şimdi, gelelim 27 Nisan tarihli açıklamaya: "Okullarda kutlanacak etkinlikler Millî Eğitim Bakanlığının ilgili yönergelerinde belirtilmiştir. Ancak, bu tür kutlamaların yönerge dışı talimatlarla yerine getirildiği tespit edilmiş ve Genelkurmay Başkanlığınca yetkili kurumlar bilgilendirilmesine rağmen, herhangi bir önleyici tedbir alınmadığı gözlenmiştir."
Takdirlerini size bırakıyorum.
Sayın Bakan, üç kez bu konuda uyarı alıyorsunuz; takdirlerini size bırakıyorum, halkımıza bırakıyorum.
Tabii ki, bunları alacağınıza bizi dinleseydiniz, bu uyarıların hiçbirisi olmazdı. Biz, onlardan önce, Genelkurmayın açıklamalarından önce sizi bu kürsüden uyardık zaten.
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Yüce Meclise saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın İnce.
Anavatan Partisi Grubu adına İbrahim Özdoğan? Yok.
HÜSEYİN ÖZCAN (Mersin) - Sayın Başkan, 1'inci maddede "Hüseyin Özcan" olarak bildirilmişti.
BAŞKAN - Saygıdeğer arkadaşlarım, saygıdeğer grup başkan vekili arkadaşlarımız da bu teklifleri verirken çok açık olarak bilinmeli, yani buradaki ifadelerde zaman zaman yanlışlıklar oluyor. Çünkü, karalamalar oluyor, diğer şeyler oluyor, yani arkadaşlar da tereddüde düşüyor. Yoksa, bütün arkadaşlarımız tabii ki konuşacaklar. Yani, bu hata, biraz da grup başkan vekillerinin veya belki başka şekilde mi oluyor? Oradan kaynaklanan bir şey var, bizden bir şey yok. Yani, bizdeki rakamlarda Sayın Özdoğan gözüküyor.
Anavatan Partisi Grubu adına buyurun Sayın Özcan.
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU ADINA HÜSEYİN ÖZCAN (Mersin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1322 sıra sayılı Yükseköğretim Kurumları Teşkilat Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı'nın 1'inci maddesi üzerinde Anavatan Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, biraz önce bir arkadaşımız, özellikle -belki bu mevzunun dışındadır, ama- "Türkiye'de musluk ve batarya imalatçılarının sıkıntılarını ne olursunuz Mecliste dile getirin." dedi.
Müteaddit defalar getirdik, ama…
AHMET YENİ (Samsun) - Bataryayla ne ilgisi var?
HÜSEYİN ÖZCAN (Devamla) - Evet, onların vermiş olduğu mesajı burada sadece seslendireceğiz.
"Bunlar, dışardan gelen Çin malları Türk halkının sağlığını bozuyor. Binlerce musluk, batarya imalatçılarının sıkıntı içerisinde olduğunu ne olursunuz Mecliste bunu dile getirinin Meclis kapanırken." demişlerdi, o insanların sorunlarını dile getiriyoruz. Binlerce batarya işçisinin, batarya üreticisinin, musluk üreticisinin sıkıntılarını dile getiriyoruz. Ayrıca, Türkiye'yi ithal cenneti haline getiren ve sağlığımızla oynayan bir anlayış içerisinde buna göz yuman Hükûmet bunu dikkate alsın diye konuştum. Yoksa, yükseköğrenimle bunun alakası olmadığını ben de biliyorum ve onun farkındayım.
AHMET YENİ (Samsun) - Okumayan batarya yapamaz zaten.
HÜSEYİN ÖZCAN (Devamla) - Değerli arkadaşlar, bizler, yükseköğretimde, özellikle üniversitelerin açılmasından yanayız. Ne kadar üniversitemiz çok olursa, o kadar, bu ülkede eğitim seviyesinin yüksek olacağına ve bu ülkede çağdaşlığı yakalamanın daha kısa zamanda olacağına inanıyoruz. Bugün, üniversiteyi açmak, elbette belli mali külfetler getirmektedir. Ama, eğitim çok önemlidir. Bizim, eğer, eğitim seviyemiz, hâlâ eğitim ve öğretimimiz -yüzde olarak oranladığınızda veyahut da sınıflandırdığınızda, baktığımızda- ilkokul dört seviyesindeyse, eğitimimize yeteri kadar destek vermediğimizin, yeteri kadar önem vermediğimizin bir delilidir bu.
Değerli arkadaşlar, üniversiteleri elbette açalım, çoğaltalım sayıları, bu yetmiyor. Ama, bunları yaparken de, bugün üniversitelerimizin bağırdığı seslere de kulak vermek zorundayız. Öğretim kadrosundan, araştırmacısından, fiziki yapısından, her yönüyle yoksun olan üniversitelerimiz bağırıyor, diyor ki: "Bizim hizmetlimiz yok, öğretim üyemiz yok, personelimiz yok. Fiziki olarak yetersizlik içerisindeyiz. Bizlerin bu çağrısına, bağırışına kulak verilmesi gerekir."
