DÖNEM: 22 CİLT: 160 YASAMA YILI: 5
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
TUTANAK DERGİSİ
117’nci Birleşim
30 Mayıs 2007 Çarşamba
İ Ç İ N D E K İ L E R
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. - GELEN KÂĞITLAR
III. - YOKLAMALAR
IV. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
1.- Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim Köşdere'nin, Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı Kanununa Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/212) (S. Sayısı: 305)
2.- Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine İlişkin Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1030) (S. Sayısı: 904)
3.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, İmar Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ve Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm ile Adalet Komisyonları Raporları (2/820) (S. Sayısı: 1337)
4.- Afyonkarahisar Milletvekili Halil Aydoğan'ın; Büyükşehir Belediyesi Kanunu, İl Özel İdaresi Kanunu ve Belediye Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ve İçişleri Komisyonu Raporu (2/968) (S.Sayısı: 1416)
5.- 10.5.2007 Tarihli ve 5660 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun ve Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresi ile Anayasa Komisyonu Raporu (1/1368) (S.Sayısı: 1433)
6.- Kayseri Milletvekili Taner Yıldız'ın; Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu (2/1016) (S. Sayısı: 1412)
7.- İstanbul Milletvekili Tayyar Altıkulaç ve Ankara Milletvekili Mustafa Said Yazıcıoğlu'nun; Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (2/1036) (S. Sayısı: 1434)
8.- Kastamonu Milletvekili Hakkı Köylü'nün; Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/1020) (S. Sayısı: 1432)
9.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Ukrayna Hükümeti Arasında Uzayın Araştırma ve Kullanımı Konularında İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji ve Dışişleri Komisyonları Raporları (1/491) (S. Sayısı: 1380)
10.- Antalya Milletvekili Fikret Badazlı'nın; 2464 Sayılı Belediye Gelirleri Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/995) (S. Sayısı: 1406)
11.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Ukrayna Hükümeti Arasında Enerji Alanında İşbirliğine İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/1109) (S. Sayısı: 1083)
V. - AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- Ordu Milletvekili Eyüp Fatsa'nın, Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu'nun, konuşmasında, partisine sataşması nedeniyle konuşması
2.- Amasya Milletvekili Hamza Albayrak'ın, İzmir Milletvekili Hakkı Ülkü'nün, konuşmasında, şahsına sataşması nedeniyle konuşması
3.- Malatya Milletvekili Ahmet Münir Erkal'ın, Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu'nun Malatya ile ilgili ifadelerini protesto ettiğine ilişkin konuşması
4.- Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu'nun, Malatya Milletvekili Ahmet Münir Erkal'ın, konuşmasında, şahsına sataşması nedeniyle konuşması
I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 15.14'te açılarak dört oturum yaptı.
İzmir Milletvekili Enver Öktem hakkında tanzim edilen soruşturma dosyasının geri gönderilmesine ilişkin Başbakanlık tezkeresi okundu; Anayasa ve Adalet Komisyonu üyelerinden kurulu karma komisyonda bulunan dosyanın Hükûmete geri verildiği açıklandı.
Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü bünyesinde Türk Silahlı Kuvvetlerinin 5 Eylül 2007 tarihinden itibaren bir yıl daha UNIFIL Harekâtı'na iştirak etmesine izin verilmesine ilişkin Başbakanlık tezkeresi, yapılan görüşmelerden sonra, kabul edildi.
Sakarya Milletvekili Erol Aslan Cebeci, Erzurum Milletvekili İbrahim Özdoğan ve Samsun Milletvekili Haluk Koç'un,
Yalova Milletvekili Muharrem İnce, İstanbul Milletvekili Halide İncekara'nın,
Konuşmasında şahıslarına;
İstanbul Milletvekili Ali Kemal Kumkumoğlu, Sakarya Milletvekili Erol Aslan Cebeci'nin,
Ordu Milletvekili Eyüp Fatsa, İstanbul Milletvekili Ali Kemal Kumkumoğlu'nun,
Konuşmasında partilerine;
Sataştığı iddiasıyla birer açıklamada bulundular.
İstanbul Milletvekili Ömer Zülfü Livaneli ve 19 Milletvekili, Çorum Milletvekili Muzaffer Külcü ve 19 Milletvekili, Denizli Milletvekili Mustafa Gazalcı ve 54 Milletvekili ile Anavatan Partisi Grubu Adına Grup Başkanvekilleri Gaziantep Milletvekili Ömer Abuşoğlu ve Malatya Milletvekili Süleyman Sarıbaş'ın, çocuklarda ve gençlerde artan şiddet eğilimi ile okullarda meydana gelen olayların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla kurulan Meclis Araştırması Komisyonu Raporu (10/337, 343, 356, 357) (S. Sayısı: 1413) üzerindeki görüşmeler tamamlandı.
Radyo ve Televizyon Üst Kurulunda boşalacak üç üyeliğe siyasi parti gruplarınca gösterilen adaylar arasından A. Zahid Akman, İlhan Yerlikaya ve Neyyir Hülya Alp seçildiler.
Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının:
1'inci sırasında bulunan, Kamu İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi'nin (2/212) (S. Sayısı: 305) görüşmeleri, daha önce geri alınan maddelere ilişkin komisyon raporu henüz gelmediğinden;
2'nci sırasında bulunan, Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine İlişkin (1/1030) (S. Sayısı: 904),
3'üncü sırasında bulunan, Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, İmar Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair (2/820) (S. Sayısı: 1337),
4'üncü sırasında bulunan, Afyonkarahisar Milletvekili Halil Aydoğan'ın, Büyükşehir Belediyesi Kanunu, İl Özel İdaresi Kanunu ve Belediye Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair (2/968) (S. Sayısı: 1416),
Kanun Tasarı ve Teklifleri, ilgili komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadıklarından;
Ertelendi.
30 Mayıs 2007 Çarşamba günü, alınan karar gereğince saat 11.00'de toplanmak üzere, birleşime 22.53'te son verildi.
İsmail Alptekin
Başkan Vekili
|
Ahmet Gökhan Sarıçam
|
Türkân Miçooğulları
|
|
Kırklareli
|
İzmir
|
|
Kâtip Üye
|
Kâtip Üye
|
Bayram Özçelik
Burdur
Kâtip Üye
No.: 157
II. - GELEN KÂĞITLAR
30 Mayıs 2007 Çarşamba
Tasarılar
1.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Tunus Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Madencilik ve Jeoloji Alanlarında İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/1370) (Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji ile Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 25.5.2007)
2.- Bazı Yatırım ve Hizmetlerin Yap-İşlet-Devret Modeli Çerçevesinde Yaptırılması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/1371) (Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 25.5.2007)
Teklifler
1.- Mersin Milletvekili Hüseyin Özcan'ın; Şoförler Günü Hakkında Kanun Teklifi (2/1040) (İçişleri Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 24.5.2007)
2.- Kastamonu Milletvekili Hakkı Köylü'nün; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifi (2/1041) (Anayasa Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 29.5.2007)
Tezkereler
1.- Kırşehir Milletvekili Hüseyin Bayındır'ın, Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/1283) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyona) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.5.2007)
2.- Denizli Milletvekili V. Haşim Oral'ın, Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/1284) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyona) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.5.2007)
3.- Adana Milletvekili N. Gaye Erbatur'un, Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/1285) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyona) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.5.2007)
4.- Denizli Milletvekili V. Haşim Oral'ın, Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/1286) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyona) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.5.2007)
5.- Denizli Milletvekili V. Haşim Oral'ın, Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/1287) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyona) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.5.2007)
6.- Denizli Milletvekili V. Haşim Oral'ın, Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/1288) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyona) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.5.2007)
7.- Denizli Milletvekili V. Haşim Oral'ın, Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/1289) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyona) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.5.2007)
8.- Denizli Milletvekili V. Haşim Oral'ın, Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/1290) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyona) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.5.2007)
9.- Denizli Milletvekili V. Haşim Oral'ın, Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/1291) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyona) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.5.2007)
10.- Türkiye'de Atık Yönetimi Ulusal Düzenlemeler ve Uygulama Sonuçlarının Değerlendirilmesi Başlıklı Performans Denetimi Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/1292) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 25.5.2007)
30 Mayıs 2007 Çarşamba
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 11.12
BAŞKAN: Başkan Vekili İsmail ALPTEKİN
KÂTİP ÜYELER: Ahmet Gökhan SARIÇAM (Kırklareli), Türkân MİÇOOĞULLARI (İzmir)
BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin 117'nci Birleşimini açıyorum.
III. -YOKLAMA
Elektronik cihazla yoklama yapacağım.
Yoklama için iki dakika süre veriyorum. Cihaza giremeyenler pusula gönderebilirler.
Yoklama işlemini başlatıyorum.
(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, toplantı yeter sayısı bulunamamıştır.
Birleşime on beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 11.15
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati:11.56
BAŞKAN: Başkan Vekili İsmail ALPTEKİN
KÂTİP ÜYELER: Ahmet Gökhan SARIÇAM (Kırklareli), Türkân MİÇOOĞULLARI (İzmir)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 117'nci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.
Yapılan ilk yoklamada toplantı yeter sayısı bulunamamıştı.
III.-YOKLAMA
BAŞKAN - Şimdi, tekrar elektronik cihazla yoklama yapacağım ve dört dakika süre vereceğim.
Yoklamayı başlatıyorum.
(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, toplantı yeter sayısı vardır, gündeme geçiyoruz.
Alınan karar gereğince, gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına geçiyoruz.
IV. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
1.- Çanakkale Milletvekilleri Mehmet Daniş ve İbrahim Köşdere'nin, Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı Kanununa Geçici Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (Kamu İhale Kanununa Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/212) (S. Sayısı: 305)
BAŞKAN - 1'inci sırada yer alan kanun teklifinin geri alınan maddeleriyle ilgili komisyon raporu gelmediğinden, teklifin görüşmelerini erteliyoruz.
2'nci sırada yer alan, Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine İlişkin Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu'nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
2.- Bazı Kamu Alacaklarının Tahsil ve Terkinine İlişkin Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/1030) (S. Sayısı: 904)
BAŞKAN - Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
3'üncü sırada yer alan, Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkan Vekili Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, İmar Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ve Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm ile Adalet Komisyonları Raporlarının görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
3.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, İmar Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ve Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm ile Adalet Komisyonları Raporları (2/820) (S. Sayısı: 1337)
BAŞKAN - Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
4'üncü sırada yer alan, Afyonkarahisar Milletvekili Halil Aydoğan'ın; Büyükşehir Belediyesi Kanunu, İl Özel İdaresi Kanunu ve Belediye Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ve İçişleri Komisyonu Raporu'nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
4.- Afyonkarahisar Milletvekili Halil Aydoğan'ın; Büyükşehir Belediyesi Kanunu, İl Özel İdaresi Kanunu ve Belediye Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ve İçişleri Komisyonu Raporu (2/968) (S.Sayısı: 1416) (x)
BAŞKAN - Komisyon ve Hükûmet yerinde.
1'inci maddeyi okutuyorum:
BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ KANUNU, İL ÖZEL İDARESİ KANUNU VE BELEDİYE
KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TEKLİFİ
MADDE 1- 10/7/2004 tarihli ve 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanununun 13 üncü maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiştir.
"Büyükşehir belediye başkanı, acil durumlarda lüzum görmesi halinde belediye meclisini bir yılda üç defadan fazla olmamak ve her toplantı bir birleşimi geçmemek üzere toplantıya çağırır. Olağanüstü toplantı çağrısı ve gündem en az üç gün önceden meclis üyelerine yazılı olarak duyurulur ve ayrıca mutat usullerle ilan edilir. Olağanüstü toplantılarda çağrıyı gerektiren konuların dışında hiçbir konu görüşülemez."
BAŞKAN - Madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İzmir Milletvekili Sayın Bülent Baratalı.
Buyurun Sayın Baratalı.
Süreniz on dakika.
CHP GRUBU ADINA BÜLENT BARATALI (İzmir) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Afyonkarahisar Milletvekili Sayın Halil Aydoğan'ın; Büyükşehir Belediyesi Kanunu, İl özel İdaresi Kanunu ve Belediye Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi üzerine Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşlerini ifade etmek için söz almış bulunmaktayım. Yüce Meclisi en derin saygılarımla selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; altı maddeden oluşan bu teklif, Büyükşehir Belediyesi Kanunu'nu, Belediye Kanunu'nu ve İl Özel İdaresi Kanunu'nun bazı maddelerini değiştirmektedir. Konuş sebebi itibarıyla teklifin konuş amacı, toplantıları düzenlemektedir. Daha önce düzenlemenin üzerine, bir yılda 3 kez olağanüstü toplantı yapabilme olanağı getirmektedir belediyelere. Bu yerel idareler, belediye başkanının tayin edeceği bir zaman içinde 3 kez, bundan sonra, olağanüstü toplantı da yapabileceklerdir.
Bu yasalar, Plan ve Bütçe Komisyonundan ve daha sonra da Genel Kuruldan geçerken, özellikle Plan ve Bütçe Komisyonunda olağanüstü toplantıların kaldırılması düzenlemesi geldiği zaman, biz Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak bu düzenlemeye itiraz etmiştik. Çünkü, senede 11 kez toplanacak olan ve her ayın ilk beş günü toplanabilecek olan bu meclisler, olağanüstü durumların ortaya çıkması hâlinde öbür ayı beklemek durumda kalacaklardı. Düşünelim ki, haziran ayı başında ilk beş günü toplanan ve toplantısını bitiren bir belediye meclisi veya il genel meclisi veya büyükşehir belediye meclisi, bu toplantı bittikten sonra ortaya çıkabilecek olağanüstü bir durumun görüşülebilmesi için, artık, ağustos ayını bekleyecektir. Çünkü, temmuz ayı bu meclislerin tatil ayıdır. Ancak, bizim bu önerilerimiz, buradaki önergelerimiz dinlenmedi ve yasa bu hâliyle geçti.
Sizin de gördüğünüz gibi, iki yıldır yürürlükte olan bu düzenlemeler, defalarca, burada, Genel Kurulda değiştirilmiş bulunmaktadır. Bu da, bu yasaların eksik bir şekilde yapıldığı, tam bir düzenlemenin olmadığını ifade ediyor.
Aslında, özellikle Büyükşehir Yasası, "Gökçek yasası" olarak tanınıyor. Sayın Melih Gökçek, biz bu yasaları görüşürken, Plan Bütçede yan odada oturdu ve milletvekilleri aracılığıyla bütün bunları tanzim etti. Bu, biraz da Melih Gökçek'in anlayışıdır. Ama, ne kadar yanlış yaptığı zaten icraatından belli olan bir Belediye Başkanımız bunu da düşünememiştir.
(x) 1416 S. Sayılı Basmayazı 27/5/2007 tarihli 114’üncü Birleşim Tutanağına eklidir.
Şimdi, önümüzde bir düzenleme var. Biz, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak, bu düzenlemeye karşı değiliz, ancak çok da yararı olacağını düşünmüyoruz. Çünkü, her ay beş gün toplanıyor ve bu toplanma süreci içinde de komisyonlar bu beş gün toplanma süresi içinde çalışıyorlar. Ancak, yerelden gelen istekler, özellikle il genel meclisinden, il özel idaresinden gelen istekler karşısında bizden -yine, görüldüğü gibi, hiçbir karşı oy yazmadan, itiraz etmeden- komisyondan, bu, bu şekilde geçmiştir. Biz de Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak "Bu düzenlemeye gereksinim yoktur." diyoruz ama, madem böyle bir düzenleme yapılmıştır, bu idarelerin -yani 5206 sayılı Yasa'nın, 5393 sayılı Yasa'nın ve yine 5302 sayılı Yasa'nın- normal toplantı günlerinde senede 3 kez de, belediye başkanlarının teklifi üzerine, olağanüstü toplantı prosedüründe çalışmasını düşünüyoruz.
Daha önceki yasalarda olağanüstü toplantılar vardı, ancak sanıyorum İçişleri Bakanlığı, yaptıkları incelemelerde bunun biraz kötü kullanıldığını görmüşler ki, komisyonlardan geçerken şiddetle böyle bir düzenlemenin karşısında durdular. Şimdi, onlar da, İçişleri Komisyonu da, İçişleri Bakanlığı da, bu düzenlemeyi madem getirmişler, demek ki baştaki iddialarından tamamen vazgeçiyorlar.
Bu yasaların biraz acemice hazırlandığını düşünüyorum. Tabii, sosyal belediyecilik anlayışı, yerel yönetim anlayışı sosyal demokratların işi olduğu için, yeni bir ekip, yeni bir düşünce biraz acemice davranıyor. Bunu da biz biraz makul görüyoruz.
Aslında, Sayın Uzunkaya da burada oturuyor "Siz, belediyecilik anlayışı içinde ne yaptınız?" diye komisyonda bir ifade de bulunmuştu, ben de kendisine bizim sosyal demokrat belediyecilik anlayışımızı anlatmıştım -kendisi de Genel Kurulda şimdi karşımda- yine bunu buradan yinelemek istiyorum. Mesela, metro anlayışı sosyal demokratların eseridir.
MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Başlarsınız da bitiremezsiniz Bülent Bey, farkı o işte!
BÜLENT BARATALI (Devamla) - Bakınız, bir defa, İstanbul metrosunu kim yapmıştır, bir düşünün, Ankara metrosunu kim yapmıştır?
MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Başladınız...
BÜLENT BARATALI (Devamla) - Değerli arkadaşım rahmetli Ali Bey'i de burada rahmetle anıyorum. Mesela, İzmir metrosunu kim yapmıştır? Yani hemşehrisini bir yerden bir yere, çok kısa bir zaman içinde, güvenli bir şekilde ve konforlu bir şekilde götürme düşüncesi tamamen sosyal demokratların işidir. Bu, bütün dünyada da böyledir.
Şimdi, sizin çok övündüğünüz, zaman zaman Sayın Başbakanın da gidip Anadolu'da açtığı toplu konut olayı var. Toplu konut olayı kimin düşüncesidir değerli arkadaşlar? Sosyal demokratların düşüncesidir. Ha, örneği nerede diye sorarsanız, çok örnek verebiliriz Sayın Uzunkaya. Özellikle Batıkent örneği. Rahmetli Ali Dinçer'in eseridir.
Şimdi, yine, altyapı düşüncesi, yani teknik altyapı donatısı düşüncesi, temiz suyu, kanalı ve bütün donatıların toprak altına alınması düşüncesi de sosyal demokratların eseridir.
Kent kültürü ve kentlilik bilincinin yayılması, benimsenmesi yine sosyal demokratların eseridir.
Yine sosyal belediyecilik anlayışı sosyal demokratların düşüncesidir.
Bakın, kent meclislerini, kent senatolarını, yani katılımcı demokrasi anlayışını bu ülkeye kim getirmiştir? Yine sosyal demokratlar getirmiştir.
HAKAN TAŞCI (Manisa) - O zaman Meclise de katılsaydınız...
BÜLENT BARATALI (Devamla) - Şimdi, evet, yani siz bizden taklit belediyecilik yapıyorsunuz Sayın Milletvekili. Bunu ifade etmeye çalışıyorum. Yani sizi kınamıyorum. Yani güzel modeller taklit edildiği için, benimsendiği için biz sosyal demokrat olarak çok mutlu oluyoruz. Siz niye laf atma gereğini duyuyorsunuz? Yani taklit edin bunları, ama patentinin de düşüncesinin de bizde olduğunu düşünmeniz gerekir. Ben burada, bunu ifade etmek istiyorum, sizin kötü şeyler yaptığınızı söylemek istemiyorum.
Ancak bizlerle sizlerin arasında bir fark var toplu konutlarda, siz zenginlere toplu konutlar yapıyorsunuz, biz fakirlere, sizin deyiminizle garip ve gurebalara toplu konutlar yaptık. Aramızda küçük böyle farklar oluyor. Bu da kimin hangi gruplar tarafından, hangi halk topluluğu tarafından desteklendiğini gösteriyor.
Bu düşüncelerle, değerli arkadaşlar, değerli milletvekilleri, Sayın Başkan; bu yasayı, başta yapılmış olan bir acemiliğin düzeltilmesi olarak görüyoruz. Gereksinme duymuyoruz, ama yerelden gelen seslere, her zaman halkın sesine kulak verdiğimiz için, biz de bu yasadan yana olduğumuzu ifade ediyor ve Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Sayın Başkan ve değerli milletvekilleri, sizlere saygılar sunuyorum.
Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Baratalı.
Anavatan Partisi Grubu adına Erzurum Milletvekili Sayın İbrahim Özdoğan.
Buyurun efendim. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU ADINA İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; 1416 sıra sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu, İl Özel İdaresi Kanunu ve Belediye Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi hakkında, Anavatan Partisi Grubu adına 1'inci madde üzerinde söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygılarımla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, söz konusu kanun teklifi, 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu'nda, 5302 sayılı İl Özel İdaresi Kanunu'nda ve 5393 sayılı Belediye Kanunu'nda bir değişiklikle, büyükşehir belediye, il özel idare ve belediye meclislerine olağanüstü toplantı imkânını sunmaktadır. Buna göre, büyükşehir belediye başkanı, il özel idare başkanı, belediye başkanı veya söz konusu meclislerin üyelerinin 1/3'ünün gerekçeli teklifiyle, meclisler, yılda 5 kez, 5 kereyi aşmamak üzere olağanüstü olarak toplanabileceklerdir.
Değerli arkadaşlar, biz, Anavatan Partisi olarak, bu kanun teklifini elbette ki destekliyoruz. Çünkü, her türlü siyasi ve kamusal yönetim organının, önceden öngörülmesi mümkün olmayan ani ve acil durumlarda bir araya gelerek istişarede bulunması, gerekli acil kararlar alabilmesi pek tabii ve gereklidir. Hatta, bu tabii durumun, şu ana kadar mümkün olmamış olması da hayret uyandırması gereken hususlardan birisidir. AK Parti Hükûmetinin, bu konuyu, daha iktidarının en başlarında ele almayıp beşinci senenin sonuna bırakmış olması da hayrete şayandır.
Bu kanun teklifi, muhakkak ki, yerel yönetim demokrasisinin işlerliğine ve yerel meclislerin denetimine önemli bir katkıda bulunacaktır.
Ayrıca da, Türkiye'de yolsuzlukların en yaygın olduğu kamu alanı belediyelerde yoğunlaşmaktadır. Bu teklifin kanunlaşmasıyla, meclislerde denetim görevi üstlenmesi gereken siyasi muhalif parti gruplarına meclisleri bu tür durumlarda da toplayabilme imkânı sağlayacağından, çok çok önemlidir diyorum.
Değerli milletvekili arkadaşlarım, ülkemizde, belediyelerin bir bütün olarak kamu yönetimindeki yeri ve işlerliği, toplumsal dönüşümümüzü ve ilerlememizi yavaşlatan en temel faktörlerdendir. Şurası açıktır ki, çağımızda demokrasi ancak yerel yönetimlerin işlerliğiyle mümkün olabilmekte ve yerel yönetimler temiz ve etkin işlerliğe kavuşmadan ülke damarlarındaki akışın hızlanması mümkün olamamaktadır.
Belediyecilik sistemimizin hâlen daha çok stratejik reformlara hayati ihtiyaç içinde bulunduğu bir evredeyiz. Bu bakımdan, mesela, Avrupa Birliği içerisinde bulunan komşu ülkemiz Yunanistan'ın fersah fersah gerisindeyiz.
Değerli arkadaşlarım, komşumuz Yunanistan, Atina Belediyesinin merkeziyetçilikten tamamen uzaklaşarak tüm perifer çevre belediyelere yetki tartışmasını daha, 1990'lı yılların sonunda bırakmıştır. Biz ise, bugün, hâlâ "belediye meclisleri olağanüstü toplanabilsin"e yeni izin verebilmekteyiz.
Değerli arkadaşlar, elbette ki, yerel yönetim meselesi, bizim ülkemizde bazı özel ve hassas unsurları da ihtiva etmektedir ve elbette ki, hiçbir aklı başında siyasi yönetim bunları dikkate almadan bir siyasi projenin içerisinde olamaz. Ancak, bu konu dikkate alındığında dahi yerel yönetimler demokrasisi ve etkinliği bakımından çok geri bir noktada olduğumuz da açıktır. Yerel yönetim, sivil siyaset elinin halka ve toplumsal işlerliğe en yakın olduğu bir halkadır. Sivil siyaset, bu halka en yakın halkasında ne kadar etkin ve başarılı olursa, toplumsal ivme, refah, huzur ve yolsuzluklardan temizlenme o kadar başarılı olur.
Avrupa Birliği ülkelerinin siyasal yönetimdeki başarısını garantileyen özellik, yerel yönetim, demokrasi ve etkinlik seviyelerinin yüksek olmasıdır.
Değerli milletvekilleri, Avrupa siyasi tarihinin son otuz yılına yerel yönetimlerin etkinleşmesi ve demokratikleşme süreci damgasını vurmuştur. Avrupa ülkelerinin her biri yerel yönetimler bakımından kendi tarihsel özelliklerine göre özgün şekillenmeler almış olsalar da genel olarak Avrupa'da yerel yönetimler iki açıdan kamu yönetiminde kilit durumundadırlar:
Birincisi, yerel yönetim örgütleri, eğitim, refah temini ve şehir planlaması gibi hizmetlerin sunulması; ikincisi, demokrasi ilke ve uygulamaları katılımının daha kolay olduğu ve kazanımların daha çabuk elde edildiği yerel politikaların kilit konumudur.
Yerel yönetimler insana en yakın olan kamu birimleri ve bugün Avrupa'da yerel yönetimlerin devlet içindeki payı oldukça önemli bir boyuta ulaşmaktadır. Yerel yönetimlerin kamu harcamalarındaki payı Avrupa'da yüzde 80'lere ulaşırken, bu oran Türkiye'de sadece yüzde 12 boyutundadır. Yerel yönetimlerin ülkemizdeki zayıflığı, halka yakın ve sorunlarının hızlı çözümünü bloke eden en temel etkendir.
Değerli arkadaşlarım, çok sorunlu ve çok katmanlı bir sosyal dokuya sahip olan ülkemizde yerel yönetim etkinliği sağlanmadan yol almamız mümkün olamayacaktır. Ancak, AK Parti Hükûmeti, iktidar gücü, yerel yönetimlerin demokrasi işlerliği ve toplumsal etkinlik yönünde reform için bir adım atmamış olup, belediyeciliği bir başıbozukluk ve bir rant kapısı olarak değerlendirme yolunda taş döşemiştir şimdiye kadar.
AK Parti Hükûmeti döneminde belediyelerde ve belediye şirketlerinde yapılan yolsuzluklar ayyuka çıkmıştır. Usulsüzlükler ve istismarlar için belediye şirketleri biçilmiş birer kaftan olmuşlardır bu dönemde. Belediye şirketleri özel bir hukuka bağlı oldukları için, bu şirketler tarafından verilen düzmece ihaleler, yapılan alımlar vesaire, hiçbir biçimde kamu denetimine tabi olmamıştır. Belediye hesapları Sayıştayın denetimine tabi olduğu için, bu denetimden kaçmak için, belediyeler, ihale ve alımları kendi kurdukları düzmece şirketlere vermekte, bu şirketler de AK Partinin has adamlarına vermekte.
Değerli milletvekilleri, bu düzende trilyonlar dönüyor, kimin eli kimin cebinde belli olmuyor, Hükûmet, bu belediyelerin çoğunun AK Partili olması nedeniyle, bu konuyu, maalesef, örtbas ediyor. Değerli arkadaşlar, belediye şirketleri öylesine karmaşık bir hâl almış ki, devletin bakanlıkları bile bu şirketlerin sayısını bilmiyor.
AK Partili belediyelerin içine düştüğü yolsuzluk ve usulsüzlüklere sadece bir örnekle değinmek istiyorum: Danıştay 1. Dairesi, Isparta Belediye Başkanı AK Partili Hasan Balaman ve 19 yöneticisi hakkında, dört ihalede yolsuzluk ve usulsüzlük yapıldığı iddiasıyla geçtiğimiz mart ayında soruşturma izni verdi. Ama, bundan önce, Isparta Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunulmuş, ardından, İçişleri Bakanlığınca gönderilen müfettişler Isparta Belediyesinde inceleme yaparak, iddialara ilişkin soruşturma açılmasına gerek duyulmadığına karar vermişti. Daha sonrasında ise, İçişleri Bakanlığının vermediği izni Danıştay verdi ve buna göre başvuruyu inceleyen Danıştay, Başkan Hasan Balaman ve 19 belediye yöneticisi hakkında, Isparta Ticaret ve Kültür Merkezi, temizlik işleri, asfalt temel malzemesi alımı ve Gilmega Alışveriş Merkezi ihalelerinde yolsuzluk ve usulsüzlük yapıldığı gerekçesiyle soruşturma açılmasına karar verdi ve karar, işlem yapılmak üzere, Isparta Cumhuriyet Başsavcılığına gönderildi. Başsavcılık, Balaman ve 19 belediye yöneticisi hakkında dava açabilecek. Acaba diyorum, Danıştayın verdiği soruşturma iznini geçen haftalarda görevinden ayrılan İçişleri Bakanı neden vermemiştir, Sayın Abdülkadir Aksu neden vermemiştir?
Değerli arkadaşlar, AK Parti Hükûmeti dönemi, bir siyasi yönetimin, hem Türkiye Büyük Millet Meclisinin hem de yerel yönetimlerin çoğunun bir partinin eline geçtiği bir dönem olmuştur.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun efendim.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
AK Parti Hükûmeti, yüzde 34'lük bir oyla hâkim olan tüm siyasi alandaki gücünü, toplum yararına bir yerel yönetim reformu için değil, maalesef, vicdanı kör eden bir siyasi ihtiras için kullanmıştır. AK Parti, yerel yönetim demokrasisini geliştirmek için hiçbir vizyon ve program ortaya koymamış ve bu yönde hiçbir icraatın sahibi olmamıştır. AK Parti Hükûmetinin belediye yönetimleri, başta İstanbul olmak üzere, kapı kapı Avrupa şehirlerini ve uluslararası toplantıları gezmiş, ancak, bu gezilerden içerik olarak akıllarında bir şey kalmadığı ortaya çıkmıştır. AK Parti belediyeciliğinin, proje üretimi, proje fizibilitesi ve yürürlüğü konusunda da çok bariz bir yönetim zaafı hâkim olmuştur ve değerli arkadaşlar, bu durum, hatta AK Partinin kendi elini kolunu da bağlamıştır. Türkiye'deki kurumlar ve yargıyla tanışık ve barışık olmayan AK Parti belediye yöneticiliğinin, bu kurumlarla sürekli çatışma nedeniyle, kendi tasarladığı tüm projeler sonunda ayağına dolaşmıştır. Bu konudaki örneği de önümüzdeki konuşmalarda vereceğim diyorum.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Özdoğan.
Şahsı adına Diyarbakır Milletvekili Sayın İrfan Rıza Yazıcıoğlu… Sayın Yazıcıoğlu yok.
Şahsı adına İstanbul Milletvekili İnci Özdemir… Sayın Özdemir yok.
Şahsı adına Samsun Milletvekili Sayın Haluk Koç…
HALUK KOÇ (Samsun) - Konuşmayacağım.
BAŞKAN - Adıyaman Milletvekili Sayın Mahmut Göksu… Yok.
Şahsı adına yine Ankara Milletvekili Sayın Nur Doğan Topaloğlu.
Buyurun Sayın Topaloğlu.
NUR DOĞAN TOPALOĞLU (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Afyonkarahisar Milletvekili Sayın Halil Aydoğan'ın; Büyükşehir Belediyesi Kanunu, İl Özel İdaresi Kanunu ve Belediye Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlarım.
Ben konunun biraz teknik tarafını dile getirmek için söz istemiştim, ama baktım, benden önce konuşan değerli muhalif milletvekilleri eski alışkanlıklarını sürdürüyorlar. Biz Özel İdare Kanunu çıkarıyoruz, onda değişiklik yapıyoruz, Büyükşehir Belediyesi Kanunu'nda değişiklik yapıyoruz, Belediye Kanunu'nda değişiklik yapıyoruz, yine, sayın muhalefetimiz diyor ki: "Bunun adı nedir? Gökçek kanunu." Bu bana şunu hatırlattı: Büyükşehir Belediyesi Kanunu çıkarıldığı zaman rahmetli Özal iktidardaydı, o zaman da "Dalan kanunu" demişlerdi. Bu şekildeki yakıştırmaları, isimlendirmeleri alışkanlık hâline getirmişlerdir. Bunu da getirdikleri için bilgilerinize sunayım istedim.
Ayrıca, diğer bir milletvekilimiz, Erzurum Milletvekilimiz yerel yönetimlerin önemini anlattı, hiçbir şey yapılmadığı şeklinde genel görüşmeler yaptı. Ee, bu kadar yapılan hizmetleri gördükten sonra, ben, bunu cevaplandırmaya bile gerek görmedim, konuya girmek istiyorum.
Şimdi, Büyükşehir Belediyesi Kanunu'nun 13'üncü maddesinde değişiklik yapılarak, olağanüstü toplantı yapılması gündeme getirildi. Biliyorsunuz, bu kanunlar çıkarken, her ay beşer gün toplantı yapılacağı için, olağanüstü toplantıya gerek görülmedi, bir masraf kapısı diye düşünüldü; ancak, aradan iki sene geçmeden baktık ki, ivedi hâllerde gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde olağanüstü toplantı yapma gereği duyuldu. Yılda 5 kere toplanma teklif edilmişken, komisyonda görüşüldü, 3'e indirildi. Bu şekilde muhalefetin de muvafakatleri alındı, tasarıyı bu hâle getirdik.
Ben, yalnız, burada bir konuyu dile getirmek istiyorum tutanaklara geçmesi için: 3360 sayılı İl Özel İdaresi Kanunu vardı, 1913 tarihli İdare-i Umumiye-i Vilayât Kanunu'nu değiştirerek bu şekle getirmişti. O zaman, Büyük Millet Meclisi bu Kanunu yaptığında, encümende seçilmiş üyelerin yanına, ayrıca il müdürlerinden bir kısmını da, il özel idare müdürü, milli eğitim müdürü, bayındırlık müdürü gibi elemanları da almışlardı.
O zaman, Cumhuriyet Halk Partisi, Anayasa Mahkemesine götürdü; Anayasa Mahkemesi, encümeni karar organı saydı, seçilmemiş üyelerin burada bulunmaması gerektiğine karar verdi, daire müdürlerinin encümende olmasını yürürlükten kaldırdı. O zaman vali olduğum için onlarla beraber encümende de bulundum, onlarsız da encümende bulundum.
Buradan şuraya gelmek istiyorum: Artık, encümen yeni yasalarla, her üç kanunda belirtilen hükümlerle, yürütme organı hâline getirildi, karar organı olmaktan çıkarıldı. Halbuki, 1580 sayılı Belediye Kanunu'nda, 3360 sayılı İl Özel İdaresi Kanunu'nda ve Büyükşehir Belediyesi Kanunu'nda, encümenin, meclis toplanmadığı zaman, onun adına niyabeten toplantı yapma yetkileri vardı. Artık, her ay toplantı olduğu için, ayrıca, encümenler bir yürütme organı hâline getirildiği için, bu zaruret çıktı. İvedi olarak meydana gelen durumlarda, olağanüstü toplantıların yapılmasına gerek duyuldu. İki sene bile zaman geçmeden, yeni yasalardaki eksiklikler göz önüne alındı, huzurunuza bu tasarı getirildi. Bu teklifi yapan kardeşime bu örnek davranışından dolayı teşekkür ederken şunu da vurgulamak istiyorum: Biz yasaları yaparız, uygulamaya geçeriz, ama uygulamada noksanlık olursa gideririz, aksaklık olursa kaldırırız. Bizim günümüz günümüzden daha ileriye gitmektir, yerinde saymak değildir. Bize "yerinde say, marş" komutu verilmiş bir ilerici parti değiliz, ileriye dönük bir partiyiz.
BÜLENT BARATALI (İzmir) - Ne alakası var?
NUR DOĞAN TOPALOĞLU (Devamla) - Ben bu bakımdan, bu değişikliklerin -hem Büyükşehir Belediye Kanunu'nda hem İl Özel İdaresi Kanunu'nda hem de Belediye Kanunu'ndaki değişikliğin- bu ihtiyaçlardan meydana geldiğini huzurunuzda belirtmek istedim.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
NUR DOĞAN TOPALOĞLU (Devamla) - Tamamlıyorum.
BAŞKAN - Buyurun efendim.
NUR DOĞAN TOPALOĞLU (Devamla) - Bir kere daha, encümenin, artı, karar organı olduğu tutanaklara geçsin istedim, çünkü, yargı organları bunları göz önüne alıyorlar.
Bu duygularla hepinize saygılar, sevgiler sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Topaloğlu.
Sayın milletvekilleri, madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
HALUK KOÇ (Samsun) - Karar yeter sayısı istiyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN - Maddeyi oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısı arayacağım.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı bulunamamıştır.
Birleşime beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 12.31
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati:12.44
BAŞKAN: Başkan Vekili İsmail ALPTEKİN
KÂTİP ÜYELER: Ahmet Gökhan SARIÇAM (Kırklareli), Türkân MİÇOOĞULLARI (İzmir)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 117'nci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.
1416 sıra sayılı Kanun Teklifi'nin görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Teklifin 1'inci maddesinin oylamasında karar yeter sayısı bulunamamıştı. Şimdi, 1'inci maddeyi tekrar oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısını arayacağım.
1'inci maddeyi kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir, karar yeter sayısı vardır.
2'nci maddeyi okutuyorum:
MADDE 2- 5216 sayılı Kanunun 22 nci maddesinin üçüncü fıkrasında geçen "tazminatından" ibaresinden sonra gelmek üzere, "büyükşehir belediye müfettişleri de büyükşehir belediyesi iç denetçilerinin yararlandığı haklardan" ibaresi eklenmiştir.
BAŞKAN - Madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İzmir Milletvekili Sayın Hakkı Ülkü.
Buyurun.
CHP GRUBU ADINA HAKKI ÜLKÜ (İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1416 sıra sayılı Yasa Teklifi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle, madde ile ilgili olan ve sayıları 50 kişiyi geçmeyen müfettiş ve kontrolörlerin büyükşehir belediyeleri etrafında, metropol belediyeleri etrafında görev yaptığı düşünülürse, bunların, tabii ki, diğer müfettişler gibi haklarının verilmesi kadar doğal bir şey olamayacağını söylemekle sözlerime başlamak istiyorum.
Bu yasanın, hatta diğer maddelerini de, arkadaşlarımızın söylediği gibi, elbette ki, desteklediğimizi baştan belirtelim eski bir yerel yönetici olarak.
Şimdi, değerli arkadaşlar, 28 Mart 2004 yerel seçimlerinin üzerinden üç yılı aşkın bir zaman dilimi geçti, bu Yasa iki kez değişti. 5216 sayılı Yasa, bizim olmadığımız bir zamanda görüşüldü ve şu anda yürürlükte, görülen aksaklıklar da gün gibi meydanda. Biraz önce AKP Grubu adına ya da şahsı adına konuşan Sayın Nur Doğan Topaloğlu, geçmişte de, işte, çıkmış olan yasanın, Büyükşehir Yasası'nın "Dalan yasası" olarak anıldığını, buna da işte "Gökçek yasası" denildiğini, bunların denmesinin doğru olmadığını söyledi. O zaman düzeltiyorum ben, temel kanun niteliğindeki görüşmelere itiraz ettiğimizden dolayı, Meclisin tatile girdiği bir dönemde, temmuz ayında çıkartılan bu iki yasa, o zaman "temmuz yasaları" olarak anılsın. Çünkü, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu yoktu ve tek taraflı olarak görüşüldü. Aksaklıklar da yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladı. Aksaklıklardan ve eksikliklerden birisi de bu. Yani, meclislerin olağanüstü toplanıp toplanmayacağına ilişkin.
Tabii ki, yine, eski yerel yönetici olarak söylüyorum, belediye meclislerinin belediye başkanı tarafından olağanüstü toplanması kadar doğal bir şey olamaz ama, şöyle bir şeyi de gözden kaçırmayalım: Evvelce, 1580 sayılı Yasa'ya göre, şubatta, haziranda ve kasımda olmak üzere yılda 3 kez toplanılır idi. Şimdi, ayda 1 kez toplanma durumunda olan belediye meclisleri, ayın ilk haftasındaki beş günlük zaman diliminde istedikleri gibi kararlar alabiliyorlar. Kaldı ki, son maddeler, genel olarak, tüm belediye meclislerinde, başkanlıktan gelen öneriler maddesiyle ilişkilendirilir ve muhalefet, belediye meclis üyeleri de bundan bihaber olarak "Başkanlıktan Gelen Öneriler" maddesinde getirilen her konuya uzaktan bakarak, iktidar partisine mensup olan ya da o yörede iktidar olan belediye başkanının istemiş olduğu doğrultuda yasada kararlar alınır. Şimdi, bu böyle olunca, ben, doğrusunu söylemek gerekirse, çok fazla bir gereksinim olduğunu düşünmüyorum. Komisyonda da bunu söylemiştim. "Ama, mademki böylesine bir ihtiyaç doğmuş, hay hay biz de destekliyoruz" demiştik.
Getirilen, şimdiye kadarki yasalarda çok fazla eksiklikler, aksaklıklar bulunduğunu, zaten, hemen hemen her konuda, buraya çıktığımızda söylüyoruz. Belki bazı yenilikler yapılmıştır ama, biz, zaten, eski belediye başkanları olarak, eski sosyal demokrat belediye başkanları olarak, buraya gelen arkadaşlarla birlikte neler yaptığımızı gözden geçirdiğimizde, işte, Sayın Bülent Baratalı'nın dediği gibi, kent konseylerini biz zaten yaşama geçirmiştik, şimdi yasalaştı. Orada bir başka isim altında, bir başka belediyede bir başka isim altında, ben de "Kent parlamentosu" adı altında olmak üzere neler yapmıştık: Yerel gündem çalışmalarını daha önceden yapmaya başlamıştık. Sonra, Rio'da, 1992 yılında "Rio Çevre Zirvesi" diye nitelenen zirvede alınan bir karar gereğince, o kent konseyleri yasalara girdi ve 5393 sayılı Yasa'ya da 76'ncı madde olarak konuldu. Ama, yerel gündem yürürlüğü çalışmaları da o noktadan sonra, yani, 2004 seçimlerine kadar belli ölçüde yürüdü. 2004 seçimlerinde 3.225 belediyenin 1.750'sini alan AKP belediyeleri bunu uygulamamaya başladı. Yani, yasanın güzel yanları uygulanmıyor, yasanın iyi olmayan yanlarının, biraz daha kendileri tarafından kötüye kullanılması anlamında da yeni yeni ilaveler yapılmaya çalışılıyor.