Avrupa Birliğine gittiğimizde, bakıyoruz ki, Avrupa Birliği ülkelerinde, okullaşma oranının bizim çok çok üzerimizde olduğunu görüyoruz. Üniversite imtihanlarına giren öğrencilerimizin sıkıntılarını görüyoruz. Dünyanın hiçbir yerinde, üniversite öğrencisinin ve velisinin ıstırap içerisinde, yokluk içerisinde, geleceğe umutsuzca bakan hiçbir Avrupa ülkesi görüyor musunuz? Her yıl, 1 milyon 800 bine yakın öğrencimizi bir maraton yarışı içerisinde koşuya sokuyoruz ve onların ancak 200 bine yakını, istemeyerek de olsa, o üniversitelere girmek zorunda kalıyor -bu öğrencilerimizi üç saatlik bir imtihana tabi tutarak- bir yerde, istemekte oldukları, ideallerinde olan okullara yerleştirilemiyorsa, bunun acısını bütün veliler ve öğrenci ömür boyu çekiyor. Onu mahkûm ediyorsunuz o puanlama sistemiyle. Oysa, üniversite imtihanını kaldırarak "Ben, üniversite öğrenimi yapmak istiyorum." diyen vatandaşın önünü açarsak daha iyi olmaz mı?
Bu öğrenci velilerinin cebinden senede 10 milyara yakın eğer masraf oluyorsa, evini satıyor, boğazından kesiyor, doktor parasından bile kesip çocuğunu dershanelere gönderen velilerin durumunu hiç düşünüyor musunuz?
Tek ideali "Çocuğum bir üniversiteyi bitirsin." diyen bu velinin, üniversite imtihanını kazanmadığında, geriye dönüp de evinde hâlâ gelecek seneki imtihana hazırlanan öğrencinin psikolojik durumunu biliyor musunuz?
Bunun için yapılacak şey, kardeşim, özellikle üniversite imtihanlarının kaldırılmasının yollarını aramak zorundayız. Biz, Anavatan olarak açık ve net söylüyoruz: Üniversite imtihanları kaldırılmalı. "Ben üniversite okuyacağım, yükseköğrenimde devam edeceğim." diyen her vatandaşın önü açılmalıdır.
Üniversite okuyan öğrencilerimize baktığımızda, soruyoruz: O krediyle bu öğrenci acaba bir araştırma imkânı bulabiliyor mu, bir okuma imkânı bulabiliyor mu, bir tiyatro veya sinemaya gidip, yerine göre bir lokantada oturup da arkadaşlarıyla yemek yiyebiliyor mu verilmiş olan bu kredilerle? Elbette yok.
Bunları gördüğümüzde, bu çocukların ıstırabını, bununla da yetmiyor… Bu çocuklar üniversiteyi bitiriyor, ondan sonra KPSS imtihanına tabi tutuyoruz. O zaman üniversitelerin ne özelliği kalıyor? KPSS imtihanına tabi tuttuğunuz bir öğrenci öyle üniversiteyi bitirmiş ki, yedi yıldan beri beden eğitimi öğretmenliğini bekleyen, tarih öğretmenliğini bekleyen ve branşıyla ilgili olmayan, okumuş olduğu üniversitenin dışında başka yerlere girip de çalışmak zorunda kalan, asgari ücretle çalışan üniversite mezunlarını görmüyor muyuz? Bunları yaşıyoruz, çevremizde görüyoruz, kendi çocuklarımızda da görüyoruz. Bu sıkıntıyı eğer bu velilere, bu insanlara yaşatıyorsak bunun tedbirini almak zorundayız. Yoksa, bu Hükûmet, kendi kadrolarını getirmek için, göz göre göre kadrolaşarak, üniversite ve eğitim sistemimizi kendi amaçları doğrultusunda kullanmak gibi bir çalışmanın içerisindeyse, eğitime ve öğretime en büyük zararı veriyor. Çünkü, üniversitede okuyan her öğrencinin velisi, o çocuğunun geleceğini, bu ülkenin geleceğini sizden, bizden belki de daha fazla düşünüyor ve fedakârlığa katlanıyor.
Değerli milletvekilleri, Meclis olarak bizlerin yapacağı, öncelikle, üniversitelerimizin daha fazla çoğalmasını, öğretim üyesinden araştırmacısına, hizmetlisine kadar her yönüyle daha fazla desteklenmesini sağlamak, fiziki olarak yetersiz olan üniversitelerin sayısını azaltmak ve millî eğitimimize daha fazla pay ayırmanın yollarını aramaktır. Millî Eğitim Bakanlığı, üniversitelere her yıl düşen oranları sayı olarak, rakam olarak, yüzde olarak aşağıya çekiyorsa, demek ki, bu Hükûmetin yükseköğrenime bakış açısı, maalesef, her geçen gün daha aşağıya doğru gidiyor.
AHMET YENİ (Samsun) - Hangi parti adına konuşuyorsunuz?
HÜSEYİN ÖZCAN (Devamla) - Ben Anavatan Partisi adına konuşuyorum, ben halkın adına konuşuyorum; o yoksulluk çeken, o perişanlık çeken velinin hakkını savunmak için konuşuyorum.
AHMET YENİ (Samsun) - Partini söyle!
HÜSEYİN ÖZCAN (Devamla) - O dershanelerde sömürülen velinin alın terinin hesabını soruyoruz.
AHMET YENİ (Samsun) - Hangi parti adına söylüyorsun? Anavatan değişti.
ZEYNEP KARAHAN USLU (İstanbul) - Üniversiteler kurulunca dershanelere ihtiyaç azalacak, siz merak etmeyin.
HÜSEYİN ÖZCAN (Devamla) - Onu duyamazsın, onu şey yapamazsın Sayın Ahmet Bey! Göreceksin, Samsun'dan gelemeyeceksin, çünkü kadrolarınız, bu söz atma kadrolarınız yavaş yavaş tükeniyor, gelecekte belki de kümeden düşeceksiniz. Senin kulağını çınlatırız bu Mecliste, göreceksin. Sen kadrolaşmaya devam et, laf atmaya devam et; çünkü, oradaki milyonlarca veli, sizlerin bu velilere bakış açınızı, üniversiteye bakış açınızı, millî eğitime bakış açınızı görüyor ve sizlere notlarını veriyor.
AHMET YENİ (Samsun) - Ben partiyi sordum, bir şey demedim.
HÜSEYİN ÖZCAN (Devamla) - Bu millî eğitim karnesiyle siz sınıfta kaldınız. Dileğimiz… 22 Temmuzda halkın size vereceği notla, gerçekten, sınıfta kaldığınızı göreceksiniz ve laf atma fırsatını da bulamayacağınıza inanıyoruz.
MÜCAHİT DALOĞLU (Erzurum) - Hüseyin Bey, bir istatistik verir misiniz? Ama, bak, hiç bir rakam veremiyorsun.
HÜSEYİN ÖZCAN (Devamla) - Rakamlar burada, istersen rakam vereyim.
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, karşılıklı konuşmayalım.
MÜCAHİT DALOĞLU (Erzurum) - Rakam vermeden söylüyor, öyle bir şey var mı?
HÜSEYİN ÖZCAN (Devamla) - Eğer Türkiye'de, yüzde 70 üniversite mezunu hâlâ boştaysa, bugün Avrupa Birliğinde bir öğrencinin maliyeti 10 bin dolarsa, Türkiye'de hâlâ 650 dolarsa, bu aradaki fark sana rakam, al sana vereyim istiyorsan. Bu rakamı verdiğimizde iyice kümenin altında kalacaksınız, çünkü bu rakamlar, sizin karnenizin zayıf olduğunu gösteriyor; millî eğitime bakış açınızın, öğretim ve eğitime bakış açınızın bir karnesi. Bu karneyi soracağınıza, kadrolaşmanın hesabını verin. Bu ülkedeki insanların kadrolaşması konusunda…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Özcan, konuşmanızı tamamlayınız lütfen.
Buyurun.
HÜSEYİN ÖZCAN (Devamla) - İnsanlara ayırım yaparak "bizden ve ötekiler" diyerek, kurumları ayırarak bir yere varamadınız, varmadığınız da görülüyor, gözle görülüyor. Bu kadrolaşmaktan, niteliksiz, kifayetsiz, liyakatsiz yandaşlarınızdan bazılarını kadrolara yerleştirerek bu ülkenin millî eğitimine ve kurumların gelişmesine faydanız olmayacaktır diye düşünüyor, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyor, kamuoyuna da şunu açıklıkla belirtiyoruz: Millî eğitimden, millî eğitimin güçlenmesinden, öğretiminden, eğitimin güçlenmesinden korkarak, hurafeler peşinde koşan mantık içerisinde olduğunuz sürece, halk size 22 Temmuzda, dersini sandıkta verecektir.
Saygılar sunuyorum.
AHMET YENİ (Samsun) - Size şimdiden verdi dersini!
HÜSEYİN ÖZCAN (Mersin) - Kime vereceğini görürsünüz siz!
BAŞKAN - Sayın Aydın Dumanoğlu, grup adına konuşma talebiniz var, konuşacak mısınız efendim?
ALİ AYDIN DUMANOĞLU (Trabzon) - Konuşmayacağım.
BAŞKAN - Sayın Ali Aydınlıoğlu, şahsı adına… Yok.
Sayın Cemal Uysal… Yok.
Sayın Ensar Öğüt, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
ENSAR ÖĞÜT (Ardahan) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; on yedi ile üniversiteyle ilgili -bir çalışma veya karar, bir kanun- bu Büyük Millet Meclisi bir karar aldı. Ancak, 5/11/2003 tarihinde, Ardahan'a Ardahan üniversitesi kurulmasıyla ilgili bir kanun teklifi vermiştim. Bu kanun teklifim, ne yazık ki, Hükûmet partisinin oylarıyla reddolundu ve Ardahan gibi, sınırda, sekiz ay karlar altında, göç vermiş, yoksullaşmış bir ile üniversite kurulması çok görüldü. Üniversite kurulması çok görüldüğü gibi, YÖK, bir yıl önce Ardahan'a fakülte kurulmasıyla ilgili karar verdi, Bakanlar Kuruluna gönderdi; Bakanlar Kurulu, ne yazık ki, o fakülteyi de kurmadı.
Şimdi değerli arkadaşlar, on yedi ilde -gelişmiş ilde- üniversite kuruldu. Ardahan için 2003 yılında verdiğimiz kanun teklifi kabul edilmedi. Şimdi soruyorum: Bölge boşalmış, göç vermiş, iklim şartları ve coğrafi şartları nedeniyle bölgenin yoksullaşmasından dolayı, bir üniversite kurulması, Sayın Bakanım, AKP Hükûmeti tarafından niçin çok görüldü? Bakın, sizden rica ediyorum, bu kürsüye gelin, biz Ardahan'a üniversite kurulmasını bu nedenlerle reddettik diye, lütfen bunu bir açıklayın, halk bilsin.
ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) - Reddetmedik, gelecek…
ENSAR ÖĞÜT (Devamla) - Evet, bakın, 2003 tarihinde, on birinci ayda, AKP oylarıyla reddedildi.
ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) - O ayrı.
ENSAR ÖĞÜT (Devamla) - Bakın, kanun teklifim burada arkadaşlar.
Ama, bugün, ne yazık ki, on yedi ile kuruluyor, Ardahan'a bir üniversite kurulması çok görülüyor. Üniversiteden vazgeçtik, fakülte kurulsun dedik, o da görülmüyor, o da kurulmuyor.