Ben bir öneride bulunmak istiyorum: İl koordinasyon kurulu toplantılarında yeni yasa düzenlenirken, hiç değilse, çağrılı olan isimler arasında milletvekilleri de olmalı idi, ne yazık ki olmadı. Dolayısıyla, bir kentin, bir ilin ilçeleriyle birlikte, köyleriyle birlikte sorunları tartışılırken, milletvekillerinden bihaber olarak konuşulmakta. Valinin vermiş olduğu bilgiler, daire müdürlerinin valiye vermiş olduğu bilgiler ve ödeneksizliklerle toplantılar kapanıyor ve hiçbir milletvekilinin bulunmadığı ortamlarda alınıyor bu kararlar. Bunların düzeltilmesi gerek.
Mesela, belediye hastaneleri; iki tane belediye hastanesi var arkadaşlar, birisi Ankara'da, birisi İzmir'de. Bu belediye hastaneleri, diğer, Türkiye'deki tüm hastanelerin almış olduğu döner sermayeden yoksun olarak görev yapıyorlar. Kaldı ki, belediye hastanelerinde çalışanlar, diğer hastanelerde çalışanlardan çok daha fazla mesai harcıyorlar.
Belediye Gelirleri Yasası… Belediye yasaları çıktı, ama Belediye Gelirleri Yasası getirilmediği için çok büyük bir noksanlık var. O nedenle, belediye yasasını çıkarıyoruz, getiriyorsunuz, Belediye Gelirleri Yasası olmadığı için, çıkan yasalarda uygulanması gereken hükümler bir işe yaramamış oluyor.
Karayolları trafik yasası komisyonumuzda, belki alt, üst komisyonlarda iki yıl görüşüldü, 103 maddelik bir olgun yasa hâline getirildi, ama Genel Kurula bir türlü getirilmedi de "Gündüz arabaların farları yansın mı yanmasın mı?" diye bir yasa maddesi getirilerek buradan geçirildi. Mesela, eski belediye başkanlarının içinde bulunduğu mağduriyeti giderecek olan bir yasa teklifi hazırlandı, Plan Bütçe Komisyonundan geçti, buraya geldi; burada yarım yamalak, istenmeyen bir şekilde, arzu edilmeyen bir şekilde geçti. Cumhurbaşkanının, başka nedenlerle, yasanın belli maddelerini veto etmesi nedeniyle ikinci bir kez getirilmediği için uygulanmadı.
Değerli arkadaşlar, olağanüstü toplantılar olabilir, ancak demin de dediğim gibi, olağanüstü toplantılara çok fazla gereksinim yok. Ne büyükşehir belediyelerinde var ne diğer belediyelerde var. Çünkü, bir belediyede alınmış olan meclis kararı, onun yazılması, valiliğe ya da kaymakamlığa gitmesi, geri dönmesi, zaten on beş-yirmi günlük bir süreci ihtiva eder. Bu süreçten sonra, zaten bir hafta sonra yeniden gündem belirlenip meclis üyelerine iletilir ve ay sonunda ya da öteki ayın başında tekrar çağrı çıkarılır, toplanılır. O nedenle, böylesine acil bir konu olmamasına rağmen niçin getirildiğini anlamış değiliz. Belki şunlar akla gelebilir: Şu anda AKP'li belediyelerin yaptıkları, plan tadilatlarıyla meşguller kent içerisinde. Kentlerde yeni açılımlar, yeni yerleşim birimleri bulmak, kentleri düzgün bir şekilde geliştirmek yerine, kent içerisinde "Kime nasıl rant sağlarız." diye, plan tadilatlarıyla meşguller. Belki o plan tadilatlarına yetişemedikleri için, böylesine bir madde koyma gereksinimi duymuş olabilirler. Ben böyle inanıyorum, yaşadıklarımdan, pratiklerimden, gördüklerimden, bana gelen ihbarlardan dolayı.
Hepimizin info sayfaları vardır değil mi? O info sayfalarında ne cevaplar geldiğini görüyorsunuzdur. Ben de o sayfada bir ilan verdim bundan bir yıl önce, dedim ki: "Çevrenizde, ama özellikle yerel yönetimlerde olan, duyduğunuz yolsuzlukları bana lütfen bildirir misiniz." Öylesine cevaplar geldi ki, öylesine yerlerden ihbarlar geldi ki, yani, Hatay'daki Ali Dibo'dan Siirt'teki kardeşe ihale verilmesine kadar; Kütahya'da, "Azot Sitesi" adı altında yapılan bir ihalede kimlerin kimlerle ilişkili olduğuna dair; Çorum'da, âdeta çek-senet mafyası oluşturmuş olan belediye meclislerine kadar; Amasya'da, ruhsat karşılığı akaryakıt istasyonlarına ortak olana kadar...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun.
HAKKI ÜLKÜ (Devamla) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
...Eskişehir Odunpazarı'nda, Tepebaşı'nda, İmar Komisyonu Başkanının inşaat denetim şirketi kurarak yaptıkları yolsuzlukların hangi boyutlara vardığına kadar... Siirt'te, Belediye Meclisi üyesi ve 4 kişi -arkadaşları- hazineden 22 bin liraya almış oldukları bir arsayı, Belediyeye 2,1 milyona satıyorlar, hemen arkasından da Belediye, TOKİ'ye 2,2 milyon YTL'ye satıyor ve ondan sonra da işte o kırışmalar falan oluyor. İstanbul Belediyesi için söyleyeceklerim hepiniz tarafından biliniyor, zaman zaman bu kürsüde de dile getirildi bazı arkadaşlar tarafından. Isparta için, Anavatan Grubu sözcüsü arkadaşımız söyledi biraz önce, onu da atlıyorum. Manisa'da, 145 dönüm arazi alınarak, 47 iş adamı tarafından 4 trilyona alınarak, sadece 1/3'ü 20 trilyona satılmış bulunmaktadır...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Ülkü, son cümleleriniz için açıyorum efendim.
HAKKI ÜLKÜ (Devamla) - ...yine, Belediye Başkanının başkanlığında kurulmuş olan bir organizasyon marifetiyle. Denizli'de yapılan yolsuzlukların da 20 trilyon civarında olduğu söylenmekte. Trabzon Çarşıbaşı Belediyesinde yine büyük yolsuzluklar ayyuka çıkmış durumda. Bingöl'de keza öyle, Çankırı'da, Samsun'da, Emet'te böyle.
Şimdi, bütün bu yolsuzlukların çoğaltılması amacıyla mı, acaba, yetmiyor olağan toplantılar da olağanüstü toplantıların da yapılması gerektiği söyleniyor diye, insan ister istemez merak içinde kalıyor.
Ben, bu duygularla, bu yasanın hayırlı olmasını diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Ülkü.
Anavatan Partisi Grubu adına Erzurum Milletvekili Sayın İbrahim Özdoğan.
Buyurun.
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU ADINA İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; görüşülmekte olan 1416 sıra sayılı Kanun Teklifi'nde, Anavatan Partisi Grubu adına, 2'nci maddede de söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, belediyelerimizde demokratik bir ortamın olmayışından dolayı yolsuzlukların olabildiğini birinci konuşmamda belirtmiştim ve Isparta Belediyesine ait bir örnek vermiştim.
Değerli arkadaşlar, diğer bir örnek, İstanbul Büyükşehir Belediyesine ait bir örnek vermek istiyorum. Bildiğiniz gibi, İstanbul Büyükşehir Belediyesi kaç yıldır Levent'teki İETT arazisini Arap sermayesine satmayı planladı. Önce, kamuoyundan, bildiğiniz gibi, bir yığın tepki aldı. Önce "Yok böyle ikiz kule projesi." diye kamuoyu yanıltılmaya çalışıldı. Sonra "Var." denildi. Sonra, ihalenin nasıl yapılacağı konusunda tepkiler geldi kamuoyundan. İhale vardı, yoktu derken, ilk anlaşmanın dışında yeni bir ihale tertip edildi. Bu ihalede, Levent'teki İETT arazisi 1,2 milyar YTL'ye Şeyh El Maktum'un Sama Dubai Şirketine geçti. Ama, önceki gün ne oldu değerli arkadaşlar? Şeyh El Maktum İETT arazisi için teklif ettiği 1,2 milyar YTL'yi ödemedi ve İstanbul Belediyesinden süre istedi. Neden istedi değerli arkadaşlar ve bu iş sizce oldu mu diye sormak istiyorum.
İstanbul Büyükşehrin bir projesi daha böylece tepetakla olmuş oldu. Bu proje, zaten kamuoyunun istemediği bir projeydi, ama, İstanbul Büyükşehir Belediyesi istediklerini dahi, dolayısıyla, gerçekleştiremiyor. Neden? Kamu düzeninin kurallarını, tıpkı AK Parti Hükûmetinde olduğu üzere dikkate almıyor da belediyeler, onun için olmuyor değerli arkadaşlar. Bunları dikkate almadan projelendirme yapıyor ve süreç içinde, bir noktada, kamu düzeninin kuralları ayağına dolanıyor bir süre sonra. İşte, bu da böyle oldu.
Sama Dubai, Mimarlar Odasının imar planında yapılan değişikliğin iptali ve yürütmeyi durdurması talebiyle açtığı davanın hâlâ sonuçlanmaması nedeniyle ödemeyi yapmadı, haklı olarak yapmadı. Sama Dubai Şirketi, davanın muhtemel sonuçlarını dikkate alarak ödemeyi son ana kadar ödemekten de kaçındı. Yargıda muhtemel bir yürütmenin durdurulmasına yönelik çıkabilecek bir karara Büyükşehir Belediyesinin uyup uymayacağı ve Sama Dubai'nin bu durumda projenin gerçekleşmesi sürecini nasıl uygulayacağı belli olmadığı için süreç şu anda durdu.
Değerli arkadaşlar, bilindiği gibi, Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi, satış sonrasında, ihalenin yapıldığı parselin kamu ve park alanı olduğunu belirterek, 2006 yılında yapılan plan değişikliğiyle 46 bin metrekarelik alanın 7'ye varan emsalle 368 bin metrekareye çıkarıldığını ifade etmişti. Plan dengeleri açısından, ulaşım, altyapı, teknik donanım nedenleri açısından kabul etmenin söz konusu olmadığını belirten Mimarlar Odası, 12 Nisan 2006 tarihinde, arazinin imar planlarının iptali için yürütmenin durdurulması ve planın iptali istemiyle İstanbul 7. İdare Mahkemesine dava açmıştır. Mimarlar Odası, ihale sonrasında, 30 Nisan tarihinde ikinci bir dava açarak, ihalenin iptal edilmesini istedi.
Şimdi, bu durumda, değerli arkadaşlar, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Türkiye'deki bazı kuralları dikkate almadan hazırladığı bu projede de elinin bağlandığı bir noktaya geldi çoğu işlerinde olduğu gibi. Değerli arkadaşlar, bu durum, AK Partinin siyasi yönetim anlayışına çok tipik bir örnek ve bu anlayışın onları getirdiği noktaya son ve somut bir neticedir diyorum.
AK Parti, demokrasiyi, sistemlerinin yüzde 34 oyla her şeyin yapılabileceği, kimsenin, başka hiçbir kurum ve kamu düzeninin dikkate alınmasının zorunlu olmadığı bir keyfiyet sistemi zannetmektedir. Hatta bunun böyle olmadığını canlı olarak yaşadığı durumlarda "Millet iradesi nerede?" demeye cüret etmektedir ve yine, hatta kendi keyfiliklerinin gerçekleşmemesi durumunda tarihî bazı vakaları istismar etmekte ve tarihi tam bağrından hançerlemektedir. Anadolu halkının cumhuriyet sonrası dönemindeki siyasi hürriyet iradesi olan Demokrat Partinin "Yeter, söz milletindir" şiarını kendi keyfî uygulamalarına alet etmeye çalışmaktadır. Darağaçlarında can veren Menderes ve arkadaşlarının tarihimizin o şartlarındaki mağduriyetini ve çaresizliğini kendi bugünkü ihtiras ve siyasi etikten yoksun emelleri için kullanmaktan çekinmemektedir. Yüzde 34 oyla memleketin neredeyse tüm siyasi kurumlarını ele geçirmiş olan AK Parti, millet iradesi denen şeyin en azından, biraz da bu yüzde 34 dışında kalan yüzde 66 olması gerektiğini hiç ama hiç aklına getirmemektedir. Kendisine yüzde 34 oyla Türkiye Büyük Millet Meclisinin neredeyse tamamı verildiği hâlde, tarihimizin çaresiz bazı şartlarında canları bedenlerinden alınan Demokrat Partililerin unutulmaz acılarıyla yoğrulmuş bir mirası, kendi bencillikleri için bir maske gibi yüzüne takma hakkını nereden görmektedirler?
ÜNAL KACIR (İstanbul) - Onu aynen siz yapıyorsunuz, o maskeyi siz kullanıyorsunuz.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla) - Hiçbir vicdani gerçekliğe ve değer yargısına uymayan bu tutumuyla Hükûmet, tarihin çaresiz acılarını kendi muhteris ve totaliter egosu için kullanabilecek kadar kaygısız ve rahat olduğunu da tüm Türk kamuoyuna ispatlamıştır. Toplumun büyük çoğunluğunun iradesini, demokrasinin bir dayatma değil, uzlaşı kültürü olduğunu hiçe sayan bu Hükûmet, işte, tam da bu nedenlerle, 365 milletvekilini ele geçirdiği hâlde, Cumhurbaşkanını bile seçememiştir. Neden?
ÜNAL KACIR (İstanbul) - Sizin demokratik tavrınızdan!
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla) - Uzlaşı kültüründen yoksun olduğu için, "dediğim dedik" inadında olduğu için seçememiştir değerli arkadaşlar.
İRFAN GÜNDÜZ (İstanbul) - Sadede gel, sadede.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla) - Çünkü, bu Hükûmet, kendileriyle aynı yaklaşımda olması çok muhtemel insanları bile, herhangi bir etik ve ulvi değerin taşıyıcısı olduğu yönünde ikna edememiş, tüm insanlarda, bencil ve kendi gemisini yürütmeye çalışan bir grup olduğu intibaını hep canlı tutmuştur.
Bu nedenlerle işte, değerli milletvekilleri, tarihimizin acı dolu sayfalarından içimize derin akislerle yansımış olan "Yeter, söz milletindir" ifadesi, AK Partinin ağzında bir yalama olmuştur sadece. Bu ibare, Türk milletinin tarihine ait ve bebekler kadar masum bir ifadedir değerli arkadaşlar. Kimsenin gemlenemeyen ihtiraslarının ateşlerine atılamayacak kadar da bizim çocuğumuz ve bağrımızdaki tertemiz mirasımızdır, bizim mirasımızdır.
İRFAN GÜNDÜZ (İstanbul) - Sizin ağzınıza da hiç yakışmıyor.
ÜNAL KACIR (İstanbul) - Aynı sözleri rahmetli Menderes için de söylemişlerdi, "ihtiras sahibi" demişlerdi.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla) - Evet, onun için de söylemişlerdi.
Bak, Sayın Profesör İrfan Gündüz…
İRFAN GÜNDÜZ (İstanbul) - Sadede gel, sadede gel.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla) - Bak, zatıaliniz bana -bir konuşmamda Naim Hoca fıkrası anlatmıştık -demiştiniz ki: "Sana cuma günü de sorgu- sual soracaklar." Ben de size bir şey söyleyeyim mi? Bak, siz de herhâlde Avrupa Birliğine çok sadakatle sarıldığınız için -ama, mesafe katedemediniz- siz de cumartesi veya pazardan medet umuyorsunuz, sorgu-sual sorulmaz diye.
Değerli milletvekilleri, memleketim adına isterdim ki, AK Parti şu beş senede, dile kolay arkadaşlar, şu beş senede yerel yönetimleri reforme ederek işler kılacak, yolsuzlukları engelleyici mekanizmaları yerleştirici bir kalıcı adım atabilmiş olmalıydı. Yine isterdim ki, bu beş senenin sonunda, "halk demek, sadaka dağıtılan yoksul demek" anlayışından, "halk demek, çağdaş, akılcı yönetimler demek, demokrasiye uygun yönetim ve yönetimler demek" alanına biraz daha yaklaşmış olmalıydı, ama, bunlar nerede?
Seçim kazanmak için sadaka dağıtmak dışında modern sosyal kamu yönetimine dair hiçbir adım…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Değerli arkadaşlar, Avrupa Birliği ülkeleri, her geçen gün, demokrasilerini ve yerel yönetimlerini güçlendirirken, biz, AK Parti Hükûmetiyle yaya kaldık.
Değerli arkadaşlar, bundan sonra, başka bir konuşmamda yerel yönetimlere ait Anavatan Partisinin diğer yaklaşımlarını aktaracağım, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Özdoğan.
Konuşmalar tamamlanmıştır.
Madde üzerinde iki önerge vardır; geliş sırasına göre okutacağım, aykırılığına göre işleme alacağım:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 1416 sıra sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu ile İl Özel İdaresi Kanunu ve Belediye Kanununda Değişiklik Yapan Teklifin 2. maddesinin aşağıdaki gibi değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
|
Haluk Koç
|
Orhan Sür
|
Salih Gün
|
|
Samsun
|
Balıkesir
|
Kocaeli
|
|
Berhan Şimşek
|
Nail Kamacı
|
Hakkı Ülkü
|
|
İstanbul
|
Antalya
|
İzmir
|
Madde 2. 5216 sayılı Kanunun 22 nci maddesinin üçüncü fıkrasında geçen "tazminatından" ibaresinden sonra gelmek üzere, "Büyükşehir Belediye müfettişleri ve Büyük şehire bağlı ilçe belediye müfettişleri de Büyükşehir Belediyesi iç denetçilerinin yararlandığı haklardan" ibaresi eklenmiştir.
BAŞKAN - Diğer önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 2/968 Esas No'lu "Büyükşehir Belediyesi Kanunu, İl Özel İdaresi Kanunu ve Belediye Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi"nin 2 nci maddesinin Tekliften çıkarılmasını ve maddelerin teselsülünü arz ve teklif ederiz.
|
İsmail Özgün
|
Sabahattin Yıldız
|
Vahit Kiler
|
|
Balıkesir
|
Muş
|
Bitlis
|
|
Alaettin Güven
|
Fehmi Öztunç
|
Musa Uzunkaya
|
|
Kütahya
|
Hakkâri
|
Samsun
|
BAŞKAN - Efendim, bu önerge en aykırı önerge olduğu için işleme alıyorum ve Sayın Komisyona soruyorum: Önergeye katılıyor musunuz?
İÇİŞLERİ KOMİSYONU BAŞKANI TEVFİK ZİYAEDDİN AKBULUT (Tekirdağ) - Takdire bırakıyoruz efendim.
BAŞKAN - Evet, takdire bırakıyor Komisyon.
Sayın Hükûmet katılıyor mu?
ADALET BAKANI FAHRİ KASIRGA - Katılıyoruz efendim.
BAŞKAN - Hükûmetin katıldığı ve Komisyonun takdire bıraktığı önergenin şimdi gerekçesini okutuyorum:
Gerekçe:
İçişleri Komisyonunda Teklife eklenmiş olan söz konusu madde ile, Büyükşehir belediyesi müfettişlerinin, özel hizmet tazminatları, makam tazminatlarında ve görev tazminatlarında artış getirmekte, ayrıca ek ödeme olarak yeni bir ödeme unsurundan yararlanma imkânı yaratmakta olup, kamu personeli özlük haklarında bu şekilde münferit iyileştirme yapılması, emsali, benzeri veya hiyerarşik yapıdaki ilgili kadrolarda bulunan personelin mali hakları arasında uyumsuzluk, sorun ve yeni talepler yol açması nedeniyle uygun görülmemektedir. Bu nedenle anılan maddenin Tekliften çıkarılması ve konunun daha sonra yapılacak çalışmalarda değerlendirilmesi daha uygun olacaktır.
BAŞKAN - Efendim, dinlediğiniz önergeyi oylarınıza sunuyorum…
HALUK KOÇ (
BAŞKAN - …ve karar yeter sayısı arayacağım.
Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı bulunamamıştır.
Saat 14.00'e kadar birleşime ara veriyorum.
Kapanma Saati: 13.12
DÖRDÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati : 14.04
BAŞKAN : Başkan Vekili İsmail ALPTEKİN
KÂTİP ÜYELER : Ahmet Gökhan SARIÇAM (Kırklareli), Türkân MİÇOOĞULLARI (İzmir)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 117'nci Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.
1416 sıra sayılı Kanun Teklifi'nin görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Teklifin 2'nci maddesi üzerindeki Balıkesir Milletvekili İsmail Özgün ve arkadaşlarının önergesinin oylamasında karar yeter sayısı bulunamamıştı. Şimdi, Komisyonun takdire bıraktığı ve Hükûmetin de katıldığı önergeyi tekrar oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısını arayacağım.
Önergeyi kabul edenler…
HÜSEYİN ÖZCAN (Mersin) - Sayın Başkan, yok sayı!
ORHAN SÜR (Balıkesir) - 50 kişi yok içeride, saymaya ne gerek var!
BAŞKAN - Efendim, izin verin de ona ben karar vereyim.
HALUK KOÇ (Samsun) - Bakın da yani akşama kadar bekleyemeyiz ki!
BAŞKAN - Kabul etmeyenler…
Kâtip üyeler arasında ihtilaf var, "var" diyor "yok" diyor; elektronik cihazla yapacağım oylamayı.
ORHAN SÜR (Balıkesir) - Ne ihtilafı Allah'ını severseniz ya, elli kişi yok içeride!
BAŞKAN - Şimdi, oylamayı elektronik cihazla yapacağım ve dört dakika süre vereceğim ve başlatıyorum oylamayı.
Buyurun.
(Elektronik cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, önerge kabul edilmiştir. Böylece, 2'nci madde teklif metninden çıkmıştır.
Sayın milletvekilleri, biraz önce kabul edilen önergeyle 2'nci madde teklif metninden çıktığından, bu maddede değişiklik öngören Samsun Milletvekili Haluk Koç ve arkadaşlarının önergesini işleme alamıyorum.
Şimdi, 3'üncü maddeyi 2'nci madde olarak okutuyorum:
MADDE 2- 22/2/2005 tarihli ve 5302 sayılı İl Özel İdaresi Kanununun 12 nci maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiştir.
"İl genel meclisi başkanı, acil durumlarda lüzum görmesi halinde il genel meclisini bir yılda üç defadan fazla olmamak ve her toplantı bir birleşimi geçmemek üzere toplantıya çağırır. Olağanüstü toplantı çağrısı ve gündem en az üç gün önceden meclis üyelerine yazılı olarak duyurulur ve ayrıca mutat usullerle ilan edilir. Olağanüstü toplantılarda çağrıyı gerektiren konuların dışında hiçbir konu görüşülemez."
BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Balıkesir Milletvekili Sayın Orhan Sür.
Buyurun.
CHP GRUBU ADINA ORHAN SÜR (Balıkesir) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Görüşülmekte olan yasa teklifinin eski 3, yeni 2'nci maddesi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
Çok değerli arkadaşlarım, aslında bugünlerde Büyük Millet Meclisinde ilginç şeyler yaşıyoruz. Sabahın 11.00'inden gecenin 24.00'üne kadar çalışıyoruz. Bir gece önce "Yarın saat 11.00'de Meclis açılacak." deniliyor. Bizler, bu görevi yapmak isteyen milletvekilleri olarak buraya saat 11.00'de geliyoruz. Meclisin düzenlediği bir tören nedeniyle, televizyon yayını yapılabilsin diye yüce Meclisin milletvekilleri burada bir saat oturuyor ve televizyonun tören yayınını bitirmesini bekliyor. Değerli arkadaşlarım, bu Meclisin asli görevi, yasamayı gerçekleştirmek, yasamadan daha önemli bir görevi yok, ama, yasama görevi ve milletvekillerinin burada hiçbir önemi yok, hiçbir yetkisi yok! Bir saat bekliyoruz burada. Bunu kınıyorum öncelikle.
Çok değerli arkadaşlarım, bundan önceki maddelerde konuşan iktidar milletvekili arkadaşlarımızı dinledim. İlginç şeyler söylediler. Şimdi, bir değerli milletvekili arkadaşım "Yerinde say, marş, denilen bir parti değiliz, çok ilerici bir partiyiz." dedi. Bakın şimdi, yerinde saymak neymiş ben size bir anlatayım veya ilericilik neymiş her hâlde, ben size anlatayım. Çıkardığınız yasaların yarısı Anayasa Mahkemesinden geri dönecek, tekrar tekrar görüşeceksiniz, yarısı Cumhurbaşkanı tarafından geri çevrilecek tekrar tekrar görüşeceksiniz; yarısı, siz çıkardıktan sonra bile bu yasayı doğru dürüst düzenlemediğiniz, doğru dürüst çıkarmadığınız için tekrar tekrar bu Meclisin gündemine gelecek, burada tekrar tekrar görüşeceksiniz! Bunun adı patinaj yapmak olmayacak da ilericilik olacak! Yani, sizin herhâlde kavram anlayışlarınızda bazı farklılıklar var. Biz bunu pek anlayamıyoruz. Herhâlde Türk milleti de anlayamayacak sizin nasıl ilerici bir parti olduğunuzu, aynı yasaları tekrar tekrar görüşüp bu Meclisin gündemini nasıl tıkadığınızı. Herhâlde bunları anlamadığını sanıyorsunuz Türk milletinin.
Şimdi, iki yıl önce çıkardığınız bir yasada iki yıldan beri ikinci, üçüncü değişikliği gündeme getiriyorsunuz. İkinci, üçüncü değişikliği gündeme getiriyorsunuz, Meclisin gündemini tıkıyorsunuz, Meclisin vaktini, vatandaşın, milletin parasını boşa harcatıyorsunuz. Bu da yetmiyor, teklif olarak getirdiğiniz, komisyonlarda kabul ettiğiniz metni aşağıya indiriyorsunuz, yasanın bir maddesini de burada çıkarıyorsunuz. Bu gayriciddilik değerli arkadaşlar. Yani, nasıl bir komisyon çalışmasıdır, nasıl bir parti çalışmasıdır, nasıl bir tekliftir, bu teklife nasıl yaklaşımdır! Yani, büyükşehir belediyelerinde görev yapan müfettişlerin iç denetim elemanlarıyla aynı haklardan yararlanmasını kabul etmiyorsunuz. Komisyonda kabul ediyorsunuz, aşağıya iniyorsunuz, kabul etmiyorsunuz veya komisyonda kabul etmiyorsunuz bazı yasalarda bazı şeyleri, aşağıya iniyorsunuz, değiştiriyorsunuz. Yani, böyle bir mantık şunu gösteriyor: Maalesef, Adalet ve Kalkınma Partisi, iktidar olmaya hazırlıklı bir parti değilmiş. Dört buçuk yıldır, beş yıldır bu milletin burada zamanını boşuna harcıyor ve deneme yanılmayla bir sonuca ulaşmaya çalışıyor. O nedenle, bunların anlaşılmadığını, bunları anlamadığımızı lütfen düşünmeyin.
Aslında, biraz önce burada bir muhalefet partisi temsilcimiz, İstanbul'daki İETT arazisinin satışı konusunda da bazı şeyler söyledi. Orada da dikkatimi çeken bir iki olay var, onu da sizlerle paylaşmak istiyorum. Sama Dubai'ye satılan bu arazinin parasının ödenmesi dün sona erdi. Bildiğimiz kadarıyla, basına da yansıdığı kadarıyla, bunu alan Dubai Şeyhi bu parayı ödemedi. Gerekçe olarak da bazı demokratik kitle örgütlerinin yargıya gitmiş olduğunu göstererek elli gün civarında yeni ek süreler istiyor. Muhalefet partimizin temsilcisi, bunun da çok doğal olduğunu, haklı olduğunu ifade ediyor. Yani, burası şeyhlik değil, burası bir hukuk devleti. Hukuk devletinde elbette demokratik kitle örgütlerinin yargıya gitmeye hakkı var. Bu satış gerçekleşmeden önce de İstanbul Mimarlar Odası, bu satışın gerçekleşmemesi amacıyla yargıya gitmişti, satış gerçekleştikten sonra da tekrar yargıya gitti. Bu Şeyhimiz için acaba bu yeni bir olay mıydı, yeni mi anladı? Aslında yapılması gereken nedir? Burada yatırılan teminatın hazineye irat kaydedilmesidir. Yapmanız gereken budur, hukuk devletinde yapılması gereken budur. Bunu niye yapmıyorsunuz? Burada başka şeyler konuşuyoruz.
Şimdi, değerli arkadaşlarım, aslında hiçbir yasayı ciddi boyutta hazırlamadan bu kürsüye getirdiğinizi, Meclise getirdiğinizi, buradan geçirdikten sonra da "göç yolda düzülür" mantığıyla, her türlü aksaklıktan Meclisin gündemini tekrar tekrar bu tip yasalarla tıkadığınızı biliyoruz. Anladığım kadarıyla sizin -elbette ki- demokrasi anlayışınız bu. "Bizim yeterli sayımız var, biz yeterli sayıyla her istediğimizi yaparız; ister yanlış yaparız, ister doğru yaparız. Tekrar tekrar getiririz, tekrar tekrar görüşürüz; önemli değil" diyorsunuz. Aslında önemli tabii. Aslında önemli de siz öneminin ne olduğunun farkında değilsiniz.
Teklife bakıyorum, teklifi getiren arkadaşımız aslında komisyonlardan daha demokratmış. Hiç olmazsa belediye meclislerinde, il genel meclislerinde üçte 1 belediye meclisi ve il genel meclisi üyesinin talebiyle de olağanüstü toplantıların yapılabilmesini önermiş, hiç olmazsa üçte 1 teklifle, ama bunu bile çok görmüşsünüz. "Hayır efendim, belediye meclis üyelerinin böyle bir hakkı yok." Başkanlar imparator ya, onlar ne isterse onlar yapacak! Hani halk, hani millet? "Söz milletindir" diye günlerdir burada bağırıyorsunuz ya, "Yeter, söz milletindir!" O belediye meclisi üyelerini bu millet seçmiyor mu? Sadece başkanları mı bu millet seçiyor?
NURETTİN AKTAŞ (Gaziantep) - O kuralları biz mi koyduk?
ORHAN SÜR (Devamla) - Evet, tabii, işinize gelmediği zaman öyle. Yani, yüzde 32, yüzde 33, yüzde 35 oy alacaksınız, yüzde 35'le bu Mecliste yüzde 60'ın üzerinde sandalye sahibi olacaksınız; sizin istediğiniz yasalar istediğiniz gibi çıkmazsa, yargıdan geri dönerse milletin karşısında tavır takınılmış olacak!
İki gün önce burada bir AKP'li arkadaşım diyor ki: "Davacı Cumhuriyet Halk Partisi, davalı millet." Ne zamandan beri AKP'nin uygulamaları millet oldu? Siz kendinizi tek başınıza millet mi zannediyorsunuz? Buradaki diğer insanlar, Meclise giremeyen milyonlarca oyun sahibi millet değil mi? Siz misiniz millet sadece? Ondan sonra, Sayın Başbakanın demeci var, dün veya aşağıda konuşması var, yargının kararını yüz karası olarak niteliyor. Yani, bu nasıl bir mantıktır? Bir hukuk devletinde Başbakana göre yargı kararları yüz karası! Bir hukuk devletinde vatandaş talepte bulunduğu zaman "Al ananı da git!.."
İBRAHİM KÖŞDERE (Çanakkale) - Senin vicdanın rahat mı?
ORHAN SÜR (Devamla) - Evet, benim vicdanım rahat, çok rahat hem de. Sizin vicdanınız rahat mı bu ülkeyi bu noktaya soktunuz da?
İBRAHİM KÖŞDERE (Çanakkale) - Hukuk devleti…
ORHAN SÜR (Devamla) - Şimdi, bir hukuk devleti düşünün, kimse konuşamayacak, yürütmenin bu şekildeki tavırları, tepkileri, maalesef, yasama organı tarafından da benimsenecek. İşte yasama organının…
MUSTAFA NURİ AKBULUT (Erzurum) - Niye linç ettiniz adamı, ne var bunda?
ORHAN SÜR (Devamla) - Evet, evet, tabii, tabii, tabii, çok…
Şimdi, bakın, diyor ki iki gün önce konuşan arkadaşımız: "Davalı millet." O arkadaşımız, acaba yüce yargının verdiği kararlardaki kararları hiç mi okumadı? O kararların başlangıcı şöyledir: "Yüce Türk milleti adına..." diye başlar o kararlar. Yani, siz, yüzde 33 oy almakla millet oldunuz, bu ülkenin en yüce organları millet değil, diğer insanlar, diğer partiler milleti temsil etmiyor; siz bir tek başınıza milletsiniz, sizin dediğiniz yapılırsa her şey çok doğru, sizin dediğiniz yapılırsa her şey demokrasiye uygun, ama sizin dediğiniz yapılmazsa hiçbir şey demokrasiye uygun değil!
RESUL TOSUN (Tokat) - CHP'yi mi tarif ediyorsun!
ORHAN SÜR (Devamla) - Siz iktidar partisi olarak, ana muhalefet partisi "Terörü konuşalım." diye Meclisi olağanüstü toplantıya çağırdığında "Meclis toplanmasın." diye dışarıda, kuliste direklerin arkasına saklanacaksınız, bu sizin en demokratik hakkınız olacak, ama sizin dayatmanızla bir Cumhurbaşkanı seçimi olduğunda, milletvekilleri dışarı çıktığında, muhalefet milletvekilleri dışarı çıktığında milletten kaçıyor olacaklar. Bu nasıl ikiyüzlü davranış, bu nasıl bir yaklaşım! Bu mu demokrasi! Bu mu demokrasi! Yani, siz, muhalefet konuşmasın diye "temel yasa" diye bir şey çıkaracaksınız, muhalefetin sesini kısacaksınız, Anayasa Mahkemesi bu temel yasaya "evet" dediği zaman Anayasa Mahkemesinin kararları doğru olacak, Anayasa Mahkemesinin bu kararı doğru olacak, muhalefeti konuşturmayacaksınız, ama Cumhurbaşkanlığı konusunda Anayasa Mahkemesi bir şey dediği zaman yargının yüz karası olacak!
FAHRİ KESKİN (Eskişehir) - Hakem millet!
ORHAN SÜR (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, dünyanın neresinde hukuk devletinde böyle bir Başbakan konuşma yapar?
FAHRİ KESKİN (Eskişehir) - Hakem millet!
ORHAN SÜR (Devamla) - Hakem millet. Tabii, işinize… Şimdi öyle zannediyorsunuz, şimdi öyle zannediyorsunuz. Zaten, köylere gidip "Cumhurbaşkanımızı seçtirmediler." diye bir ağlamadığınız kaldı.
FAHRİ KESKİN (Eskişehir) - Hakem millet!
ORHAN SÜR (Devamla) - Ama, o köylü size soracak; o, size, pancar fiyatını, buğday fiyatını soracak.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
HASAN ANĞI (
ORHAN SÜR (Devamla) - Şimdi, bunlar, elbette… Dışarıda maç seyredip içeri girip oy vermekle bu işler olmuyor arkadaşlar. Dışarıda maç seyrediyorsunuz, oylamada içeri girip oy veriyorsunuz. Bunları bütün millet görüyor. İşte, biraz önce de oylamalarda herkes gördü. Yani burada…
HASAN ANĞI (Konya) - CHP milletvekilleri nerede? Neredesiniz?
ORHAN SÜR (Devamla) - Tabii, istediğiniz kadar bağırın, gerçekleri yok edemezsiniz, gerçekleri kapatamazsınız. Yani, muhalefetin sesini kısmaya çalışacaksınız, ama muhalefetin sesi kısılmayacak.
Şimdi, bakın, son günlerde sayfa sayfa gazetelere yansıyanlar var. O Amerika Birleşik Devletleri'yle Mehmetçik'in kanı üzerine yaptığınız at pazarlıkları var ya, Bush'un tabiriyle at pazarlıkları, o pazarlıklarda nelerin konuşulduğu şimdi anlaşılıyor. Meclisten nelerin gizlendiğini anlatıyor bürokratlarınız sizin. Yani, siz Meclise bile bilgi vermiyorsunuz. Demokrasi anlayışınız bu zaten sizin, demokrasi anlayışınız bu. Bu demokrasi anlayışıyla siz bu ülkeyi idare edemezsiniz, bu ülkenin insanı da sizi sırtında taşımaz.
Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
İRFAN GÜNDÜZ (İstanbul) - Neleri anlatıyor?
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Sür.
RECEP GARİP (Adana) - Ağzından çıkanı kulağın duymuyor.
BAŞKAN - Anavatan Partisi Grubu adına Mersin Milletvekili Sayın Hüseyin Özcan.
Buyurun.
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU ADINA HÜSEYİN ÖZCAN (Mersin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1416 sıra sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu, İl Özel İdaresi Kanunu ve Belediye Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi'nin -aslında 3'üncüydü ama- 2'nci maddesi hakkında görüşlerimi belirtmek üzere Anavatan Grubu adına söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, söz konusu kanun teklifiyle değişiklik, büyükşehir belediye, il özel idare ve belediye meclislerine olağanüstü toplantı imkânını sunmaktadır. Teklifin 3'üncü maddesi, yani şu anda 2'nci maddesiyle il özel idare meclisinin olağanüstü toplantıya çağrılmasının usul ve esasları belirlenmektedir.
Yerel yönetimlerde etkin ve hızlı karar almak elbette ki önemlidir. Bunun için de gerekli durumlarda olağanüstü toplantı yapılabilmesinin sağlanması, yönetmeliklerde düzenleme yapılmasına gerek vardır.
Malum olduğu üzere, ülkemizde yolsuzluklar ve usulsüzlüklerin yaygın olarak yaşandığı ve denetim mekanizmasının zorlandığı yerler maalesef belediyelerimizdir. İl genel meclisinin ve belediye meclislerinin bu şekilde toplanarak denetim ve kontrolde etkin olması istenen bir şeydir. Ancak, gönül ister ki bu düzenlemeler daha önceden yapılsın ve bugün ayyuka çıkan yolsuzluklar ve usulsüzlükler yaşanmasın. Maalesef, iktidarın olan olduktan sonra bu düzenlemeyi yüce Meclise getirdiği görülmektedir.
Arkadaşlar, bugün, etkili, verimli ve hızlı bir hizmet sunumu için yerinden yönetime önem verilmesi, yerel idarelerin etkin kılınması elzemdir. Demokrasinin tam manasıyla işleyebilmesi ve hizmetlerin yerine ulaşabilmesi için bu önemlidir. Yerel yönetimlerin güçlenmesi denince, akla, bazı siyasi ve ülkeye has koşullar dolayısıyla çekinceler gelmektedir. Ancak, bu milletin tamamı birlik ve beraberlikten yanadır ve öyle de olmak zorundadır. İktidarlar da millete güvenmelidir. Bu ülkeyi yedi düvelin elinden kurtarmış olan millet, bu ülkenin bir karış toprağından dahi taviz vermeyecek azim ve kararlılık içerisindedir. Bu nedenle, millete güvenip, millete dayanarak, yerel yönetimlerin etkin ve verimli bir şekilde hizmetinin sağlanması gerekmektedir.
Değerli arkadaşlar, bugün, kamu yatırımlarının çoğu merkezden idare edilmekte, bu nedenle de pek çok zaman yatırımlar yerinde yapılmamakta ve heba olmaktadır.
Avrupa'da yerel yönetimlerin kamu harcamalarındaki payı yüzde 8 civarındayken bizde yüzde 12 civarındadır. Bu oranın artırılması gerekmektedir. Tabii ki bu artırılırken denetim mekanizmasının da iyi bir şekilde kurulması lazımdır.
Bugün iktidarın beceriksizliği ve anlayışıyla yerel yönetimlerin güçlenmesini ve verimli hizmet vermelerini sağlamak mümkün değildir. Çünkü iktidar, yerel yönetimleri, özellikle kendi partisine mensup belediyeleri propaganda malzemesi olarak görmekte, rant kapısı olarak görmekte ve belediyeleri yatırım yapacak hâle getirmek yerine, insanlara gıda paketi dağıtarak oy artırma amacına hizmet eden kurumlar olarak görmektedir.
Değerli milletvekilleri, AK Parti Hükûmeti döneminde, belediyelerde ve belediye şirketlerinde yapılan yolsuzluklar ayyuka çıkmıştır. Belediye şirketleri özel bir hukuka bağlı oldukları için, bu şirketler tarafından verilen ihaleler, yapılan alımlar vesaire, hiçbir biçimde kamu denetimine tabi olmamıştır. Belediye hesapları Sayıştayın denetimine tabi olduğu için, bu denetimden kaçmak için, belediyeler, ihale ve alımları kendi kurdukları şirketlere vermektedir. Bu şirketler de AKP'ye yakın olanlardır.
İstanbul Büyükşehir Belediyesinde, Ankara Büyükşehir Belediyesinde olanları burada uzun uzun anlatmaya gerek yok, herkesin malumudur. Daha birkaç gün önce Ankara Büyükşehir Belediyesinin hazine ve BOTAŞ'a olan borçlarını silmek için yasa düzenlemesi yapılmıştır. Neden? İktidarın kayırmacı politikası yüzünden. Sayın Melih Gökçek, tahsil ettiği doğal gaz paralarını çarçur ediyor, belediye çalışmalarıyla alakası olmayan işlere harcıyor, kendi siyasi geleceği için harcıyor, hazine garantili kredileri yerinde kullanmıyor. Sonra da bu çarçur edilen kaynağın faturası BOTAŞ'a, hazineye ve dolayısıyla millete yüklenmektedir.
Değerli arkadaşlar, belediyeler hakkında bir sürü dedikodu çıkıyor. Hangi belediyeyle ilgili işlemler yapıldı da bu ihaleler konusunda kamuoyuyla paylaşılacak bir konuyu bu Meclise getirdik? Söyleniyor, sadece Mecliste konuşmakla kalınıyor. Bir sürü ihale yolsuzlukları, Ankara'da olsun, Isparta'da olsun, İstanbul'da olsun, Çorum'da olsun çeşitli belediyelerde bu söylentiler varken neden susuluyor anlayamıyoruz. Bu paraları çarçur eden hangi belediye başkanı olursa olsun, hangi yerel yönetici olursa olsun hesap sorulmalı ve bunlar da gerektiğinde yargı önüne çıkarılarak cezalarını çekmelidir. Susuluyor. Benim iktidarımda belediyeler de benim elimde, nasıl olsa istediğimiz şekilde ihaleleri yandaşlarımıza da veririz, belediyelerin kurmuş olduğu şirketlere de veririz…
Değerli arkadaşlar, belediyelerin görevi bu insanlara hizmet etmek. İnsanlar arasında, siyasi partiler ve düşünceleri arasında fark değil, seçilen yerel yönetimin, o bölgenin yerel yöneticisidir. Her yönüyle, kültürüyle, sporuyla ve o şehrin dokusuyla, imarıyla, şehircilikle uğraşacağına, rant peşinde koşan ve onlarla uyuşan bir yönetim biçimi içerisindedirler. Hangi belediye yöneticisi hakkında mahkemelerimizin vermiş olduğu kararlar ve müfettişlerin vermiş oldukları raporlar konusunda bir adım atıldı, hangi belediye başkanı, soruyoruz?