Değerli arkadaşlar, bu ülkede bölgeler arasındaki ekonomik dengeyi ve ekonomik uçurumu kapatmak için, mutlak surette, gelişmemiş ve kalkınmamış bölgelere üniversiteler kurulması lazım. Niçin? Çünkü, değerli arkadaşlar, eğer bizler, Büyük Millet Meclisi Türkiye genelindeki bölgeler arasındaki kalkınmışlığı ve kalkınmamışlığı düşünürsek, burada kalkınmamış bölgelerdeki kalkınmamış illere öncelik tanınması lazım. Ardahan, kalkınmamış bölgeler içerisinde birinci. Gayrisafi millî hasılada 846 dolar yıllık bir geliri var. Ardahan çok mu zengin ki, Ardahan'a üniversite kurulmasını veya fakülte kurulmasını bu Hükûmet çok gördü?
Şimdi, on yedi ile kuruluyor. Ben çok görmüyorum, o illere kurulması da hayırlı olsun, çok da güzel, destekliyoruz da; ama, sınırda, gece-gündüz, yaz-kış, zemheri ayında bekçilik yapan, parasız bekçilik yapan, parasız askerlik yapan ile, ne yazık ki, bu Hükûmet üniversite kurulmasını çok gördü.
Şimdi, Sayın Bakandan rica ediyorum. Kendisi Ardahan'a geldi. Ardahan'ın durumunu gördü. Ardahan'da korkunç bir göç var. Ben, burada, daha önce konuştum. Diyorum ki, göç var, bölge boşaldı; bölgemize başka ülkenin insanları, başka ülkeler talip. Yani, Ermenistan kendi sınırları içerisinde benim bölgemi gösteriyor. Bölgenin göç etmesine, boşalmasına, ne yazık ki, bu Hükûmet seyirci kalıyor. Buranın boşalmaması için, göçün önlenmesi için, değerli arkadaşlar, orada yaşayan insanların, esnafın para kazanması lazım. Yaşayan insanların durması için orada sanayi olması lazım. Coğrafi nedenlerle, iklim nedenleriyle, yedi-sekiz ay karlar altında kalması nedeniyle, bölgede, mutlak surette, insanların ekonomik durumlarının iyi olması lazım. Peki, ekonomik durumları iyi değil.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Öğüt, süreniz tamamlandı, lütfen konuşmanızı tamamlayınız.
Buyurun.
ENSAR ÖĞÜT (Devamla) - Şimdi, bölgede insanlar göç veriyor. Bölgeyi, Ermenistan kendi sınırları içerisinde gösteriyor ve bu devlet, ne yazık ki -ben üzülüyorum- devleti yönetenler, bölgenin boşalması için ne varsa onu yapıyor. Yani, böyle bir şey olabilir mi? Hem benim topraklarımı başka bir ülke istiyor hem benim devletim bölgeye yatırım yapmadığı gibi, bölgeye kurulacak üniversiteyi, fakülteyi de çok görüyor, onunla ilgili de hiçbir karar almıyor. Yani, bu bölgenin, o zaman, sahibi yok mu? Bu bölge, Türkiye Cumhuriyeti devletinin sınırları içerisinde değil mi? Oradaki insanlar Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı değil mi? Parasız bekçilik yapıyorsa, insanlarımız parasız orada vatanı bekliyorsa, lütfen, bunu çok görmeyin, Ardahan'a üniversite kurulmasını da destekleyin ve bunun on yedi il değil, on sekiz il olmasını Sayın Bakandan ve Hükûmetten rica ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Sayın Öğüt, ayrıca sisteme girmişsiniz, Sayın Bakana soru sormak istiyorsunuz. Soru soracak mısınız ayrıca?
ENSAR ÖĞÜT (Ardahan) - Evet.
BAŞKAN - Buyurun.
ENSAR ÖĞÜT (Ardahan) - Ben, şimdi niye soru sormak istedim? Sayın Bakanım belki kürsüye çıkmaz, ama soruma cevap vermesiyle ilgili… Selami Bey, müsaade eder misiniz.
Şimdi, Sayın Bakanım, özür diliyorum, üniversite kurulmasıyla ilgili kanun teklifim niçin reddoldu? Kanun teklifim reddoldu madem, fakülte kurulmasını YÖK onayladı, Hükûmete gönderdi, Hükûmet, bu fakülte kurulmasını niçin bu zamana kadar engelledi? Şimdi, sizden açık, net rica ediyorum, üniversite mi kurulacak? Üniversite kurulmayacaksa, insani bilimler ve fen-edebiyat fakültesi için YÖK karar aldı, bakanlığa gönderdi, Bakanlar Kuruluna. Bu fakülte kurulacak mı?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Sayın Öğüt, sorunuzu sordunuz. Diğerleri de var çünkü, açıklamaya gerek yok, on dakika da kürsüde konuştunuz.
Sayın Özyurt, buyurun efendim.
MUSTAFA ÖZYURT (Bursa) - Sayın Başkanım, aracılığınızla Sayın Bakanıma bir soru sormak istiyorum.
Gerçi, bundan önceki sorumu cevaplandırmadınız. Öğretim üyelerinin maaşlarını artırmayı düşünüyor musunuz? Bu beş yıl içinde bir artırmayı düşündünüz mü, yoksa, artırmaya gücünüz yetmedi mi?
Bir de Sayın Bakanım, bir şey daha öğrenmek istiyorum. Kusura bakmayın, belki, bilgisizliğimden olacak, ama, tıp fakültesi olmayan bir üniversitede diş hekimliği fakültesi olan bir örnek gösterebilir misiniz?