Melih Gökçek'in yapmış olduğu sulardaki fatura, BOTAŞ'la ilgili doğal gazdaki oynanmış olan bu faturanın bedelini halka ödetmeye hiç hakkımız var mı? Su faturalarını hiç takip ediyor musunuz? Ankara'nın göbeğindeyiz; çok insan, artık, su parasını, su faturalarını dahi ödeyemez durumda. Şimdi de, su yetmiyor diye, gariban, kapısının önündeki bir tane ağacını sulayacaksa "Ben sana ceza yazarım." diye ağacını ve o güzelim çiçekleri kurutmaya gidiyorsunuz.
Eğer Ankara'nın suyu yetmeyecekse, şov yapacağına televizyonlarda, çıkıp -gelecekte, Ankara belirli yıllar sonunda susuz kalacağına- Ankara'nın büyük bir metropol kent olduğu, her geçen gün göç aldığı, bundan dolayı da ihtiyacı olan suyun tedariki için çare bulması gerekirken… Vatandaşlara, özellikle bahçıvanlar ve kapıcılara baktığımızda, bu ağaçlar niye kuruyor veyahut da bu çiçekler? "Ee, bizim suyu kullanmamıza engel olunuyor, ceza yazıyorlar, onun için bizler de suyu kullanmıyoruz." diyorlar. Bu mu belediyecilik anlayışı, bu mu hizmet anlayışı, bu mu çağı yakalama, bir yerel yönetim anlayışı?
Değerli milletvekilleri, yerel yönetimlere seçilen herkesin yerel yönetimci olarak bulunması, hiçbir siyasi partiye, hiçbir yandaşa taraf gözüyle bakmaması gerekir. Çünkü bunlar seçilirken, "Ben bütün o yörenin, o ilin, o beldenin belediye başkanıyım." diye seçildiler ve ona göre de hizmet yapacaklarını söylediler, maalesef, hizmeti halka değil, yandaşlarına ve rant peşinde koşan, arsa spekülasyonları peşinde koşan yandaşlarına, maalesef, peşkeş çektiler. Bunlar doğru şeyler değildir.
Değerli milletvekilleri, yerel yönetimlerden de bahsettiğimizde, kendi yörem olan Mersin'de de baktığımızda, hâlâ bir çöp sorunu çözülmediyse, hâlâ bir arıtma sorunu çözülmediyse, hâlâ bir şehircilik anlayışı içerisinde olunmadıysa... Her ilde de buna benzer sorunlar vardır. Bir an önce çözülerek, sağlıklı bir çevre, sağlıklı bir doğa, sağlıklı bir spor alanı, kültürüyle, her şeyiyle korunabilen bir şehir, bir çevre yaratılması gerekir. İşte, Kızkalesi de bir sel baskınına uğradı. Verdiğim soru önergesine verilen cevapta deniliyor ki: "Şu anda paramız yok. Gelecekte paramız olduğunda buradaki sel baskınlarını önleyecek çareler arayacağız." Her dört yılda o insanların mağdur olmaya hakkı var mı? Neden göz göre göre başka yerlere para bulduğunuzda buralara para bulamıyorsunuz. Bu insanların mağduriyetini gidermek, her geçen gün "Acaba havaya bulut geldiğinde tekrar sel gelecek mi" diye korku içinde yaşatmaya kimin hakkı var?
Değerli milletvekilleri, gerçekten, yerel yönetimlerin her yönüyle duyarlı olması, kültürüyle, doğasıyla, sporuyla, çevresiyle, hiçbir zaman hizmetten ödün vermemesi gerekir. Eğer hizmetten ödün verilecekse, insan sağlığıyla yakından ilintilidir, insan sağlığını hiçe saymaktır. Eğer turizme ağırlık verilecekse, eğer toplu taşımacılık konusunda insanların daha rahat ulaşabilecekleri ortamlar yaratılmadan, araç ve gereçler yapılmadan, şehirlerin önlerinde ve büyük caddelerde park alanları yaratılmadan, o şehircilik anlayışı yok olur, o belediyecilik ve o yerel yöneticilik anlayışı yok olur. Çünkü, çağımızda, artık, gelecek yüzyılın projesini ve imarını yapmak zorundayız. Bunun için de bütün yerel yöneticilerimizin daha duyarlı olması gerekir diye düşünüyoruz.
Yüce Meclise saygılar sunuyorum. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Özcan.
AK Parti Grubu adına Kırklareli Milletvekili Sayın Ahmet Gökhan Sarıçam, buyurun efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA AHMET GÖKHAN SARIÇAM (Kırklareli) - Sayın Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım; görüşülmekte olan kanun teklifinin 2'nci maddesi hakkında grubum adına söz almış bulunuyorum.
Bildiğiniz gibi, bu kanun teklifinin bir an önce geçirilmesi ve bu kısa zamanın çok iyi değerlendirilmesi noktasında grubumuzun bir kararı var ve grup adına söz alınmıyor. Biraz önce değerli CHP Grubu temsilcisinin yapmış olduğu konuşma üzerine, Grup Başkan Vekilimle kısa bir istişare ederek, bazı konularda birkaç kelime de söylememizin uygun olacağını düşündüm ve bu vesileyle söz aldım; kısaca birtakım şeyleri sizlerle paylaşmak istiyorum.
Öncelikle -bir Başkanlık Divanı üyesi olmam hasebiyle- bu sabah, bildiğiniz gibi, oturumun saat 11.00'de açılması gerekiyordu. Fakat, bu yoğun çalışma tempomuzun yanında, Meclisimizin, uluslararası arenada ülkemiz ve insanlık adına birtakım hizmetler yapmış insanlara 2005 yılından beri vermiş olduğu bir Meclis Onur Ödülü'müz var. Bu Onur Ödülü'müz, bu sene, Dışişleri Bakanımız Sayın Abdullah Gül'ün önerisinin Meclis Başkanlık Divanı heyeti tarafından değerlendirilmesi neticesinde, Profesör Doktor İhsan Doğramacı Bey'e verildi. Bununla ilgili bir tören tüm dünyada ve Türkiye'nin değişik yerlerinde dikkatle takip edilirken Meclis çalışmalarına bir miktar ara verdik. Bundan dolayı gerçekten büyük bir üzüntü duyduk, ama, bu iki programın, daha önceden programlanmış olması nedeniyle, çakışması kaçınılmazdı. Bundan dolayı da, Meclis heyeti olarak, milletvekili arkadaşlarımızın hoşgörüsüne sığınıyoruz.
Değerli arkadaşlar, ikinci bir husus: AK Parti Grubu olarak ve AK Parti Hükûmeti olarak, yaklaşık dört buçuk yıllık çalışmalarımız esnasında, gerçekten, ciddi ve önemli ve hızlı bir kanunlaştırma süreci yaptık. Kesinlikle, hiçbir çıkardığımız kanun "bir adım ileri, bir adım geri" mantığıyla değerlendirilemez diye düşünüyorum.
Değerli arkadaşlar, birçok kanun çıkar, daha sonra uygulamaya geçildiğinde, bu kanunların uygulama esnasında karşılaşılan aksaklıkları tespit edilir, daha sonra yine Parlamento bunları değerlendirir ve bu aksaklıklar da değişik kanun ilaveleriyle ortadan kaldırılarak, bu kanunların en verimli şekilde milletimizin hizmetine sunulması sağlanmış olur. Bunları "bir ileri, bir geri" şeklinde değerlendirmek söz konusu değil.
Yine, bildiğiniz gibi, Parlamentodan çıkan kanunlar bazen Cumhurbaşkanının anlayışına uymayabilir, bazen teknik veyahut da birtakım anayasal maddelerle çelişkileri olduğu Anayasa Mahkemesi tarafından tespit edilir. Bunların geri gelmesi, daha sonra tekrar geçmesi gayet olağan şeylerdir. Bunları, sanki Parlamento tıkanmış, iş yapamamış gibi bir şekilde değerlendirmek mümkün değildir. Eğer sistematik olarak incelenirse, 3 Kasım 2002'den bugüne kadar geçen kanunlar, sayıları ve geçmiş yıllarla karşılaştırması yapılırsa, gerçekten çok başarılı bir dönem, 22'nci Dönem olarak hep beraber geçirdiğimizi rahatlıkla ifade edebiliriz.
Değerli arkadaşlar, üçüncü bir husus: Biraz önce, yine, Cumhuriyet Halk Partisinin değerli sözcüsünün ifade ettiği, İstanbul'da, daha önce, bildiğiniz gibi, bir Büyükşehir Belediyesine ait arazi, bir Dubai firmasına satıldı. Tabii, Dubai firması bir küresel sermaye olarak değişik ülkelere gidiyor; bu Fransa olabilir, Hollanda olabilir, Dubai olabilir, Suriye olabilir, Amerika olabilir, İngiltere olabilir. Dubai firması, böyle bir işin, o arazi üzerinde kendi projelerine uygun yapılması hâlinde kârlılık göstereceğine inandığı için… Bakın, şuraya özellikle dikkatinizi çekmek istiyorum: 2001 yılında aynı araziye talip olan firma 100 trilyon civarında bir miktarı oraya uygun görmüş, fakat bankalar o araziye 100 trilyon civarındaki bir paranın hak edilmediği için kredilendirilmesine karşı çıkmışlar. O kriz ortamından çıkılmış. 3 Kasım 2002'de AK Parti Hükûmeti kurulmuş. 2002, 2003, 2004 yıllarında ülkede ekonomik ve sosyal istikrar sağlanmış, aynı arazi 2007 yılı içinde yaklaşık 1 katrilyon liraya, yabancı bir firma tarafından alınabilmiş.
Şimdi, burada iki şeyi çok iyi anlamamız lazım. Birincisi: Ülkedeki ekonomik ve sosyal istikrarın, ülkemizin değerlerine nasıl değer kattığını katbekat, çok iyi altını çizmek lazım. Ayrıca, aynı firma kendisine Türkiye'de herhangi bir siyasi ve hukuki öngörülemezlik olmadığı dönemde, Büyükşehir Belediyesi tarafından bu tespit edilen ve "İhalede taahhüt ettiğiniz parayı isterseniz taksitle de ödeyebilirsiniz." denildiğinde. "Hayır, ben bunu günü geldiğinde, bir defada, peşin ödeyeceğim." demiştir, fakat arkasından gelişen siyasi birtakım istikrarsızlık ortamları ve hukuki birtakım öngörülemezlikler, böyle büyük bir küresel sermayenin, ülkemizde altı sene önce 100 trilyon liraya satılamayan bir arsaya 1 katrilyon getirmesinin önünü tıkamıştır.
İşte, ülkede yaşanılan birtakım sıkıntıların, hukuki noktada birtakım öngörülemezliklerin artmasının, ülkemize ekonomik anlamda kaybettirdiklerinin çok güzel bir örneğidir diye, ben buradan, değerli milletvekili arkadaşlarımızın ders alıp, bu konuda ülkedeki ekonomik, siyasal ve hukuki istikrarın sağlanmasıyla insanlarımızın kazanacaklarına katkı vermelerini özellikle istirham ediyor, bu konudan ince bir ders çıkarmalarını rica ediyorum.
Bunları dile getirme fırsatını verdiği için sayın başkanlarıma teşekkür ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Sarıçam.
Şahsı adına Diyarbakır Milletvekili Sayın İrfan Rıza Yazıcıoğlu… Yok.
İstanbul Milletvekili Sayın İnci Özdemir… Yok.
Şahsı adına İzmir Milletvekili Sayın Hakkı Ülkü. (CHP sıralarından alkışlar)
HAKKI ÜLKÜ (İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1416 sıra sayılı Yasa Teklifi üzerine şahsım adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Demin, bazı yolsuzlukları sıralarken, zaman yetmediği için söyleyemediklerim var; bunların da tutanaklara geçmesi için daha çok söz aldım. Tabii ki, belediyelerle ilgili, il genel meclis üyeleriyle ilgili olduğu için, onun paralelinde olduğunu düşünerek, ondan cesaretlenerek söz aldım.
Demin, Hatay'ın, Siirt'in, Kütahya'nın, Çorum'un, Amasya'nın, Eskişehir'deki Odunpazarı ve Tepebaşı'nın, Isparta'nın, Manisa'nın, Denizli'nin ve buna benzer başka bazı belediyelerin, info'ya düşen şekliyle, neler yaptıklarını, sadece kısa kısa anlatmaya çalıştım.
Şimdi, Kütahya Emet'i söyleyeyim size: "Kütahya'nın Emet ilçesine bağlı Örencik beldesinin AKP'li Belediye Başkanı Hakkı Keleş ile iki belediye görevlisi, ihale şartlarını yerine getirmemek, evraklarda usulsüzlük ve zimmet suçlamasıyla tutuklandı."
Samsun: "Polis ve jandarma, belediye olanaklarını kullanarak Samsunspor'a zorla bağış alınması, imara aykırı benzinlik ruhsatı verilmesi gibi iddialar üzerine AKP'li Büyükşehir Belediyesine operasyon düzenledi. Belediye Başkan Yardımcısının da aralarında olduğu 56 kişigöz altına alındı. İhaleye fesat karıştırmak, rüşvet ve dolandırıcılık suçlamasından haklarında tutuklama kararı çıkan AKP'li Büyükşehir Belediyesi Başkan Vekili Adnan Bahadır ile Genel Sekreter Kenan Şara daha sonra nöbetçi savcıya teslim oldu. Bahadır ile Şara tutuklanarak Samsun E-Tipi Cezaevine konuldu."
İzmir Aliağa: "AKP Aliağa İlçe Başkanı Uğur Türkan'ın her katında 20 metrekare kaçak inşaat yaptığı dört katlı binasına AKP'li Belediye Başkanı tarafından göz yumuldu. Ayrıca, imar hatları, yani, çekme mesafesi birbirinden farklı hâlde, girintili çıkıntılı binalar yapma cüretini bile gösterdi ve herkes de bunu seyretti. Çünkü, İçişleri Bakanı soruşturma izni vermedi. Şimdi, bu vatandaş, yani, Uğur Türkan, AKP'nin İzmir aday adayları içerisinde; dokunulmazlık zırhına bürünmek için çırpınmaktadır."
"Bir konfeksiyoncu, yine Aliağa'da, belediye meclisi üyesi. Konfeksiyoncu olmasına karşın, Aliağa Belediyesine taş satmakla meşguldür. Onu da İçişleri Bakanlığı izin verirse, o zaman soruşturma açılacağı düşünülmektedir."
Türkiye böylesi büyük bir soygun ve vurgun düzeni içerisindedir. Sayamadıklarımla birlikte bütün bu yapılanların, ihalelerin toplam rakamı ve belediyelerin şirketleri vasıtasıyla ya da kendileri vasıtasıyla yapmış oldukları yolsuzlukları iki rakam vererek söyleyeyim sizlere: 2004 yılında, yani, son yerel seçimlerin yapıldığı yıl Türkiye'deki belediyelerin verdiği ihalelerin toplam bedeli 2,2 katrilyon ya da yeni Türk lirasıyla 2,2 milyar iken, bu, 2005'te bir anda 6,2 milyar YTL'ye, 2006'da ise tam 10,5 milyar YTL'ye çıkmıştır. Düşünebiliyor musunuz, tam 5 kat artmış. Peki ortada ne var: Yolsuzluklardan başka hiçbir şey yok.
Bu saydıklarım info sayfama ve basına yansıyanlardan sadece bazıları. Daha yüzlerce böyle yerel yolsuzluk olayları yaşanıyor. Burada, gemi alan Başbakanın oğlunu, şirketine vergi affı getiren Maliye Bakanının oğlunu saymıyoruz. Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek'in, "Bizim ailece fazla bir paramız yok." derken, oğluna aldığı iddia edilen 1,5 milyon dolarlık villayı saymıyoruz. Yimpaş'ı, İhlas'ı, KOMBASSAN'ı saymıyoruz. Bunlar zaten uluslararası düzeyde olup biten yolsuzluklar ve haklarında binlerce dava var.
İzmir gibi, Mersin gibi CHP'li belediyelerin meclis kararları sürekli yargıya taşınırken bunca yolsuzluk yapan AKP'li belediyelerin meclisten çıkan kararları ne olursa olsun, ne valiliklere ne de bir başka kuruma hiçbir engel teşkil etmiyor.
Başbakan, geçenlerde "Haberleri ihbar kabul ediyoruz; yolsuzluğa bulaşanı partiden atarım, çekinmeden atarım." dedi. Hani nerede? Aksine, bakıyoruz, yolsuzluktan hüküm giyenler bile -Çorum'daki gibi, Isparta'daki gibi- zaman zaman görevlerine bile dönüyorlar. Ama Başbakana da haksızlık yapmayalım; gerçekten dediğini yaptı ve yolsuzluklara bulaşanları partiden uzaklaştırdı.
MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) - Karar ver, yaptı mı, yapmadı mı?
HAKKI ÜLKÜ (Devamla) - Fakat biz yanlış anlamışız, meğer Başbakan "Yolsuzluklara bulaşanlar." derken, yolsuzlukları yapanları değil, yolsuzluklardan rahatsız olanları kastediyormuş!
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
HAKKI ÜLKÜ (Devamla) - Bitiriyorum efendim.
BAŞKAN - Buyurun.
HAKKI ÜLKÜ (Devamla) -Teşekkür ediyorum.
Nitekim, Hatay Ali Dibo olayını gündeme getiren Fuat Geçen ile Amasya'daki yolsuzluklardan rahatsız olan Hamza Albayrak partisinden uzaklaştırılmıştır; yolsuzluk yapanları ise bağrınıza basmış bulunuyorsunuz; ne mahkemeye verdiniz ne İçişleri Bakanınız soruşturma izni veriyor ne de bu yolsuzluk yapanları partiden attınız.
Buradan halkımıza seslenmek istiyorum: Hiç merak etmeyin, haramilerin saltanatını yıkacağız.
Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Ülkü.
Madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
2'nci maddeyi oylarınıza sunuyorum:
HALUK KOÇ (Samsun) - Karar yeter sayısı…
BAŞKAN - Karar yeter sayısı arayacağım.
Kabul edenler…
Efendim, kâtip üyeler arasında yine ihtilaf olduğundan elektronik oylama cihazıyla oylama yapacağım.
2'nci maddeyi oyluyoruz.
Üç dakika süre vereceğim ve oylamayı başlatıyorum.
(Elektronik cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, karar yeter sayısı vardır ve madde kabul edilmiştir.
4'üncü maddeyi 3'üncü madde olarak okutuyorum:
MADDE 3- 3/7/2005 tarihli ve 5393 sayılı Belediye Kanununun 20 nci maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiştir.
"Belediye başkanı, acil durumlarda lüzum görmesi halinde belediye meclisini bir yılda üç defadan fazla olmamak ve her toplantı bir birleşimi geçmemek üzere toplantıya çağırır. Olağanüstü toplantı çağrısı ve gündem en az üç gün önceden meclis üyelerine yazılı olarak duyurulur ve ayrıca mutat usullerle ilan edilir. Olağanüstü toplantılarda çağrıyı gerektiren konuların dışında hiçbir konu görüşülemez."
BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İzmir Milletvekili Sayın Bülent Baratalı.
Buyurun Sayın Baratalı.
CHP GRUBU ADINA BÜLENT BARATALI (İzmir) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz kanun teklifinin 3'üncü maddesinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına görüşlerimizi ifade edeceğim. Bu nedenle Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 3'üncü madde olarak görüştüğümüz bu madde, 5393 sayılı Belediye Kanunu'ndaki toplantı usullerinin olağanüstü şeklini düzenlemektedir. Bildiğimiz gibi, 5393 sayılı Kanun'dan önce 1580 sayılı ve 1930 tarihli Belediye Kanunu yürürlükteydi. Bu Yasa da geçerken, aynen 5216 sayılı Yasa görüşmeleri sırasında Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak hem Plan Bütçe Komisyonunda hem de Genel Kurulda bazı düşüncelerimizi ifade etmiştik. Senede 11 kez toplanabilen, ancak temmuz ayında bir ay tatile giren bu yerel yönetimlerde, yani hem büyükşehirlerde hem 5393 sayılı Yasa'nın uygulandığı belediyelerde hem de 5302 sayılı Yasa'nın uygulandığı il özel idarelerinde il genel meclisinin toplantı düzenlerinin olağan dışı yanında, olağanüstü olması şeklinde görüşlerimizi ifade etmiştik. Ama, yine 2'nci maddede ifade ettiğim şekilde, bunlar pek kale alınmadı, hem Plan Bütçe Komisyonunda hem de Genel Kurulda olağanüstü toplantıların olmayacağı şeklinde geçti. Ancak, uygulama sırasında, aradan geçen iki yıl içinde görüldü ki, olağanüstü toplantılara da gereksinim duyulmaktadır. Çünkü, senede 11 defa her ay beş gün toplanabilen mecliste, öbür toplantı için yirmi beş gün bir zaman süreci kalıyordu. Bu yirmi beş gün içinde olağan toplantıyı beklemeden, olağanüstü koşullar çıktığı zaman, bir olağanüstü toplantının yapılması gerekiyordu. Şimdi, bu Kanun'un konuş nedeni, rasyoyla ilgisi, böyle bir toplantıyı sağlamak içindir. Başta da ifade ettiğim gibi, yerelden gelen isteklere, biz, kulak verdiğimiz için, onları dinlediğimiz için bu yasayı, bu teklifi biz de destekliyoruz. Yine, incelendiği zaman, bizim burada herhangi bir ayrışık oyumuz veya karşı oyumuz bulunmamaktadır.
Yine, maddeye baktığımız zaman, toplantının nasıl yapılacağı, ne zaman yapılacağı, meclisin, yani belediye meclisinin kimler tarafından, hangi süreyle, ne kadar süre önce toplantıya çağrılacağı; olağanüstü toplantı da yine eski Yasa'ya dayanılarak, olağanüstü toplantı dışında, olağan konuların görüşülemeyeceği ifade edilmiştir. Bu, bundan önceki Yasa'da da böyleydi. Bunu desteklediğimizi bir kez daha ifade etmeye çalışıyorum.
Ancak, çok uzun süre belediyecilik yapan bir arkadaşınız olarak -yirmi iki sene müddetle- ben, Meclise geldiğimde, Sayın Başbakanın da belediyecilikten geldiği için ve yanında da önemli ölçüde belediyede beraber çalıştığı kadroları da getirdiği için, belediyecilikte bir devrim yapılacağı, özellikle belediyelerin çalışma usulünde, görev tanımlarında ve özellikle akçeli olanaklarında büyük iyileştirmeler yapılacağına inanmıştım. Ancak, aradan geçen zaman süreci içinde, maalesef, üzüntüyle belirtiyorum, yanıldığımı anladım ve üzüldüğümüzü gördüm hep beraber.
Adalet ve Kalkınma Partisi İktidarı, yerel yönetimler konusunda hiçbir iyi şeyi, iyileştirmeyi yapamamıştır değerli arkadaşlar, ancak yaptığı bir iki şey vardır, onu da burada, yine eski bir belediyeci olarak söylemeden geçemeyeceğim. Bunlardan bir tanesi, belediyelerin -bir kriz döneminden geçtiği için- ne kadar borcu olursa olsun, en azından belediye personeline, cari giderlere, maaşlar için yetecek kadar bir paranın gönderilmesidir. Bunu olumlu olarak bulduğumu ifade edeyim. Diğeri de özellikle yaz aylarında, yani gelirlerin azaldığı sıralarda, iki veya üç ay müddetle, belediyelerimizin paylarından hiçbir kesintinin yapılmamasıdır. Bunu bir iyileştirme olarak görüyorum ve bunu da söyleme durumunda olduğumu ifade ediyorum bir belediye başkanı olarak. Ancak, bilmiyorum, bazı arkadaşlar belediyelerle ilgileniyorlar mı? Şimdi, eğer ilgileniyorlarsa, İller Bankasının, hiç borcu olmayan belediyelere bile artık krediyi kesme durumudur değerli arkadaşlar. Özellikle küçük belediyelerde büyük sıkıntılar yaşanmaktadır. Teklifin sahibi İstanbul Milletvekilimizdi ama, Afyonlu olduğunu ben biliyorum. Afyon'un Dereçine…
HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar) - Afyonkarahisar Milletvekiliyim.
BÜLENT BARATALI (Devamla) - Düzeltiyorum. Hem İstanbul Milletvekili hem Afyonlu olarak…
HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar) - Afyonkarahisar Milletvekiliyim. O kadar…
BÜLENT BARATALI (Devamla) - Karahisar'ı da var. Peki… Teşekkür ederim. Evet, bu dönem "Afyonkarahisar" olarak değiştirdik.
Afyonkarahisar Milletvekilimizin, Halil Bey'in bu teklifi. Ancak, Halil Bey farkında mı bilmiyorum, bir Dereçine Belediyesi var, sizin bir belediyeniz, yani Afyonkarahisar'ın belediyesi ama, Cumhuriyet Halk Partili bir belediye; kredisizlik içinde kıvranıyor Halil Bey. Otobüs almaya çalışıyor, hiçbir borcu yok, kredileri sonuna kadar açık. Yani, siz bankacısınız, kredibilitesi var, ama, İller Bankası bu belediyeye kredi vermiyor. Neden? Çünkü, İller Bankası hesabını kitabını yapamamış, çünkü, yatırımlara parası kalmamış, ama, bu belediyemiz, kredi alamadığı için halkına hizmet edemiyor. Otobüs almak istiyor, çocukları okula ücretsiz götürmeye çalışıyor, sosyal bir belediyecilik yapmaya çalışıyor, ama, başarılı olamıyor.
Diğeri, değerli arkadaşlar, bakınız, Adalet ve Kalkınma Partisi, Hükûmeti kurar kurmaz ilk yaptığı, bütçede belediyelerin paylarını artıracağına, belediyelerin paylarını bir puan aşağı indirmiştir. Zaten, Türkiye'de belediyeler genel bütçe gelirlerinden payı ancak yüzde 5 almaktadırlar. Batılı ülkelerde ise, değerli arkadaşlar, ortalama olarak, belediyelerin, daha da geniş anlamda ifade edeyim, yerel yönetimlerin genel bütçe gelirlerinden aldığı pay, ortalama olarak yüzde 43,3'tür. Yani, o ülkede toplanan vergi gelirlerinin yüzde 43,3'ünü yerel yönetimler alır. Vergi dışı gelirlerden de en azından ortalama olarak 10,7 alırlar. Demek ki en az yüzde 52-53 civarında önemli kaynaklar alırlar. Bu, Türkiye'de sadece yüzde 5'tir. Bunun çok adil olduğunu düşünmüyorum. Çünkü, sizin iktidarınızın hazırladığı Belediye Gelirleri Kanunu'na bakarsak, genel bütçe gelirlerinden yerel yönetimlerin aldığı payın aynen yüzde 5 oranında devam ettiğini görmekteyiz. Bunun yanında, daha da değişik, belediyelerimizin sıkıntıları olacaktır.
Tasarıda haberleşme vergisi kaldırılmaktadır. Neden diye düşündüm. Bir ara Telekom'un satıldığı aklıma geldi, nedenini buldum; yani, haberleşme vergisi kaldırılmaktadır değerli arkadaşlar.
Yangın sigorta vergisi kaldırılmaktadır.
Eğlence vergisinin kapsamı genişletilmektedir. Bundan sonra her kahvehane, kafe ve buna benzer kafeteryalarda -kentlerde- günde 10 YTL kahvehanenin sahibi belediyelere vergi ödeyecektir.
Değerli arkadaşlar, bunun da çok yanlış olduğunu düşünüyorum. Bu, ayda 300 YTL yapar, senede de 3.600 YTL yapar. O nedenle bunun bir kez daha gözden geçirilmesi gerekir diye düşünüyorum.
Emlak vergisinde, tek konutu olan emeklilerin vergisi yoktu. Şimdi emekliler için de üzüntülü bir haber vereceğim burada. Artık -emeklilerde tek konutu olanlar vergi ödemiyordu- bundan sonra da bunlar vergi ödemeye başlayacaklardır.
Turizm bölgesinde, hepimizin bildiği gibi, KDV oranları çok yüksektir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BÜLENT BARATALI (Devamla) - Turizm bölgelerinde KDV yüzde 18'dir. Sayın Bakan geçen gün -sanıyorum birkaç gün önce- 2008'de yüzde 8'e indirileceğini söylemiştir, sevindirici bir olaydır.
TUNCAY ERCENK (Antalya) - 2008'den sonra.
BÜLENT BARATALI (Devamla) - 2008'den sonra yüzde 8'e indirileceğini söylemiştir, ama, konaklama vergisi gelmektedir.
Değerli arkadaşlar, otelcilik yapanlar bilir, yataktan zaten otelciler para kazanmaz. Onun için de, turizm için de doğru bir şey olduğunu düşünmüyorum konaklama vergisinin. Bunun da bir kez daha gözden geçirilmesi gerekir diye düşünüyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sayıları 3.225'i bulan belediyemiz var, 16 büyükşehir belediyemiz var, 81 adet il özel idaremiz var, 2 ilçe özel idaremiz var. Bilindiği gibi, anlaşmalarla Bozcaada ve Gökçeada'nın…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BÜLENT BARATALI (Devamla) - Sayın Başkanım, bitiriyorum.
BAŞKAN - Sayın Baratalı, son cümlelerinizi rica edeyim.
BÜLENT BARATALI (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan, gösterdiğiniz nezakete.
…bu iki ilçemizin özel idaresi var. Buralarda ve diğer bu türlü yerel yönetimlerde, bu dönem -üzülerek ifade ediyorum- sorumluluk elbette iktidar partisinin omuzlarındadır, yerel yönetimler için hiçbir iyileştirme yapılmamıştır. Benim söylediklerimden bir tane fazla iyileştirme yapıldı diyen bir arkadaşımız varsa, ben bunu zevkle dinleyeceğim.
Bu nedenlerle, bu teklifi desteklediğimizi ifade ediyor, sayın Meclisi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Baratalı.
Anavatan Partisi Grubu adına Mersin Milletvekili Sayın Hüseyin Güler. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU ADINA HÜSEYİN GÜLER (Mersin) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlar; Afyon Milletvekili Halil Bey'in kanun teklifi üzerine Anavatan Grubu adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Baştan söylemek gerekirse, tabii ki, bu kanun teklifine bizler de katıldığımızı ve gerekli olduğuna inanıyoruz. Ama, şu bir gerçek ki, yerel yönetimler aslında sürekli kamu yararına refleksleri olan kurumlar oluşmalı. Ama, Türkiye'nin sistem sorununa baktığımızda, daha çok bürokratik bir devlet yapısı olduğundan dolayı bu reflekslerin de yitimini görüyoruz. Böyle bir, gerek il özel idaresi ve gerekse büyükşehirler veya belediye meclisinin toplanması konusunda yılda biraz daha hareket yeteneği kazandırmanın hayırlı olacağını, faydalı olacağını düşünüyoruz. Yalnız sormak lazım tabii, Parlamentonun bu kadar çalışmasının tek bir vesilesi var aslında; hepimizin yurt sathında, seçim bölgelerimizde halkla buluşmamız gereken bir dönemde Meclisin biraz da zorlukla, daha doğrusu yarın Cumhurbaşkanını halkın seçmesi süreciyle ilgili bir adımın sonucu, ama yine her şeyde hayır vardır diyoruz, bu doğrultuda giderayak yaptığınız hayırlar, ama günahlarınızı kapatmaz.
Niye? Bakıyoruz, yerel seçimler deyince, beş yıllık iktidarınız döneminde, başta İstanbul olmak üzere büyük şehirlerde en çok yerel yönetimler deyince Ali Dibolar aklımıza geliyor, yani Türk siyasi tarihine Ali Dibo olarak sizler maalesef literatüre kazıdınız. Bu da sizin beceriniz. Haa, beceriksizliğe gelince çok tabii. Yerel yönetimler anlamında, temel yerel hizmetler konusuna baktığımızda başta konut, yerleşim, sağlık veya sayabileceğimiz çöp, bir sürü sorunlar konusunda sınıfta kaldığınızı aslında sizler de iyi biliyorsunuz. Ama bir konuyu daha becerdiniz… Özellikle İstanbul'daki büyükşehirlerin arsaların yarattığı rantiyeden veya ulaşım gibi, İstanbul Deniz Ticaret Odasının ve böyle de olunca tabii ki iş, rantiyeden öteye gitmeyen bir yerel anlayış. Evet, yerinde sorun yerinde çözüm. Bizim temel ilkemiz, temel prensibimiz bu. Bu konuda yıllardır yapılamayan sorunlar maalesef sadece çığ gibi büyüdü. Övündüğünüz projeler, altına imza attığınız projeler diye baktığımızda olağanüstü bir veri yok. Sadece günü kotaran, yer üstü dediğimiz, siyaseti siyasi şova dönüştürebileceğiniz projeler, işte birkaç park, bahçeler dışında öyle elle tutulur büyük projelerin altına imza atmadınız. Böyle de bir niyetiniz yok, böyle de bir kaygınız yok. Bizim Mersin'de de keza aynı sorunlar. Hızla, sadece o arsaların yaratılmış olduğu beton yığınları diyeceğimiz ranttan öteye gitmedi. Bir de sahil dolgusu diyebileceğimiz, böyle, göze hoş gelirmiş gibi görünen bir projenin dışında, maalesef, en ufak bir yağmur yağdığında veya hâlâ çöp sorununun yığınla kaldığı bir Mersin'de yakışmıyor. Ama, bu konuda, yerel yönetimlerin, özellikle kamu imkânları konusunda, ellerindeki, her geçen gün elinden alınan imkânların, maddi imkânların, özellikle finans boyutuna baktığımızda, elleri kolları bağlanmakta.
Bugün, belediyeler dışarıdan kredi aldıklarında, devlet güvencesi dediğimiz hazine garantisi verilmemekte. Ama, bakıyoruz ki, tabii, Ankara Büyükşehir Belediyesi deyince, yığınla borcun bir kalemde silinmesinin altyapısı yaratılmakta. Halktan aldığını sözde kamuya hizmet olarak kullandığını söyleyen yerel yöneticiler, baktığında borcu farklı anlamlarda kullanmakta. Biz de diyoruz ki, yerel yönetimler, bugünümüzün çağında, bilgi çağındayız ve bu bilgi çağında, vizyonu olan, iddiası olan yerel yönetimin kamuyla birlikte anlayışı olmalı. Çünkü, 2002 sonrası, bakıyoruz, başta, işte, Parlamento yapısı belli, yüzde 60'ından fazla bir Parlamento yeter sayınız var. Yani, Meclis Başkanı sizde, Başbakan sizde, bakanlıklar sizde, yerel yönetimlerin yüzde 90'ı sizde, ülkenin geldiği nokta maalesef uçurumun eşiği. Yani, ülke, bunu hak etmiyor aslında. Hâlen, çeşitli kaoslar, çeşitli senaryolardan bahsedilmekte Türkiye'de. Şurada, 22 Temmuz'a çok az bir süre kala, Türkiye'nin kaderinin belirlenmesi gereken bir yerde, istikrar adına yutturulan, ülkenin sefalete doğru sürüklenen, sürekli köleleşmesinin altyapısı ve sömürülmesine sebep olan bir beş yıl yaşadık ve bu yıllar, kayıp yıllar ülke adına.
Ülkeye bakıyorsun, 26 tane dolar milyarderi varken 26 milyon insana yakın, işsiz, yoksul ve sefaletle geçimini sağlayan insan kitlesi. Bunlar, sizlerin eserleri ve bu ülke bunları hak etmiyor. Tabii ki, halkın büyük bir kısmının temel sorunu, ekonomik sorun, açlık sorunu, yoksulluk sorunu ve bugün, ülkede sadece Cumhurbaşkanlığı konusunda tartışılırken halkın temel sorunu o değil.
Buna karşın, istikrar olarak getirdiğimiz dönemde 22 Temmuzun olup olmayacağı tartışılıyor. Bu nasıl iştir? Ama, ne böyle bir kaygınız var ne bir korkunuz var ne ülke sevdanız var. Yaptığınız tek şey var: Kendi bireysel menfaatlerinizi önde tutan ve işi sadece siyasal anlamda şova çevirebilecek bir anlayışa sahipsiniz, ama halk bunu unutmayacak. Halkın cebi yanarken, evindeki mutfağın ocağı tütmezken ve öğrencisini okula gönderirken harçlıktan yoksunken… Hele yerel belediyelerde biraz yağmur yağdı mı İstanbullu insanlar selin etkisi altında can kaybediyor. Nihayetinde Ağrı'da yaşandı. Kaç çocuğumuz öldü. O çocuklar bizim çocuklarımız. Arkasından bakıyorsunuz rögar kapaklarından düşen çocuklar ve o ihaleyi alan firmaya tekrar ikinci kez bir ihale verilmesi. Sizin anlayışınız bu kısaca, sadece işin rantiyesi.
Biz de diyoruz ki: Yerel yönetimlerin kamu hizmetinin kalitesinin yükseldiği ve yerinde çözüm anlayışı doğrultusunda günümüzün çağdaş normlarına uygun bir anlayış hâkim olmalı, ama göründüğü kadar da, kamu hizmetleri açısından da, bu konuda da, böyle, kalite diyebileceğimiz, hatta bırakın günü kotarmaktan sadece kendi menfaatleri doğrultusunda rantiye hizmetlerini vermekten öteye gidilmedi. Yani, AKP'li yıllar siyasetin kara defterine not edilecektir, kara notları diye. İçeriğini açtığınız zaman tarih bunu çok iyi algılayacak ve getirdiğiniz nokta sadece duvara toslamak. Ve bugün 2002 seçim koşulları önümüzdeyken, hâlâ gelişen süreç içerisinde, bugün AKP'nin yarattığı tahribatı, AKP'nin yarattığı zararı, bu ülke maalesef ağır bedellerle ödedi, cebiyle ödedi. Son beş yılda yaratılan 184 milyar dolarlık dış borç. Borç da değil, faiz ödemek sadece ve elindekini, varını yoğunu satan bir ülke konumundan zayıflatılmış, bugün kendi çevresinde inisiyatif sahibi dahi olmayan bir ülke konumuna getirdiniz.
Sayın Dışişleri Bakanının en son, yakın tarihteki Amerikan uçaklarının tacizinden haberinin dahi olmamasında mazereti suçundan daha büyük. Böyle bir devlet anlayışı, böyle bir duyarsızlık veya böyle bir bilgisizlik olur mu? Nasıl devlet yönetiminin anlayışının içerisinde olduğunu bu ülke çok iyi biliyor. Ve inanıyoruz ki, bu dönemde Türkiye halkı kendi kaderine sahip çıkacaktır. Gerek yerel yönetim ve gerekse genel yönetim başta olmak üzere Türkiye'de hizmetin kalitesini görecektir. Başta, kendi içinde huzur, barış, sevgi ve bereketin olduğu bir Türkiye, ikincisi ise, bölgesinde söz sahibi, güçlü bir Türkiye ve küresel güçler karşısında boyun eğmeyen, tam tersine, birlikte karşılığını alabilen bir Türkiye. Bunlar iddia işidir, bunlar bir vizyon işidir ve bu yıl da bir şans var. Yine, demokrasi içinde çözümlenmesini umuyoruz ve halk iradesiyle, inanıyorum ki, bu anlayışa sahip siyasi iradeyi kendi yönetim anlayışı içerisinde benimser ve iktidara getirir, ama, bunun adı kesinlikle AKP olmayacaktır, bunu çok iyi biliyoruz.
RECEP GARİP (Adana) - Hüseyin, ifadelerini düzgün kullan.
HÜSEYİN GÜLER (Devamla) - Halk bir defa mazlumu sever, mağduru bir defa sever, ikinci defa sevmez; onun adı sadece beceriksizliktir. Bu halkın size vereceği daha ne vardır, onu da anlayamıyorum. Meclis Başkanlığını verdi, Başbakanlığı verdi, yüzde 90 yerel yönetimleri verdi. Daha ne istersiniz, onu bilemem. 550 milletvekili mi? Olsa da yapamazsınız, inanın yapamazsınız.
FAHRİ KESKİN (Eskişehir) - ANAP'ın nesi kaldı?
HÜSEYİN GÜLER (Devamla) - Anayasa'yı değiştirecek çoğunlukta olan bir siyasi iradenin Cumhurbaşkanını dahi seçememesi, tek kelimeyle beceriksizlik, mağduriyet değil, ama, halk tabii ki görecektir bunu.
FAHRİ KESKİN (Eskişehir) - ANAP ne oldu?
HÜSEYİN GÜLER (Devamla) - Bu doğrultuda, yerel yönetimlerin sürecinde, inisiyatifi ve vizyonu olan bir öz eleştiri yapabilecek bir siyasi irade, bugün halkın önünde. Biz de diyoruz ki, umutsuzluk ve karamsarlık, kâbus bizim kaderimiz değil; açlık ve yoksulluk, sefalet hiç değil. Ama, ülkenin her geçen gür kaosa sürüklendiğini görüyoruz. Buna dur diyecek irade, ancak halkın ta kendisi. Önündeki süreç, genel seçimlerin yapıldığı 22 Temmuz tarihidir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
HÜSEYİN GÜLER (Devamla) - Tamamlıyorum Sayın Başkan.
AHMET SIRRI ÖZBEK (İstanbul) - Hüseyin'ciğim, yeter, anlaşılmıştır.
HÜSEYİN GÜLER (Devamla) - Anlaşıldıysa bırakırız.
Bu ülkenin, 22 Temmuzdaki kaderine sahip çıkacak bir halk iradesine ihtiyaç vardır. İnanıyorum ki, bu halkımız sabırsızlıkla bu sandıkların önüne geldiğinde, AKP'den hesap günü olarak algılayacaktır ve burada, başta…
FAHKİ KESKİN (Eskişehir) - ANAP ne olacak, ANAP?
HÜSEYİN GÜLER (Devamla) - …dinî değerlerin sömürülmesine asla prim vermeyecektir. Bu, bir yönetim, iddia işidir ve yönetemediniz. Geldiniz sadece duvara tosladınız.
Bu anlayış içerisinde, bu kanunun yine de hayırlı olacağını düşünüyorum. Katkıda bulunacağımızı bildiririm.
Hepinize saygılar sunuyorum. (Anavatan Partisi ve CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Güler.
Şahsı adına Ankara Milletvekili Sayın Nur Doğan Topaloğlu, buyurun efendim.
NUR DOĞAN TOPALOĞLU (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Afyonkarahisar Milletvekili Sayın Halil Aydoğan'ın 1416 sıra sayıda kayıtlı kanun teklifinin 3'üncü maddesi üzerine şahsım adına konuşma yapmak üzere huzurunuzdayım.
Maddedeki ek fıkrayla ilgili metni okudum. 1'inci maddede büyükşehirle ilgili ileri sürülen makul gerekçeler bunun için de aynı. O bakımdan, ben oradaki değerlendirmeleri aynen kabul ettiğimi vurgulayarak 2'nci maddeyle ilgili noksan kalan bazı açıklamaları da yaparak huzurunuzdan ayrılmak istiyorum.