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Özyurt.
Sayın Işık, buyurun.
AHMET IŞIK (Konya) - Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.
Sayın Bakanım, 2002 ile 2006 yılları arasında -mukayese olarak cevap vermenizi istiyorum- üniversitelerdeki öğrencilere kişi başına düşen pay YTL cinsinden ne kadardır?
TÜBİTAK'a ayrılan payla, üniversitelerin araştırma fonlarına ayrılan payı da aynı şekilde rica ediyorum.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Buyurun Sayın Bakanım.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.
Öncelikle, Sayın Öğüt'ün sorusuna cevap veriyorum: Sayın Öğüt, bildiğiniz gibi, on yedi üniversitenin kurulmasıyla ilgili prosedür şu anda devam ediyor Türkiye Büyük Millet Meclisinde; Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşüldü ve geçti. Zatıaliniz, herhâlde, on yedi üniversitenin burada kurulduğunu zannediyorsunuz, ama gündemimiz o değil. Biz, beş vakıf üniversitesi kurmak için görüşüyoruz. Başkan size müsamaha etti, aslında, siz gündemle ilgili konuşmadınız. Yani, Meclis bunun farkındadır.
Sizin daha önceki teklifiniz niye reddedildi diye soruyorsunuz. Türkiye Büyük Millet Meclisinde bugüne kadar reddedilen kanun teklifleri niye reddedildiyse onun için reddedildi; bir.
İkincisi; dokuz vilayet var üniversitesi olmayan, Ardahan bunların içindedir. Ardahan, Iğdır, Hakkâri, Şırnak, Bartın, Yalova, Tunceli gibi altyapısı henüz hazır olmayan, henüz birçoğunda bir fakülte bile bulunmayan illerimiz var. Bunlarda şu anda üniversite kurmayı 2007 yılında düşünmüyoruz, on yedi üniversiteyi kurduktan sonra, önümüzdeki dönem buralarda da üniversite kurulur.
Şimdi, YÖK, efendim, onayladı, Bakanlık… YÖK onaylamaz, YÖK teklifte bulunur. Fen-edebiyat fakültesi geldi. Ben bunu Maliye Bakanlığına, Devlet Personel Başkanlığına, Devlet Planlama Teşkilatına gönderdim. Oradan cevapları bizzat kendimiz takip ettik. Bu, Ardahan için yapılan bir şeydir. Zatıaliniz milletvekili olarak bunu talep ettiğiniz için değil, Ardahan'a bu yapılması gerektiği için yapıldı ve Bakanlar Kurulunda imzaya açılması için sevk edildi. Fen-edebiyat fakültesini de Ardahan'a bizim Hükûmetimiz kuracaktır, insani bilimler fakültesi kurulacaktır; önümüzdeki Bakanlar Kurulunda da bu imzalanıp, tamamlanmış olacaktır. Bunu, bütün Ardahanlı hemşehrilerimize de duyururum.
Bir başka şey, Sayın Özyurt, tıp fakültelerinin kurulmasından söz ettiniz. Efendim, bu tıp, şu anda vakıf üniversitesi, İstanbul'da bulunan bir vakıf üniversitesidir. Takdir edersiniz ki, İstanbul… Biraz önce zatıaliniz de kürsüden bunu kendiniz ifade ettiniz; İstanbul, özellikle tıpçı öğretim üyesi açısından, Türkiye'nin neredeyse potansiyelinin yüzde 60'ını bünyesinde bulunduran bir şehirdir. Vakıf üniversitelerimizin büyük bir kısmı diğer üniversitelerden gerekli destekleri alıyorlar. Yani, "tıp fakültesi eğer yoksa, diş hekimliği fakültesi kurulmaz" diye bir Anayasa hükmü de yok, yasa hükmü de yok, tüzük hükmü de yok, yönetmelik hükmü de yok. Bu yaptığımız, kesinlikle…
MUSTAFA ÖZYURT (Bursa) - Varsa, bir örneğini istiyorum Sayın Bakan.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Efendim, siz bulun, getirin o zaman.
MUSTAFA ÖZYURT (Bursa) - Hayır, ben sizden öğrenmek istiyorum, soruyu ben sordum.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Sayın Işık, bakın, biraz önce, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına konuşan bir milletvekilimiz dedi ki: "Efendim, öğrenci başına düşen harcamada da AK Parti döneminde düşüş yaşanmıştır." Arkadaşlar, bu rakamları söylerken, birilerinin çıkıp, sizi yalanlayacağını hiç hesaba katmıyor musunuz? Bakın, şu kitap, Yüksek Öğretim Kurulunun 2005 yılında yayınladığı istatistiklerdir, 2005 yılında YÖK'ün yayınladığı istatistiklerden size okuyorum. Hem dolar bazında hem Türk lirası bazında size okuyabilirim. Bakın, dolar olarak, cari fiyatlarla, Amerikan doları olarak, örgün öğretimde 1.463 dolar, 2002'de öğrenci başına yapılan harcama. Peki, 2005 yılında ne? 2007 yılında demiyorum, 2005 yılında bu rakam 3.072 dolardır; 1.463 dolar-3.072 dolar. Bakın, toplamda, sadece örgün öğretim değil, toplamda 989 dolardır 2002'de. 2005 yılında 2 katından fazla çıkmış, yüzde 100'den fazla bir artış sağlanmış, 1.898 dolardır. Bunu Türk lirası olarak da söyleyeyim size, arkadaşlar, Türk lirası olarak da 2002 yılında 3.076 yapılırken, 2005 yılında bu 4.095 YTL'ye çıkmıştır. Şimdi, bu hesaplar ortadayken, bu rakamlar ortadayken burada kalkıp gerçekleri saptırmanın hiçbir anlamı yok.
Araştırma fonlarıyla ilgili olarak da, bakın, bir rakam söylüyorum, bütün Türkiye Büyük Millet Meclisi bunu bilsin…
MUSTAFA ÖZYURT (Bursa) - Sayın Bakanım, benim soruma cevap vermediniz. Bakın, ikinci defadır soruyorum.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Efendim, müsaade edin, hangi soruya nasıl cevap vereceğimi benim takdirime bırakın.
MUSTAFA ÖZYURT (Bursa) - Öğretim üyelerinin maaşına zam yapmayı düşündünüz mü diye ikinci defa sordum, üçüncü defadır soruyorum.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Sayın Özyurt, biraz önce "Öğretim üyelerinin maaşlarında en ufak bir iyileştirme yapılmamıştır. 2002'de neyi alıyorlarsa 2007'de de onu alıyorlar." dediniz. Ben şimdi size rakam veriyorum: Bakın, kümülatif enflasyon çıktıktan sonra, enflasyon payı çıktıktan sonra net iyileştirme payı üniversite öğretim üyelerinde yüzde 12,17'dir. Nasıl bunu söyleyebiliyorsunuz?
MUSTAFA ÖZYURT (Bursa) - Diğer memurlarda da aynı şeyi yaptınız Sayın Bakanım, diğer memurlar da aynı şeyi aldı.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Efendim, bakın, ben teker teker söylüyorum. Her branşa göre öğretmenin başka, mühendisin başka, öğretim üyesinin ayrı ayrı olarak buradadır; bunu sizinle paylaşıyorum.
Diğer taraftan, değerli arkadaşlar, bakın, 2000 yılında, toplam, kamunun ar-ge harcaması 150 trilyon Türk lirasıdır. Toplam, kamunun ar-ge harcaması 150 trilyon Türk lirasıdır. 2007 yılında, bu, 2 katrilyon 300 trilyon Türk lirasıdır. (AK Parti sıralarından alkışlar) Yani, bu, bu kadar arkadaşlar ya!
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bakan.
Ek madde 72'yi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Birleşime on dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 18.37
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 18.56
BAŞKAN: Başkan Vekili Nevzat PAKDİL
KÂTİP ÜYELER: Ahmet Gökhan SARIÇAM (Kırklareli), Yaşar TÜZÜN (Bilecik)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 104'üncü Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.
1322 sıra sayılı Kanun Tasarısı'nın görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Tasarının 1'inci maddesine bağlı ek madde 73'ü okutuyorum:
İstanbul Aydın Üniversitesi
EK MADDE 73- İstanbul'da Anadolu Eğitim ve Kültür Vakfı tarafından 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun vakıf yükseköğretim kurumlarına ilişkin hükümlerine tâbi olmak üzere, kamu tüzel kişiliğine sahip İstanbul Aydın Üniversitesi adıyla bir vakıf üniversitesi kurulmuştur.
Bu Üniversite, Rektörlüğe bağlı olarak;
a) Fen-Edebiyat Fakültesinden,
b) İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesinden,
c) Mühendislik-Mimarlık Fakültesinden,
ç) Diş Hekimliği Fakültesinden,
d) Güzel Sanatlar Fakültesinden,
e) İletişim Fakültesinden,
f) Yabancı Diller Yüksekokulundan,
g) Anadolu Bil Meslek Yüksekokulundan,
ğ) Fen Bilimleri Enstitüsünden,
h) Sosyal Bilimler Enstitüsünden,
oluşur.
BAŞKAN - Madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Antalya Milletvekili Hüseyin Ekmekcioğlu.
Sayın Ekmekcioğlu, buyurun efendim.
CHP GRUBU ADINA HÜSEYİN EKMEKCİOĞLU (Antalya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan tasarının ek 73'üncü maddesi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlarım.
Ömrünü tamamlamış bir Parlamentoyu yasa çıkarmaya zorlayarak hata üzerine hata yapılıyor, yanlış üzerine yanlış yapılıyor. Anayasa'ya ve teamüllere aykırılığı bilindiği hâlde, bütün uyarılara rağmen yanlış yapılmaya devam ediliyor. Anayasa değişiklikleri yapılmaya devam edilmektedir.
Değerli arkadaşlarım, Hükûmetin vermiş olduğu, beş yeni vakıf üniversitesinin kurulması hakkındaki tasarıyı görüşüyoruz. Bu uygulama seçimlere yönelik bir yatırımdan ibarettir. Hiçbir hazırlık yapılmadan, akademik ve bilimsel eğitim verecek kurumları alışveriş merkezi açarmış gibi açmak gerçekçi bir yaklaşım değildir. Üniversiteler, bir toplumun çağdaşlaşması, aydınlanması sürecinde en önemli öğretim kurumlarıdır. Bu kurumlara önem veren tüm toplumlar pek çok alanda büyük başarılar elde etmiş ve sorunların çözümüne daha akılcı davranmışlardır. Çünkü, üniversiteler, bilgi üreten, toplumun hizmetine sunan kurumlardır. Bu bağlamda yeni üniversitelerin kurulması büyük önem taşımaktadır. Öte yandan, yeni bir üniversite açmak için evrensel ölçütlerle belirlenen altyapı hazırlıklarını tamamlamak, ekonomik kaynak, akademik ve idari personel planlaması gerçekleştirmek gerekmektedir. Bütün bunlar yapılmadan üniversite açılması, liseler düzeyinde öğrenim veren niteliksiz, diplomalı işsizler mezun eden üniversite sayısını artırmak dışında hiçbir şeye yaramayacaktır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, Türkiye'de eğitimin sorunlarının çözülmesi, eğitim ve yükseköğrenim kurumlarının nicelik ve nitelik olarak gelişmesi, kuşkusuz, gerekli ve zorunludur. Hükûmetler de asıl olarak bunları yapmakla yükümlüdür, ancak, AKP Hükûmeti, bu yükümlülüğünü şimdiye kadar yerine getirmek bir yana, eğitimde ve yükseköğrenimde yer alan sorunları daha da içinden çıkılmaz bir hâle getirmiştir. Mevcut üniversitelerin ekonomik, akademik ve idari sorunlarının çözümü için hiçbir adım atılmamıştır.