1913 tarihli İdare-i Umumiye-i Vilayat Kanunu doksan dört yıl sonra değişti, İl Özel İdaresi Kanunu hâlini aldı. Bu Kanun'da encümenle meclisin görevleri arttı, meclise her hafta beş gün toplanma görevi verildi. Eskiden bu hizmetler yapılırken bir genel müdürlük vardı. Muhtar kaymakama dilekçe verir, kaymakam valiye gönderir, vali genel müdürlüğe gönderir, orası etüde alır, eğer ödenek varsa programa alınır, üç yıl geçerdi. Bazen dört yıl, beş yıl geçerdi. Bu genel müdürlüğün bütçesinin yüzde 72'si personel giderlerine, cari harcamalara ayrılıyordu. Biz o genel müdürlüğü kaldırdık, özel idareye bağladık, buna takviye yaptık. Ondan sonra da 2006 yılında 2 katrilyon, 2007 yılında 2 katrilyon, KÖYDES dediğimiz Köy Destekleme Fonu'ndan ödenek ayırdık. Öyle oldu ki, artık haftada beş gün toplanmak, ayda beş gün toplanmak bile yetmez hâle geldi. Diğer maddelerden daha öncelikli olarak, bu acil durum için bu olağanüstü toplantının il özel idarelerde yapılmasının daha önem arz ettiğini vurgulamak için söylüyorum. Biz bunu yaptığımız zaman… İcraatın içinden gelenler çok iyi bilirler; bir hizmet yapılırken müracaat edilir, en geç bir ay içerisinde programa alınır, hizmetin yapımına başlanır. Eğer yol yapılırken bir kılçık yol yapılacaksa, içme suyu yapılırken ek depo yapılacaksa onlar da o anda değerlendirilir, acil toplantıda karara bağlanır, yürürlüğe konulur. Kısacası, yasalardaki bu acil toplanma gerekçeleri makul olup, köy hizmetleri yönünden de, özel idare yönünden de diğerlerinden daha öncelikli olduğunu vurguluyorum.
Ben, bu duygularla, sizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Topaloğlu.
4'üncü maddeyi 3'üncü madde olarak oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.
5'inci maddeyi 4'üncü madde olarak okutuyorum:
MADDE 4 - Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN - Madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Ferit Mevlüt Aslanoğlu, Malatya Milletvekili.
Buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinize saygılar sunuyorum.
Değerli milletvekilleri, bu yasa, büyükşehir belediyeleri, il ve ilçe belediyeleri ve özel idareyle ilgili bir yasa. Şimdi, tabii, belediyeler deyince, öncelikle, bunların gelirleri hizmet yönünden çok önemli. Şimdi, İller Bankası bütçesinden belediyelere, o ilde ve o ilçede yaşayan insanların nüfus başına göre bir pay veriliyor.
Değerli arkadaşlarım, bazı belediyeler var ki çok geniş arazisi var, geniş bir yerleşim alanı var -nüfusu çok büyük değil ama- oradaki halkına hizmet götürmek için çok zorlanıyor. Ne kira geliri var… Hiçbir geliri yoktur. Eğer Belediyeler Yasası'ndaki, biz, bu nüfus başına gelir dağılımını bir şekilde imkânsızlık, olanaksızlık ve belli gelirlerden yoksun olan belediyelere, aynı şeyle, bu yasayla eşit tutarsak bu belediyelerimiz hizmet veremez. Yani, örneğin, İstanbul'da bir belediyenin 2 milyon nüfusu varsa, bu belediyeye verdiğiniz parayla, doğuda bir ilimize verdiğimiz para, nüfusu düşük olduğu için belki onda 1'i, ama, hizmet yönünden doğudaki bir belediyemiz o parayı alamadığı için çok büyük sıkıntılar çekiyor.
Onun için, öncelikle, Belediyeler Yasası'nda, asgari geçim indirimi gibi, bu belediyelere asgari, oradaki insanlara, oradaki hizmet açısından asgari bir hizmet payı vermek lazım, nüfus esasından daha önce. Daha sonra, yine, objektif nüfus esasını getirelim bir kere. Özellikle belde belediyelerine eğer biz bunu yapmazsak belde belediyeleri maaş vermekte zorlanıyor arkadaşlar. En azından, hizmet açısından, otomatikman hizmet bedeli olarak bu belediyelerimize nüfusa göre verdiğimiz paradan önce belli bir hizmet bedeli vermezsek, küçük belediyelerimiz kapanmak üzere arkadaşlar.
Tabii, diğer bir konu: Büyükşehir belediyeleri…
Değerli arkadaşlarım, hasbelkader on altı belediyeyi büyükşehir belediyesi ilan etmişiz. Burada, ama hakkaniyet, burada adalet… Burada büyükşehir olamayan belediyelerin hakkı yeniyor arkadaşlar. On altı büyükşehir belediyesi var; büyükşehre karşı değilim, ama bazı belediyeler var ki büyükşehir ilan edilmiş, ama o belediyelerden daha çok nüfusa hizmet eden, o belediyelerden daha çok nüfusa sahip bazı iller var ki onlar büyükşehir yapılmamış. Yani, bu, hak mıdır adalet midir? Şimdi, burada önemli olan başında "büyükşehir" yazması değil, büyükşehir belediyelerinin gelirden aldığı payla, diğer bir il belediyesinin aldığı pay arasındaki farktır arkadaşlar.
Şimdi, bir belediye düşünün 500 bin nüfusa hitap ediyor, 500 bin nüfusa hizmet veriyor, büyükşehir değil, ama bir belediye düşünün 350 bin nüfusa hizmet ediyor, büyükşehir arkadaşlar. Gelirden aldığı pay öbür belediyenin 2 katı arkadaşlar. Takdirlerinize sunuyorum, burada (x) il, (y) il, (z) il fark etmez, hangi ilin hakkı yeniyorsa… Yani, bugün 350 bin nüfusa hizmet eden bir belediye, 500 bin nüfusa sahip bir belediyeden 2 kat daha fazla para alıyorsa, bunun adı ne haktır ne adalettir arkadaş.
Bugün, Türkiye'deki, mevcut, büyükşehir olmayan en az beş altı ilimizin hakkıdır, ama bir şekilde, her nedense bunlar büyükşehir yapılmıyor. Biz, hangi belediyeye daha çok para veriyorsanız gurur duyarız, çünkü hizmet için veriliyor, ama siz 500 bin nüfusa sahip bir belediyeye 350 bin nüfusa hizmet eden bir belediyeden 2 kat daha fazla para veriyorsanız, bunun adı ne haktır ne adalettir arkadaşlar. Yani, gelin -bak, bunu defalarca gündeme getirdim, burada bir kez daha söylüyorum, artık bu süreçte yapılmaz- en azından hakkı olan belediyelerin, mevcut büyükşehirlerin nüfusuna sahip belediyelerin hakkını, arkadaşlar, gelecek dönemde teslim edin. Ben, size dört belediye sayayım mevcut büyükşehir belediyesi, ama bunlardan daha çok nüfusa hizmet eden Türkiye'de en az altı ilimiz daha var arkadaşlar. Bunlardan biri de Malatya'dır. Başında "Malatya Büyükşehir Belediyesi" olması bizim için çok önemli değil, ama Malatya Belediyesine 350 bin nüfusa sahip bir belediyeden yarı para veriyorsanız, bizim isyanımız bu arkadaşlar. 500 bin nüfusa bakıyoruz. Bu son nüfus sayımlarıyla mevcut altı büyükşehir belediyesinden daha yukarıda bir nüfusa bakacağız arkadaşlar. Bizim dediğimiz bu, adil olun burada, objektif. Kimsenin hakkını bize vermeyin ama bizim de hakkımızı yemeyin. Malatya'da yaşayan 500 bin insana, 2 kat daha fazla para alsa Malatya Belediyesi daha iyi hizmet edecektir arkadaşlar. Hakkımızı kimse yemesin. Biz bir başka ile niye veriyorsunuz demiyoruz.
Değerli milletvekilleri, tabii, gelelim il genel meclisine arkadaşlar. Arkadaşlar, il genel meclisleri objektif hizmet etmeli, hiçbir kimseyi ve hiçbir köyü ayırmamalı, ama maalesef ayırım kayırım yapılıyor. Ayırıyorlar, kayırıyorlar. Belki burada siz görmüyorsunuz ama, belli ilçelerin il genel meclisi üyeleri "benden olan", "benden olmayan" diyor arkadaşlar. Örnek de vereyim, ispat da edeyim: Ayıptır, bir köye greyder gönderiliyor, ertesi gün o ilçenin il genel meclisi üyesi kaymakamına, iktidar partisinin ilgili yetkililerine "bu köyden greyder alınmazsa almayanı yakarım." diyor. Niye? O köy bir Alevi köyümüzmüş. (AK Parti sıralarından "yapma" sesleri, gürültüler)
Arkadaşlar…
CAVİT TORUN (Diyarbakır) - Doğru söylemiyorsun.
EYÜP FATSA (Ordu) - Sayın Başkan…
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) - Evet arkadaş, ispat ediyorum.
CAVİT TORUN (Diyarbakır) - Doğru söylemiyorsun.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) - Söylüyorum, söylüyorum, söylüyorum. (AK Parti sıralarından gürültüler)
MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) - Haddini bil!
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) - Evet, ispatı, Malatya…
MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) - İstismar edeceğin bir bu mu kaldı?
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) - Malatya Doğanşehir Topraktepe... Buyurun…
MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) - İstismar edeceğin bir bu mu kaldı?
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) - Evet, buyurun…
EYÜP FATSA (Ordu) - Sayın Başkan, lütfen…
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) - Malatya Doğanşehir Topraktepe...
MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) - Olmaz böyle bir şey Sayın Başkanım, bir milletvekili bu kürsüden provokatörce konuşamaz.
BAŞKAN - Sayın Aslanoğlu… Sayın Aslanoğlu…
CAVİT TORUN (Diyarbakır) - Bölücüsün sen, doğruyu söylemiyorsun!
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) - Bak, söylüyorum, köyün ismini veriyorum, açın sorun.
(Başkan tarafından mikrofon kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Aslanoğlu…
CAVİT TORUN (Diyarbakır) - Sen bölücüsün!
MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) - Ne alakası var ya!
BAŞKAN - Sayın Aslanoğlu…
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) - Kimseye haksızlık yapmayın. Malatya Doğanşehir Topraktepe… Buyurun, sorun.
BAŞKAN - Sayın Aslanoğlu, siz Başkanı dinlemiyorsunuz.
GÜROL ERGİN (Muğla) - Mikrofon kapalı.
BAŞKAN - Ben, size rica ediyorum, bir şey söyleyeceğim, onun için mikrofonunuzu kapattım, sizin konuşmanıza engel olmak için değil.
Aslanoğlu, bu sözler hiç de o kürsüye uymuyor.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) - Olan bir şeyi söylüyorum. (AK Parti sıralarından gürültüler)
RECEP GARİP (Adana) - Yakışmıyor bu sözler.
BAŞKAN - Efendim, lütfen, sözlerinizi tavzih ediniz, lütfen sözünüzü tavzih ediniz.
Buyurun, mikrofonu açtım.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) - Arkadaşlar… Arkadaşlar… (AK Parti sıralarından gürültüler)
İNCİ ÖZDEMİR (İstanbul) - Ülkeyi bölmeye kimsenin hakkı yok! Çok ayıp! Çok yanlış şeyler!
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) - Hayır arkadaşlar, hizmette kimseyi ayırmamamız lazım. Bunu söylüyorum ben. İsyanım bu arkadaşlar. (AK Parti sıralarından gürültüler)
CAVİT TORUN (Diyarbakır) - Doğru söylemiyorsun!
AHMET MÜNİR ERKAL (Malatya) - Çok ayıp! Yazıklar olsun sana!
RECEP GARİP (Adana) - Doğru söylemiyorsun!
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) - Evet, bunu söylüyorum. Ayırmayın, ama ayırıyorsunuz diyorum. (AK Parti sıralarından gürültüler)
CAVİT TORUN (Diyarbakır) - Bölücüsün sen!
AHMET MÜNİR ERKAL (Malatya) - Yazıklar olsun sana!
İNCİ ÖZDEMİR (İstanbul) - Çok ayıp, çok! Yanlış bir şey…
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) - Ayırmayın, ayırmayın, ayırmayın. (AK Parti sıralarından gürültüler)
RECEP GARİP (Adana) - Sorun ne, söyle!
AHMET MÜNİR ERKAL (Malatya) - Yazıklar olsun sana!
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) - Bak, köy ismi veriyorum, köy ismi veriyorum köy ismi… (AK Parti sıralarından gürültüler)
AHMET MÜNİR ERKAL (Malatya) - Sana yazıklar olsun!
İNCİ ÖZDEMİR (İstanbul) - Ayıp! Ayıp!
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) - Ayırmayın diyorum, ayırmayın. (AK Parti sıralarından gürültüler)
CAVİT TORUN (Diyarbakır) - Bölücüsün sen, bölücü!
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) - Ayırmayın, ayırmayın, ayırmayın kimseyi. (AK Parti sıralarından gürültüler)
CAVİT TORUN (Diyarbakır) - Bölücüsün sen!
RECEP GARİP (Adana) - Ayıran sensin!
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) - Hizmet eşittir arkadaşlar. Bu ülke bizim.
BAŞKAN - Arkadaşlar, lütfen müdahale etmeyelim.
CAVİT TORUN (Diyarbakır) - Müdahale edeceğiz tabii, bölücülük yapıyor!
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) - Hayır arkadaş, bölücülüğü siz yapıyorsunuz. (AK Parti sıralarından gürültüler)
CAVİT TORUN (Diyarbakır) - Sen yapıyorsun sen!
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) - Hayır.
CAVİT TORUN (Diyarbakır) - Sen, doğru söylemiyorsun!
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) - Bu ülke bizim. Kimseyi ayıramazsınız, ayırmaya hakkınız yok. (AK Parti sıralarından gürültüler)
AHMET MÜNİR ERKAL (Malatya) - Ayıp be!
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) - Hükûmetsiniz… Hükûmet olabilirsiniz, ama insanları ayırmayın. (AK Parti sıralarından gürültüler)
RECEP GARİP (Adana) - Yakışıyor mu sana?
CAVİT TORUN (Diyarbakır) - Sen doğru söylemiyorsun!
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) - Hepinize saygılar sunuyorum.
Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar, AK Parti sıralarından gürültüler)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Aslanoğlu.
AHMET MÜNİR ERKAL (Malatya) - Ayıp be!
HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar) - Ayıp ya?
RECEP GARİP (Adana) - Sana yakışmıyor!
AHMET MÜNİR ERKAL (Malatya) - Böyle dengesiz bir şey olur mu ya! Ayıp be! Bu kadar dengesiz söz olur mu! Ayıp be!
EYÜP FATSA (Ordu) - Sayın Başkan…
BAŞKAN - Sayın Fatsa, buyurun.
AHMET MÜNİR ERKAL (Malatya) - Ayıp be!
BAŞKAN - Arkadaşlar, bir dakika…
HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar) - Ayıp ya!
BAŞKAN - Yalnız, arkadaşlarımız sussun ki ben sizi dinleyeyim.
AHMET MÜNİR ERKAL (Malatya) - Böyle dengesiz bir şey olur mu!
BAŞKAN - Sayın Aslanoğlu, siz yerinize oturun.
AHMET MÜNİR ERKAL (Malatya) - Ayıp be!
EYÜP FATSA (Ordu) - Arkadaşlar, bir dakika…
BAŞKAN - Arkadaşlar, herkes yerine otursun.
AHMET MÜNİR ERKAL (Malatya) - Ayıp be!
BAŞKAN - Sayın Aslanoğlu, lütfen yerinize oturun.
AHMET MÜNİR ERKAL (Malatya) - Bu kadar ayağa düşürülür mü Parlamento be!
BAŞKAN - Oturun yerinize.
AHMET MÜNİR ERKAL (Malatya) - Olur mu ya!
BAŞKAN - Sayın Kartal, oturun.
Sayın Fatsa, buyurun.
EYÜP FATSA (Ordu) - Sayın Başkan, Sayın Hatip, Sayın Aslanoğlu, grubumuzu, yapmadığı bir işten dolayı zan altında bırakacak ve vatandaşlarımız arasında da ayrım yapacak çok talihsiz bir konuşma yapmıştır.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) - Açın sorun Beyefendi.
İNCİ ÖZDEMİR (İstanbul) - Yeter artık!
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) - Açın sorun. Muhtara aç, sor.
EYÜP FATSA (Ordu) - Ben, bu yanlışlığın düzeltilmesi adına, grubum adına, İç Tüzük'ün bana vermiş olduğu hakkı kürsüde kullanmak istiyorum.
BAŞKAN - 69'a göre söz veriyorum.
Efendim, yalnız, sadece açıklamanızı dinlemek istiyoruz.
Buyurun.
V. - AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1.- Ordu Milletvekili Eyüp Fatsa'nın, Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu'nun, konuşmasında, partisine sataşması nedeniyle konuşması
EYÜP FATSA (Ordu) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; biraz önce, bu kürsüde, Cumhuriyet Halk Partisi Malatya Milletvekili Sayın Aslanoğlu, doğrusunu isterseniz, bir milletvekili sorumluluğuna yakışmayan, vatandaşlarımız arasında da ayrımcılık yapan çok talihsiz bir konuşma yapmıştır. Öncelikle, böyle bir ayrımcılığı kabul etmediğimizi ve şiddetle reddettiğimizi ifade etmek istiyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlar, defaatle bu kürsüde söyledim, bu ülkede, bu millet adına konuşma yetkisini kendinde bulan herkes ama herkes, bu ülkenin yedi coğrafi bölge, seksen bir vilayet, en sağcısından en solcusuna en dinlisinden ateistine kadar, Alevi'sinden Sünni'sine kadar, Türk'ünden Kürt'üne ve bütün renklerine kadar, bu ülkenin 73 milyonluk bir mozaik olduğunu, hiçbirisin diğerine karşı üstün olmadığını, herkesin ama herkesin fert fert bu ülkenin eşit ve özgür vatandaşları olduğunu içine sindirecek. (AK Parti sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)
Değerli arkadaşlar, ben, daha yakın tarihte Tunceli'ye gittim. Beni izleyen Tuncelili hemşehrilerim, vatandaşlarımız hak verecektir; Tunceli, etnik yapısı itibarıyla, ülkemizin çok önemli, çok güzel çok da nezih insanlarının yaşadığı fevkalade güzel bir ilimizdir. Ben oraya gittim. Son iki yılda -ki, bu sene 29 trilyon liradır- Tunceli'ye köy hizmetlerine -yani, KÖYDES çerçevesinde- gönderilen para, neredeyse cumhuriyet tarihinde gönderilen parayla eş anlamdadır. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Benim ilimde de… (AK Parti ve CHP sıralarından gürültüler) müsaade edin… Malatya'da olduğu gibi…
GÜROL ERGİN (Muğla) - Cevap vermiyor, reklam yapıyor reklam!
CAVİT TORUN (Diyarbakır) - Kes sesini!
EYÜP FATSA (Devamla) - Benim ilimde de tıpkı Malatya'da olduğu gibi, tıpkı Tunceli'de olduğu gibi… (AK Parti ve CHP sıralarından gürültüler)
GÜROL ERGİN (Muğla) - İnin aşağıdaki lokantaya bakın, Türk Bayrağı'nı yanlış çizmiş.
RECEP GARİP (Adana) - Boş versene!
BAŞKAN - Lütfen oturalım arkadaşlar, karşılıklı tartışmayalım.
EYÜP FATSA (Devamla) -…tıpkı Malatya'da olduğu gibi, Tunceli'de olduğu gibi, Kahramanmaraş'ta, Çorum'da olduğu gibi Alevi kökenli vatandaşlarımız vardır.
GÜROL ERGİN (Muğla) - Bayrak orada.
BAŞKAN - Sayın Ergin… Sayın Ergin lütfen müdahale etmeyin.
GÜROL ERGİN (Muğla) - Türk Bayrağı'nı yanlış çizen adam! Alt kattaki lokantada… (AK Parti ve CHP sıralarından gürültüler)
RECEP GARİP (Adana) - Doğru yerde dur, doğru yerden bak!
BAŞKAN - Sayın Ergin, bu sözler size hiç yakışmıyor. Doğrusu hiç yakışmıyor.
GÜROL ERGİN (Muğla) - Bayrağı yanlış çizen adam burada.
RECEP GARİP (Adana) - Boş versene sen!
BAŞKAN - Buyurun.
EYÜP FATSA (Devamla) - Bazı arkadaşlarımız gerçekleri duymaktan rahatsız olabilir, bunu anlayışla karşılarım, ama vatandaş bunu anlayışla karşılamaz.
Değerli arkadaşlar, benim ilimde de Alevi kökenli vatandaşlarımız var, hepsiyle biz kardeş gibiyiz. Hiçbir hizmette etnik yapısından veya mezhepsel farklılığından dolayı bir ayrım Ordu'da da yapılmamıştır, Malatya'da da yapılmamıştır, Tunceli'de de yapılmamıştır…
MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) - Tokat'ta da, Tokat'ta da…
EYÜP FATSA (Devamla) -…Tokat'ta da yapılmamıştır, Çorum'da da yapılmamıştır. (AK Parti sıralarından alkışlar)
MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) - Bir sürü belediyemiz var bizim.
EYÜP FATSA (Devamla) - Çünkü, hizmet anlayışı olarak, "bu ülkenin her ferdini bir aziz vatandaş…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Fatsa, son cümlelerinizi alayım.
EYÜP FATSA (Devamla) - …eşit ve özgür vatandaş kabul eder, hizmet de insan olduğu için kendisine yapılır" mantığından ve düşüncesinden hareketle, bu ülkenin 781 bin kilometrekaresini ilmik ilmik hizmetle biz ördük, ama, bu bir sakat mantıktır, bu bir insanların beyninin arkasındaki arka plan ajandasıdır. Yani, demek ki böyle düşünülüyor bu işler, böyle olması arzu ediliyor.
Sayın Aslanoğlu, ne kadar beklersen bekle, AK Partide Alevi ve Sünni diye bir ayrım asla bulamayacaksın. (AK Parti sıralarından alkışlar) Bizi, vatandaşlarımız arasında ayrımcılık yapan bir siyasi iktidar olarak, ne kadar gayret ederseniz edin, asla buna muvaffak olamayacak, asla bu ülkenin eşit ve özgür vatandaşları arasında bir ayrımcılık yapmaya gücünüz yetmeyecektir. Sizi şiddetle kınıyorum, şiddetle kınıyorum ve bu lafı sana iade ediyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Fatsa, teşekkür ederim.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) - Sayın Başkan, Sayın Fatsa ismimi kullanarak benim sözlerimi çarpıtmıştır, söz istiyorum. (AK Parti sıralarından gürültüler)
MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Sayın Aslanoğlu, tahrik ettiğin yeter, otur.
BAŞKAN - Sayın Aslanoğlu, neyi çarpıttı? Sizin sözünüze "Bizim ayrımcılığımız yoktur." dedi.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) - Hayır efendim. Ama benim sözlerimi çarpıtıyor.
BAŞKAN - Efendim, varsa, başka yollarla müracaat edersiniz.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) - Sözlerimi çarpıttı efendim.
BAŞKAN - Efendim, böyle bir usul yok. "Ben beğenmedim o konuşmayı, benim sözümü çarpıttı!.."
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (
BAŞKAN - Sizin konuşmanıza cevap verdi.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (
MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Hayır, hayır. Sen çarpık konuştun, sen!
BAŞKAN - Efendim, böyle bir şey görmüyorum ben. Oturun efendim siz yerinize. Yerinize oturun.
Sayın Albayrak, Meclis Başkanlığına müracaat ederek "1416 sıra sayılı -yani görüşmekte olduğumuz- yasanın görüşülmesi sırasında, Cumhuriyet Halk Parti Milletvekili Sayın Hakkı Ülkü -ismini bizzat zikrederek- AK Partiden atıldığımı belirtmiştir ve bana sataşmıştır." diyor.
Sayın Albayrak, sizden, iki dakika, yerinizden bir açıklama rica ediyorum, size uygun bir şekilde. Bir yanlış anlama da olabilir. Son günlerde birbirimizi kırmaya da gerek yok.
Buyurun.
MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) - Kürsüden konuşsun efendim.
BAŞKAN - Efendim, İç Tüzük müsait değil, izin verin.
2.- Amasya Milletvekili Hamza Albayrak'ın, İzmir Milletvekili Hakkı Ülkü'nün, konuşmasında, şahsına sataşması nedeniyle konuşması
HAMZA ALBAYRAK (Amasya) - Teşekkür ederim, Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; görüşülmekte olan 1416 sıra sayılı kanunun 2'nci maddesiyle ilgili olarak, İzmir Milletvekili Sayın Ülkü ismimden bahsederek "AK Parti'de yolsuzluk ve usulsüzlük yapanlar değil de, yolsuzluk ve usulsüzlüğü ortaya çıkaranlar partiden atılmaktadır. Bunlardan bir tanesi de Amasya Milletvekili Sayın Hamza Albayrak'tır." diye şahsımla ilgili bir ithamda bulunmuştur.
Kendisine, ilgi ve alakasından dolayı, hassasiyetinden dolayı teşekkür ederim. Ancak, ben, yolsuzluk ve usulsüzlükleri Amasya'da il örgütüm açısından ortaya çıkarttığım, gerekli yerlere gerekli ihbarlarda bulunduğum için partimden atılmadım. Bilakis, iddia edilen, ortaya koyduğum, delilleriyle ortaya koyduğum yolsuzluk ve usulsüzlüklerin partimce gereği yapılmadığı için, 26 Nisan 2007 günü, kendi isteğimle, partimden, istifaen ayrıldım. Dolayısıyla, iddialarımla ilgili ithamlar, 5 Nisan 2007 tarihinde neşredilen Tempo dergisinde bütün detaylarıyla yer almıştır. Bu dergide, Sayın Akif Gülle, benim ve il başkanının arasında geçen -üçümüz arasında geçen- iddialarla ilgili ikrarların tamamı doğrudur. Dergidekilerin eksiği vardır, fazlası yoktur. Kamuoyuna duyuruyorum. Tekrar, aracılığınızla, ilgililere teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Albayrak.
Sayın Erkal, yerinizden, iki cümleyle, Malatya Milletvekili olarak...
3.- Malatya Milletvekili Ahmet Münir Erkal'ın, Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu'nun Malatya ile ilgili ifadelerini protesto ettiğine ilişkin konuşması
AHMET MÜNİR ERKAL (Malatya) - Sayın Başkan, teşekkür ediyorum. Biraz önce Malatya'yla ilgili konuşan arkadaşımız, maalesef, talihsiz bir konuşma yapmıştır ve Malatya'daki bir köydeki bir greyderin alınma işini bütün bir Hükûmetin politikasına şamil göstererek, fevkalade dengesi tartışılır bir yorum ortaya koymuştur. On yıl Malatya Belediye Başkanlığı yapan biri olarak şunu ifade etmek istiyorum, kendisi de çok iyi bilir: Malatya merkezindeki, değerli Alevi vatandaşlarımızın bulunduğu, Çarmuzu, Ataköy, Çavuşoğlu, Paşaköşkü, Cemal Gürsel mahallelerinde şimdiye kadar yapılan uygulamalarda ne kadar adil, dengeli ve doğru bir hizmet götürüldüğü herkesin malumudur. Ayrıca, Hükûmetimizin KÖYDES ve BELDES Projeleriyle Malatya'ya taşıdığı hizmet de gözler önündedir. Bu kadar hadise açıkken, ayrımcılık ve bölücülük mantığıyla, sadece bir greyderin alınmasını Malatya'da Hükûmetimizin yaptığı bütün hizmetlere şamil yaparak Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında böyle seviyesi tartışılır bir tartışmanın gündeme gelmesini üzüntüyle karşılıyorum, bunu protesto ettiğimi belirtiyorum.
BAŞKAN - Yani, "doğru değil" diyorsunuz.
AHMET MÜNİR ERKAL (Malatya) - Malatya'daki birlik ve beraberliği bozmaya dönük olan bu anlayışı, tekrar, protesto ettiğimi ifade etmek istiyorum.
Teşekkür ederim. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
IV. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
4.- Afyonkarahisar Milletvekili Halil Aydoğan'ın; Büyükşehir Belediyesi Kanunu, İl Özel İdaresi Kanunu ve Belediye Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ve İçişleri Komisyonu Raporu (2/968) (S.Sayısı: 1416) (Devam)
BAŞKAN - Anavatan Partisi Grubu adına Erzurum Milletvekili Sayın İbrahim Özdoğan.
Buyurun. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU ADINA İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; 1416 sıra sayılı Kanun Teklifi üzerinde, 4'üncü madde olarak okutulan 5'inci maddede Anavatan Partisi adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle, yüce heyetinizi saygıyla selamlamak istiyorum.
Değerli arkadaşlar, yerel yönetimlerle alakalı, partimizin bazı düşüncelerini aktarmak istiyorum.
Yerel yönetimlerin sorunları çeşitli açılardan ele alınabilmekle birlikte, bu sorunların temel kaynağı, hantallaşmış, merkeziyetçi, halk adına her konuda karar verme yetkisini kendinde gören bürokrat hegemonyasının egemen olduğu idari yapıdır. Cumhuriyetten önceki yönetimlerin yönetimdeki temel tercihini merkeziyetçilikten yana yapmalarından dolayı, yerel yönetimlerin böyle bir ortamda gelişmemesi elbette ki normaldir. Türkiye Cumhuriyeti'nin küreselleşen dünyada yerelleşmeye yönelmeyip eski geleneğini sürdürmesi, devletin küçülmesi propagandalarına rağmen her gün merkezîleşen bir devletin görülmesi hakikaten dikkat çekicidir.
Yerel yönetimler denince, akla suistimallerin gelmesine rağmen, yerel hizmetler doğrudan merkezî idarece yürütülürken ya da yerel yönetim üzerindeki katı vesayet denetimi artırılırken, hiç suistimal olmadığını söylemek, elbette ki, mümkün değildir. Ama, bu problem, yerel yönetimde ahlaklılığı egemen kılmakla çözülebilir. Bunun yolu, bilgi edinme hakkı, performans değerlendirme, seçmenlerin bilinçlendirilmesi gibi yöntemlerden geçer.
Mahallî idarelerin güçlendirilmesi, Batılı ülkeler tarafından denenmiş ve olumlu sonuçlar alınmış en etkili demokratikleşme aracı olarak kabul edilmektedir.
Türkiye'de son yıllarda, bu konuda bütün siyasi partiler ve iktidarlar vaat ve taahhütlerde bulunmalarına rağmen, ciddi bir adım atıldığı söylenemez. Tam aksine, mahallî idarelerdeki yolsuzlukları ve usulsüzlükleri önlemek amacıyla idari vesayetin bizatihi bu olumsuzlukların sonucu hâline gelmesi, mahallî idareler alanında düzenleme arayışlarını, hâlâ, daha gündemde tutmaktadır.
Evrensel ilkeler ışığında, Türk yerel yönetiminin karşı karşıya olduğu sorunlar, demokrasi, etkinlik, merkezî yönetimle ilişkiler gibi bir tasnif içinde ele alınacaktır. Ancak, yerel yönetimlerin sorunlarının sadece bugünkü anayasal mahallî idare birimleri kapsamında ele almak yeterli olmayacağı için, merkezî yönetimin taşra teşkilatlarında da yerelleşmeye gidilmesinin gerekliliği düşünülerek, bütüncül olarak yerel düzendeki tüm kamu yönetim sistemimiz açısından durumumuz da iç açıcı değildir.
Yerel yönetim kavramının varlık nedeni, yerel toplulukların kendi kendilerini yönetme yetkisidir. Oysa, ülkemizde bu hakkın yerli yerince kullanılmadığı ve katı bir merkezî hükûmet vesayetinin yerel yönetimin gelişmesini engellediği bilinmektedir. Bu yapıyı değiştirmek için, katılım, denetim, temsil ve yönetsel saydamlık azami derecede sağlanmalıdır.
Bir yerel yönetim kurumunun etkinliğini, hiç şüphesiz, üstleneceği kamu hizmetlerinin sınırı, karar alıp yürütebilme gücü ve fonksiyonlarını icra için yeterli kaynağa sahip olmadığı için, öncelikle bu sorunun çözülmesi gerekmektedir. Aksi taktirde, böyle bir örgütsüz toplumda, bu kurumlar vasıtasıyla örgütlenen insanların hegemonyası ortaya çıkmaktadır, bugün olduğu gibi.
Bu konuda ülkemizde görülen bir başka aymazlık da yerel yönetim-merkezî yönetim kutuplaşmasından ziyade, merkezî yönetim-parti-yerel yönetim üçlüsüdür değerli arkadaşlar, çünkü, belediyelerdeki bütün yolsuzluklar da bu üçlü vasıtasıyla olabilmektedir.
Merkezî yönetim ve yerel yönetim, ülkemizde, parti örgütlülüğünün kurtluğu ile sıkı bağlarla bütünleşmiştir. Bu açıdan bakıldığında, siyasi partilerin, merkezî yönetimin yetkilerini yerel yönetimlere devretmekteki maksatlarının, bu triolojiyi sürdürmek için, bu üçlü sistemi sürdürmek için yaptığını anlamaktayız.
Yerel yönetimlerin etkinliğini belirleyen diğer unsurlara gelince: İlke olarak, yerel topluluk, onun harcanmasını da etkin bir biçimde denetleyebilecektir. Ülkemizde, bir taraftan yerel yönetimlere merkezî idareden kaynak pompalanırken, diğer yandan, hizmet gerekleriyle uyumlu kaynak oluşturma fırsatı verilmemektedir. Sonuçta, yerel yönetimlerimizin kamu kaynaklarından yararlanma ümitleri de giderek azalmakta ve belediyeler borç batağına sürüklenmektedir; tabii, bir taraftan da yolsuzluklar olduğu için.
Bir diğer önemli sorun da merkezden dağıtılan kaynakların nesnel dağıtım kriterlerinden yoksun oluşudur. Özellikle belediyelerin, İller Bankası payları dışında faydalanabilecekleri çeşitli bakanlıklara ait fonlar da bulunmaktadır. Bu fonlar, büyük ölçütle, iktidar partisine ait belediyelerce kullanıldığından, nesnel ve etkin bir kaynak dağılımı olduğu gözlemlenmemektedir.
Yerel yönetimlerimizin bir diğer önemli handikabı, dünyadaki gelişmelerin doğurduğu bilgi ve tecrübe birikimini, modern yönetim tekniklerini uygulama kabiliyetinden yoksun olmalarıdır. Belediyelerin büyüklüğü, kimliği ve halkın katılımı adıyla Avrupa Konseyi Yerel ve Bölgesel Yönetimler Yönlendirme Komitesinin yayımladığı rapor, belediyeler için "asgari uygun büyüklük" konusunda standartlar getirmekte; çok küçük belediyelerin karmaşık hizmetler için gerekli parasal, insani ve teknik kaynakları kendi başlarına idare edemediklerini tespit etmiştir. Asgari büyüklük konusunda mahallî idarelerle ilgili yasa tasarısı konusunda gerekenleri, maalesef, bugüne kadar yapamadık.
Değerli arkadaşlarım, küreselleşmeyle birlikte ortaya çıkan yeni anlayışların yerel dinamiklerle sentez yapılarak, hem yerel yönetim kültürümüz geliştirilmeli hem de mevcut yerel yönetimlerin ve diğer kamu hizmetlerini kapsayacak bir yerel yönelim yapılanmasına mutlaka gidilmelidir.
Değerli arkadaşlarım, burada konuşmama son verirken, az önce burada tatsız konuşmalar oldu, hakikaten, bu konudaki üzüntülerimi ve hissiyatımı belirtmek istiyorum.
Sayın Ferit Mevlüt Aslanoğlu, hakikaten, Türkiye Büyük Millet Meclisinin çok çalışkan milletvekillerindendir ve kendisi, bildiğimiz kadarıyla da, Malatya'da bütün kesimlerce sevilen bir arkadaşımızdır. Fakat -kendisi de yakın arkadaşımdır- maksadını aşan bir ifadede bulunduğu kanaatindeyim ben değerli arkadaşımın. Bu konular, çok hassas konulardır. Çünkü, bölücülükten büyük milletimiz çok çekmiştir. Dolayısıyla, bu konuların dile getirilmesinde çok hassas davranmak mecburiyetindeyiz ve şuna da ben hak veriyorum ki, hakikaten, münferit böyle bir hadise olmuş olabilir. Ben, Sayın Mevlüt Aslanoğlu'na inanıyorum. Münferit olarak olabilir, fakat, bunu genellemek, büyük milletimiz adına, geçmişte de büyük acılar yaşadığımız için hakikaten çok yanlıştır. Dolayısıyla, Sayın Mevlüt Aslanoğlu'nun bu konuyu, mutlaka, burada, bu kürsüde değerlendirip telafi etmesi gerekmektedir.
Tabii, Sayın Mevlüt Aslanoğlu'na Sayın Eyüp Fatsa da cevap verdi ve burada, Türkiye'nin 73 milyon bir mozaikten oluştuğunu söyledi.
Arkadaşlar, ben şahsen "mozaik" lafına karşıyım. Biz, bu topraklar üzerinde, elbette ki, Kürt'üyle, Laz'ıyla, Türk'üyle, Çerkez'iyle, Alevi'siyle, Sünni'siyle bin yıldır beraber yaşıyoruz değerli arkadaşlar. Türkülerimiz, ülkülerimiz, hasletlerimiz, hatta ve hatta biyolojik olarak genlerimiz birbirine karışmıştır. Biz "mozaik" değiliz, biz bir bütünüz değerli arkadaşlarım.
İNCİ ÖZDEMİR (İstanbul) - Aynen öyle.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Dolayısıyla, aklı başında bir insanın, maksadını aşan ifadeler dışında böyle bir laf edemeyeceğini, etmeyeceğini ben biliyorum ve Sayın Mevlüt Aslanoğlu'nun da maksadını aştığını kesinlikle biliyorum ve büyük milletimiz de 75 milyonluk nüfusumuz da bir mozaik değildir, bir bütündür değerli arkadaşlar diyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Özdoğan.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) - Sayın Başkanım, Hatip, benim ismimi vererek birkaç kere… İki kelime etmek istiyorum müsaade ederseniz.
Defalarca benim ismimi vererek…
BAŞKAN - Efendim, şahsınız adına söz vereyim size.
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) - Hayır efendim, Hatibe cevap vereceğim.
BAŞKAN - Hatibe cevap vereceksiniz, yani açıklama yapacaksınız?
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) - Evet efendim.
BAŞKAN - Buyurun.
V. - AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)
4.- Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu'nun, Malatya Milletvekili Ahmet Münir Erkal'ın, konuşmasında, şahsına sataşması nedeniyle konuşması
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) - Tutanakları da getirin, aynen, ifademi bir daha söylüyorum: "Bu ülke bizimdir, bu ülkede özel idareler herkese eşit hizmet etmelidir, özel idare bütçesinden herkese eşit hizmet gitmeli; ancak, sizin bilginiz var veya yok, ama yereldeki insanlar, örneğin bazı ilçelerde il genel meclisi üyeleri -aynı, tutanakları da getirtin- ayrıcalık yapıyor." dedim.
Defalarca, o köye greyder gitmesine rağmen, il genel meclisi başkanına yalvardım, "Bak, burada sorun çıkacak; etmeyin, tutmayın, size yalvarıyorum -aynen bu ifadelerle- çekmeyin, bu köyün onuru var." Fakat, o il genel meclis üyeleri ve o kişiler "bu greyder buradan gidecek" dedi ve herkese söylememize rağmen ve ben bunu sizin bilginize "ama, böyle de ayrıcalıklar yapılmasın" diye ifade ettim. Onun için, ben bir kez daha söylüyorum: "Bu ülke bizim, bu ülkede kimse kimseyi ayıramaz. Kim olursa olsun, hangi dilden, hangi ırktan, hangi şeyde... Onun için, benim söylediğim buydu. Yani, hem ayrım yapacaksınız… Beni protesto etmek yerine, o köyden greyderi alan yetkilileri protesto etseniz daha mutlu olacağım.
Hepinize teşekkür ederim.
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Aslanoğlu.
Sayın milletvekilleri, bu, tabii ki, biraz önce kürsüden konuşan Sayın Aslanoğlu'nun şahsına ait değil. Hepimiz insanız, bazen unutabiliyoruz. Yalnız, Türkiye Büyük Millet Meclisinde, bazı değişmez kurallar var. Daha önceki Başkanlık dönemimde de zaman zaman bazı arkadaşlarımız böyle bir unutkanlık içerisinde olabiliyorlar. İç Tüzük'ün -açıp bakarsanız- 60'ıncı maddesinde, kürsüye gelindiği zaman, ilk cümlenin, hitabın, Başkanlığa ve milletvekillerine olması gerekiyor "Sayın Başkan ve sayın milletvekilleri" diye. Buna, arkadaşlarımız -dönemin sonuna geldik ama- bu konuda hassasiyet gösterirlerse, bu, yüce makama olan bir saygıdır. Bu hususu da arz etmiş oluyorum.
Teşekkür ederim.
MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) - İkinci kez çıkıp konuşunca…
BAŞKAN - Şahsınızla ilgili değil efendim.
IV. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
4.- Afyonkarahisar Milletvekili Halil Aydoğan'ın; Büyükşehir Belediyesi Kanunu, İl Özel İdaresi Kanunu ve Belediye Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ve İçişleri Komisyonu Raporu (2/968) (S.Sayısı: 1416) (Devam)
BAŞKAN - Şimdi, 4'üncü maddeyi…
Sayın İrfan Yazıcıoğlu söz istiyor mu? Yok.
Sayın İnci Özdemir?
İNCİ ÖZDEMİR (İstanbul) - Hayır.
BAŞKAN - Sayın Koç?
HALUK KOÇ (Samsun) - Konuşmayacağım.
Karar yeter sayısı istiyorum.
BAŞKAN - Hay hay efendim.
Sayın Göksu?
Sayın Nurdoğan Topaloğlu? Yok.
Evet, şimdi Sayın Koç, konuşma hakkını "karar yeter sayısı" olarak ifade etti, Grup Başkan Vekili olarak da hakkıdır. Şimdi, 4'üncü maddeyi oylarken, karar yeter sayısı da arayacağım.
4'üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…
BAŞKAN - Kâtip üyeler arasında ihtilaf olduğundan elektronik cihazla oylama yapacağım ve üç dakika süre vereceğim.
Oylamayı başlatıyorum ve 4'üncü maddeyi oyluyoruz.
(Elektronik cihazla oylama yapıldı)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, madde kabul edilmiştir, karar yeter sayısı vardır.
5'inci maddeyi okutuyorum:
MADDE 5- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
BAŞKAN - Madde üzerinde şahsı adına Afyonkarahisar Milletvekili Sayın Halil Aydoğan. (AK Parti sıralarından alkışlar)
HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Büyükşehir Belediyesi Kanunu, İl Özel İdaresi Kanunu ve Belediye Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair 1416 sıra sayılı Kanun Teklifi'mizin 5'inci maddesiyle ilgili olarak şahsım adına söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi ve halkımızı saygıyla selamlıyorum.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına bu kanun teklifinin tümü üzerinde konuşan, benim de çok sevdiğim Kocaeli Milletvekili Sayın Salih Gün'ün benden sonra yaptığı konuşmayı hayretler içerisinde dinledim. Milletvekili Sayın Salih Gün, benim konuşmamı ya iyi dinlememiş ya da iyi anlamamış.