Bu dört buçuk yıllık dönemde, eğitimin diğer alanları gibi yükseköğrenim de iyice paralı hâle getirilerek üniversitelerimiz de diğer eğitim kurumlarımız gibi ticarethaneye dönüştürülmeye başlanmıştır. Türkiye'de üniversite mezunları arasında işsizlik oranı gittikçe yükselmektedir. Umut kapısı olarak görülen üniversiteler artık gençlerin hayatını karartan yerlere dönüşmektedir. Bilimsellikten gittikçe uzaklaşan, akademik ve ekonomik yetersizlikler içerisinde eğitim veren birçok üniversitemiz bulunmaktadır. Yeni üniversite açmak yerine, öncelikle yeterli kaynağın kamu bütçesinden ayrılarak mevcut üniversitelerin sorunlarının çözülmesi gerekmektedir.
Önemli olan, yeni tabela üniversiteleri kurmak değil, mevcut üniversitelerin akademik ve bilimsel ölçütlerle var olabilmesidir. AKP Hükûmeti, tabela üniversitesi projesinden derhal vazgeçmeli, siyasi amaçlar için, yine yüksekokul, lise konumunda kalacak üniversiteler açılmamalıdır. Geçen yıl açılan üniversitelerimiz arasında şu anda profesör kadrosu olmayanlar vardır. Son derece tehlikeli bir durumdur. Yeni üniversite açmak kesinlikle çözüm değildir. Mevcut öğretim üyelerimizin de motivasyonlarını mutlaka artırarak, onların da daha verimli şekilde çalışmalarını sağlamamız gerekmektedir.
Biz, Cumhuriyet Halk Partisi iktidarında daha düzenli ve verimli bir yükseköğretim tarzını benimseyeceğiz. Bunun için de acil bir şekilde vakıf üniversitelerine yönlendirilen araştırma fonlarının yeniden kamu üniversitelerine yönlendirilmesini sağlayacağız. Bunun yanında, bilimsel araştırmalar için ayrılan fonları mutlaka artıracağız. Üniversitelerimizin her türlü teknik, araç ve gereç ihtiyaçlarını da gidereceğiz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; devamlı yeni üniversite açmak, ancak, bu arada öğretim görevlileri kadrolarını artırmamak, öğretim üyesi başına düşen öğrenci sayısını fazlalaştırmaya çanak tutmak demektir. Ülkemizde 1 öğretim görevlisine 30-35 öğrenci düşerken, gelişmiş ülkelerde bu sayı 10-15 öğrenci arasında değişmektedir. Bununla birlikte, yine de, öğretim görevlileri haftada 25-30 saat ders vermek durumunda kalmaktadır ki, bu, Avrupa ortalamasının yaklaşık 5 katıdır. Aynı şekilde, üniversitelerdeki akademik ve idari personel açıkları bir an önce tespit edilerek, nitelikli eğitim hizmeti verebilmek için gerekli akademik ve idari personel ihtiyacı mutlaka karşılanmalıdır.
Antalya Akdeniz Üniversitesine bu yıl, okutman, öğretim görevlisi ve uzman için toplam 29 kişilik kadro verilmiştir. Bu sayı çok yetersizdir. Yine, aynı üniversitemize bağlı olarak yapılan fizik tedavi ve rehabilitasyon hastanesi de gerekli kadrolar verilmediği için faaliyet gösterememektedir. Diğer üniversitelerimizde durum farklı değildir. Yükseköğrenim kurumlarımızda araştırma görevlisi ve personel yetersizlikleri had safhadadır. Bunun bir an önce düzeltilmesi gereği ortadayken, Hükûmet plansız bir şekilde yeni üniversiteler açarak bir yanlışı daha körüklemektedir.
Değerli milletvekilleri, personel yetersizliği işin sadece bir boyutudur. İşin diğer boyutu, yatırım yetersizlikleridir. Akdeniz Üniversitesinin Hukuk, Mühendislik ve İletişim Fakültelerinin hâlihazırda binaları yok, ama, mezunlarını vermeye devam etmektedir. Burada okuyan öğrencilerimiz zor koşullarda öğrenimlerini sürdürmektedir. Bu binaların projeleri tamamlanmadan yeni üniversitenin açılması çok sağlıklı bir bakış açısı değildir. Bir de, Antalya ülkemizin en çok gelişen illeri arasında ve üniversitesi bu durumda. Diğer illerimizdeki üniversitelerin durumlarını siz düşünün. Bu okullarımızdan mezun olacak öğrenciler ülkemizin geleceğidir.