Bakınız, Milletvekili Sayın Salih Gün, Meclis tutanaklarından aldığım, -dünkü- o grup konuşmasında ne diyor: "... benden önce konuşan Halil Bey, benim kapı komşum, burada, Parlamentoda Afyon Milletvekili, çok sevdiğim bir arkadaşım, ama, şaşırdım konuşurken. Bir kere, ifadelerinde şu var: 'Bu Büyükşehir Yasası'nı biz AKP Hükûmeti olarak çıkarttık.' Hayır, siz çıkartmadınız." diyor Salih Gün Bey. Ayrıca diyor ki: "Siz İzmir Milletvekili misiniz, Ankara Milletvekili misiniz?" diye bana soruyor.
Oysa, grubumuz adına yaptığım konuşmamda, bu konuyla ilgili olarak, bakınız ben ne demişim, Meclis tutanaklarından aynen okuyorum: "...gerek önceki hükûmetler döneminde gerekse kamu yönetimi eğitimi veren fakülte kürsülerinde, eksikliğinden yakınılan ve yenilenmesi istenilen başta Belediye Kanunu olmak üzere, Büyükşehir Belediyesi Kanunu, İl Özel İdaresi Kanunu, günümüz yerel yönetim konseptini algılayan AK Parti İktidarı döneminde yenilenmiş ve İktidarımız, ülkemizdeki demokrasi kültürünün geldiği noktayı bir kez daha göstererek tarihî bir reforma imza atmıştır."
Ayrıca, belirtmek isterim ki, bizler, Türkiye'deki belli illerin değil, ama bütün Türkiye'nin milletvekilleriyiz, yani Türkiye milletvekiliyiz.
Adalet ve Kalkınma Partisi İktidarı merkezî yönetimin yetkilerini ve belli kaynaklarını yerel yönetimlere devredince, sadece KÖYDES projesiyle, 2006 yılı sonuna kadar Türkiye'de neler yapılmıştır? Şimdi de bu konuda rakamlarla sizlere bilgi aktarmak istiyorum:
2005 yılında 6.013 kilometre stabilize yol yapılmış, 2006 yılında 22.342 kilometre. 2005 yılında 1.282 kilometre asfalt yol yapılmış, 2006 yılında 22.583 kilometre asfalt yol yapılmış. 2005 yılında 42 kilometre beton yol yapılmış, 2006 yılında 377 kilometre beton yol yapılmış. 2005 yılında 42 adet köprü yapılmış, 2006 yılında 322 adet köprü yapılmış. 2005 yılında 1.451 adet menfez yapılmış, 2006 yılında 5.081 adet menfez yapılmış. 2005 yılında 77 kilometre ham yol yapılmış, 2006 yılında 694 kilometre ham yol yapılmış.
İçme suyu tesisi yapılmış susuz köy adedi: 2005 yılında 786 adet, 2006 yılında 1.449 adet. İçme suyu tesisi yenileme, geliştirme: 2005 yılında 2.332 adet, 2006 yılında 7.134 adet. İçme suyu hizmeti götürülen köy sayısı: 2005 yılında 3.128 adet, 2006 yılında 8.578 adet. İçme suyu hizmeti götürülen kişi sayısı: 2005 yılında 806.436 adet, 2006 yılında 2 milyon 168 bin 883 adet.
Şimdi de muhalefet parti temsilcilerince yöneltilen eleştirilere cevap vermek istiyorum.
Aynı Anayasa ve seçim kanunlarına göre, 2002 seçimlerinde AK Parti yüzde 35 oyla 365 milletvekili alırken, Cumhuriyet Halk Partisi yüzde 18 oyla 170'in üzerinde milletvekili sayısına sahip olmuştur.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Efendim, konuşmanızı tamamlayın lütfen.
HALİL AYDOĞAN (Devamla) - Adalet ve Kalkınma Partisinin 365 milletvekili sayısını eleştireceksiniz, ama yüzde 18 oyla aldığınız 170 milletvekilini hiç kale almayacaksınız! Bunun tutarlı bir yanı yoktur.
Uluslararası Şeffaflık Örgütünün yolsuzluk endeksine göre, Türkiye, bir zamanlar 77'nci sırada iken, AK Parti iktidarı döneminde, 2005 yılı itibarıyla 65'inci sıraya, 2006 yılı itibarıyla da 60'ıncı sıraya düşmüştür.
Kanun teklifimizi, bir taraftan demokratik diye methedeceksiniz, diğer taraftan bu kanun teklifi nedeniyle AK Partiyi eleştireceksiniz. Bu eleştiriyi yapanların çelişki içerisinde olduğunu söylemek istiyorum.
Sonuç olarak, sözlerime son verirken, işbu kanun teklifimizin takdirlerinizle yasalaşması hâlinde, belediyelerimize, il özel idarelerine ve halkımıza, aynı zamanda büyük şehir belediyelerine hayırlı olmasını dilerken, yüce Meclisi ve halkımızı tekrar saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Aydoğan.
Madde üzerindeki…
SALİH GÜN (Kocaeli) - Başkanım, Başkanım, adımdan bahsederek suçlama yaptı, 69'uncu maddeye göre söz istiyorum.
HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar) - Suçlama yapmadım…
BAŞKAN - Nedir efendim?
SALİH GÜN (Kocaeli) - İsmimden bahsederek suçlama yaptı.
BAŞKAN - Efendim…
SALİH GÜN (Kocaeli) - İsmimden bahsederek suçlama yaptı. 69'uncu maddeye göre…
BAŞKAN - Nasıl bir suçlama yaptı?
SALİH GÜN (Kocaeli) - Şimdi, çarpıtarak, belediyecilikle ilgili konuştuğum konuyu başka türlü aktardı. Sözümü çarpıttı, Sayın Başkan. üç dakika içerisinde cevap vereyim.
BAŞKAN - Anlayamadım ben o dediğinizi.
SALİH GÜN (Kocaeli) - Sayın Başkan, bundan birkaç oturum önce belediyeler hakkındaki yaptığım konuşmayı çarpıtarak…
BAŞKAN - Sayın Gün, bazen birbirimizi anlayamıyoruz.
SALİH GÜN (Kocaeli) - Ama, efendim, 69'uncu maddeye göre cevap vermek istiyorum.
BAŞKAN - Şimdi, efendim, başka bir şeyde cevap verirsiniz. Yani, suçlama yapmadı.
SALİH GÜN (Kocaeli) - Yaptı.
BAŞKAN - Sizin dediğinizin aksi bir fikri ortaya koydu…
SALİH GÜN (Kocaeli) - "Ona cevap veriyorum" dedi.
BAŞKAN - Başka bir fikir ortaya koydu, rakamlar koydu. Doğru olmayabilir, o ayrı bir konu.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Olur mu Başkan ya!
BAŞKAN - Şimdi, maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Genelini oylamadan önce, İç Tüzük'ün 86'ncı maddesine göre, oyunun rengini belirtmek isteyen Malatya Milletvekili Sayın Münir Erkal, lehte olmak üzere. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Buyurun.
AHMET MÜNİR ERKAL (Malatya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biraz önce burada konuşan Malatya Milletvekili arkadaşımızın yaptığı talihsiz konuşmanın arka planına da bir bakmak istedik ve biraz önce…
BAŞKAN - Sayın Erkal, bak, 86'ya göre açıklama yapın. Burada, şahısların üzerinde hiç durmadan, varsa bilgilerinizi aktarın. Rica ediyorum…
AHMET MÜNİR ERKAL (Devamla) - Tamam, Sayın Başkan.
Biraz önce burada tartışma konusu olan olay, bizzat ilgili Kaymakam tarafından görüşülmüştür ve yapılan görüşmede bize verilen bilgi şudur: İlgili köyden alınan greyder… Doğanşehir'de sel ve yağmur suları nedeniyle bir afet olmuştur ve bu afetten dolayı da buradaki ekipman, bu afeti önlemek amacıyla, aciliyetle ilgili bir konu olarak -bunun kanunda da yeri var- buradan çekilerek ilgili yere gönderilmiştir. Oradaki hizmet tamamlandıktan sonra, bilahare, ilgili yere gönderilecektir.
Hâl böyle olduğu hâlde, gerçekten, siyasi rant uğruna, kokuşmuş popülizm uğruna, bu ayrımcılığı körüklemenin, gerçekten, milletvekili mesuliyetiyle bağdaşmadığını ifade etmek istiyorum.
Ayrıca, bir önemli noktayı daha vurgulamak istiyorum: Malatya bir huzur kentidir; Malatya'da kardeşlik vardır, dayanışma vardır, birlik ve beraberlik vardır. Tekrar, Malatya'da, bu olayları gündeme getirerek bu huzur ortamını bozmak, Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında bu mesuliyetle asla bağdaşmayacak, fevkalade tehlikeli bir yaklaşımdır ve sosyal yapımıza mayın koymaktır.
Bu yüzden, bir daha, Malatya adına yapılan bu talihsizliği ifade etmek istiyorum. İlgili kişinin Malatya kamuoyundan özür dilemesini bekliyorum.
Yüce meclisi saygıyla selamlıyorum...
BAŞKAN - Oyunuzun rengini de söylerseniz.
FERİDUN FİKRET BALOĞLU (Antalya) - Nasıl oy vereceğinizi duyamadık. Nasıl oy vereceksiniz? Onun için çıktınız oraya.
AHMET MÜNİR ERKAL (Devamla) - …ve lehte olarak, bu kanunumuzun, ülkemize, belediyelerimize hayırlar getireceğini ifade ediyorum, oyumu lehte kullanacağımı ifade etmek istiyorum.
Saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Sayın milletvekilleri, teklifin tümünü oylarınız+a sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Teklif kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır, hayırlı olmasını diliyorum.
Birleşime beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 16.10
BEŞİNCİ OTURUM
Açılma Saati:16.27
BAŞKAN: Başkan Vekili İsmail ALPTEKİN
KÂTİP ÜYELER: Türkân MİÇOOĞULLARI (İzmir), Ahmet Gökhan SARIÇAM (Kırklareli)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 117'nci Birleşiminin Beşinci Oturumunu açıyorum.
IV. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
5.- 10.5.2007 Tarihli ve 5660 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun ve Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresi ile Anayasa Komisyonu Raporu (1/1368) (S.Sayısı: 1433)
BAŞKAN - 5'inci sırada yer alan, 10.5.2007 Tarihli ve 5660 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun ve Anayasanın 89 uncu ve 104 üncü Maddeleri Gereğince Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresi ile Anayasa Komisyonu Raporu'nun ikinci tur görüşmelerine kırk sekiz saat geçmediğinden başlayamıyoruz.
6'ncı sırada yer alan, Kayseri Milletvekili Taner Yıldız'ın; Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu'nun görüşmelerine başlayacağız.
6.- Kayseri Milletvekili Taner Yıldız'ın; Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Raporu (2/1016) (S. Sayısı: 1412)
Komisyon? Yok.
Ertelenmiştir.
7'nci sırada yer alan İstanbul Milletvekili Tayyar Altıkulaç ve Ankara Milletvekili Mustafa Said Yazıcıoğlu'nun; Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu'nun görüşmelerine başlıyoruz.
7.- İstanbul Milletvekili Tayyar Altıkulaç ve Ankara Milletvekili Mustafa Said Yazıcıoğlu'nun; Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (2/1036) (S. Sayısı: 1434) (x)
BAŞKAN - Komisyon? Yerinde.
Hükûmet? Yerinde.
Komisyon raporu 1434 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Teklifin tümü üzerinde AK Parti Grubu adına Ankara Milletvekili Sayın Mustafa Said Yazıcıoğlu.
Buyurun efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)
AK PARTİ GRUBU ADINA MUSTAFA SAİD YAZICIOĞLU (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1434 sıra sayılı Kanun Teklifi üzerinde Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Sözlerimin başında grubum ve şahsım adına yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, Diyanet İşleri Başkanlığının ülkemizde önemli hizmetler verdiğini hepimiz, yakinen biliyoruz. En ücra yerleşim birimlerine kadar görevlileri olan ve toplumu din gibi nazik ve hassas bir konuda aydınlatma göreviyle yükümlü Diyanet İşleri Başkanlığı, bu görevlerini, zaman zaman çeşitli zorluklar altında da olsa layıkıyla yerine getirmeye çalışan önemli bir anayasal kuruluşumuzdur.
(x) 1434 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
Görevin önemini vurgulamak bakımından küçük bir misalle sözlerime devam etmek istiyorum. Her hafta cuma günü, aşağı yukarı 20 milyon civarında yetişkin insan camilere gider cuma namazı kılmak üzere. Orada, bir-bir buçuk saat civarında, yaygın bir eğitim söz konusudur, hatibin topluma hitabı, hutbesi vesaire. Dolayısıyla, bu kadar kişiye, bu kadar önemli ve büyük bir kitleye hitap eden bir kurumun önemi elbette yadsınamaz.
Bu hizmetin çok daha verimli ve kaliteli bir şekilde yapılabilmesi için, Diyanet İşleri Başkanlığı, aşağı yukarı on yılı aşkın bir süredir, çok yoğun bir eğitim çalışmasını da diğer çalışmalarının yanında sürdüregelmektedir. Bu, imam-hatip lisesi seviyesinde eğitim almış görevlilerini, kademeli olarak önce iki yıllık, ondan sonra da lisans tamamlama şeklinde dört yıllık bir eğitimden geçirmeyi öngören çok ciddi bir projedir. Bu proje, üniversiteyle iş birliği hâlinde yürütülmektedir ve bugün geldiğimiz nokta, aşağı yukarı, on-on beş yıl öncesinin yüzde 3-4 civarında seyreden dinî yükseköğrenim görmüş eleman sayısını, yavaş yavaş, yüzde 35-40'lara yaklaştıran bir süreçtir. Net bir rakam verme imkânı çok fazla yok, çünkü, her yıl, mezun sayısı itibarıyla bu oranlara yüzde 1-2 rakam ilave etmek gerekmektedir.
Dolayısıyla, daha kaliteli, toplumun gelişme hızına paralel olarak daha kaliteli ve daha etkin bir din hizmeti sunma konusunda, Diyanet İşleri Başkanlığı, mensuplarını eğitme ve toplumu daha iyi aydınlatma görevini yerine getirebilmek için büyük çabalar sarf etmektedir.
Değerli milletvekilleri, bu noktada, konunun, Avrupa Birliğiyle müzakerelere başlamış bir ülke olan Türkiye açısından ifade ettiği öneme de bir iki cümleyle temas etmek istiyorum.
Bilindiği gibi, Türkiye Avrupa Birliği ülkeleriyle müzakere sürecine başlamıştır. Avrupa Birliği süreci bir rekabet ortamıdır, değişik alanlarda ülkelerin kalkınmışlık düzeyinin homojen bir hâle getirilmesi arayışıdır. Rekabet deyince, genellikle, ekonomik konularda, iktisadi konularda ve diğer konularda rekabet anlaşılır. Hâlbuki, dinî ve kültürel alanda da Türkiye çok yoğun bir rekabet ortamı içerisinde kendisini bulacaktır.
Kültürel ve dinî değerlerimiz bizim için çok önemlidir. Dolayısıyla, şimdiden bazı sıkıntıların veyahut da bazı tereddütlerin yaşanmakta olduğunu zaman zaman müşahede ediyoruz. Ancak, bunun yolu, biraz önce ifade ettiğim, Diyanet İşleri Başkanlığının yoğun bir şekilde takip ettiği, personelini daha iyi eğitip, toplumu daha iyi yönlendirmeye yönelik çabalarıdır. Bunun başka bir yolu, yordamı ve yöntemi de yoktur.
Avrupa Birliği hinterlandında yaşayan Müslüman sayısı 20 milyon civarındadır. Bu çok büyük bir rakamdır. Bizim vatandaşlarımızı söz konusu edersek, aşağı yukarı 3 milyon civarında vatandaşımız yabancı ülkelerde yaşamaktadır. Dolayısıyla, Avrupa Birliğiyle olan bizim ilişkilerimiz zaten iç içe geçmiş ilişkilerdir. Orada yaşayan milyonlarca vatandaşımız vardır, o ülkenin kültürü içerisinde, değişik zorluklar altında yaşamlarını sürdürmektedirler.
Hatırlanacağı gibi, son Papa ziyaretiyle birlikte, Diyanet, daha öne çıkan bir kurum görüntüsünü vermiştir, sorumluluğu da o ölçüde artmıştır. Diyanet İşleri Başkanlığından olan beklentiler o seviyede daha da fazlalaşmıştır.
Türkiye'nin gücü uluslararası ölçekte ne kadar artarsa Diyanetin gücü de o kadar artmakta ve bu kurumumuzla ilgili beklentiler de o seviyede çoğalmaktadır.
Biraz sonra bahsedeceğim gibi, Diyanetin yurt dışı hizmetleri de o ölçüde genişlemiştir ki, bugün, Amerika Birleşik Devletleri'nden, Avustralya'ya kadar uzanan bir coğrafya içerisinde Diyanet İşleri Başkanlığı hizmet vermeye çalışmaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Başkanlığın, hepimizin yakından takip ettiği ve bildiği bu hizmet alanı dışında, bir de yurt dışında yaşayan vatandaşlarımıza ve ilgili herkese verdiği hizmetler söz konusudur. Biraz önce ifade ettiğim gibi, yurt dışında, pek çok ülkede yaşayan vatandaşlarımız vardır, aşağı yukarı 3 milyona yakın, Avrupa ülkelerinde, Amerika Birleşik Devletleri'nde ve Avustralya'ya kadar uzanan bir coğrafyada, insanlarımız değişik nedenlerle bulunmakta, çalışmakta veyahut da başka bir faaliyet içinde bulunmaktadır.
Hepinizin bildiği gibi, özellikle 60'lı yıllarda Avrupa'nın muhtelif ülkelerine giden vatandaşlarımızın -zaman içerisinde- sayısı artarak devam etmiştir. Önceleri, bu vatandaşlarımız kendi hâllerine terk edilmiştir, bu anlamda terk edilmiştir. Yani, bu kadar insanın gittiği bu ülkelerde, bu insanlarımızın dinî ihtiyaçlarının da var olduğu çok sonraları fark edilmiştir. Peki, bu vatandaşlarımız bu süre içerisinde ne yapmışlardır? Kendi imkânlarıyla bu ihtiyaçlarını gidermeye çalışmışlardır. İçlerinde, ufak tefek, kırık dökük dinî bilgisi olanları önlerine geçirmişler, onların rehberliğinde bir kısım dinî vecibelerini yerine getirmeye çalışmışlardır. Böylece, o insanlarımız arasında gruplaşmalar, farklı anlayışlar ve algılayışlar zaman içerisinde ortaya çıkmıştır. Zamanla ihtiyaç büyüyünce, konunun önemi kavranmış, Diyanet İşleri Başkanlığına, her zaman olduğu gibi, görev düşmüş, yurt dışı din hizmetleri de pek çok zorluklarla birlikte başlamıştır. Bugün, yurt dışında yaşayan milyonlarca insanımıza, din konusunda, imkânları ölçüsünde sağlıklı bilgi ve hizmet sunma konusunda Diyanet İşleri Başkanlığımız büyük gayretler içerisindedir. Kendisinden olan beklentiler, imkânlar ve yoğunluk arttıkça Diyanet İşleri Başkanlığına olan hizmet ihtiyacı da o oranda artmaktadır.
Takdir edilecektir ki, yurt dışında yaşamanın zorlukları vardır. Çünkü farklı bir ülkede, farklı bir kültürel ortam içerisinde yaşıyor insanlarımız. Bu insanlarımıza hizmet götürmenin artı zorlukları da vardır. Çünkü, bu hizmeti veren insan hem o ülke içerisinde, o ülkede yaşamanın zorluklarını yaşıyor, ilave olarak da orada bir kesim insana hizmet vermeye çalışıyor. Yani, çifte zorluklarla baş etmeye uğraşıyor. Bütün bunlar karşısında çok başarılı hizmetler veren -yurt dışında ve yurt içinde- bütün din görevlilerini hepiniz adına kutluyorum.
Yurt dışındaki vatandaşlarımızın, özellikle orada doğan, büyüyen yeni nesillerin dinî ve millî değerlere bağlılıkları, önce onları öğrenmeleri, ondan sonra onlara bağlı olmaları ve onları muhafaza etmeleri büyük önem taşımaktadır. Millî Eğitim Bakanlığına bağlı öğretmenlerimiz ve özellikle birikimli, donanımlı, iyi yetişmiş din görevlilerimizin bu alandaki gayretleri her türlü takdirin üzerindedir. Bu çabaların daha verimli ve etkin bir hâle getirilmesi büyük önem taşımaktadır. Böylece, artık orada yerleşen, birkaç nesildir kök salan insanlarımızın millî ve manevi değerlerine sahip çıkmaları imkân dâhiline girmiş olacaktır. Yeni nesillerin o ülkelerde kaybolup gitmeleri ancak bu şekilde etkin ve verimli bir hizmet almalarıyla sağlanabilecektir.
İşin bir başka boyutu, biraz önce ifade etmeye çalıştığım gibi, Avrupa Birliği ülkeleriyle, Avrupa Biriliğiyle müzakere sürecine girmiş Türkiye'nin, bu alanda Avrupa Birliği ülkelerindeki vatandaşlarımıza sunduğu hizmetin yanında, zaman zaman İslam diniyle ilgili bir kısım taleplerin, içlerinde yaşadıkları toplum tarafından onlara iletilen taleplerin karşılanması da ayrı bir durum, ayrı bir özellik arz etmektedir. Yani, o ülkelerde hizmet gören görevlilerimiz, zaman zaman o ülke vatandaşları tarafından değişik konularda aydınlanma ihtiyacını da hissetmektedirler. Böylece, orada görev yapmakta olan ve yapacak olan görevlilerimizin ne kadar iyi yetişmeleri gereği bir defa daha ortaya çıkıyor.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu genel değerlendirmeden sonra, huzurunuza getirilen 1434 sayılı dört maddelik kanun teklifiyle ilgili kısaca bilgi sunmak istiyorum. Yurt dışındaki vatandaşlarımızın dinî ihtiyaçlarını karşılayabilmek amacıyla, önceleri sadece ramazan aylarında, daha sonra ise uzun süreli din görevlileri istihdamı ve nihayet 1980'li yıllardan itibaren daha programlı ve kapsamlı bir hizmet sunma ortamı ortaya çıkmıştır. Bugün, 34 ülkede 1.296 din görevlisi, 34 müşavir ve ataşeyle bu görevler sürdürülmeye çalışılmaktadır.
Bu hizmetler, Bakanlıklar Arası Ortak Kültür Komisyonu tarafından yürütülmekte, Türkiye Cumhuriyeti büyükelçilikleri nezdindeki din hizmetleri müşavirlikleri tarafından koordine edilmektedir. Değişik tarihlerde alınan Bakanlar Kurulu kararlarıyla, ihtiyaca göre değişik kadrolar oluşturulmuştur. Yakın tarihlerde hizmet alanına Balkan ülkeleri ve Türk cumhuriyetleri de dâhil edilmiş, böylece hizmet alanı olağanüstü bir boyuta ulaşmıştır. Ancak bütün bu gelişmelere karşın ortada hukuki bir boşluk bulunmakta, bu durum hizmette aksamalara ve sıkıntılara yol açmaktadır.
Değerli milletvekilleri, 633 sayılı Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunda değişiklikler yapan 1982 sayılı Kanun, Anayasa Mahkemesi tarafından 1979 yılında şekil yönünden iptal edilmiştir. İptal edilen hükümler arasında Başkanlığın yurt dışı teşkilat kurmasıyla ilgili hükümler de yer almaktadır. Anayasa Mahkemesinin iptal kararının yürürlüğe girdiği 1981 yılından itibaren bugüne kadar, maalesef, bu konuda yasal bir düzenleme yapılamamıştır. Dolayısıyla, ortaya çıkan boşluk, yurt dışında verilen din hizmetlerinde zaman zaman aksaklıklara yol açmaktadır. Bakanlar Kurulu tarafından 2007 yılında çıkarılan Yurt Dışında Sürekli Görevlendirilecek Personel Hakkında Yönetmelik'in, açılan bir dava sonucu yürütmesinin durdurulması hizmet akışında yeni bir sıkıntı ortaya çıkarmıştır. Danıştayın bu kararında "Diyanet İşleri Başkanlığının yurt dışı teşkilatının hukuken var olmadığının saptandığına…" vurgu yapılmıştır. Demek ki, Diyanet İşleri Başkanlığının yurt dışı teşkilatının hukuken var olmadığı mahkeme tarafından tespit edilmiştir. Bu sebeple, Diyanet İşleri Başkanlığının yurt dışı teşkilatıyla ilgili çalışmalarının yürütülebilmesi pek çok zorlukla karşı karşıya gelmiş ve yeni bir yasal düzenleme yapma zarureti ortaya çıkmıştır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; işte, huzurunuza getirilen bu kanun teklifinin amacı bu tıkanıklığın aşılmasını hedeflemektedir. Yani, yurt dışında bu kadar önemli ve bu kadar yaygın hizmet veren bu kuruluşumuz, bir kanuni boşluk karşısında görevlerini layıkıyla yerine getirememe gibi olumsuz bir durumla karşı karşıya kalmıştır. Hizmette devamlılığın esası göz önünde bulundurulduğunda, bu hukuki boşluğun doldurulması zarureti ortaya çıkıyor. İşte, onun için bu kanun teklifiyle huzurunuza gelmiş bulunuyoruz. Oylarınızla bu kanun teklifi kanunlaştığı takdirde, yurt dışı din hizmetlerinde ortaya çıkan bu hukuki boşluk giderilmiş olacak, verimlilik ve hizmet akışı da sağlanmış olacaktır.
Değerli katkılarınızla, bu hayırlı hizmetlere daha sağlam bir zemin oluşturacağına olan inancımı ifade ediyor, şahsım ve grubum adına hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Yazıcıoğlu.
Anavatan Partisi Grubu adına Erzurum Milletvekili Sayın İbrahim Özdoğan.
Buyurun.
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU ADINA İBRAHİM ÖZDOĞAN (Erzurum) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; İstanbul Milletvekilimiz Sayın Tayyar Altıkulaç ve Ankara Milletvekilimiz Sayın Mustafa Said Yazıcıoğlu'nun; Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi'nin geneli üzerinde Anavatan Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Daha önce de Diyanet İşleri Başkanlığı yapmış bu çok değerli, mümtaz milletvekillerimize, bu kanun teklifinden dolayı, huzurlarınızda teşekkür etmek istiyorum değerli arkadaşlar.
Değerli arkadaşlarım, Diyanet teşkilatı, Türkiye Cumhuriyeti devletinin en önemli müesseselerinden birisidir ve Türkiye Cumhuriyeti devletinin banisi Mustafa Kemal Atatürk tarafından kurulmuştur. Mustafa Kemal Atatürk "Türkiye, şeyhler, dervişler, meczuplar ülkesi olamaz." derken, aynı zamanda da Diyanet İşleri Teşkilatını kurmuş ve çok önemli bazı işlerin de bizzat Atatürk döneminde yapıldığını biliyoruz, milletimiz biliyor değerli arkadaşlar. Yalnız, burada çok önemli bir hususiyeti huzurlarınızda açıklamak istiyorum. Mustafa Kemal Atatürk bu sözü söylerken de, aynı zamanda, yüce İslam dininin asli kaynaklarına dönmesinin en büyük arzularından birisi olduğunu da biliyoruz. Bunu nereden biliyoruz? Diyanet İşlerine yaptırdığı icraatlardan dolayı biliyoruz.
Bakınız, yüce İslam dininin en büyük, en temel kaynağı Kur'an-ı Kerim'in tefsiri bizzat Mustafa Kemal Atatürk'ün direktifiyle yaptırılmıştır kendi zamanında ve hadis alanında en büyük temel kaynaklardan birisi olan Buhari'nin de tercümesi yine Mustafa Kemal Atatürk zamanında yaptırılmıştır.
Buradan neyi anlıyoruz, neyi kavrıyoruz? Yüce İslam dininin hurafelerden temizlenmesi için, asli kaynaklarına dönebilmesi için bizzat Atatürk'ün direktifiyle bu tercümeler yaptırılmış ve büyük milletimizin istifadesine sunulmuştur değerli arkadaşlar.
Dolayısıyla, Diyanet İşleri Başkanlığı, Türkiye Cumhuriyeti devletinin en önemli kurumlarından birisi olmak durumundadır.
Değerli arkadaşlar, Diyanet İşleri Başkanlığıyla ilgili tabii ki sorunlarımız çok. Küresel bir dünyada yaşıyoruz ve dünyada tonlarca bilgi, batıdan doğuya, bir ülkeden bir ülkeye saatte gidip geliyor tabir yerindeyse. Dolayısıyla, insanlar, insanımız, başka ülkelerin insanları, başka ülkelerin vatandaşları birbirlerinden sürekli olarak etkileniyorlar. Bu vesileyle, biz de bu küresel dünyada yaşadığımız için insanımızı yabancı fikrî tesirlerden, yabancı inanç tesirlerinden korumak için Diyanet teşkilatımızı güçlü kılmak, güçlü tutmak zorundayız değerli arkadaşlarım.
Şimdi, bu yasa teklifini ben de inceledim. Şu ana kadar yurt dışında yirmi üç ülkede Diyanet İşleri Başkanlığımız faaliyette bulunuyor, ama faaliyeti yasal dayanaklara dayanmadığı için iptal ediliyor mahkemeler tarafından, Yüksek Mahkeme tarafından. Dolayısıyla, bu kanun teklifinin hazırlanma ihtiyacı doğuyor. O nedenle, çok önemli bir kanun teklifimizdir ve dolayısıyla, geç kalınmış bir kanun teklifimizdir.
Değerli arkadaşlar, bazı serzenişlerime geçmeden önce, unuturum diye, burada, Sayın Bakanımızın huzurunda belirtmek istiyorum. Diyanet İşlerinden sorumlu Sayın Bakanımız Profesör Doktor Mehmet Aydın, hakikaten, kendisine çok saygı duyduğum, yıllardır kendilerini takip ettiğim bir zattır ve kendisinin yüksek bilgisi dolayısıyla İslam'ı en iyi anlayanlardan birisi olduğunu da biliyorum. Dolayısıyla, Diyanet İşleri Başkanlığımız emin ellerdedir, ama bugüne kadar yapılamayan işler vardır.
Büyük millet, AK Parti Hükûmetini, çok büyük bir güçle, beş yıllık bir zaman süreci içerisinde, iktidara getirdi. Fakat bugüne kadar bir Diyanet televizyonunun kurulmaması, hakikaten, büyük bir şansızlıktır diyorum. Diyanet televizyonunun mutlaka bugüne kadar kurulması gerekiyordu, ama bu yapılamamıştır. Bunun bir an evvel tahakkuk ettirilmesi, gerçekleştirilmesi gerekmektedir.
Küresel bir dünyada yaşıyoruz. Bildiğiniz gibi, misyonerler, Hristiyan misyonerleri, bütün dünyada olduğu gibi, Türkiye'de de cirit atmakta ve Hristiyanlık dinini yaymak için çok önemli faaliyetlerde bulunmaktadırlar. Tabii, yasal olarak da bir şey yapamıyoruz, Avrupa Birliğine giriş süreci içerisindeyiz.
Biz, aslında, Müslüman olarak, hak din olan İslamiyet'in getirdiği umdelere güveniyoruz. Biz, hiçbir din karşısında, elbette ki, yenilgiyi kabul edecek durumda değiliz. Ama yüce İslam dininin umdelerini, ilkelerini en akılcı bir şekilde, en hızlı bir şekilde insanlarımıza anlatmak ve öğretmek mecburiyetindeyiz.
İnsanımızı, hurafelerden, İslamiyet'in de reddettiği, kabul etmediği, ta bin dört yüz sene evvel bertaraf ettiği hurafelerden kurtarmamız için, etkin teknolojilerden de mutlaka faydalanmak durumundayız.
Değerli arkadaşlar, tabii, yurt dışındaki Müslüman Türklerin durumu çok önemli. Bugün, dünyanın her tarafında Türkler yaşamaktadır. Ayrıyeten, 1990'lardan sonra Orta Asya'daki, Türki cumhuriyetlerdeki Müslüman kardeşlerimiz -tabii ki yetmiş sene komünist bir baskı altında yaşadıkları için- İslamiyet'in birçok umdelerini unutmuşlar. Onların da din bakımından aydınlanması gerekmektedir. Dolayısıyla, bu kanun teklifinin bir an önce yasalaşması lazım. Tabii ki, biz, Anavatan Partisi olarak buna çok önem veriyoruz ve gönülden destekleyeceğiz; birazdan da, inşallah, bu kanunlaşacaktır.
Değerli arkadaşlarım, bu konuda bazı hissiyatlarımı not olarak aldım, sizlerle paylaşmak istiyorum. Hatırlanacak olursa, bu iktidarın 2002 seçimleri öncesinde birkaç önemli vaadi vardı ve bu vaatleri dillendirerek milletin oyunu almışlardı. Değerli arkadaşlar, bunlardan birisi yoksulluk, birisi yolsuzluk, bir tanesi de temel hak ve özgürlükleri geliştireceklerdi. Bu çerçevede, inanç özgürlüğüyle -sonuna kadar- ilgili iyileştirmeler yapılacaktı ve üniversitelere girişteki adaletsizlik giderilecekti. Beş yıla yaklaşan iktidarlarında gördük ki, yolsuzluklar önlenemedi, yoksulluk ayyuka çıktı, insanlar, artık, devletin ve belediyelerin sağladığı gıda paketleriyle geçinir bir duruma geldiler.
Değerli arkadaşlar, iktidar, temel hak ve özgürlükler, inanç özgürlüğüyle ilgili de şimdiye kadar hiçbir girişimde bulunmadı. Din hizmetlerinin iyileştirilmesi hususunda maalesef yeterli faaliyet de gösterilmedi. Üniversitelere girişteki adaletsizlik de aynen devam etmektedir. Zaten, iktidarın vaatlerini gerçekleştirmeye de pek -herhâlde yaptığı icraatlardan anlıyoruz- niyeti yoktu.
Değerli arkadaşlar, ülkemizin ekonomik şartları nedeniyle milyonlarca vatandaşımız ekmek parası kazanmak için yurt dışına gidiyor. Ayrıca, çevre ülkelerde de çok sayıda soydaşımız var. Bu yurttaş ve soydaşlarımızın içinde bulundukları kültür karşısında kendi kültürlerini ve inançlarını koruyabilmeleri için sağlıklı bir şekilde din hizmetleri almaları elbette ki gerekmektedir. Yoksa, oradaki insanımızı yabancı etkilerden koruyamazsak, değerli arkadaşlar, Türkiye'yi de koruyamayız. Bugün insanlık ve devletler birbirleriyle kültür savaşı yapmaktadırlar değerli arkadaşlar.
Peki, bugüne kadar bu konuda ne kadar başarılı olunmuştur, hangi adımlar atılmıştır değerli arkadaşlar? Maalesef, bugüne kadar yurt dışına gönderilen din hizmetleri yetersizdir. Hatta, çevremizde bulunan soydaş ülkeler, zamanında gerekli hizmetleri sunamadığımız için, farklı akımların etkisinde kalmıştır. Suudi vakıfları ve örgütleri buralardaki din hizmetlerini üstlenmişlerdir değerli arkadaşlarım. Bu ülkelerdeki Osmanlıdan kalan camiler dahi Suud kültürüne göre restore edilmiş, ibadete açılmış, Suudi din görevlileri gönderilmiştir. Bu, hakikaten üzüntü verici bir durumdur. Bu nedenle, Diyanet İşleri Başkanlığının yurt dışında etkin din hizmeti sunması çok çok önemlidir; hem milletimiz için hem devletimiz için çok çok önemlidir. Bu hizmet, yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın ve soydaşlarımızın dinî ihtiyaçlarının karşılanması için gereklidir aynı zamanda. Ancak, din hizmetlerinin yurt içinde de etkili ve sağlıklı bir şekilde sunulması da çok önemlidir. Hükûmetin bu konuda da yeterli olduğunu söylemek, maalesef, mümkün değildir.
Değerli arkadaşlar, en son rakamlara göre, 6 bin cami kadrosu boş, 10 bin cami ise kadrosuz olmak üzere 16 bin din görevlisi açığı vardır. Bu durum, en başta, halkın en öncelikli değeri ve toplumun çimentosu olan din hizmetinin ihmalidir. Evet, değerli arkadaşlar, inançların doğru bir şekilde öğretilmesi toplumun aynı zamanda çimentosudur. Değerli arkadaşlar, diğer yandan, bu camileri yaptıran halkımıza karşı da yapılan bir haksızlıktır bu. Ayrıca, kaynak israfıdır ve misyonerlik çalışmalarına dolaylı bir destektir aynı zamanda.
Din hizmetlerinin sağlıklı bir biçimde yürütülmesi, toplumun dinî konularda daha iyi aydınlatılması ve doğru bilgilerin objektif ve bilimsel ölçüler içerisinde verilmesi bu açığı kapatmakla mümkündür. Objektif olarak verilebilmesi için, yüce İslam dininin temel kaynağı olan yüce kitabımız Kur'an-ı Kerim'in çok iyi anlatılması lazımdır değerli arkadaşlarım. Maalesef, bu konuda da başarısızız. Mesela, Diyanet İşleri Başkanlığı, Kur'an-ı Kerim'in tefsirini fasıl fasıl bastırıp insanımızın hizmetine sunamaz mı değerli arkadaşlarım? Batılılar bunu böyle yapıyor; bütün olarak değil de, fasıl fasıl. İnsanımız daha kolay bir şekilde okur bunu.
Yakın geçmişte yaşanmış sıkıntıların yaşanmaması için, imamsız cami bırakılmamalı, kadrosuz camilere mutlaka kadro verilmelidir. Çünkü, din hizmetlerinde tasarruf olmaz. Bu, tasarruf edilebilecek bir alan değildir değerli arkadaşlar. Kadrosuz camilere atama yapılmadığı takdirde, bunun sıkıntıları bir nesil, iki nesil sonra daha fazla çekilecektir. Çünkü, din hizmetlerinin başka bir alternatifi yoktur. İslam dini hizmetlerinin alternatifi, olsa olsa, misyonerlik çalışmaları olur değerli arkadaşlar. Dikkatinizi çekmek istiyorum. İktidar, maalesef, bu konuda da şimdiye kadar kendisinden beklenen atılımı gösterememiş ve tam seçim sürecinde Diyanet İşleri Başkanlığıyla ilgili bir teklif getirmiştir. Bu çalışmaların da iyi niyetli olduğunu biz kabul ediyoruz.
Diyanet İşleri Başkanlığının medya yoluyla toplumu aydınlatıp aydınlatmadığı sorusuna karşı Diyanetin bunu yapamadığını söyleyenlerin oranı Türkiye'de, değerli arkadaşlarım, yüzde 73'tür. Demek ki insanımız faydalanamıyor. Bunun tek bir çözümü vardır değerli arkadaşlar: Hep birlikte, Diyanet televizyonunu bir an önce kurmalıyız, yirmi dört saat yayın yapan Diyanet televizyonunu bir an önce kurmalıyız. Bu çok önemlidir. Bilindiği gibi, değerli arkadaşlar, misyonerler, radyo ve televizyon kanallarıyla, Hristiyanlık propagandasını en etkili ve yaygın bir biçimde yapmaktadırlar. Diyanetin ise hâlâ kuruluş yıllarındaki zihniyette hizmete devam etmeye çalışması, teknolojiden, kitle iletişim araçlarından mahrum bırakılması, bu topluma yapılabilecek en büyük kötülüktür.
Din eğitiminin gerektiği gibi verilmemesi, toplumun bozulmasına, yozlaşmasına neden olacak bir etkendir. Çünkü dinin tarifi nedir değerli arkadaşlar? İnsanları mutlu kılmak, dünyada ve ahirette mutlu kılma aracıdır değerli arkadaşlar. İnsanların inançlarını yetkili kurum ve kuruluşlar eliyle, devlet gözetiminde öğrenmeleri, devlet için aynı zamanda bir güvencedir. Çünkü, devletler ve milletler, dilleri, dinleri ve kültürleriyle ayakta dururlar değerli arkadaşlar. Bakın, bugün, birçok Avrupa ülkesi, Balkanlar Türk kökenlidir, fakat Türklüklerini kaybetmişlerdir, Hristiyanlaşmışlardır, Türklüklerini de kaybetmişlerdir. Bu çok önemlidir. İnsanlara dinlerini öğrenebilecekleri imkânı tanımadığımız zaman, bu boşluğu yetkisiz ve hatta, kötü niyetli oluşumlar alabilmekte ve devlete, demokratik sisteme düşman söylemlerle insanların kafası doldurulmaktadır değerli arkadaşlar. Bu, aynı zamanda -yetkisiz insanların yüce İslam dinini anlatması- dinimize de hakaretten başka bir şey değildir.
Din eğitimi verilmesinde de, kanaatimce, en büyük rol Diyanet İşleri Başkanlığına düşmektedir. Bunu konuşmamın başlangıcında da söylemiştim. Diyanet İşleri Başkanlığı da bu rolünü imam-hatipler ve vaizler yoluyla yürütebilecektir. O zaman, Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde görev yapan imam-hatiplerin, vaizlerin, vesair din görevlilerinin kalitesinin acilen artırılması bir zorunluluk hâline gelmiştir.
Yani, aslında, ben pratik olarak şunu söylemek istiyorum: İlahiyat fakültesi mezunlarının bizzat camilerimizde imam olması lazım değerli arkadaşlar.
ALAETTİN GÜVEN (Kütahya) - Şimdi öyle zaten.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla) - Çok şükür.
Kaliteyle birlikte, din görevlilerinin imkânlarının da artırılması gerekmektedir. Din görevlileri, değerli arkadaşlar, hor görülmemeli. Cemiyetimizin en kaliteli insanlarıdır, değerli arkadaşlarım. Din adamı ne kadar bilgili ve aydınlanmış olursa o kadar faydalı olacaktır çünkü. Bilgi ve aydınlanma için de, devamlı surette okumak ve kaynakları takip etmek gereklidir. Ancak, bugün din görevlilerine ödenen aylıkla onların kitaba ve okumaya bütçe ayırmalarını beklemek de beyhude bir iştir. Dolayısıyla, öncelikle, din görevlilerinin özlük hakları süratle iyileştirilmeli ve hak ettikleri seviyeye çıkarılmalıdır.
Ayrıca, din görevlilerinin eğitim seviyelerinin de yükseltilmesi gerekmektedir. Son yıllarda bu konuda adımlar atılmıştır çok şükür. Bu nedenle, hizmet içi eğitim ve YÖK ile iş birliği yapılarak, yaygın eğitim imkânları sağlanarak, imam-hatiplerin eğitim seviyesi bir an önce yükseltilmelidir. Yükseköğretime önü kapalı imam -hatip liselerinden ve öğrencisiz bırakılan ilahiyat fakültelerinden, ihtiyacı olan ve hizmet ehli görevli temininde zorluk çekilmektedir. Giderek daha da kötüleşen bu durumun önüne geçilmesi ve istenen nitelikte din görevlilerinin yeterli sayıda sağlanması, mevcut din görevlilerinin kalitesinin artırılması için Diyanet akademisinin de kurulması elzemdir diyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun efendim.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Vatandaşların din eğitimlerinin ehliyetli ve yetkili ellerden sağlanması gereklidir.
Bilindiği gibi, ülkemizde, dünyanın hiçbir yerinde olmayan bir şekilde çocuklara on iki yaşından önce Kur'an öğrenme yasağı getirilmiştir. Bu yasak, başta Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin, Helsinki Nihai Senedi'nin, Paris Şartı'nın ve daha birçok uluslararası sözleşmenin din ve vicdan hürriyetiyle ilgili hükümlerine ve Anayasa'mızın 24'üncü maddesine aykırıdır.
Anayasa ve yasalarla teminat altına alınan ebeveynin çocuğuna din eğitimi verme hakkının kullanılmasından kimseye zarar gelmez. Çocukların yetkililer eliyle velilerinin istekleri doğrultusunda din eğitimi almalarından da, devlet ve millet, zarar değil fayda görür değerli arkadaşlar, çünkü, dinler insanlara kötülüğü değil iyiliği emrederler.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Özdoğan, konuşmanızı tamamlayınız.
İBRAHİM ÖZDOĞAN (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Devletin desteğiyle, devletin gözetiminde alınan din eğitimi en sağlıklı din eğitimi olacaktır. Hiç kimse bundan korkmamalı ve çocuklara doğru din eğitimi vermenin önündeki engelleri kaldırmalıdır.
Değerli arkadaşlar, bilindiği üzere, kızlarımızın okullara gönderilmesi, kadınların her düzeyde erkeklerle aynı haklara sahip olmaları hepimizin isteğidir. Bu doğrultuda, kadınlarımızın doğru bir şekilde din eğitimi almaları da önemlidir.
Bilindiği üzere, ülkemizde camilere genellikle erkekler devam etmektedirler. Durum böyle olunca, zaten kısıtlı olan camideki din eğitiminden de sadece erkekler faydalanabilmektedirler. Diyanet İşleri Başkanlığının başka iletişim vasıtalarıyla topluma ulaşma imkânları da kısıtlı olduğundan, kadınlarımız hurafelere açık hâle gelmekte ve asılsız bilgilere hedef oldukları gibi, piyasadaki üfürükçülerin, cincilerin, muskacıların istismarına maruz kalabilmektedirler. Bu nedenle, Diyanet İşleri Başkanlığında kadın vaizlerin sayısı artırılmalı ve kadınlarımıza yönelik din eğitimine de mutlaka ağırlık verilmelidir.
Diyanet İşleri Başkanlığının yurt dışı teşkilatı kurmasını hukuki zemine kavuşturacak bu teklifi, tekrar ediyorum, doğru bulduğumuzu ifade ediyor, yüce heyetinizi tekrar saygıyla selamlıyorum. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Özdoğan.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına ve şahsı adına Samsun Milletvekili Sayın Haluk Koç, buyurun.
CHP GRUBU ADINA HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi'nin tümü üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsım adına söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Tabii, burada, daha önce Diyanet İşleri Başkanlığı yapan üç sayın milletvekilinin bulunduğu bir Genel Kurulda, bu konuda konuşmak özel uzmanlık gerektiriyor, bunu biliyorum, ama ben, konuşmamı şu kalıplar içinde yapacağım: Bir defa, bu kanun tasarısına Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak başından destek verdiğimizi ifade ediyorum.
İkincisi: Diyanet İşleri Başkanlığının Türkiye Cumhuriyeti'nde kuruluşu ve gelişimiyle ilgili bazı kronolojik bilgileri sizlerle paylaşmaya çalışacağım. Daha sonra, 1924, 1961, 1982 Anayasalarında Diyanet İşleri Başkanlığının, 1924'te bu yok, ama, daha sonraki Anayasalarımızda Diyanet İşleri Başkanlığının hangi maddeler içerisinde nasıl ele alındığını, anayasa hukukçularının görüşlerini refere ederek sizlerle paylaşmaya çalışacağım ve Diyanet İşleri Başkanlığının, bugün için, üzerinde olan birtakım tartışmaların, bu, Diyanet İşleri Başkanlığının yeniden yapılandırılması, teşkilat yasası da dâhil olmak üzere, değişik noktalarda olan eleştirileri, o eleştirileri yapan kişilerin, müelliflerin adlarını vererek sizlerle paylaşmaya çalışacağım ve sonuçta, tutanaklarda, biraz çalışılmış, üzerinde değerlendirme yapılmış bir tutanak özeti bırakmaya gayret edeceğim.
Değerli arkadaşlarım, Başkanlık olarak 1920 yılında Ankara'da kurulan Meclis Hükûmetinde "Meşihat" adını verdiğimiz "Şeriye ve Evkaf Vekâleti" adıyla bakanlık olarak yer alıyor ve 1924'e kadar da bu statüsü aynen devam ediyor. Tabii, din hizmetlerinin politikanın dışında ve üstünde tutulması gerçeğinden hareketle 3 Mart 1924 tarihinde Şeriye ve Evkaf Vekâleti kaldırılarak, yerine 429 sayılı Kanun'la Başvekâlet bütçesine dâhil ve Başvekalete, yani, Başbakanlığa bağlı Diyanet İşleri Reisliği, bugünkü adıyla Diyanet İşleri Başkanlığı kuruluyor. Bununla ilgili tutanakları da çıkarttım; merak eden arkadaşlarıma verebilirim; oldukça ilginç görüşmeler var, söz almalar var, oturumu yöneten başkanın tutumu var. Bunlar, hepsi, bizim demokrasi tarihimizde, Meclis tutanaklarımızda yer alan hususlar. İlgilenen arkadaşlarımıza takdim edebilirim.
Değerli arkadaşlarım, tabii, buraya geçmeden önce, İslam dininin cumhuriyetten çok önce Türk toplumuyla, Türk toplumlarıyla, Türk topluluklarıyla buluşmasından önce, sadece bir manevi hayatı düzenleyen hususlar, kurallar getirmediğini biliyoruz. Bunun yanında, bir kent yaşamında, yani "medine" adını verdiğimiz kent yaşamında insanların birbirleriyle olan ilişkilerini de düzenleyen bir kurallar sistemi olarak geliyor ve o zamanki dinî önderin o toplumun önderi olmasıyla devlet yapısı oluşturuluyor; yani, ilk İslam devletlerinin ortaya çıkış felsefesi buna dayanıyor. Yani, din eksenli, toplumun tüm katmanlarını kapsayan ve toplumun tüm kurallarını koyan, düzenleyen ve bunun liderliğini de o toplumun dinî önderine veren devlet biçimi. Bu, Türk topluluklarıyla çok kolay özdeşleşebilen, Türk toplumlarında çok kolay kabul edilebilen bir yapı ve Türklerin İslamiyet'i kabulü, belki de İslamiyet'in bir devlet düzeni olması gerçeğinden hareketle daha kolay kabul ediliyor. Kanlı bir süreç yaşanıyor tarihte, ama baktığınız zaman, bu sürecin kolay kabul edilişi bu temel gerçeğe dayanıyor.
Tabii, daha sonra dünyada bir tek Müslüman toplumların, İslam toplumlarının kapalı bir toplum olarak dünyada egemenliklerini sürdürdükleri bir dönemden, Avrupa eksenli "insan hakları" kavramlarına, "devlet" kavramının yeniden tanımlanmasına, daha sonra, Fransız Devrimi sonrasında, özgürlüklerin, eşitliğin, laikliğin tartışıldığı devlet boyutlarına geçişi görüyoruz ve o zaman Osmanlı İmparatorluğu'nda bu şeri devlet yapısı gelenek olarak sürdürülürken buradan etkilenmelerle çeşitli tartışmalar başlıyor. O kısımları geçiyorum, ama cumhuriyette daha sonra neler oldu, bunu bilmemiz gerekiyor. Çünkü, daha sonra, din ve tarım toplumu aşamasından, endüstrileşme aşamasını yaşamadan, birdenbire cumhuriyet aşamasına geçen ve o düzenin kuralları ve kanunlarını topluma uyarlamaya çalışan bir devlet yapısına geçiyoruz. Hızlı bir değişim yaşıyoruz. Kimileri, bunu, jakoben bir değişim olarak görüyorlar. Tepeden inmeci, dayatmacı bir değişim olarak görüyorlar. Ama, tarihte kalan bir süreci şu veya bu şekilde eleştirmek yerine, bir tarihsel süreci yaşamadan -demin söylediğim gibi, çoğu sosyal bilimci bunun altını çiziyor ve hakkını da teslim ediyor- Osmanlı din-tarım toplum yapısından, devlet yapısından, dediğim gibi, ara dönemi yaşamadan, yani, sınıflar oluşmadan ve o sınıflar siyasette kendi çıkarlarını talep etmeden, birden bire cumhuriyet aşamasına geçiyoruz ve kurumlar değişmeye başlıyor. Belki, bugün yaşadığımız siyasi çelişkilerin, tartışmaların temelinde de bu dönüşümün hâlâ bugüne uzanan izdüşümleri yatıyor.
Değerli arkadaşlarım, millî mücadele yıllarında büyük hizmetler vermiş, idari tecrübesi olan ve uzun zaman da Ankara Müftülüğü görevinde bulunan -ben, nur içinde yatmasını tekrar diliyorum huzurunuzda- Börekçizade Mehmet Rifat Efendi, 1 Nisan 1924 tarihinde, işte, demin anlattığım o 3 Marttaki kanundan sonra, Diyanet İşleri Reisliğine getiriliyor. En yüksek devlet memur maaşı alan Diyanet İşleri Reisine, o zaman bakanlara verilen kırmızı plakalı bir makam aracı tahsis ediliyor ve protokoldeki yeri de bu özelliklere göre belirleniyor.
MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Haluk Bey, protokoldeki yeri neresidir bilebiliyor musunuz?
HALUK KOÇ (Devamla) - Protokoldeki yeri bu özelliklere göre belirleniyor.
14 Haziran 1935 tarihinde kabul edilerek 22 Haziran 1935'te yürürlüğe giren 2800 sayılı bir Yasa var, Diyanet İşleri Reisliği Teşkilat ve Vazifeleri Hakkında Kanun. Başkanlığın ilk teşkilat kanunu bu oluyor. Bu Kanun'la, teşkilatın yapısı, kadro oluşumu, merkez ve taşra görevlilerinin nitelikleri ve tayin usulleri gösteriliyor. Teşkilatın görevleri ise söz konusu Kanun'un 2'nci maddesi gereğince düzenlenen 11 Kasım 1937 tarih ve 7647 sayılı Kararnameyle yürürlüğe konan Diyanet İşleri Reisliği Teşkilatının Vazifelerini Gösterir Nizamname'de belirtiliyor.
Sayın milletvekilleri, bu yapıda, 1950 yılına kadar hiçbir değişiklik olmadan geliyor. Yalnız, 1946'dan sonra, 46-50 arası, son Cumhuriyet Halk Partisi İktidarı döneminde, tek parti iktidarı döneminde, Günaltay zamanında, Günaltay Kabinesinde ve politikalarında çok değişik uygulamalar ortaya çıkıyor ve ondan sonra da, 1950'den sonra Demokrat Parti İktidarında bu hususlar daha da genişletilerek devam ediyor.
Nisan 1950 tarihinde yürürlüğe konan 5634 sayılı bir Kanun'umuz var. Burada, Diyanet İşleri Başkanlığı, 1950 koşullarına göre yeniden bir kanun çerçevesinde düzenleniyor. Kanun'a göre, 1950 Kanunu'na göre, merkez teşkilatındaki bazı birimlerin adları değiştiriliyor, mevcut yapıya 1 adet başkan yardımcılığı ekleniyor, birtakım müdürlükler ekleniyor, ilk defa gezici vaizlik ihdas ediliyor ve bütün vaizler maaşlı kadroya geçiriliyor. 1951 yılında ise, ilk defa, Yayın Müdürlüğüne bağlı Dinî Yayınlar Döner Sermaye Saymanlığı kuruluyor.
Daha sonra, 1961 yılına geliyoruz değerli arkadaşlarım ve 1961 Anayasası Türk toplumunun temel yapısını değiştiren bir anayasa, çok büyük açılımlar getiren bir anayasa. Burada 154'üncü madde önemle karşımıza çıkıyor. 1961 Anayasası'ndaki 154'üncü madde, Diyanet İşleri Başkanlığını bir anayasal kurum olarak düzenleyen bir madde. Bu çok önemli, 1961 Anayasası'nda, 154'üncü madde, Diyanet İşleri Başkanlığını bir anayasal kurum olarak düzenliyor ve bu kurumun kendi özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirmesini öngörüyor.
Burada, daha sonra, bu Anayasa maddesi doğrultusunda, 1965 yılında, Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun ile Başkanlık yeni bir düzenlemeye kavuşturuluyor ve bugünkü organik yapısını kazandıran -Diyanet İşleri Başkanlığının- ve Diyanetin tarihî gelişimi içerisinde yeni bir dönem başlatan işte bu Kanun oluyor; 1961 Anayasası'nın emrettiği, o 154'üncü madde çerçevesinde yapılan 1965 tarihli 633 sayılı Kanun. Daha sonra, değerli arkadaşlarım, 1979 yılında 1982 sayılı Kanun yürürlüğe giriyor ve 633 sayılı Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun'da geniş çapta bir değişiklik yapıyor ve Diyanet İşleri Başkanlığının yurt dışında da teşkilatlanmasını sağlıyor.
Bugünkü görüştüğümüz ve yönetmelik iptaliyle karşımıza çıkan hususu düzeltmemize dönük talebin altındaki tarihsel gelişim budur. Bunu bilmeden bir kanun üzerinde ileri geri konuşmak olmaz. Bu süreci özetlemek lazım, bu süreci irdelemek lazım ve ondan sonra da bu kanun üzerinde arkadaşlarımızın -konuşacak olanlar varsa- görüşlerini ifade etmeleri lazım.
Değerli arkadaşlarım, 1961 Anayasası'nda Diyanet İşleri Başkanlığının genel idare içinde yer alarak özel kanunda gösterilen görevleri yerine getireceği ifade edilirken, Türkiye, 1980'de başka bir dönüşüm geçiriyor; bence, demokrasi açısından olumsuz, karanlık bir döneme giriyor. 1982 Anayasası'nda ise Başkanlığın görevlerini yerine getirirken uyması gereken kıstaslar da ayrıca belirtiliyor.
Değerli arkadaşlarım, şimdi, cumhuriyet Türkiye'sinde… Demin, İslam toplumundaki kuralların, bir din devleti algılamasının nasıl olduğunu kısaca anlatmıştım, ama değişen dünya koşulları ve Osmanlı şeri düzeninin cumhuriyetle değişerek devam etmesi sürecinde, cumhuriyet Türkiye'sindeki bu dinsel örgütlenme, kısaca demin de belirttiğim gibi, merkezî bir yönetim altında düzenlenerek devlet örgütü içinde yer alan bir örgüt yapısıyla yürütülüyor.
Değerli arkadaşlarım, şimdi, tabii, bu anayasal süreç içerisinde değişik akademisyenlerin -bunları daha sonra, merak eden arkadaşlarıma verebilirim- değişik görüşleri var. Bu görüşler benim ve partimin görüşleri değildir. Ben, bu görüşleri, değişik bilim insanlarının adlarını da vererek ifade etmeye çalışacağım. Mesela, Doçent Doktor Vural Dinçkol, "1982 Anayasası Çerçevesinde ve Anayasa Mahkemesi Kararlarında Laiklik" adlı eserinde "1961 Anayasası döneminde Diyanet İşleri Başkanlığının, yasada belirtilen görevi yerine getirmek üzere genel idare içinde yer alması tartışma konusu olmuştur." diyor, tartışıyor. Bu tartışmaları bilmemiz lazım. Çünkü, bir süre sonra Diyanet İşleri Başkanlığının teşkilatlanma kanunu gelecek; daha sonraki Parlamentonun görevleri içinde olacak belki, ama bütün bu süreci, tutanaklara, bizden sonra görev yapacaklara, belki, bir kaynak oluşturma bakımından bırakma ihtiyacını duyuyorum.
Şimdi, bir kısım görüş, dinin bir kamu hizmeti sayılarak Diyanet İşleri Başkanlığının genel idare içinde yer almasının laiklik ilkesiyle bağdaşmadığı kanaatini görüyoruz. Mesela, bu araştırmacılar içerisinde Ali Fuat Başgil'i görüyoruz. Daha sonra, hatta aynı zaman dilimi içinde Sıddık Sami Onar Hocayı görüyoruz. Mesela, bir örnek alayım: "Çoğunluk da olsa muayyen bir mezhep teşkilatının genel idare içinde yer almasının sebebi anlaşılamamaktadır. Sünni mezhebi, memleketimizde, din ve mezhep bakımından çoğunluğu teşkil etmektedir. Fakat bu durum, devletin diğer din ve mezheplerle ilgilenmemesi için yeter bir sebep değildir. Laik bir devlette din ve mezhep çoğunluğu veya azınlığı olamaz, devletin bütün din ve mezheplere karşı tarafsız olması gerekir." Sıddık Sami Onar Hocanın yorumu.
Değerli arkadaşlarım, ikinci bir görüş: "Buna göre, Diyanet İşleri Başkanlığı gibi bir kurumun birçok laik Batı ülkesinde olmamasına karşın, İslamiyet'in yapısı ve Türkiye'nin tarihsel gelişimi nedeniyle genel idare içinde yer alması, laikliği koruyucu bir düzenlemedir." diyor.
Bir kısım görüşler de burada. Burada, özellikle bu görüşü savunan Mümtaz Soysal Hocayı görüyoruz. Siyasal bilgiler fakültesi mezunları... Biz tıp fakültesinde okuyorduk ama, "100 Soruda Anayasa" kitabı bizim de elimizdeydi. Mümtaz Hocanın bu kitabı, 100 Soruda… Yine, Sayın Özbudun'un, Sayın Kubalı'nın, Sayın Ozankaya'nın görüşleri bu çerçevedir. Yani, laikliğin teminatı olarak, bir anayasal kurum olarak Diyanet İşleri Başkanlığını algılıyorlar, tarif ediyorlar ve Anayasa içerisinde yerini belirtiyorlar.
Değerli arkadaşlarım, tabii, tartışma ilerliyor. Lozan Anlaşmasıyla…
Umuyorum sıkmıyorum Sayın Başkan.
Lozan Anlaşmasıyla başka dinden azınlıklara dinsel gereksinmelerini cemaatleri düzeyinde ve vakıfları aracılığıyla karşılama imkânı tanınmıştır, biliyoruz. Günümüzde de Müslüman olmayan dinsel azınlıklar var Türkiye'de, yurttaşlarımız olarak. Bunlar Vatikan, Fener Patrikhanesi, Hahambaşılık gibi merkezler aracılığıyla dinî hizmetlerini yerine getirmekteler.
Değerli arkadaşlarım, 82 Anayasası'na geçiyoruz. 82 Anayasası'nın 136'ncı maddesi bu sefer önem taşıyor. Burada da, 136'ncı madde tartışılırken, o zaman, Millî Güvenlik Konseyi adı verilen, demokrasiyle hiçbir ilişkisi olmayan bir kurulun her yapılan tartışmada müdahil olduğunu görüyoruz. Türkiye, bugünlerden geçerek geldi değerli milletvekilleri. Yani, Türkiye, orada dört tane kişinin kendini kurul olarak tarif ettiği ve Türkiye'de yapılmak istenen bir anayasayı ve o anayasanın maddelerinin gerekçeleri üzerinde kendi başına dört kişilik kurulun karar verdiği dönemlerden geçerek geldi. Onun için, bugünkü demokrasimizi, bugünkü demokrasimizin kurum ve kurallarını çok iyi savunmak zorundayız hepimiz, iktidar da muhalefet de. Buradan kısaca bir öz eleştiri çıkartıyorum Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri için -kendim de dâhil- yani, belli kurumlar hakkında yorum yaparken, bu süreçlerin hiçbirini unutmamamız gerekiyor. Ve bu MGK'daki değişiklik şu: Danışma Meclisinde kabul edilen, o zamanki Danışma Meclisinde kabul edilen maddenin ikinci fıkrasında yer alan Diyanet İşleri Başkanının Cumhurbaşkanınca atanacağına ilişkin hüküm madde metninden çıkartılıyor. "Aslında, Başkanın Cumhurbaşkanınca atanması, genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığının, iktidarın laiklik anlayışına bağlı kalmasını önler ve daha bağımsız olmasını sağlardı. Ancak, her ne şekilde olursa olsun bu tür din işleri örgütünün genel idare içinde olması nedeniyle yargısal ve parlamenter denetim yollarının açık olması, laiklik ilkesinin güvencesini oluşturmaktadır. Zira, bu örgüt, dini konularda oldukça önemli faaliyetlerde bulunmaktadır." diyorlar, yine, çeşitli araştırıcılar bu konuda da görüşlerini ifade ediyorlar.
Değerli arkadaşlarım, yine, aynı, Diyanet İşleri Başkanlığına, özellikle -bunu da rahmetli Sayın Velidedeoğlu ifade ediyor- mezhep ayrımı yaptığı gerekçesiyle eleştiriler geliyor. Mesela "Bütün Sünni vatandaşlar gibi vergi ödeyip bütçeye katkısı bulunan Alevi yurttaşlarımızın, Diyanet İşleri Dairesinden kendi inançları dolayısıyla yararlanamadıklarıdır." ifadesi var. "Acaba, Diyanet İşleri yönetiminde ayrı bir oda açılarak, orada Alevi mezhebinin bütün kurallarını bilen bilgin bir Alevi yurttaş görevlendirilemez mi?" diyor Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, "İnsan Hakları, Türkiye, Sünnilik, Alevilik Sorunu" isimli yapıtında.
Değerli arkadaşlarım, "Diyanet İşleri Başkanlığı 633 sayılı Yasa'nın 1'inci maddesinde de belirtildiği gibi, İslam dini inançları, ibadet ve ahlak esaslarıyla ilgili işleri yürütmek üzere kurulmuştur. Dolayısıyla, mezhep ayrımı yapılmamalıdır. Nitekim, Anayasa'nın 136'ncı maddesi, Başkanlığın bütün siyasi görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışmayı ve bütünleşmeyi amaç edinerek görev yapmasını amirdir. Millî dayanışma ve bütünlüğü bozacak mezhep ayırımı yapmak, bu bağlamda Anayasa'ya aykırılık oluşturacaktır." yorumu da mevcut.
Değerli arkadaşlarım, Sayın Bülent Tanör ve Necmi Yüzbaşıoğlu, "1982 Anayasası'na Göre Türk Anayasa Hukuku" isimli kitabında, burada "Devlet düzeninin din kurallarına dayanmadığı, bu yoldaki duyarlılığın çok kesin olduğu Türkiye'de, devlet, din işlerinin yürütümünü bizzat yüklenmiştir." diyor.
1924'te kurulan Diyanet İşleri Başkanlığını 1961 Anayasa'sı -bu kurumu- anayasalaştırmıştı, onu vurgulamıştım. 82 Anayasa'sı bunu sürdürdü, daha ayrıntılı düzenlemeler getirdi 136'ncı maddede. Buna göre, "Genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı, laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasi görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek, özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirir."
Değerli arkadaşlarım, yine, Anayasa Mahkemesi, Diyanet İşleri Başkanlığının varlığını laiklik açısından savunmaktadır. Bu son derece önemli bir husustur. Şimdi, Anayasa Mahkemesinin, Diyanet İşleri Başkanlığının varlığını laiklik açısından savunan gerekçesinin mantığı şu şekildedir: "Laiklik anlayışı ve düzeni her ülkenin ve ilgili dinin yapısal özelliklerine göre farklılaşabilir. Batı toplumları ve Hıristiyanlıkta devlet din ayrılığı mümkün olabilmiş ve kiliselerin bağımsızlığı devlet düzenini sarsmamıştır. Buna karşılık, aynı zamanda bir dünya dini olan -ilk İslam devletlerinin kuruluşundaki temel felsefeyi anlatmıştım- dünya dini olarak tanımlanan ve toplumsal, kamusal yaşamı düzenleyen İslam dininin kötüye kullanılması, devletin ve laiklik ilkesinin de yok edilmesi demek olur. Bu nedenle, Diyanet İşleri Başkanlığının bir anayasal kurum yapılması tarihten ve ülke koşullarından süzülen bir zorunluluktur." Bu görüş de, Anayasa Mahkemesinin, Diyanet İşleri Başkanlığının bir anayasal kurum olarak Türkiye'de bulunmasının gereğinin altını çizen bir hukuksal gerekçedir.
Değerli arkadaşlarım, bu görüşler Sayın Bülent Tanör ve Necmi Yüzbaşıoğlu'nun belirttiğim kitaplarına ait.
Şimdi, değişik toplum kesimlerinin… -Daha çok var, ama zamanım sınırlı olduğu için sadece isimlerini söyleyeceğim. Prof. Yavuz Sabuncu'nun yine bu kitabında ilgili bölüm var. Yine, İsmet Paşanın Meclis Grubunda yaptığı konuşmalar var, çeşitli ithamlar yöneltildiğinde Cumhuriyet Halk Partisine İsmet Paşanın bu konuda yaptığı açıklamalar var.
Şimdi, TESEV'in raporunda bazı… Bu konuyla ilgili geniş bir raporu var. Bu raporun raportörü İrfan Bozan arkadaşımız. Ben, burada, derli toplu bir bilgi dağarcığı olduğu için, o bölümün geniş bir fotokopisini aldım. Tabii, burada -demin söyledim- Alevi yurttaşlarımıza göre Diyanet İşleri Başkanlığının konumu söz konusu. Burada, bu yurttaşlarımızdan, Diyanet İşleri Başkanlığına dönük, zaman zaman eleştiriler geldiğini hepimiz biliyoruz.
Şimdi, baktığımız zaman, Alevi kökenli yurttaşlarımız, kendi içlerinde, Diyanet İşleri Başkanlığının kurumsal yapısı, faaliyetleriyle ilgili homojen, yani bütün kesimlerinin, hepsinin katıldığı ortak bir fikir duruluğunda buluşamıyorlar. Onların da çok farklı farklı görüşleri var. Hatta, şu şekilde özetleyebilirim: Üç büyük cephede toplanıyor Alevi yurttaşlarımızın görüşleri. Farklı kesimlerin görüşleri, çok sayıda kişi ve kurumdan görüş alınmasının sonucunda bunlar belirleniyor. "Diyanet İşleri Başkanlığı içerisinde Alevi inancı da temsil edilsin." görüşündeler bir kesim. Bir kesim, Alevi inancındaki yurttaşlarımızın, Diyanet İşleri Başkanlığı gibi, kendi inanç sistemlerini yönetecek, dengeleyecek ayrı bir diyanet işleri başkanlığına sahip olmaları fikri. Bunlar değişik gruplar tarafından tartışılıyor, öne sürülüyor, savunuluyor. Bir kısmı da, devlet hiçbir şekilde dinî örgütlenmelere müdahale etmesin, din hizmetleri cemaatlere bırakılsın, her kesim için. Bu da ayrı bir görüş. Bunların savunucuları var, karşı çıkanlar var; savunma gerekçeleri var, karşı çıkış gerekçeleri var. Fikir düzeyinde ilginç görüşler var. Yine, merak eden olursa bunun da fotokopisini verebilirim.
Değerli arkadaşlarım, burada, dört dakika içerisinde… Türkiye'deki ve yurt dışındaki Alevi Bektaşi örgütlerinin büyük çoğunluğunun savunduğu görüş şudur: "Diyanet, devletin benimsemiş olduğu laikliğe aykırıdır. Bu idari yapı içinde yer aldığı müddetçe Türkiye Cumhuriyeti'nin laik bir devlet olduğu, temelsiz bir iddia olarak kalacaktır. Dolayısıyla, yapılması gereken, teşkilatın lağvedilerek bu yanlışlığa ve çelişkiye son verilmesidir." Bu bir görüş. Sayın Üzüm 1997 yılında bu görüşü savunmuş. Cem Vakfı'nın ayrı görüşleri var, yine Adalet ve Kalkınma Partisine kabul ettiğiniz Reha Çamuroğlu'nun ayrı görüşleri var, ama, dediğim gibi, bunların her biri değişik noktalarda tartışılıyor.
Değerli arkadaşlarım, Diyanet İşleri Başkanlığının bir anayasal kurum olarak gerekliliğini, Anayasa Mahkemesi, gerekçesiyle ifade etmiş durumda. Diyanet İşleri Başkanlığının yurt dışındaki görevleri konusunda da… Türkiye'nin, değişen dünya koşullarında, 1960'tan sonra yurt dışında çok sayıda soydaşımızın yaşadığını biliyoruz. Bu koşullar etrafında orada iş cemaatlere bırakılır ise kural dışı, safsataya dayalı, kendi doğrusunu İslam'ın doğrusu olarak kabul edecek yanlış uygulamaların çeşitli alanlarda devreye girdiğini hepimiz biliyoruz. Onun için, Diyanet İşleri Başkanlığının yurt dışında da -burada talep edilen- bu temsil edilmesine dönük talebinin ben şahsen yerinde olduğuna inanıyorum. Yerinde olduğuna inanıyorum, ama bu tartışmaların hiçbirini göz ardı etmeden bu gereğin altını çiziyorum.
Mutlaka Diyanet İşleri Başkanlığını… Çok çeşitli sorunlar var. O sorunlara belki o kanunun hazırlıkları sırasında Parlamentoda görev yapacak çeşitli partilere mensup arkadaşlarımız gireceklerdir; kadro sorunu olsun, geçişler olsun, teşkilatlanma olsun, diğer konular olsun, Diyanete bağlı vakıfların şeffaflığı olsun, birçok noktada o tartışmalar yapılacaktır. Ama, şu aşamada Sayın Tayyar Altıkulaç ve Sayın Yazıcıoğlu Hocanın getirdiği kanun teklifinin, bence, Cumhuriyet Halk Partisi tarafından da olumlu karşılandığını ifade ediyorum. Ama, deminki tartışmaları hiçbir zaman göz ardı etmeden, tüm yurttaşlarımızın, geniş, en geniş kesimlerin olurunu alacak yeni bir Diyanet İşleri Başkanlığı yapılandırmasının artık Türkiye'nin bugünkü koşulları çerçevesinde tüm toplumsal gerçeklerimizi görerek, tüm toplumsal taleplerimizi görerek ve kavrayarak, hiçbir kesimi dışlamadan herkesi kavrayarak bu hizmetlerin yeni bir merkezî yapı içerisinde verilmesinden yana olduğumuzu ifade ediyorum.
Şahsım ve Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Koç.
Şahsı adına Adana Milletvekili Sayın Recep Garip? Yok.
Şahsı adına, Çankırı Milletvekili Sayın Tevfik Akbak? Yok.
Hükûmetin söz isteği var mı efendim?
DEVLET BAKANI MEHMET AYDIN (İzmir) - Evet Sayın Başkan.
BAŞKAN - Evet, Hükûmetin söz isteği var.
Devlet Bakanımız Sayın Mehmet Aydın.
Buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
DEVLET BAKANI MEHMET AYDIN (İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; benden önce konuşan arkadaşlarım, gerek Diyanet İşleri Başkanlığımızın bir kurum olarak bir bakıma tarihî evveliyatını ve bugününü geniş bir biçimde izah ettiler. Ayrıca, işlevsel olarak Diyanet İşleri Başkanlığını da, yine Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına konuşan değerli bilim adamımız değerli eski Diyanet İşleri Başkanımız Yazıcıoğlu da zaten yeterli ölçüde bir aydınlığa kavuşturdu zannediyorum. Ben, sadece -bir bakıma, madem konu açılmışken- teşekkür edip oturacaktım, ama, birkaç cümle de benim söylememin iyi olacağını, yerinde olacağını düşünüyorum.
Değerli milletvekilleri, biz arkadaşlarımızla göreve başladığımız zaman, her ciddi kurumda olduğu gibi, kendimize o hepimizin bildiği dört soruyu sorarak başladık. Bu, o soruların içeriklerinin yeni olduğu anlamında değil, ama o soruların bize ne söylediğini ve bizim o soruların cevabı olarak nasıl bir yol ve yordam izleyeceğimizi bir daha gözden geçirmek için konuya el attık. Bunlardan birisi "Ne?" sorusu, ikincisi "Nasıl?" sorusu, üçüncüsü "Kiminle?" sorusu ve dördüncüsü "Niçin?" sorusu.
"Ne?" sorusu, Diyanet İşleri Başkanlığı gibi bir kurum söz konusu olduğunda elbette doğrudan doğruya içerikle ilgidir. Yani, siz o kurumda neyle görevlisiniz? O kurumda bir aydınlatma göreviniz var. Değerli konuşmacılar çok açık bir biçimde söylediler, iyi ki söylediler, çünkü onların tekrar tekrar söylenmesinde yarar var. Millî bütünlüğü ve toplumsal dayanışmayı sağlamaya katkıda bulunmak için var olan bir kurumdan bahsediyoruz. Yani, toplum üzerinde etkili olan, topluma karşı sorumlulukları olan, görevleri olan bir kurumdan bahsediyoruz. Dolayısıyla, evvela, o "ne" dediğimiz şey, birinci derecede bilgiyle ve tefekkürle ilgili bir sorudur. Yani, başka bir şekilde söylendikte "Ne öğreteceksiniz?" sorusu Diyanet gibi bir kurumda son derece önemlidir. Dolayısıyla, bir bakıma bizim birinci ilkemiz, motomuz şuydu: Bu bilgilerin yenilenmesi lazım. Bu, eskiden beri sürüp gelen bilgilerin tamamının geçersiz olduğu anlamında değildir. Fakat, madem dünya yenileniyor, hayat yenileniyor, ilişkiler yenileniyor, o zaman bu ilişkilere ve bu ihtiyaçlara cevap veren bilgilerin de yenilenmesi lazım. Eski deyimle bir tecdidi ilme ihtiyaç var, bir bilgi yenilenmesine ihtiyaç var. Bilgi dünyasında -felsefi bir ifade kullanacaksanız, epistemisinde- Diyanetin bir yeniden yapılanmaya ihtiyacı var dedik ve o şekilde yola çıktık.
Şimdi, bugüne kadar o alanda yapılanları sayarsam sizin çok vaktinizi alırım. Burada üzerinde durulduğu için sadece söyleyeyim. Mesela, Alevi vatandaşlarımızın ihtiyacı bakımından Diyanet İşleri Başkanlığı ilk defa Alevi klasiklerini en üstün kalitede -çünkü onu gerektiriyor kitapların, elimizdeki kaynakların yapısı- en iyi şekilde yayınlamaya başladı. Başta birtakım tereddütler oldu, acaba bunun arkasında da bir bakıma, hani, Sünnilikle ilgili birtakım artıların elde edilmesi mi, şeklinde sorular bazı zihinlerde uyandı, ama bugün geldiğimiz noktada, samimiyetimle söylüyorum, başta dedelerimiz olmak üzere, Alevi vatandaşlarımızın, kardeşlerimizin büyük bir kısmının teşekkürüyle karşılaştım, sevgisiyle, ilgisiyle karşılaştım. Beşinci cildi çıkmak üzere. Bu eserler hakikaten kuşe kâğıda basılıyor, çünkü, elimizdeki kaynaklar, zaten asırlardır, bir bakıma, bir yerde, bir köşede kaldıkları için herhangi bir işleme tabi tutamıyorsunuz. Evvela Osmanlıcalarını basıyoruz gayet güzel bir biçimde, sonra onun -bugünkü bizim kullandığımız harflerimizle- Latin harfleriyle okunuşunu, transkribesini yapıyoruz ve sonra da bugünkü Türkçe ile ne anlama geliyor, daha doğrusu bugünkü Türkçe ile nasıl söyleniyor o, nasıl ifade ediliyor, onu yapıyoruz. Yani, üç katlı, bir bakıma gayet güzelce hazırlanmış, Alevi vatandaşlarımızın, bilim adamlarımızın da katkılarını alan -zaten projeyi de beraber başlattık- bir şekilde başlatıyoruz.
Birincisi: Bilgi yenilemeyle ilgili yaptığımız çalışmaya bir örnek olarak veriyorum. Yani, Alevi kültürü bizim kültürümüz olduğuna göre, Alevi yorumu bizim yorumumuz olduğuna göre, bütünüyle Türkiye'nin, Türk insanın yorumu olduğuna göre onu hepimiz kaynaklarından öğrenmek zorundayız. Diyanet İşleri Başkanlığının bence attığı en önemli adımlardan biri budur.
İkincisi: Özellikle Alevi vatandaşlarımızın oturduğu şehirlere, kasabalara, köylere yakın olan bütün il, ilçe ve köylerimizdeki imamlarımızı bir Alevi ve Bektaşi eğitiminden geçirdik. Özü nedir, neden bahsedilir, hangi bilgiler vardır ve nasıl yorumlanmıştır ki, karşı karşıya geldikleri zaman, bir imamımızla bir dede karşı karşıya geldiği zaman kaynaklara dayalı sağlam bilgi olsun ki, bizim bu anayasal görevimiz, yani millî bütünlük ve dayanışma görevimizi toplumun bütün kesimleri ve kesitleri arasında bilgiye ve tefekküre dayalı olarak yapalım. Sadece duygu değil, sadece kardeşiz demek yetmiyor. O duygunun, o kardeşliğin bir bilgi temelinin olması lazım.
Tabii, bunu aynı şekilde diğer dinî bilgiler için de yaptık. Gerçekten, yenilenmesi gereken bilgiler vardır. Mesela, diyelim ki kadın konusunda. Her dönem, bir anlamda, temel kaynakları kendine göre yorumluyor. Bizim dönemimiz farklı bir dönem olduğuna göre, biz orada da özellikle eğitim ve öğretim alanında, kadın bilgileri, kadın epistemolojisi konusunda da çok ciddi adımlar attık ve o konuda gerçekten sağlam diyebileceğimiz, güvenli diyebileceğimiz bilgiler üretmeye başladık. Bununla da kalmadık. Vaizeler sayısını, hanım vaiz sayısını artırarak ve aynı zamanda hanım müftü yardımcıları atayarak doğrudan doğruya o bilgiyi insan kaynağına bağladık ve o bağlantı içinde, toplumun bugüne kadar din bakımından önemli ölçüde ihmal edilmiş bir kesimine, yani kadın nüfusuna ulaştırmaya çalıştık. Bu da yeni diyebileceğimiz -eskiden beri belli ölçüde vardı, ama bu hamlede, bu boyutta yeni diyebileceğimiz- önemli bir adımdır.
"Nasıl" konusuna gelince, yani neyi, nasıl öğreteceğiz konusuna gelince: O konu da bilgidir, bilgidir, bilgidir, bilimsel yaklaşımdır ve rasyonelliktir. Çünkü, nihayetinde, kendi kutsal kitabımıza baktığımız zaman, hemen hemen ortaya konan her konuyla ilgili bizim düşünmemiz emrediliyor, tefekkür etmemiz emrediliyor, bizim o konuda bilgili konuşup konuşmadığımız emrediliyor ve burada size uzunca ayet okuyacak değilim, ama, Kur'an'ı dikkatlice dinlerseniz, "Eğer bir konuda sağlam bilgiye sahip değilseniz susun." diyor. Bunu Meclise de söylemek lazım, bize, kendimize de söylemek lazım. Eğer, bir konuda yeteri kadar sağlam bilgimiz yoksa, inancımız bizden susmamızı istiyor. "Zannederim diye başlamayın, çünkü zanların çoğunda yanlışlık vardır, eksiklik vardır." diyor. Bunu evvela, kurum olarak Diyanet İşleri Başkanlığımızın kendisinin kendisine uygulaması gerekiyordu ve öyle bir yol içinde olduk.
Tekrar ediyorum: Nasıl öğreteceğimizin konusu bellidir, dayanacağımız yer bilgidir, dayanacağımız yer akıl gücüdür, bilimselliktir, rasyonelliktir. Aklımızı kullanacağız ki dini anlayabilelim ve o anladığımızı, yorumladığımızı da halk kesimlerimize aktarabilelim.
Peki, kiminle yapacaksınız bunu? Ne, nasıl, kiminle? Kiminle yapacaksınız? Diyanet İşleri Başkanlığımızın kurum olarak verdiği karar bellidir. Bu ülkenin o alandaki bütün birikimini kullanarak, bütün birikimli insanlarını kullanarak, insan kaynağının tamamını seferber etmemiz gerekiyor. Hiçbir kurum, sadece belli bir kesimin değildir. İster, bu, Dışişleri olsun ister başka bir kurum olsun, o konuda ülkenin o anda mevcut olan bütün birikiminin seferber edilmesi lazım ki, siz, bu çetin dünyanın çetin sorunlarını çözebilme imkânına kavuşabilesiniz.
Ben komisyonda yoktum, ama basına intikal etti, arkadaşlarım da zaten bana anlattılar: "Efendim, ilahiyat fakültelerinden bazı hocaların yurt dışına gönderilmesi meselesi." Konu o değil bir defa, ama, eğer sizin yirmi üç tane ilahiyat fakülteniz varsa, o yirmi üç ilahiyat fakültesinde bilmem kaç yüz profesörünüz varsa, siz o profesörlerinizden istifade edemiyorsanız bunun adı rasyonellik midir, bunun adı akıllılık mıdır? Onun için, hiç kimsenin böyle bir lüksü yoktur, hiçbirimizin böyle bir ihmale de hakkı yoktur. Diyanet konusunda, ilahiyat konusunda Türkiye'nin ne kadar birikimi varsa ve o birikim hangi zihinlerde ise o zihinleri seferber etmek benim anayasal görevimdir. O kurumdan sorumlu Bakan olarak söylüyorum.