İşin diğer bir boyutu da öğrenci yurtlarında yaşanan sorunlardır. Üniversitelerimiz bünyesindeki öğrenci yurtları kesinlikle talebi karşılayamamaktadır. Öğrencilerimiz, bu yüzden tarikat yurtlarının kucağına itilmektedir. Yine, Akdeniz Üniversitesi bünyesinde bulunan Elmalı ilçesindeki -meslek yüksekokulundaki- yurt sorunu had safhadadır. Okulun kapasitesi 3.500 kişi olmasına rağmen, şu anda okuyan öğrenci sayısı 768'le sınırlı kalmaktadır. Burada 50 öğrenci yerli olmasına karşın, çok büyük bir kısmı dışarıdan gelmektedir. Yurt sorunu yüzünden okullardaki bölümler kapatılmaktadır. Çeşitli bölümlerde kontenjanlar düşürülmektedir. Yurt sorunu, kesin olarak çözülmelidir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; son dört buçuk yıl içerisinde sadece üniversiteleri değil bütün eğitim sistemini laçkalaştırdınız. Yine, kafanızın arkasındaki düşüncelerinize göre, bir ülke, buna bağlı olarak da bir eğitim sistemi getirebilmek için çaba gösterdiniz. Bununla ilgili onlarca örnek verilebilir, ama sadece bir tanesini hatırlatarak bu söylediklerimizin ne kadar doğru olduğu ve haklı olduğunu tüm kamuoyu da değerlendirecektir diye düşünüyorum.
Millî Eğitim Bakanlığı 13/4/2007 tarihli yönetmelikle giderayak 20 bin müdürü atamıştır. Bu, sizin millî eğitime bakış açınızı ve bizim ne kadar haklı olduğumuzun göstergesidir. Hiçbir hükûmet döneminde böyle bir uygulama yapılmamıştır. Bugün Danıştay 2. Dairesi, atama yönetmeliğinin bazı hükümlerinin iptali istemiyle açılan davada Millî Eğitim Bakanlığından savunma alıp, yeniden bir karar verilinceye kadar dava konusu hükümlerini yürütmeyi durdurma kararı almıştır. Cumhuriyet Halk Partisi yine haklı çıkmıştır.
Bütün bunları, dört buçuk yıl boyunca, Cumhuriyet Halk Partisi sözcüleri bu kürsüden defalarca dile getirdi, ama maalesef, bütün söylediklerimiz duymazlıktan gelindi. Tam tersi uygulamalar inadına yapılmaya devam edildi ve bu uygulamalar, maalesef, ülkeyi nereden nereye getirdi, ülkeyi büyük sıkıntıların içerisine soktu. Sayın Genel Başkanımız Deniz Baykal'ın söyledikleri kulak ardı edildi. Gerçekçi olmayan, hayalci yaklaşımlarla ülkenin ne hâle geldiği yaşanarak görüldü. Bu sürecin acısını, Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik ve Sayın Başbakan çekse hiç önemli değil…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun Sayın Ekmekcioğlu, konuşmanızı tamamlayınız.
HÜSEYİN EKMEKCİOĞLU (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
…ama, bunun acısını, 73 milyon yüce Türk insanı ödedi. Yazıklar olsun!
Yukarıda söylemiş olduğum bu çekincelerin dikkate alınacağını umut eder, yüce Türk milletini ve yüce Meclisi sevgiyle, saygıyla selamlarım. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Ekmekcioğlu.
Şahsı adına, İstanbul Milletvekili Zeynep Karahan Uslu.
Buyurun Sayın Uslu. (AK Parti sıralarından alkışlar)
ZEYNEP KARAHAN USLU (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; içinde bulunduğumuz bilgi çağında, bilgi ve teknolojinin toplumsal yarara dönüşmesinin ana kaynağı ve ülkemizin en büyük sermayesi olan beşerî sermayenin işlendiği üniversitelerimize, görüşmekte olduğumuz bu yasa tasarısıyla beş yeni vakıf üniversitesi eklenmektedir.
Cumhuriyet tarihi boyunca eğitime bütçeden en yüksek payı ayıran, eğitimde sessiz devrimler gerçekleştiren, öğrencilerimizi kurduğu teknoloji sınıflarıyla yeni iletişim teknolojileriyle buluşturan, "Haydi Kızlar Okula" kampanyaları, şartlı nakit transferleri uygulamalarıyla okullaşma oranını yükselten AK Parti Hükûmeti, yükseköğretimde de kurduğu ve kuracağı toplam 32 üniversite ve kuruluşuna katkı sağlayacağımız 5 yeni vakıf üniversitesiyle, binlerce gencimizin daha yükseköğrenim hakkı kazanmasına imkân tanımaktadır ve bu imkân tanımanın haklı gururuyla, AK Parti Hükûmetinin iktidarı devraldıktan sonra, 76 üniversiteye sahip olan ülkemizin 2006 yılı sonu itibarıyla 93 üniversiteye sahip olduğu da belirtilmelidir. Şu an görüşmekte olduğumuz 5 yeni vakıf üniversitesinin açılmasıyla ve hâlihazırda komisyonda görüşülmekte olan 17 vakıf üniversitesiyle -ki, kabul edileceğine inancım tamdır- dönemimizde bu sayının 115'e ulaşacağı ve üniversitesi olmayan sadece dokuz ilimizin kalacağı da belirtilmelidir ve bu yaşanan ilerlemenin cumhuriyet tarihi açısından da bir rekor olduğu, hiçbir hükûmet döneminde yükseköğrenimde bu kadar çok sayıda üniversitenin ülkemize kazandırılmadığı da ifade edilmelidir.