Bakınız, bilmem kaç senedir Amerika'ya din müşaviri gönderemedik, çünkü orası Almanya gibi değil. Almanya'da üç milyon insanımız var. O insanların din hizmetine ihtiyacı var, o insanların dil… Ama, Amerika'ya gönderdiklerimiz zaten çok dağınık evvela, muhtelif yerlerde, ama aynı zamanda oraya gidenler zaten doktordur, mühendistir, belli ölçüde entegre olmuş, kitap okuyor ve bilgileri kendisi zaten temin etme yollarını buluyor. O hâlde, bizim, Amerika'ya göndereceğimiz din müşavirinin açıkçası Amerika'nın tarihini, sosyolojisini, psikolojisini, siyasetini bilen, dilini şöyle veya böyle değil, onlar kadar güzel konuşan, aynı zamanda diplomatik özellikleri olan, sadece ülkemizi, insanımızı değil, İslam'ı ve İslam dünyasını da anlatabilen bir konumda olması lazım. Bu Diyanette yoksa bunu dışarıda bulmak benim vazifemdir. (AK Parti sıralarından alkışlar) Onun için, arkadaşlarım keşke bizimle konuşarak o eleştirilerini yapsalardı! Yine de teşekkür ediyorum, bunu söylememe imkân verdiler, ama tekrar ediyorum: Biz bu bilgiyi, anlattığımız o "Ne?" sorusunun cevabı olan içeriği hangi zihinde bulursak hukuk yolunu açarak o zihni o göreve göndermek zorundayız ve -ümit ediyorum- şu anda da zaten geldiğimiz nokta önemli ölçüde başarılı bir noktadır, bizim yurt dışındaki hizmetimiz takdir edilmeye başlanmıştır. Eskiden biraz yanlış anlaşıldı, eskiden biraz devletle çok sıkı fıkı falan gibi görüldü, ama daha sonra ortaya çıkan küresel şartlar ve sorunlar ortaya çıkınca bize dediler ki: "Siz iyi ki bu işi ciddiye almışsınız, iyi ki Avrupa'da din eğitimini, öğretimini ciddiye almışsınız, iyi ki örgütlenmişsiniz ve iyi ki biz kendimiz Almanya olarak, Hollanda olarak da örgütlenmişiz." Çünkü, oradaki kurumlarımızın büyük bir kısmı zaten o ülkelere ait kurumlardır.
Peki, niçin bunları bu dediğim ciddiyet içerisinde yapmaya çalışıyoruz? Arkadaşlarım söylediler zaten. Evvela millî görevimiz vardır. Biz bu ülkenin millî birliğine, millî bütünlüğüne ve dayanışmasına her türlü bizim alanımıza giren hizmeti vermek konumundayız, hizmeti vermek, sunmak durumundayız. Anayasa bize diyor ki: Siyaset üstü olacaksınız, siyasete alet edilmeyeceksiniz, ama aynı zamanda toplumun bütünleşmesine ve dayanışmasına elinizden gelen katkıyı vereceksiniz, sağlayacaksınız. Bunu ihmale hiç kimsenin hakkı yoktur. Ya bu katkı için elinden geleni yapar yahut da o katkıyı yapacak başkaları gelir. Bu, ister Bakan olsun ister Diyanet İşleri Başkanı olsun ister başka görevli olsun, bu işi ya yapacağız ya yapacağız, başka çaresi yok.
Bir husus daha yine önemli. Arkadaşlar, ilk defa belki, modern tarihimizde Diyanet İşleri Başkanlığı küresel bir kurum hâline geldi. Bugün eğer dünyanın başka bir yerinde bir şey oluyorsa diyorlar ki: "Bir de Türkiye'deki Diyanet İşleri Başkanlığına soralım." Bu yenidir bizim için, bundan önce yoktu. "Ezher'e soralım." derlerdi, "Falan yere soralım." Derlerdi, ama Türkiye akla gelmiyordu. Bugün kendimizi anlatabildiğimiz ölçüde başarılı olduk, ama alacağımız daha uzun bir yol var. Bugün deniyor ki: "Hayır, hem modern bilgilere sahip olma hem çağdaş bilgileri kullanma ve onu hizmete taşıma bakımından Türkiye'deki Diyanet İşleri Başkanlığı, Kurumu ötekilerle mukayese edilmeyecek kadar iyidir." Dolayısıyla, bir referans oldu; dolayısıyla, artık dikkate alınan, görüşlerine önem verilen bir kurum hâline geldi. Demek ki sadece artık millî çerçeve içinde düşünemeyiz. Aynı zamanda, mademki ülkemiz -Avrupa Birliği bağlamında vesaire vesaire alanlarında- artık küresel bir aktördür, dünya oyuncusudur, o hâlde kurumlarımızın da -bir ülkenin dünya oyuncusu olmanın anlamı budur- kurumlarının da dünya ölçeğinde söz sahibi olması lazım, güçlü olması lazım ki, o zaman, siz "dünyada ben de varım…" Sadece okullarımızda, üniversitelerimizde değil, işte, din irşadı, din hizmeti veren kurumlarımızda da biz varız. Demek ki, hem millî çerçeve içerisinde hem küresel boyutta bir vizyona sahip olmak durumundayız ki kendimize düşeni yapalım.
Bugün, dediğim gibi, biz 34 ülkede hizmet veriyoruz, 1.000'in üzerinde din görevlimiz var, 34 din müşaviri ve ataşesi düzeyinde görevlimiz var. Bunların içerisinde, hakikaten, son derece yetenekli arkadaşlarımız var. Bir tek örneğini vereyim, yolunuz düşerse lütfen uğrayın: Bugün, Fransa'da Paris'teki bizim din müşavirimiz, dinler tarihi profesörüdür, frankofondur, iyi Fransızca konuşur. Bana, en az üç beş önemli kişi… Bunlardan biri büyük bir partinin genel başkanıydı. Tesadüfen bir konferansa, bir sempozyuma katılmış. Orada bizim arkadaşlarımız, evvela Hristiyan ilahiyatçıların Hristiyanlık alanında yaptığı bilgi yanlışlıklarını düzetti: "O konsey o tarihte değildi, bu tarihteydi; o kararlar öyle alınmadı, böyle alındı." "Ne yapmışsınız, maşallah, siz öyle birini göndermişsiniz ki bizim ilahiyatçılar hakikaten Hristiyanlığı konuşurken bile çekiniyorlar." dedi.
Arkadaşlar, böyle insanları göndereceğiz ki "Biz orada varız." diyelim. Yoksa sadece… Varlık neyle oluyor? Bilgiyle oluyor, düşünceyle oluyor, başarıyla oluyor, ortaya ürün koymakla oluyor. Tabii, bu söylediklerim, bizim yapmak durumunda olduğumuz… Bunları övünerek söylemek istemiyorum. O, zaten öyle bir kuruma da yakışmaz. Biz ne kadar yaparsak o kadar azdır, bu millete ne kadar hizmet edersek, bütünleşmesine, dayanışmasına ne kadar katkı sağlarsak o bile azdır. Ama şunu da söyleyeyim: Gerçekten, Türkiye, benden biraz önce konuşan arkadaşımın uzun uzun anlattığı gibi, cumhuriyetin kuruluşuyla başlayan o serüvende çok önemli bir noktaya gelmiştir, her konuda olduğu gibi Diyanet konusunda da çok önemli bir noktaya gelmiştir. Gerçekten, bunun, tabii, teşekkür borcunu evvela kurucu iradeye, cumhuriyeti kuran iradeye… Çünkü, cumhuriyetin en temel kurumlarından biri olarak cumhuriyetle birlikte kurulmuştur zaten Diyanet. Biz bugün onun ne kadar doğru bir adım olduğunu yaşayarak gördük ve ümit ediyorum, bu başlangıç Diyanette bir kurum olarak devam edecektir, devam etmek durumundadır ve tekrar ediyorum:
Bugüne kadar, arkadaşlarım, yani Meclis olarak hepiniz, Diyanet konusunda ne geldiyse bize yardımcı oldunuz. Ben hepinize minnet ve şükranlarımı ifade ediyor, teşekkür ediyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Sayın Bakana teşekkür ediyoruz.
Şahsı adına, Samsun Milletvekili Sayın Musa Uzunkaya.
Buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)
MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben de 1434 sıra sayılı Diyanet İşleri Başkanlığı Teşkilat Kanunu'nda yapılan değişiklikle alakalı şahsım adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, bilindiği gibi, az önce Sayın Koç, çok uzun bir şekilde, Diyanetin kuruluşundan itibaren, 1924'lerden bugüne kadar, hem anayasal zeminde, 961 ve 982 Anayasalarındaki zeminini, 154'üncü ve 1982 Anayasası 136'ncı maddelerdeki Diyanet teşkilatının anayasal bir kurum olarak esas görev ve sorumluluklarını ve yine, 1979'da maalesef kadük olan, Anayasa Mahkemesine o günkü Cumhurbaşkanı tarafından bazı maddeleri iptale götürülmüş ve o günden beri de teşkilatımızın ciddi sıkıntılarla, yani ortada ciddi bir kanunun olamaması nedeniyle, yönergeler, yönetmelikler, genelgelerle yürütülüyor olması sıkıntısını bu teşkilat ve dolayısıyla hem yurt içinde hem de yurt dışında hizmet veren arkadaşlarımız ciddi boyutta çekiyorlar.
Son olarak da -biraz sonra rakamlarını vermeye çalışacağım- çeşitli ülkelerde görev yapan, gerek doğrudan din hizmeti yapan gerekse müşavir ve din ataşesi olarak çalışan Diyanet mensubu arkadaşlarımızın yargının verdiği bir karar sonucu açıkta kalması gibi bir durum ortaya çıktı. Acil olarak da böyle bir yasa getirilmiş oldu.
Şimdi, muhtemeldir ki, taşrada bizi bugün izleyen ve dinleyen, yıllardır teşkilat kanununun çıkmasını bekleyen Diyanet mensubu arkadaşlarımız "Ya, yasama yılının sonuna gelindi, keşke bu Teşkilat Kanunu -Diyanet İşleri Başkanlığının Teşkilat Kanunu- çıkarılmış olsaydı." özlemini biliyorum, her vesileyle bizimle paylaşıyorlar. Bugün de keşke böyle bir yasayı görüşme imkânımız olsaydı!
Değerli arkadaşlar -Sayın Bakanım az önce de işaret etti- bazı nedenlerle Teşkilat Kanunu gelemedi. Yani bu, doğrudan doğruya Parlamentodan kaynaklanan nedenlerle de değil. Diyanet, hakikaten büyük bir teşkilat. Özellikle Avrupa Birliği çerçevesinde Türkiye'nin en önemli sorumluluklarından birisini üstlenen kurum da Diyanet İşleri Başkanlığıdır.
Sayın Bakanın az önce söylediği Fransa'daki bir müşavirimizin veya Hollanda'daki, Almanya'daki, Belçika'daki, İtalya'daki, Avustralya'daki, Amerika'daki müşavirlerimizin veya ataşelerimizin çok yetenekli, kabiliyetli… Hem dil hem genel kültür, dinler tarihi, vizyon, misyon, temsil kabiliyeti itibarıyla. Bu dönemde İslam'ın ya Batı tarafından hiç tanınamamış olması veya tanınmaktan daha beter olanı yanlış tanınmış olmasını giderme, buradaki yetenekli, kabiliyetli, Türkiye'den gönderilecek Diyanet İşleri Başkanlığı teşkilatı mensubu olan arkadaşlarımızın sorumluluğudur. Bu bakımdan, ben, esasen sadece bu yasayla yurt dışına gidecek olan görevlilerimizi değil -hasbelkader dört yıl da yurt dışında görev yapan, Diyanette görev yapan bir kardeşinizim- bundan sonra ilahiyat fakültelerinin doğrudan doğruya bu amaca yönelik… Mademki bu ülkenin Başbakanı dinler arası diyalogda çok önemli bir misyon ve sorumluluk üstlenmiş -ki bu bizim için bir onur vesilesi- İspanya Başbakanıyla Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Batı ve Doğu kültürünü, dinler ve toplumlar arası diyaloğu oluşturabilecek siyasal bir zeminin -tırnak içinde söylüyorum- baş aktörleridir; o hâlde kültürel zeminde bunu oturtacak olan eğer öbür tarafta Papalık ve ona bağlı bir kısım birimler varsa, burada Diyanet İşleri Başkanlığı bu sorumluluğu bihakkın yerine getirebilmek zorundadır.
Bu manada ele alınacak olursa, Tevhidi Tedrisat Kanunu'na göre Diyanet kendi mensuplarını eğitme ve yetiştirme imkânına sahip değil. Bunu, Millî Eğitim, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası çerçevesinde üniversiteler veya ortaöğrenimdeki kurumlarımızla yapacağız. Yani din eğitiminin yapılacağı yer Türkiye'de mevcut yasalara ve mevzuata göre ortaöğrenimde imam-hatipler, yükseköğrenimde de bugün tek çatı altında birleşen ilahiyat fakültelerimizdir. Tabiatıyla, buralarda, hem yurt içinde hem de yurt dışında dini en iyi anlayan ve anlatabilen, dini en iyi yaşayan, yaşayarak anlatabilecek olan vizyon ve misyon sahibi, ehliyetli, liyakatli adamları yetiştirmeye ihtiyacımız var.
Bakınız değerli arkadaşlar, tam otuz dört ülkede, hâlen 7 tane müşavirimiz, tedvirle görevli 6 tane müşavirimiz, 19 tane ataşemiz, 3 tane ataşe yardımcımız ki, bunlar, toplam otuz beş ülkede görev yapıyorlar. Bakanlıklar Arası Ortak Kültür Komisyonu sınavlarından geçerek, yurt dışında şu anda görev yapan görevlilerimizin sayısı 1.018, Başkanlığın kendi imkânları ve yurt dışındaki kısaca DİTİB diye adlandırılan, Almanya'da bulunan teşkilatımızla yürütülmekte olan hizmetleri yürüten görevlilerimizin sayısı 277, toplam 1.295 görevlimiz bulunmakta.
Bugün, çoğunluğu Avrupa ülkelerinde olmak üzere, 310 adet dernek ve kuruluş, yani orada kendilerine din konusunda sadece… Değerli arkadaşlar, bunu burada ifade etmekte fayda mülahaza ediyorum, yurt dışında görevlendirilen din görevlisi arkadaşlarımızın görevi, sadece eski tabiriyle "minel bab ilel mihrap" yani kapıdan mihraba veya mihraptan caminin kapısına kadar görev yapan insanlar değildir. Onlar, âdeta, oradaki insanların yirmi dört saatinin içerisindedir. Bunu yaşayarak bilen bir kardeşinizim. Hastası olur, Türkiye'de bir kurumla yazışması gerekecektir, Türkiye'de herhangi bir sorunu vardır, ailevi bir problemi vardır; kapısını çalacağı veya kendisinin kapısını çalmasını beklediği tek kişi, oradaki din görevlisidir. Bu kadar sıcak, bu kadar candan, bu kadar sevecen, bu kadar ilişkileri yoğun, beşerî münasebetleri olgun ve seviyeli ve özellikle burada -Diyanetteki ilgili Başkan Yardımcımız da burada- bu hassasiyetleri de, seçerken, bu hassasiyetleri de mutlaka göz önünde bulundurmanız gerekir. Her zeminde olduğu gibi, bakın, Diyanette de olabilir, siyasette de var çünkü, halka tepeden bakan, seçkinci bir mantık, eğer, Diyanetin elemanlarında da varsa, bunları da elimine etmek, özellikle yurt dışında görevlendirirken bu hassasiyeti göz önünde bulundurmak da, yine, Diyanet teşkilatına aittir. Tabiatıyla, oradaki toplumun tüm sorunlarını yakından takip edebilecek yetenek, bilgi ve kabiliyetler… Çünkü, sadece cami hizmetleri cami içinde değil, din görevlisinin hizmeti, az önce arz ettiğim gibi, belki, beşikten mezara insanın hayatı içerisinde din hangi noktalarda onunla beraber olmayı düşünüyorsa, o konuda topluma rehberlik etme görevini yüklemiştir. Nitekim, 630 sayılı Diyanet Teşkilat Kanunu'nun 1'inci maddesi de toplumu din konusunda aydınlatma görevini Diyanet İşleri Başkanlığına vermiştir, dolayısıyla, din hizmetlerine vermiştir.
Geçen, bir vesileyle, bir teklifim vesilesiyle de söyledim, ne garip tecellidir ki, memleketimizde, insanlarımızın en çok yetkin ve bu alanda söz sahibi olduğunu zannettiği üç tane alan var. Bunlardan birisi Diyanettir. Din konusunda herkes kendisini ehliyetli, liyakatli görür ve herkese sorun, başlarken cümleye "Bana göre bu böyledir." diyecektir. Hâlbuki, sana göre, bana göre kavramı yoktur. Mantığınızın olabilir, ama dinin ortaya koyduğu kendi kuralları varsa, bu kurallara göre… Yani, benim mantığıma göre olabilir. Tababette de bu böyledir, siyasette de böyledir. Yani, üç alan, tababet, siyaset ve Diyanet, toplumun, en yetkin ve en rahat konuşabildiği alanlardır. Herkes bu konuda konuşur. İşin garip tarafı da, mesela, dinin emrettiği-emretmediği şeklinde tavsif edebileceğimiz veya tasnif edebileceğimiz alanlarda, arkadaşlar, üzülerek ifade etmek gerekir ki, en az Diyanet veya ilahiyatçılar konuşur. Sanatçılar konuşur, kültür erbabı konuşur, tabipler konuşur, edebiyatçılar konuşur, matematikçiler konuşur, herkes konuşur, ama belki en az…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Mesela, dinî temel, toplumda sorun teşkil ettiği ifade edilen… Ben, isimlerini de burada dahi telaffuz etmek istemiyorum. Mesela Din İşleri Yüksek Kurulu var, Diyanet İşleri Başkanlığının en önemli kurulu, en önemli organı. Bu organ niye var? Din konusunda bir sorun olursa, günün şartlarına göre meseleyle ilgili hüküm nedir… Evet, Türkiye laik bir ülkedir, ama din konusunda bilgi almak ve buna göre kendi özel hayatını tanzim etmek istiyorsa, tıpkı hasta olduğunda doktora gittiği gibi din konusunda da ilgili olan makamdan soracak. Bu, onun en tabii hakkıdır. Anayasal bir kurum ve Anayasa da bu görevi ona tevdi etmiş, ilgili kanunu da bu görevi vermiş. Hayır efendim, bakarsınız, bu konuda örneğin YÖK fetva verir -çok muteberdir ve mutlaka onun görüşü- veya bir başka kuruluş. Yani, ben YÖK'ü betahsis söylemiş olmak için demedim bunu, ama bunun gibi bir yığın kuruluş. Hâlbuki, bu mesele Diyanetin meselesidir. Çünkü, Diyanet de devletin…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Uzunkaya, son cümlelerinizi…
MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Başkanım, bitiriyorum.
BAŞKAN - Efendim, son cümlelerinizi rica ediyorum.
MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın "anayasal" diye adlandırılan, Anayasa'nın 6'ncı maddesinde tarif edilen "…anayasal kurum ve kuruluşlar eliyle yürütülür, takip edilir." denilen hizmet ve görevleri yürüten kuruluşlardan biri yargıysa, biri de, efendim, eğitimle ilgili YÖK'se, Sayıştaysa vesaireyse, din konusunda da Diyanettir. Dolayısıyla, bu meseleyi çözümlemek ve o sorunlara çözüm bulabilmek için onlar görevlendirilmiş ve kendilerine -Sayın Koç'un demin söylediği gibi- ilk Diyanet İşleri Başkanına o günkü Başbakanlık Müsteşarından 5 Türk lirası daha fazla maaş verilmiştir. İlk Diyanet İşleri Başkanı Börekçizade Rifat Bey Hoca Efendi'nin aldığı maaş 155 Türk lirasıdır, o günkü Başbakanlık Müsteşarı ve Genelkurmay Başkanının maaşı 150 Türk lirasıdır. Yani, özellikle Mustafa Kemal, Diyanet İşleri Başkanına en yüksek maaşı -az önce söylediği gibi- protokolde de en uygun yeri ve kadroyu vermiş, kırmızı plakayı vermiş. Bu vesileyle de, Sevgili Bakanım, şu Diyanet İşleri Başkanlığının da protokoldeki yerini yeniden bir belirlemeye gayret edelim.
Bunu temenni ediyor, bu yasaya tümüyle -bütün grupların destek verdiğini biliyorum, ortada kalan bir sıkıntıydı- destek veren tüm grupları ve yüce heyetinizi, aziz milletimizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Uzunkaya.
Teklifin tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Birleşime beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 18.11
ALTINCI OTURUM
Açılma Saati:18.24
BAŞKAN: Başkan Vekili İsmail ALPTEKİN
KÂTİP ÜYELER: Ahmet Gökhan SARIÇAM (Kırklareli), Yaşar TÜZÜN (Bilecik)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 117'nci Birleşiminin Altıncı Oturumunu açıyorum.
1434 sıra sayılı Kanun Teklifi'nin görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Komisyon ve Hükûmet yerinde.
Teklifin 1'inci maddesini okutuyorum:
DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI KURULUŞ VE GÖREVLERİ HAKKINDA
KANUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TEKLİFİ
MADDE 1- 22.06.1965 tarihli ve 633 sayılı Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanuna 18 inci maddeden sonra gelmek üzere aşağıdaki madde eklenmiştir.
"C) Yurt dışı teşkilatı:
MADDE 18/A- Başkanlık, 189 sayılı Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Yurtdışı Teşkilatı Hakkında Kanun Hükmünde Kararname esaslarına uygun olarak yurt dışı teşkilatı kurmaya yetkilidir.
Yurt dışı sürekli görev süresi üç yıldır, bu süre hizmetin gerektirdiği hallerde Başbakan veya ilgili bakanın onayı ile bir yıla kadar uzatılabilir. Bu hüküm müteakip yurt dışı atamalarında da uygulanır. Aynı unvanlı yurt dışı sürekli göreve en fazla iki kez atanılabilir.
Başkanlık yurt dışı teşkilatı kadrolarına sürekli görevle atanabilmek için; en az dört yıllık dini yüksek öğrenim veren fakülte veya yüksek okul mezunu olmak, Başkanlıkta vaizlik, uzmanlık, müdürlük ve üstü görevlerde veya ilahiyat fakültelerinde öğretim üyesi olarak en az üç yıl çalışmış olmak, öncelikle atanacağı ülkenin resmi dilinden veya İngilizce, Fransızca ve Almanca dillerinin birinden Kamu Personeli Yabancı Dil Bilgisi Seviye Tespit Sınavından en az (C) düzeyinde belgeye veya Üniversitelerarası Kurul Yabancı Dil Sınavından bu düzeyde bir belgeye veya bunlara denk kabul edilen ve uluslar arası geçerliliği bulunan bir belgeye sahip olmak zorunludur. Türkçe'nin ve Türk Lehçelerinin konuşulduğu ülkelere yapılacak atamalarda ise Kamu Personeli Yabancı Dil Bilgisi Seviye Tespit Sınavında Arapça dilinden en az (C) düzeyinde belgeye sahip olmak yeterlidir.
Başkanlık teşkilatında Başkan Yardımcısı, Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi, Birim Başkanı ve İl Müftüsü olanlar ile ilahiyat fakültelerinde profesör olanlar bu görevlerde toplam üç yıl çalışmış olmak şartıyla mesleki ehliyet sınavına tabi tutulmazlar. Diyanet İşleri Başkan Yardımcıları ile Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanı dışındakilerin yurt dışı temsil ve yeterliliği yapılacak mülakatla belirlenir. Sınav sonunda başarılı olanlardan öncelikle Başkanlık personelinin ataması yapılır.
Bakanlıklar Arası Ortak Kültür Komisyonu tarafından yurt dışında ilk defa görevlendirilecek din görevlileri için Yabancı Dil Bilgisi Sınavı Başkanlıkça yapılır. Ancak ikinci görevlendirmede Kamu Personeli Yabancı Dil Bilgisi Seviye Tespit Sınavından en az elli, üçüncü görevlendirmede ise en az yetmiş puan alma şartı aranır. Bu kişilerin mesleki ehliyet sınavları Başkanlıkça yapılır. Bu personel yurt dışında en çok üç kez görevlendirilebilir.
Yurt dışı teşkilatına atanacak personelin seçim esaslarına dair diğer hususlar yönetmelikle belirlenir.
BAŞKAN - Madde üzerinde Anavatan Partisi Grubu adına Mersin Milletvekili Sayın Hüseyin Güler. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
Buyurun.
ANAVATAN PARTİSİ GRUBU ADINA HÜSEYİN GÜLER (Mersin) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Değerli milletvekili arkadaşlar, Diyanet İşleri Teşkilat Kanunu üzerinde Anavatan Grubu adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Evet, biraz önce Sayın Bakanı dinleyince, sağduyulu yaklaşımını takdir ettik, ama AKP'nin icraatına bakınca, bir beş yıllık icraatıyla ciddi anlamda çelişkilerle karşı karşıya kaldığımızı gördük.
Evet, din konusu hassas. Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmamak lazım. Ben burada, yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın sorunlarını kısmen paylaşacağım sizlerle. Çünkü, yurt dışında yaşayan 5 milyona yakın insanımızın büyük bir kısmı kaderiyle baş başa bırakıldı, sadece dinî konuda değil, manevi konuda değil, örf, âdet ve gelenek konusunda değil, başta işsizlik olmak üzere birçok konuda yalnız bırakıldı.
Ben de daha önce yurt dışında çalışan bir babanın evladıydım. Ama, orada da aynı sıkıntıları yaşadık ve hâlen de yaşayan milyonlarca insanımız var. Bugün yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın en önemli sorunlarından bir tanesi, tabii ki, dinî konudaki eğitimi sadece mezhepsel boyutta değil, ülkenin tüm farklılıklarıyla kucaklayabilecek, gerek mezhepsel gerek dinsel ve gerekse ekonomik veya siyasal anlamda farklılık gösteren tüm yurttaşlarımızı kucaklayacak, eğitecek, öğretecek bir anlayışa sahip olmalı. Ama, gördüğüm kadar, bunda ciddi anlamda pratikte aksaklıklar var.
Tabii ki, Diyanet İşleri Başkanlığı, Alevisiyle, Sunisiyle, gayrimüslimiyle tüm ülkemin yurttaşlarının tüm dinî ihtiyaçlarını karşılayacak bir altyapıyı, zemini hazırlamak zorunda. Artık bilgi çağındayız, bugün sadece bilgiyi bire bir eğitim kurumlarında vermek değil, aynı zamanda İnternet çağında milyonlarca insana, hatta milyarlarca insana ulaşılabilecek bir altyapı mevcut. Bu konuda yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın kaderine baktığımız zaman, 22 Temmuzda seçim olacak, peki, ben buradan Sayın Bakana soruyorum: Oy kullanabilecekler mi o yurttaşlarımız? Hepimiz çok iyi biliyoruz, kullanamayacaklar. Onların en doğal, demokrasi dediğimiz, talebi olan seçme hakkını dahi veremezken, bugün gecikmiş olan bir adım kısmen de olsa tamamlanmış gibi görünse de, buradaki sıkıntılarını çözmekte yetersiz kalacağını hep beraber biliyoruz.
İkincisi: Tabii, yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın sıkıntılarından en önemlisi… İnsan olmanın gereği, bugün ve her geçen gün yabancı ülkelerde yabancı düşmanlığı ve ırkçılık gelişirken, Hükûmete sormak istiyorum: Ne yaptınız bugüne kadar? Yurt dışından… İşte, temmuz ayında, turizm sezonu olarak, o Kapıkule Sınır Kapısı'nda yaşadıkları izdiham, sıkıntı, ikinci sınıf vatandaş muamelesi konusunda ne öneriniz geldi? Ki, bu konuda atacağınız adım size ne getirecek?
Biz de diyoruz ki, bugün yurt dışında yaşayan vatandaşlarımız ikinci, üçüncü sınıf vatandaş muamelesi görürken neredesiniz? Orada vatandaşım devleti yanında görememekte. Bu konuda AKP'nin ciddi anlamda aksaklıkları, eksiklikleri var.
Peki, ben buradan Sayın Bakana soru sormak istiyorum: Hatırlarsınız, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine baş örtüsüyle ilgili sorun gittiğinde, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin aldığı karar sonucunda Sayın Başbakan ne dedi? "Âlimlere sormak lazım." dedi, "Diyanete değil." Peki, Sayın Bakan, neredeydiniz?
Bu ülkede eğer…
MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Diyanettekiler cahil değil, âlim onlar da, bu işin ehli hocalar.
HÜSEYİN GÜLER (Devamla) - Ee, Diyanet İşlerine soracaksın; kurumsal, bilimsel bir yuvası var.
Sayın Musa Uzunkaya, bunu benden daha iyi bilirsiniz. Bu işin kurumsal platformu varken, farklı anlamlara çekmenin, farklı mecralara mesaj vermenin bir anlamı yok ki.
Bu konuda bir sorum daha olacak: Yurt dışında dinî değerler sömürülürken, başta YİMPAŞ gibi birçok unsurlar tarafından o vatandaşımın dinî değerleri sömürülürken neredeydiniz Sayın Bakan? Bugün, YİMPAŞ kurumunun, yakında, zaman aşımı diye bir sıkıntısı var; neredeydiniz şu ana kadar? O insanların alın teri sömürülürken, emeği sömürülürken, tüm dinî değerleri, dindarlığı sömürülürken neredeydiniz? Ama, bu konulara cevap vermiyorsunuz, verme niyetiniz de kaygınız da sorununuz da yok. Sayın Başbakan o konuda da açıkladı: "Bana mı sordunuz o paraları verirken?" dedi. Ne kadar masummuş gibi görünüyor. Mazereti suçundan büyük; sanki, bu ülkenin Başbakanı, o yurttaşların Başbakanı değil de birilerinin Başbakanı gibi.
Yani, kısaca, yurt dışında yaşayan vatandaşlarımız, maalesef, üzülerek söylüyorum, sağılacak inek gibi görüldüler, sadece para göndersinler, biz yiyelim… Artık yok öyle!
Orada yaşayan insanlarımız büyük oranda işsizlikle baş başa. Çünkü, gelişen teknolojik çağın sonucunda en büyük işsizliği, başta Türk vatandaşları yaşamakta. Peki, bununla ilgili ne gibi tedbirler alıyorsunuz? Almanya'da, Hollanda'da birçok ülkede yabancı dille konuşmak, artık, yasaklanırken, vatandaşlık hakkı olan ana dilde konuşma hakkı gasbedilirken neredeydiniz? Böyle olunca, tabii ki, yaptığınız hiçbir şey yok aslında. Vatandaşa vatandaşlık duygusunu hissettirecek devlet algılaması, maalesef, zayıf. Bu konuda da beş yıldır yaşanan bir süreç kayıp yılları. Yurt dışında yaşayan vatandaşlarımız gerek dinî, gerek etnik ve gerekse siyasal farklılıkları ne olursa olsun bunlar bizim için çelişki değil, zenginliktir ve bu konuda onlara sahip çıkabilecek bir devlet anlayışı istiyoruz ve bizim siyasal duruşumuzun amacı da budur.
Yurt dışındaki vatandaşlarımızın sıkıntılarını çözebilecek, onlara iyi bir din eğitimi, akıl ve bilimin ışığında… Çünkü, İslamiyet'in ilk emri "oku"dur. Evet, yine, hem bilimsel hem pozitif ve hem de manevi ve dini boyutuyla okumak zorundayız. Bu toplum okumuyor. Okumadığı için kulaktan dolma bilgilerle… "Yarım din, insanı imandan eder" derler ve bu konuda ciddi anlamda aksayan yönler var.
Bir çarpıcı örnek daha sunmak istiyorum size: Bugün, İngiltere'de yaşayan yurttaşlarımızın akıbetini hiç merak ettiniz mi? 135 bin vatandaşımız var ve 10 bin tane vatandaşımız cezaevinde, çoğu da gayrimeşru ilişkiler… Ve orada okuyan veya orada doğan üçüncü, dördüncü nesillerin, artık, Türkiye'ye karşı bakışı değişmekte ve bu konuda ciddi anlamda vatandaşlık duygusundan yoksun yetişmekte. Aç insanın, vatanı, milleti, dini, dili olmaz ve biz onları kaderleriyle baş başa bırakırken onlara insan muamelesi göstermek bizim temel görevimiz. Eğer, biz, siyaset yapıyorsak, iddialıysak, inançlıysak, heyecanlıysak, o yurttaşlarımıza sahip çıkmak bizim görevimiz. Bunun için yapılması gereken şey, o giden büyükelçiliklerdeki tüm görevliler, sadece işin "şatafat" dediğimiz o bürokratik devlet yapısından uzak, halkın içerisine giren, sorunlarını dinleyen, onlara yaşadığı sorunlarda çare olmaya çalışan bir yapı olmalı; yani, sosyal hukuk devletinin bir gereği. Bu yüzden, Türkiye'nin üzerine düşen… Yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızla ilgili o kadar ciddi sıkıntılar var ki, dinî eğitim kısmı sadece bir boyutu, küçük bir boyutu; onun dışında diğer yaşadığı sıkıntılar had safhada.
Tabii, Türkiye'nin ve Türkiye dışında yaşayan Türk vatandaşlarıyla ilgili bu duygudaşlığı pekiştirmek ve zenginleştirmek zorundayız. Yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın her geçen gün Türkiye'ye bakışı değişirken bizim bu konuda somut bir adımımız yok maalesef. Yani, AKP Hükûmetinin yarattığı dış politikalar konusuna baktığımızda ciddi sıkıntılar var. Evet, İslamiyet bir değer. Peki, İslamiyet üzerinde yapılan, "travma" diyebileceğimiz tahribatlar karşısında ne yaptınız? İşte, Lübnan'da yaşanan sıkıntılar, acılar… Irak'ta her gün 200 Müslüman evladı birbirini öldürürken ne yaptınız, söyler misiniz? Üstelik, bu işin vizyonunu veya misyonerliğini de sizler üstlendiniz. Çünkü, bu coğrafyada etkin ve yetkin bir ülke konumundan uzaklaşıp, sadece seyirci konumuna geldik; sadece, görev verilirse bir emir eri gibi bir görev adamı olduk. Bu, Türk toplumuna yakışmıyor. Bu ülkeyi bu hâle getirdiniz ve buna itirazımız var.
Biz de diyoruz ki, bu anlamda, Türkiye'nin, dışarıda yaşayan yurttaşlarına, başta dinî, ekonomik, sosyal, örf, âdet, gelenek ve göreneklerini verebilecek bir yapının oluşması lazım.
Büyükelçilik ve konsolosluklarda, yurttaşlarımızın orada ikinci sınıf vatandaş muamelesi gördüğünü hepimiz iyi biliyoruz. Bilir misiniz, Fransa'da -biraz önce örnek verdi Sayın Bakan- hiç unutmam, geçen yıl yurt dışında Paris'te beraber olduğumuz dostlarımla orada buluşurken bir telefon geldi: "Bir yurttaşımızın cenazesi iki gündür sahipsiz…" Orada ilgilendik. Eğer parası varsa Türkiye'ye gönderilecekti; aksi takdirde, orada, sahipsizler mezarlığına, bir yıl sonra da çöplüğe… Yani, böyle sıkıntılar varken, ciddi anlamda, oradaki yurttaşlarımız kaderiyle baş başa kalırken…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
HÜSEYİN GÜLER (Devamla) - Yurttaşlarımız, böyle, kaderleriyle baş başa bırakılırken, sahipsiz bırakılırken, Sayın Dışişleri Bakanına da sorduk… Yurt dışında yaşayan vatandaşlarımıza gerekli her türlü kamu hizmeti parayla yapılmakta, nasıl Türkiye'de yapılıyorsa, orada da… Böyle bir fon kurulsun ve orada yaşayan yurttaşlarımıza sahip çıkılsın. Ama, şu ana kadar somut bir adım atılmadı, atma niyetiniz de yok. Ha, giderayak, aksayan yönlerde "palyatif" dediğimiz çözüm önerileriyle bir derece derman olmaya çalışılıyor; ama yetersiz kalınıyor ve orada yaşayan milyonlarca yurttaşımız, özellikle başta Avrupa olmak üzere… Amerika'dan örnek verdi. Evet, Amerika'daki yurttaşlarımız da aynı şekilde sıkıntılı. Çünkü, ciddi anlamda. "baskı" dediğimiz, bilinç altında, özellikle gerek dinsel ve gerekse yabancı düşmanlığı her geçen gün yurt dışında artmakta. Evet, bu dinî, bilimsel ve bu işin otoriteleri olan…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Son cümleleriniz için açıyorum efendim.
HÜSEYİN GÜLER (Devamla) - Tamamlıyorum Sayın Başkan. Teşekkür ediyorum.
… aydınlar tarafından verilmeli ve bu kanunun hayırlı, uğurlu olmasını diliyorum. İnşallah, yurt dışında yaşayan vatandaşlarımıza kısmen derman olur diye düşünüyorum. Bu dinin değerlerinin sömürülmemesine, ama sahiplenilmesine "evet" diyoruz.
Hepinize saygılar sunuyorum. (Anavatan Partisi sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Güler.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına ve şahsı adına, İstanbul Milletvekili Sayın Berhan Şimşek... (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA BERHAN ŞİMŞEK (İstanbul) - Teşekkür ederim. Sayın Başkan.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşülmekte olan kanun teklifinin 1'inci maddesi üzerine grubum ve şahsım adına söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlarım.
Bu kanun teklifiyle, 1976 yılından beri var olan Diyanet İşleri Başkanlığının yurt dışı teşkilatına hukuki dayanak kazandırılmakta ve yurt dışında görevlendirilecek personelin nitelikleri belirtilmekte ve yurt dışı teşkilatının ve personelinin temeli oluşturulmakta.
Diyanet İşleri Başkanlığı, 80 bin kişilik personeliyle ülkemizin en büyük kurumlarından biri. Daha önce konuşan hatip arkadaşlarımız da, Sayın Bakan da ifade etti; ileriki günlerde diyanet işleri teşkilatında doğru bir yapılanma, daha aktif, daha dinamik bir yapılanma, uygulanma olur diye de umut ediyoruz.
Diyanet İşleri Başkanlığına ihtiyaç duyulmasının sebebi, tekke ve zaviyelerin kapatılmasından sonra din hizmetlerini doğru, vatandaşın anlayacağı bir şekilde yerine getirmektir. Ancak, seksen üç yıllık Diyanet İşleri Başkanlığının Türkiye'de, tekke ve zaviyelerin kapatılmasından sonra kendisine verilen misyonu tam anlamıyla gerçekleştirebildiğini söylemek mümkün değil. Türkiye, maalesef, cemaatlerin, tarikatların, şeyhlerin, şıhların cirit attığı, bu tarikatların ve liderlerinin yurttaşlarımızla şeyhlik-müritlik ilişkisi içine girdikleri bir ülke hâline getirilmiştir.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye'de son günlerdeki siyasal gelişmelerin de etkisiyle, bazı demokrasi havarileri tarafından antimilitarist, ordu karşıtı düşünceler ortaya konuyor ve seslendiriliyor. Öncelikle şunu belirtmeliyim ki, Cumhuriyet Halk Partisinin, orduyu müdahaleye davet etmek, ordunun bildirisine sevinmek gibi bir düşüncesi, bir eylemi, bir çabası olmamıştır. Bu, 12 Martta da, 12 Eylül sürecinde de böyle olmuştur. Bunun böyle bilinmesinde fayda görüyorum. Cumhuriyet Halk Partisi her zaman demokrasiden yana tavrını göstermiş ve göstermeye de devam edecektir.
Buna karşın, ordunun yeminli düşmanı o demokrasi havarilerinin demokrasi konusundaki samimiyetlerini ortaya koymaları için tarikatların ve cemaatlerin sivil siyaset alanı olmadığını, tarikatlardan ve cemaatlerden beslenen siyasal hareketlerde demokrasi mücadelesi veremeyeceklerini algılamaları ve seslendirmeleri gerekir. Tarikat ve cemaatlerden beslenen siyasal partilerin, İsmailağa Camisi içerisinde işlenen cinayet sonrasında kamuoyunu nasıl yanılttıklarını hepimiz biliyoruz.
Dinin siyasete alet edildiği, siyaset kurumu ile tarikatların kucak kucağa olduğu bir ülkede demokrasi gelişemez değerli arkadaşlarım, kurumsallaşamaz, kökleşemez. Hele hele tarikat liderlerinin dizinin dibinde oturmuş olanlardan icazet alan siyasilerin demokrasiyi savunmaları, içten ve samimi değildir. Şeyhlik-müritlik ilişkisinin olduğu yerde itaat eden-itaat edilen arasında kaynağını ilahî güçten aldığı iddia olunan bir kişinin varlığı, demokrasinin önündeki en büyük engeldir değerli arkadaşlarım. O nedenle, 1924 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı kurulmuştur.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türkiye dışında yaşayan vatandaşlarımıza din hizmeti vermenin ve onları, dinden geçinenlerin, dini kullanarak siyaset, ticaret yapanların dine uygun olmayan emellerinden kurtarmanın bir yolu da Diyanet İşleri Başkanlığının yurt dışı teşkilatının sağlam temellerde kurulmasıdır. Umut ediyorum ki, geçici de olsa, bu yasa yardımcı olacaktır bu yapıya.
Geçtiğimiz yıllarda "yeşil sermaye" olarak nitelendirilen sermaye gruplarının "faizsiz kazanç" adı altında yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızdan para topladıklarını ve bu paraları geri ödemediklerini, vatandaşlarımızı, gurbetçilerimizi mağdur ettiklerini hepimiz biliyoruz. O sermaye grupları, Sermaye Piyasası Kanunu'na aykırı bir şekilde camilerde para topladıklarını kendileri itiraf etmişlerdir. O vatandaşlarımızın sorunları hâlâ çözülmedi. Dinden geçinen, dini ticarete alet eden bu sermaye gruplarının mağdur ettiği bu yurttaşlarımızın arasında evi barkı dağılan, yaban ellerde sıkıntılı günler yaşayan, intihara sürüklenen insanlarımız bulunmakta değerli arkadaşlarım.
Hükûmet, bu konuda gurbetçilerimizin sorunlarını çözmek yerine onları mağdur eden holdinglerin yöneticilerini, milletvekili, bakan, belediye başkanı yapmıştır. İsimleri burada, sanırım ki, açıklamama gerek yoktur değerli arkadaşlarım.
Sayın Başbakan, bir Almanya gezisinde, bu konudaki mağduriyetini ifade etmeye çalışan bir gurbetçi yurttaşımıza "sahtekâr" diyebilmiştir. Acaba, değerli arkadaşlarım -sizlerin vicdanınıza sesleniyorum- bu mağduriyeti dile getiren vatandaş mı sahtekârdır, yoksa kutsal mabetlerimizde, camilerimizde bu insanların dinî duygularını, inançlarını istismar ederek soyanlar mı sahtekârdır; bunu, yüce Mecliste bulunan milletvekillerimizin vicdanlarının değerlendirmesine bırakıyorum.
O nedenle, Diyanet İşleri Başkanlığının yurt dışı teşkilatının ve orada görevlendireceği personelin en öncelikli görevi, dinden geçinenlere, yurttaşlarımızın dinî inançlarını istismar edenlere karşı çıkmak ve önlem almak olmalıdır.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Diyanet İşleri Başkanlığının yurt dışı teşkilatında görevlendireceği personeli nasıl seçeceği ve kimleri görevlendireceği de gerçekten çok önemlidir. Bu kanun teklifini hazırlayan Değerli Hocam Diyanet İşleri eski Başkanı Sayın Said Yazıcıoğlu, bir açıklamasında, AB sürecinde imam-hatip mezunu imam karşısında doktoralı papazların olacağını işaret etmiştir. Sayın Yazıcıoğlu'nun ifade ettiği gibi, biz, din adamlarımızı, imamlarımızı, vaizlerimizi, müftülerimizi, müezzinlerimizi, mutlaka ama mutlaka iyi yetiştirmek mecburiyetindeyiz. Bu konuda Sayın Bakanımın da çok değerli açıklamaları oldu. Fakat, Türkiye'deki bütün eğitim meselelerini bir tarafa itip, bir tarafa bırakıp imam-hatip liselerinin sorunlarını çözmekle uğraşarak zaman geçirmiş, bu konuda tabana ve seçmene mesaj verme anlayışında olmuş bu Hükûmetten, Diyanet İşleri Başkanlığı yapmış kendi milletvekilinin ne demek istediğini, neyi anlatmaya çalıştığını algılamasını beklemek, gerçekten, abesle iştigaldir sanırım ve ayrıca, Sayın Bakanıma da, bunu algılayıp bizlere seslendiği için huzurlarınızda teşekkür ediyorum.
Değerli arkadaşlarım, imam-hatip liselerinden mezun gençlerimizi toplumun önüne, camilere gönderirsek, ilahiyatı okutmadan, sadece imam-hatip mezunu olduktan sonra camilere gönderirsek, bu tarikatların, din adına fetva veren din tüccarlarının ve hurafelerin önünü kesemeyiz. İmam-hatip lisesini okuyan çocuklarımızı imam doktor, imam hukukçu vesaireye özendireceğimize, gerçekten dinimizi, dinî bilgilerimizi… Burada fetva vermiyorum, dinin içeriğini konuşmuyorum. Sayın Uzunkaya'nın ifade ettiği gibi, "Sanatçılar da konuşur bunu." diyor; bir milletvekili, sanatçı bir milletvekili olarak işleyişin nasıl olacağını söylüyorum.
MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Sizi kastetmedim.
BERHAN ŞİMŞEK (Devamla) - İçeriğindeki fetvaları bu ülkede veremeyenler Amerika'dan, New Jersey'den buraya sesleniyorlar. Bu anlayış içerisinde de, Sayın Bakanımın ifade ettiği gibi, Avrupa'da 3 milyon insanımız var, oraya müşavirler gönderdik, fakat, Amerika'ya bir müşavir gönderemedik. Üzülmeyin Sayın Bakanım, orada, 100 müşavir olacak birisi görevini yerine getirmekte.
BAYRAM ÖZÇELİK (Burdur) - Aklını kendine sakla.
BERHAN ŞİMŞEK (Devamla) - Doktoralı papazların karşısında, dinimizi, evet arkadaşlar, insanlarımıza anlatmalıyız. Diğer semavi dinlerin, bu konudaki teoloji bilimi yapmış insanlara da İslam dininin yüce değerlerini, onlara da ifade edebilmeliyiz. O nedenle, bir eğitim reformu yapmak, imam-hatiplere giden öğrenci sayısını, ilahiyat fakültelerinin kontenjanlarını ülkemizin din adamı ihtiyacı doğrultusunda yeniden düzenlemek, imamlarımızın, müezzinlerimizin, vaizlerimizin çalışma koşullarını iyileştirmek, maaşlarını artırmak mecburiyetindeyiz. Çünkü, imam olduğu kadar veli olduğunun, aile reisi olduğunun da altını çizmek gerek. Bu maaşları yükselttiğimizde, bu maaşlar yükseldiğinde, imamlarımız, müezzinlerimiz, tarikatların kullandığı veya onların görev yaptığı camilerde Hizbullahların boyun bağıyla cinayetler, katliamlar yaptığı süreç ortadan kalkacaktır.
Evet, değerli arkadaşlarım, ancak o zaman imam-hatipler ve camiler üzerindeki arka bahçe gölgesini de ortadan kaldırabiliriz.
İBRAHİM KÖŞDERE (Çanakkale) - Değiştirin bu kafayı.
BERHAN ŞİMŞEK (Devamla) - İşte o zaman, camilerimizi, bazı siyasi partilerin il ve ilçe binaları olmaktan kurtarırız ve kutsal mabedimizde "savm, salat, hac, zekat, kelimeişehadet getirmek" anlayışıyla, minarede ezanlarımızı, birilerinin ticaret ve birilerinin siyaset anlayışının ötesinde samimiyetle kullanabiliriz. Bize, dine, insanlarımızın…
AHMET YENİ (Samsun) - Seçim yaklaştıkça iyi gidiyorsun!
BERHAN ŞİMŞEK (Devamla) - Biz ibadeti aleni yapıp, kabahati gizli olanlardan değiliz, bizim ibadetimiz gizli, kabahatlerimiz ortadadır.
AHMET YENİ (Samsun) - Yaşar Nuri'ye ihtiyaç yok artık!
BERHAN ŞİMŞEK (Devamla) - Değerli arkadaşlar, biz, dine, insanlarımızın inançlarına, imanlarına karşı değiliz ve karşı olanlara da karşıyız. Dine müdahale edilmesini istemiyoruz, ama dinden geçinenlere, dinî inançları istismar edenlere sonuna kadar karşıyız. Esas, dine müdahale, dine kötülük, dinden geçinen, dinden nemalananlar tarafından yapıldığını da bilmemizde fayda var.
Değerli arkadaşlarım, şimdi, sizlere, sizi gerçekten şaşırtacak bir bilgiyi, belgeyi sunmak ve paylaşmak istiyorum. Biraz önce Sayın Başbakan Yardımcımız Devlet Bakanı Mehmet Ali Şahin buradaydı. Kendisine bağlı Vakıflar Genel Müdürlüğü Vakıflar Meclisinin kararıyla, İzmir ili Çeşme ilçesinde bulunan tarihî kervansarayın turistik tesis olarak kullanılması amacıyla "restore et-işlet-devret" modeliyle kiralamak için bir ihale açmış. İhalenin şartnamesi hazırlanmış, ihale yapılmış ve ihaleyi kazanan firmayla da bir sözleşme, bir kira kontratı imzalanmış, ancak bütün bu belgelerde yazılan ada ve parsel numarası o kervansarayın karşısındaki beş yüz yıllık camiye ait. Yani, İzmir ili Çeşme ilçesi Musalla Mahallesi 364 ada 1 No.lu parselde bulunan taşınmazın cami olduğu, "restore et-işlet-devret" modeli çerçevesinde resmî yazışmalarda bir caminin kiralandığı ortaya çıkmıştır ve bu cami Osman Ağa Camisi'dir değerli arkadaşlar ve şirket, bunu aldıktan sonra…
RAMAZAN KERİM ÖZKAN (Burdur) - Camiyi mi satmışlar?
BERHAN ŞİMŞEK (Devamla) - Evet, camiyi kiralamışlar ve daha sonra şirket meseleyi fark ediyor ve Antalya Sahra Turizm Otelcilik diye Sayın Bakanlığa bir yazı yazıyor. Bakanlık -çok yazı yazıyor da, birini söylüyorum- inceliyor "Bakanlığımıza hitaben göndermiş olduğunuz dilekçeler, ekler ve size cevabımızı bildiriyoruz." diyor. Kim? Mehmet Ali Şahin Bey. Kim? Başbakan Yardımcımız. Kısaca: "İlgili yazı eki dilekçede belirlenen hususların incelenmesi neticesinde, söz konusu işe ait ihalenin belgesi, ihale ilanı, idari şartname ve sözleşme taşınmazın tapu kaydına ilişkin 364 ada, 1 parsel ifadesinin sehven yapıldığı anlaşılmıştır. Bununla birlikte, söz konusu dilekçede belirtilen 364 ada, 1 parsel üzerinde bir caminin bulunması sebebiyle, 'restore et-işlet-devret' modeliyle kiralanan tesisin hizmete açılmaması söz konusu değildir."
Türkiye'de ilk defa bir bakanlık, "bana yanlış yer verdiniz" demesine rağmen, camiyi, otel, kervansaray olarak kiraya vermiştir. Bunu merak eden arkadaşlara -burada dosyalar, bilgiler, belgeler vardır- takdim ederim ve maalesef, daha sonra Kamu İhale Kuruluna iptal ettirip, bu arkadaştan alıp, başkasına aynı camiyi ihale ettiler.
Evet, değerli arkadaşlarım, tabii ki, bu, şu mantıktan, şu mantaliteden geliyor: Baba baba satarak işe başlayıp, öyle bir yere geldi ki, satacak bir şey kalmadı. Herhâlde, tarihimizi, camilerimizi kiraya verme noktasına gelindi. Bu, gerçekten büyük bir acı ve üzüntü kaynağı. Sanırım, sizler de en az benim kadar üzüldünüz bu konuya. Bununla ilgilenirsiniz diye düşünüyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MUSTAFA NURİ AKBULUT (Erzurum) - Güzel bir rol yaptın gerçekten.
RAMAZAN KERİM ÖZKAN (Burdur) -Ne rolü yapıyor ya!
BERHAN ŞİMŞEK (Devamla) - Rol değil, rol değil, rol değil, belge!
RAMAZAN KERİM ÖZKAN (Burdur) - Belgeyle konuşuyor!
BERHAN ŞİMŞEK (Devamla) - Rol değil, belge!
RAMAZAN KERİM ÖZKAN (Burdur) - Rol mü yapıyor? Belgeyle konuşuyor!
BERHAN ŞİMŞEK (Devamla) - Evet, tüccar siyaset anlayışı ve bizim başından beri sizi uyardığımız liyakatsız kadrolaşma, sizi dikkatsizce, özensizce bir camiyi bile kiralayabilecek yanlışların yapılması noktasına getirmiştir.
Bu durum, Sayın Başbakanın Siirt'te okuduğu:
"Minareler süngü, kubbeler miğfer,
Camiler kışlamız, müminler asker."
Şiirinin arkasında duramadığını… Dün "Camiler kışlamız." diyordunuz; bu anlayışla, "Rotamız paradır." dediğinizi ortaya koymuştur. Bunda üzülecek bir şey yoktur değerli arkadaşlarım.
Size, bir milletvekili arkadaşınız olarak… O camileri, tarihi, ibadeti, mabetlerimizi… Liyakatsiz kadrolarla iş yaparsanız, kervansaray diye de ihale edersiniz. Bu acı biraz can mı yakıyor? Bunu size öğretiyoruz. Teşekkür etmeniz gerekirken, buradan, "rol yapıyorsun…"
MUSTAFA NURİ AKBULUT (Erzurum) - Evet, rol yapıyorsun. Evet…
BERHAN ŞİMŞEK (Devamla) - Gerçek hayat sinemadır. Herkes rolünü yapar, ama, sen biraz daha bağırırsan liste bir olabilirsin.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MUSTAFA NURİ AKBULUT (Erzurum) - İyi rol yapıyorsun, evet. İşini iyi yapıyorsun.
BAŞKAN - Sayın Şimşek, son cümlelerinizi alacağım.
BERHAN ŞİMŞEK (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Şahsı adına, Samsun Milletvekili Sayın Musa Uzunkaya, buyurun efendim.
BERHAN ŞİMŞEK (İstanbul) - Musa Bey, buyurun, belgelerini veriyorum.
MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; zannediyorum, Genel Kurul tarihinde ilk örnek, iktidar ve muhalefet birbirlerine belge vererek konuşmak istiyorlar. Ben şimdi bu belgenin mahiyetini pek fazla dinleyemedim Sayın Berhan. Yalnız, ben, 1'inci madde üzerinde şahsen görüşlerimi ifade etmek için huzurlarınızdayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, bu yasanın, tabii, getirdiği en önemli hüküm, yurt dışındaki din görevlisi arkadaşlarımızın, görev yapmakta olduğu ülkelerdeki hizmetlerinin mahiyetini belirlemek değil. Bir kere, bu yasanın niçin geldiğini iyi bilmek lazım. Bu yasa, bir yasal zorunluluktan geldi. Bugünkü tartışmakta olduğumuz, 1434 sıra sayılı Kanun Teklifi'nin geliş nedeni bu. Bir yargı kararı sonucu, demin saydığım bin küsur yurt dışında görev yapan personelimiz ile onların idarecileri durumunda olan arkadaşlarımızın, yani, müşavir ve ataşelerimizin sıkıntılarını, açıkta kalma durumlarını gidermek için, bir anlamda, tabir yerindeyse, teşkilat kanununun birçok maddesi 1979'dan beri kadüktü, ama, son, geçtiğimiz hafta yargının verdiği bir kararla da Diyanet İşleri Başkanlığının fiilen yurt dışında var olan, az önce arz ettiğim, 34 ülkede 1.300 civarında personel ve hâlen de 300 civarında yeni taleplerin olduğu ve mutlaka, az önce ANAP sözcüsü arkadaşımın dediği gibi, oradaki sosyal dokuyu, toplumsal yarayı, ailevi sorunları, Türkiye'ye nispetle daha da artabilen o sorunları çözmede çok önemli fonksiyonlar icra eden bu arkadaşlarımızın gidiş-geliş ve özellikle idari olarak, mevzuat olarak sorunlarının giderilmesidir. Oradaki hizmetler veya buradaki faaliyetler, Diyanetin hizmetleri bir başka vesileyle eleştirilebilir, takdir edilebilir. Elbette, Diyanet İşleri Başkanlığı teşkilat olarak fevkalade güçlü, Türkiye içinde ve Türkiye dışında 80 bini aşan bir personelle -ki, esasen Türkiye nüfusu göz önünde bulundurulursa- ve demin söylediğim 34 ülkede takriben 6 milyondan fazla sadece kendi vatandaşı, ama, soydaş ülkelerde sadece kendi vatandaşına değil, aynı zamanda Türk cumhuriyetleri diye adlandırdığımız bu coğrafyada milyonlarca dindaşımız olan soydaşlarımızın din konusundaki taleplerini de giderme bakımından bu personelin mutlaka burada en verimli şekilde hizmet verebilir hâle gelmesi lazım. Bunda iktidarıyla muhalefetiyle hiçbir sorunumuz yok ve bu konuda da muhalefet sözcüsü arkadaşlarıma da teşekkür ediyorum. Hepsi bu konuda katkı sağlamakta olduklarını ifade ettiler. Kaldı ki, Diyanet İşleri Başkanlığı, arkadaşlar, mesela, sadece bir organizasyonla ilgili bilgiyi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Bugün, yanılmıyorsam, bu saat itibarıyla hacca gidecek hacı adaylarımızın kuraları çekildi, öyle mi Başkanım? Tabii, keşke, gönül temenni ederdi ki, arzu ederdi ki, kuraya tabi olmadan, bütün insanlarımız müracaat etsin ve rahatlıkla, mali imkânları var ise gitsinler.
Hac için, malum, dini açıdan iki tane önemli farklı şart var diğer İslami şartların yanında: Servet ve sıhhat. Ola ki gelecek sene sıhhatini, bir sonraki sene de servetini kaybedebilir, hacca gidebilecek imkân elinden gidebilir. Keşke, müracaat ettiği sene hacca da gidebilse. Ama Suud'un imkânları, oradaki fiziki imkânlar buna cevaz vermiyor.
Değerli arkadaşlar, o kadar ciddi organizasyonlar, bu arada ekonomik olarak da Türkiye'nin nereye geldiğini… Hani zaman zaman muhalefet eleştiriyor, Sayın Başbakanın "Nereden nereye." dediği zaman ben size bir nereden nereye tablosu göstereyim. 1980'de ilk defa hacca giden bir arkadaşınızım görevli olarak. Giresun ve Rize ilinden, 1980 yılında, 12 Eylülden on altı gün sonra, 28 Eylülde hareket ettik. İki ilden altı otobüslük bir kafile ancak olabildi. Şu anda Türkiye'nin imkânları, bu sene -80'den 2007'ye, tabii, sene sene artış- hacca müracaat edenlerin sayısı nedir biliyor musunuz arkadaşlar? 650 bin ve geçen senenin 3 katı. Yaş ortalaması ellilere gelmiş ve çok da enteresan bir şey söyleyeyim, hanımlar açısından çok daha dikkat çekici…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Sayın Başkanım, bitiriyorum.
Yaş ortalaması elli civarına gelmiş ve hacca müracaat edenlerin yüzde 51 küsuru, yani, yüzde 52'si bayan, yüzde 48'i erkek. Tıpkı, nüfusa paralel de bir yapılanma.
Dolayısıyla, Türkiye'nin, eğer, 2007 yılında hacca müracaat eden fertleri 2,5-3 kata çıkmış ve hacca gidenler de toplumun genellikle orta tabakası dediğimiz, yani, belli imkânlara sahip olanları ise Türkiye'nin ekonomik olarak -değerler açısından bir tarafa ama- nereye geldiğini ve bu konuda da Diyanetin sağladığı hizmet ve imkânların bu konuda toplumumuzu hangi noktada hac seyahati ve ibadetine hizmet sağladığını görme bakımından önemlidir. Kaldı ki, yurt dışındaki görevlilerimiz aynı zamanda bu hac organizasyonunda da yeterli şekilde hizmetlerini ifa edebilmekte, sosyal açıdan mevcut olan yaraların giderilmesi, çözümlenmesi konusunda da, deminki maddede geneli üzerinde söylediğim gibi, din görevlisi sadece din hizmeti amacıyla değil…
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Uzunkaya, lütfen konuşmanızı tamamlayın.
MUSA UZUNKAYA (Devamla) - …her alanda toplumun yurt dışındaki sorunlarına çözüm üreten âdeta bir tabibi hazık dediğimiz, her alanda sıkıntısına çözüm üretmesi gereken bir uzman hüviyetindedir. Bu vasıfta insanlar gönderiliyor ve gönderilmelidir. Temennilerimi ifade ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Uzunkaya.
Madde üzerinde konuşmalar tamamlanmıştır.
İki önerge var.
İlk önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 1434 sıra sayılı Kanun Teklifinin çerçeve 1. maddesine bağlı 18/A maddesinin 3. fıkrasındaki; "…Türkçenin ve Türk Lehçelerinin konuşulduğu ülkelere yapılacak atamalarda ise" ibaresinden sonra gelen ibarenin "Herhangi bir yabancı dil şartı aranmaz" şeklinde değişikliğinin yapılmasını arz ve teklif ederiz.
|
Musa Uzunkaya
|
Ahmet Çağlayan
|
Ahmet Gökhan Sarıçam
|
|
Samsun
|
Uşak
|
Kırklareli
|
|
Recep Garip
|
İsmail Bilen
|
Zülfü Demirbağ
|
|
Adana
|
Manisa
|
Elâzığ
|
|
Ünal Kacır
|
Alaettin Güven
|
Ahmet Rıza Acar
|
|
İstanbul
|
Kütahya
|
Aydın
|
|
|
Fikret Badazlı
|
|
|
|
|
|
BAŞKAN - Diğer önergeyi okutuyorum, işleme alacağım:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 1434 sıra sayılı Kanun Teklifi'nin çerçeve 1.nci maddesine bağlı 18/A maddesinin 3'üncü fıkrasındaki "yüksek okul mezunu olmak" ifadesinden sonra gelen "başkanlıkta" kelimesinin "Başkanlık teşkilatında" olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
|
Musa Uzunkaya
|
Alaettin Güven
|
Cüneyit Karabıyık
|
|
|
Kütahya
|
Van
|
|
Ahmet Çağlayan
|
Zülfü Demirbağ
|
İsmail Bilen
|
|
Uşak
|
Elâzığ
|
Manisa
|
|
|
Recep Garip
|
|
|
|
Adana
|
|
BAŞKAN - Sayın Komisyon önergeye katılıyor mu?
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI TAYYAR ALTIKULAÇ (İstanbul) - Redaksiyon niteliğinde görmekle birlikte olumlu görüşle takdire bırakıyoruz.
BAŞKAN - Sayın Hükûmet katılıyor mu?
DEVLET BAKANI MEHMET AYDIN (İzmir) - Katılıyoruz efendim.
BAŞKAN - Katılıyorsunuz.
Gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe: Kavramlara açıklık getirilmesi ve anlam bütünlüğü sağlanması içindir.
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmiştir.
İkinci önergeyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 1434 sıra sayılı Kanun Teklifinin çerçeve 1. maddesine bağlı 18/A maddesinin 3'üncü fıkrasındaki "…Türkçenin ve Tük Lehçelerinin konuşulduğu ülkelere yapılacak atamalarda ise" ibaresinden sonra gelen ibarenin "Herhangi bir yabancı dil şartı aranmaz" şeklinde değişikliğinin yapılmasını arz ve teklif ederiz.
Musa Uzunkaya (Samsun) ve arkadaşları
BAŞKAN - Sayın Komisyon katılıyor mu?
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI TAYYAR ALTIKULAÇ (İstanbul) - Takdire bırakıyoruz efendim.
BAŞKAN - Sayın Hükûmet katılıyor mu?
DEVLET BAKANI MEHMET AYDIN (İzmir) - Katılıyoruz efendim.
BAŞKAN - Evet, gerekçeyi okutuyorum:
Gerekçe:
Türk cumhuriyetlerine gidecek görevlilerinin, kendi dilleriyle anlaşabilmesi mümkün din hizmeti verecek düzeyde de Arapça bilgisine vukufiyyetleri söz konusu olduğundan, ayrıca bir dil seviye tespit belgesine ihtiyaç olmadığı için bu değişiklik talep edilmiştir.
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, gerekçesini dinlediğiniz önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
Şimdi, maddeyi kabul edilen her iki önerge doğrultusunda oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.
Diğer maddeyi okutuyorum:
MADDE 2- 633 sayılı Kanuna aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.
"GEÇİCİ MADDE 12- Bu Kanunun yayımı tarihinde kurulmuş ve faaliyette bulunan Diyanet İşleri Başkanlığı yurt dışı teşkilatı görevine devam eder."
BAŞKAN - Madde üzerinde Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya, şahsı adına.
MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Konuşmayacağım.
BAŞKAN - Konuşmuyor.
Madde üzerinde bir önerge var, okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan 1434 sıra sayılı Kanun Teklifi'nin 2 nci maddesine bağlı geçici 12 nci maddenin hükmünün "Bu Kanunun yürürlük tarihinde kurulmuş ve faaliyette bulunan Diyanet İşleri Başkanlığı yurtdışı teşkilatı bu kanuna göre kurulmuş sayılır ve hâlen görevde bulunan personel görev süreleri tamamlanıncaya kadar görevlerine devam ederler. Daha önce yurtdışı görevlerinde bulunmuş olanlar ile halen yurtdışı görevlerinde bulunanların görev süreleri, bu kanunun 18/A maddesinin 2'nci ve 5'inci fıkralarındaki sürelerden mahsup edilir" şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
|
Musa Uzunkaya
|
Ahmet Çağlayan
|
İsmail Bilen
|
|
Samsun
|
Uşak
|
Manisa
|
|
Recep Garip
|
A. Rıza Acar
|
Fikret Badazlı
|
|
Adana
|
Aydın
|
Antalya
|
|
|
Alaettin Güven
|
|
|
|
Kütahya
|
|
BAŞKAN - Sayın Komisyon, katılıyor mu?
MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI TAYYAR ALTIKULAÇ (İstanbul) - Katılmıyoruz Sayın Başkanım.
BAŞKAN - Sayın Hükûmet?
DEVLET BAKANI MEHMET AYDIN (İzmir) - Katılmıyoruz efendim.
BAŞKAN - Hükûmetin ve Komisyonun olumsuz görüş bildirdiği bu önergenin gerekçesini, Sayın Uzunkaya, okutayım mı?
MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Ben, kısa bir açıklama yapabilir miyim Sayın Başkanım?
BAŞKAN - Buyurun.
MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; esasen, Sayın Komisyon Başkanımızın katıldığını zannettiğim, ama… Belki bir redaksiyon talebinde bulunabilirdi kanaatimce yukarıdaki ifadeyle ilgili. Az önce Hocamla tam bir mutabakata varamadık.
Ama bizim burada esas amacımız şu: Hâlen yurt dışında görev yapan Diyanet mensubu arkadaşlarımız var. Bu görevleri yapan birisiyim ve Teşkilatımızın bu konuda da, açık olarak söylüyorum, bir sıkıntısı var. Nedir o? Ankara'da olanlar güneşe yakın, ısınıyorlar, taşrada olanlar da soğuktan donuyorlar. Hakkâri'de müftü, Şemdinli'de müftü, Edirne'de müftü veya yetenekleri itibarıyla çok kabiliyetli arkadaşımız, bugüne kadar bu imkândan… Yurt dışına gitmek hem bir hizmettir, hem de aynı zamanda yurt dışını, dünyayı tanımak için bir imkân ve fırsattır. Bunu hepimiz kamuda görev yaparken arzu ederiz. Tabiatıyla bu arkadaşlarımızın… Daha önce yurt dışına giden arkadaşlarımız bir veya iki defa gitmiş.
Biz, burada, önergemizde diyoruz ki: Mesela, Almanya'da bir görevli arkadaşımız var, ikinci defa gitmiş, ateşedir -misal olarak ben Almanya'yı diyorum; bu, Hollanda olabilir, Fransa olabilir, Belçika olabilir- hâlen orada görevli, daha önce de bir defa gitmiş. Şimdi bu yasayla iki defa daha kendine hak mı veriyoruz, yoksa, bir defa gitmişse bir defa daha hakkı mı var diyoruz? Biz diyoruz ki, bir hakkaniyet oluşsun. Neticede bu hizmetler süreli, ömürler de süreli. Yeni bir arkadaşımız da yetenekleri, kabiliyetleri bu sınavlardan geçebilecekse, yeni bir arkadaşımız da yurt dışına gitsin, hem tecrübesini hem bilgisini geliştirsin hem de hizmeti artsın.
MÜCAHİT DALOĞLU (Erzurum) - Güzel bir şey, doğru.
MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Önergemizin temel amacı bu. Yani, hâlen üç defa gitmiş… "Ben, Diyanette çalışan birisiyim -ve bu, taşranın ciddi bir üzüntüsüne sebeptir- benim günahım, Hakkâri'de beklemek mi? Bingöl'de, Tunceli'de senelerce müftülük yapmak mı? Ben de bu bilgimi orada gidip artırmak istiyorum. Hizmet etmek istiyorum -tırnak içi söylüyorum- efendim bir imkânsa, bu imkândan ben de sınavlara göre yararlanmak istiyorum." Ve üç defa gitmiş -geçmiş dönemlerde maalesef olmuştur bu- dört defa yurt dışına -istenirse, tespiti de mümkündür- giden Diyanetten görevli arkadaşlarımız oldu. Gitsinler, ama yeni arkadaşlarımıza da fırsat doğsun dedik.
Dolayısıyla, bizim buradaki önerimiz, bu yasayla beraber diyoruz ki, daha önce yurt dışı görevlerinde bulunmuş olanlar ile hâlen yurt dışı görevlerinde bulunanların görev süreleri, bu kanunun 18/A maddesinin ikinci ve beşinci fıkralarındaki -yani, gerek üst düzey görev, beşinci fıkradaki gerekse sadece cami görevlileri için- sürelerden mahsup edilir. Kullandıkları süreler buradan çıkarılır, buna göre yeni hak doğar. Yani, yeniden gidecek olan arkadaşlarla, gitmiş olan arkadaşlarımız arasında bir muvazene, denge olsun, bir adalet, bir tesanüt hukuku doğsun diye bu önergemizi verdik.
Takdirlerinize arz ederim. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz.
DEVLET BAKANI MEHMET AYDIN (İzmir) - Sayın Başkan…
BAŞKAN - Hükûmet mi açıklama yapmak istiyor efendim?
DEVLET BAKANI MEHMET AYDIN (İzmir) - Evet efendim.
Bu, zaten elimizdeki metin, esasında, bu mahzuru giderecek nitelikte düşünülerek bu metin böyle kaleme alınmış. Onun için…
MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Hocam ifade orada açık değil.
BAŞKAN - Önergeye ihtiyaç yok diyorsunuz?
DEVLET BAKANI MEHMET AYDIN (İzmir) - Önergeye ihtiyaç yok.
BAŞKAN - Şimdi gerekçesini dinlediğiniz ve Hükûmetin de, Sayın Bakanın da açıklama yaptığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…
MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Amaç tahakkuk ediyorsa, o zaman kabul edelim, ne fark eder ki!
BAŞKAN - Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmiştir.
Şimdi, bu maddeyi, kabul edilen önerge doğrultusunda oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.
3'üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 3- Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
BAŞKAN - Madde üzerinde, Sayın Uzunkaya, söz istemişsiniz.
MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Konuşmayacağım Sayın Başkan.
BAŞKAN - Vazgeçiyorsunuz, teşekkür ederim.
Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
4'üncü maddeyi okutuyorum:
MADDE 4 - Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu Yürütür.
BAŞKAN - Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…Kabul edilmiştir.
Şimdi, teklifin tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Teklif, kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır, hayırlı olmasını diliyorum.
8'inci sırada yer alan, Kastamonu Milletvekili Hakkı Köylü'nün; Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu'nun görüşmelerine başlıyoruz.
Plan ve Bütçe Komisyonu?
Birleşime beş dakika ara veriyorum.
Kapanma Saati: 19.15
YEDİNCİ OTURUM
Açılma Saati:19.24
BAŞKAN: Başkan Vekili İsmail ALPTEKİN
KÂTİP ÜYELER: Ahmet Gökhan SARIÇAM (Kırklareli), Yaşar TÜZÜN (Bilecik)
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 117'nci Birleşiminin Yedinci Oturumunu açıyorum.
8'inci sırada yer alan Kastamonu Milletvekili Hakkı Köylü'nün, Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu'nun görüşmelerine başlıyoruz.
IV. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
8.- Kastamonu Milletvekili Hakkı Köylü'nün; Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/1020) (S. Sayısı: 1432) (x)
BAŞKAN - Komisyon ve Hükûmet yerinde
Komisyon raporu 1432 sıra sayıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Teklifin tümü üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İzmir Milletvekili Sayın Bülent Baratalı.
Buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA BÜLENT BARATALI (İzmir) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Kastamonu Milletvekili Hakkı Köylü'nün, Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi'nin tümü üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşlerini aktarmak için söz almış bulunmaktayım. Bu nedenle, Sayın Başkan sizi ve yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz teklif, bir torba kanundur. Plan ve Bütçe Komisyonuna 5 madde olarak gelen bu torba kanun, Plan ve Bütçe Komisyonunda 16 madde olarak görüşülmüş ve kabul edilmiştir. Torba kanunlar, bu dönemin, 22'nci Dönemin bir klasiği hâline gelmiş bulunmaktadır. Bakınız, bu kanun, tam 10 kanunda değişiklik yapmaktadır, hem de önemli değişiklikler yapmaktadır. O nedenle, beş yıldır sürdürülen bu yöntemi, kanun yapma tekniği açısından çok olumlu bulmadığımızı ifade etmek istiyorum. Umuyorum, diliyorum, bundan sonra, yeni dönemde, kanunlar daha da iyi hazırlanarak ve geniş bir araştırma sonucu, geniş bir katılımla, daha da düzgün bir şekilde Genel Kurulun ve komisyonların önüne gelir. Başbakanlıktan gelen tasarılar ve teklifler, komisyonlara da çok iyi hazırlanmadan gelmektedir; ancak, komisyonlarda -ben Plan ve Bütçe Komisyonu üyesi olarak söylüyorum- önemli ölçüde, bizlerin de yardımıyla biraz daha düzelerek Genel Kurulun önüne gelmektedir. O nedenle, bu kanunun tümüne karşı değiliz, onu burada ifade etmeye çalışıyorum ama, ayrışık oy olarak, öncelikle, torba kanunu karşı olduğumuzu ifade etmek istiyorum. Bu, torba kanun da değil artık, Ege'deki deyimiyle bu çuval, hatta çuvalı da geçen büyük hararlar vardır, harar kanun hâline gelmiş bulunmaktadır.
Az önce söylediğim gibi, 10 kanunda bu torba kanunla değişiklik yapılmaktadır.
Yine, 16/5/1991 tarihli 3717 sayılı Adli Personel ile Devlet Davalarını Takip Edenlere Yol Gideri ve Tazminat Verilmesi ile 492 sayılı Harçlar Kanununun Bir Maddesinin Yürürlükten Kaldırılması Hakkında Kanun'un bir maddesi de bu kanunla değişmektedir.
Yol tazminatı olarak ödenen akçalı tutarların çeşitli şekilde yüzde olarak değerlendirilmesine biz de itiraz etmiyoruz. Mümkün olduğu kadar fazla insanlara verilebilir bu tutarlar. Ancak, hazine avukatlarının yaptıkları işler ve ürettikleri emek gereği bu kanun ile daha önceki kanuna dayanarak aldıkları ücretler, ödenekler, tazminatlar çok azalmaktadır. Sadece bu bölümüne itiraz ediyoruz.
(x) 1432 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.
Maliye, daha doğrusu hazine, daha fazla ödeme yapmalıydı, bazı yardımcı personel daha da fazla almalıydı. Bu fazla alma, hazine avukatlarının payından değil, hazinenin ek olarak tahsis ettiği yeni paylardan olmalıydı diye düşünüyoruz ve bu düzenlemenin hazine avukatları açısından adaletli olmadığını düşünüyoruz.
Diğeri, hazine taşınmazları ile Vakıflar Genel Müdürlüğüne ait taşınmazların trampasında, uygulamadaki sorunları aşmak amacıyla, rayiç bedel yerine harca esas değerin esas alınmasına yönelik düzenlemede, araziler yönünden trampaya değer rayiç bedel olarak muhafaza edilmeli diye de düşünüyoruz. Bu da bizim ayrışık olarak saydığımız üçüncü maddedir.
Bu kanunla 3717 sayılı Kanun, 5271 sayılı Kanun, 4706 sayılı Kanun, 190 sayılı Kanun Hükmündeki Kararname, 3201 sayılı Emniyet Teşkilatı Kanunu, 132 sayılı Türk Standartları Enstitüsü Kanunu, 178 sayılı Maliye Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkındaki Kanun, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu, 375 sayılı Kanun Hükmündeki Kararname, 5458 sayılı sosyal güvenlik primleriyle ilgili Kanun'un bazı maddeleri değişikliğe uğramaktadır. Yine ayrıca, 4688 sayılı Kanun'la düzenlenen toplu sözleşmelerin yapılması hakkındaki düzenleme de, önümüzdeki seçimler nedeniyle, seçimden sonra, iki ay sonraya ertelenmektedir. Bunu da doğru bulmuyoruz. Devletin bir devamlılığı vardır, bu devamlılık içinde bunlar da yapılmalıdır diye düşünüyoruz.
Şimdi, söz, hazine avukatlarından ve adaletten açılmışken Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; elli yılda bir gelen bir tek parti iktidarı, beş yılı değerlendiremedi diye düşünüyoruz. Bakınız, ülkemizde bir adalet reformu yapılamamıştır. Erişilebilir, süratli adalet hizmeti için gerekenler yapılamamıştır. Çağa uydurulması gereken ve yenilenmesi gereken kanunlar yapılamamıştır. Bakınız, temel kanunlardan İcra İflas Kanunu, Borçlar Kanunu, Ticaret Kanunu, Tebligat Kanunu gibi kanunlar yenilenmemiş ve gelişen teknolojiye uydurulamamıştır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hâlâ daha, Tebligat Kanunu'nda, at sırtında gitme mesafesi ve süresi olarak hesaplanan süreler geçerli bulunmaktadır. Oysa, haberleşmede ne kadar yeni tekniklerin kullanıldığını hep beraber bilmekteyiz. Bu kanunlardan Ticaret Kanunu'na başlanmıştır ama, maalesef süre dolduğu için bu da yapılamamıştır.
Bakın, Borçlar Kanunu değişememiştir. Bir kriz dönemi sonrası değişmesi gereken İcra İflas Kanunu değişememiştir.
Yine davalar çok uzun sürmekte ve tarafları bıktırmaktadır. Yargıda iş yükü olağanüstü artmıştır.
Sayın Adalet Bakanının bizden ve Genel Kuruldan istediği daha sonra, bütün kadroları kendisine hiçbir itiraz ileri sürülmeksizin tahsis edilmiştir. Plan ve Bütçe Komisyonunda 10 bin yeni adalet kadrosu ihdas edilmiş, Genel Kuruldan da bu geçmiş ama, maalesef, yargıdaki yargı personelinin eksikliği, bırakın diğer yardımcı personeli, hâkim ve savcı olarak bariz şekilde devam etmektedir. Bu nedenle, bu sene devreye girmesi beklenen istinaf mahkemeleri, adalet istinaf mahkemeleri de, sanıyorum, ilk yerde bile açılamayacaktır.
Yine, İktidarın yaptığı en önemli hatalardan biri bence de, yüksek yargının çeşitli yerlerinde boşalan, yani, Yargıtayda, Danıştayda ve Sayıştayı da bir yerde, yine, bir yargı mahkemesi olarak düşünürsek, buralardaki yüksek yargı açıkları zamanında giderilememiştir. Sadece Yargıtayda bugün itibarıyla hiç dava gelmediğini kabul etsek bile biriken, teraküm etmiş bulunan dava dosyası sayısı, sıkı bir çalışmayla, dört yıl gibi bir zaman içinde ancak bitirilebilecektir. Bu ortada iken, İktidar, buralara yeni atama yapılabilecek seçimi de başlatmamıştır. Cumhuriyet Halk Partisinin girişimiyle bu yapılabilmiş ve geçtiğimiz günlerde Yargıtaydaki seçimler de yapılmış ve oradaki boşluklar da doldurulmuştur.
Yine, yargıdan açılmışken değerli arkadaşlar, şimdi, Anayasa'mıza göre, yargı, Türk milleti adına karar veriyor. Yargılaması devam eden konularda, Anayasa'mıza göre, hiç kimsenin görüş bildirmemesi ve hatta tavsiyede bulunmaması gerekmektedir. Ama, yargılaması biten, eski deyimiyle kaziyei muhkeme hâline gelmiş olan kararları da eleştirirken çok dikkatli olmalıyız değerli arkadaşlar. Bakınız, titri ve isminin başındaki sıfatı ne olursa olsun, mahkeme kararlarını eleştirenler saygı sınırını aşmamalı ve beyanları hakaret içermemelidir. Yapılan eleştiriler anayasal çerçeveyi aşmamalıdır. Yine, yapılan eleştiriler, eleştiri sınırları içinde kalmalı ve yargı bağımsızlığı çiğnenmemelidir. Yine, titri ve isminin başındaki sıfatı ne olursa olsun, bütün Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları, vatandaşları bu eleştirileri yaparken yargıyı hedef göstermemelidir. Bundan önce bir kez -bir sene önce- bir yargı hedef gösterildi, maalesef yüksek bir yargı mensubunu şehit olarak verdik.
Ben, yine söylüyorum -herkes için geçerli, hepimiz için geçerli- bu eleştiriler yapılabilir, kaziyei muhkeme hâline gelen kararlar tartışılabilir, beğenirsiniz, beğenmezsiniz, işinize gelir, gelmez, ama bunları yaparken en azından saygı sınırı, anayasal sınır içinde kalmalı ve yargımız, bidayet mahkemelerinden başlamak üzere, yüksek yargımız asla hedef gösterilmemelidir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; torba kanunda önemli değişiklikler var, çoğu devlet personelinin, kamu personelinin hakları iyileştiriliyor, dereceleri yükseltiliyor, bazı yerlerde de yeni tanımlar getiriliyor. Özellikle, otuz yıldır bu yasayı bekleyen önemli bir yardımcı hizmet sınıfımız var, bunlar mahalle bekçileri; bunlar, mahallemizde özellikle geceleri sükûnu sağlayan, güvenliği sağlayan çok değerli bizim çalışan insanlarımız, fedakâr insanlar, yaptıkları görevler nedeniyle zaman zaman canlarından oluyorlar, şehitler, geride dullar bırakıyorlar. Bu insanlarımızın, bu kanunla önemli bir şekilde beklentileri düzeltiliyor. Biz de bu kanunu sonuna kadar destekliyoruz.
Nedir bu beklentileri: Bir defa, 657 sayılı Yasa'da yeni bir unvan, yeni bir sınıf üretiliyor, bunlar yardımcı hizmetler sınıfından emniyet hizmetleri sınıfına geçiyorlar. Bu nedenle, biz, Cumhuriyet Halk Partisi olarak, 3201 sayılı ve 1937 tarihli Emniyet Teşkilatı Kanunu'nun ek 21'inci maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinde yer alan "Yardımcı hizmetler sınıfına" ibaresinin "Emniyet Hizmetleri Sınıfına" şeklinde değiştirilmesini yürekten olarak destekliyoruz. Bu arkadaşlarımızın otuz yıldır bekledikleri ve bazılarının da göremedikleri bu yeni unvanın kendilerine iyilikler getirmesini diliyorum, hayırlı olmasını diliyorum. Sonuna kadar destekliyoruz.
Yine bu 3201 sayılı Kanun'da tekrar, yeniden bir değişiklik yapan bu maddeyi kabul ediyoruz ve yine 1965 tarihli 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nda da buna benzer bir düzenlemenin yapılması gerekirdi, 9'uncu maddede de bu düzenlemeyi yapıyoruz değerli arkadaşlar.
Yine bunun 11'inci fıkrasında "Çarşı ve Mahalle bekçileri için % 72'sine" gibi bir ibare kullanıyoruz. Emniyet hizmetleri tazminatında da kendilerinin haklı olduğunu buradan ifade ediyorum ve desteklerimizi ifade ediyorum değerli arkadaşlar.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; son söz olarak da 1965 tarihinden itibaren biz Devlet Memurları Kanunu'nu değiştiremedik. Hukukçu olan arkadaşlar bilirler, ilgili arkadaşlar bilirler, değişmelerden dolayı 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun aslı kaybolmuş vaziyettedir. Biz beklerdik ki, tek başına gelmiş bir iktidarın devlet personel rejimini düzenlemeye gücü olsun. Ama az önce söylediğim gibi, tek başına gelmiş ve -elli yılda- bu olanağı sağlamış olan AKP İktidarı, Borçlar Kanunu'nu değiştirememiştir, Ticaret Kanunu'nu değiştirememiştir, İcra ve İflas Kanunu'nu değiştirememiştir, Tebligat Kanunu'nu değiştirememiştir ve maalesef, hazırlıklara rağmen de, hazırlıklara karşın da, 657 sayılı Devlet Personel Kanunu'nu değiştirememiştir.
Bakınız, bizler, çoğu arkadaşımız, buradan geçip de sıra sayısı almasına karşın, astsubaylarımız hakkında da önemli teklifler verdik. Bunlar sıra sayılarını aldılar. Astsubaylarımızın mali haklarını düzenleyen, onları üstsubay sınıfına yükselten tasarıları da, burada sıra sayısı almasına karşın, maalesef, Genel Kurula getiremedik. Ben, buradan, onlar için de haklılıklarını belirtiyorum. Astsubay arkadaşlarımızın da bu mağduriyetleri giderilememiştir. Sanıyorum, yarın görüşeceğimiz kanunun devamında, emniyet hizmetleri sınıfındaki tazminatlar yükselirken, umuyorum, diliyorum, bizim vereceğimiz bir önerge sonunda da, astsubay arkadaşlarımızın da bu sıkıntıları sona erer, haklı taleplerini karşılarız. 22'nci Dönem biterken, sayın milletvekillerimiz, astsubay arkadaşlarımızın da mali durumlarını iyileştirir, onların sınıflarını da, özellikle kademeli başçavuşlarımızın durumlarını da yarbay düzeyine yükseltir diye düşünüyorum.
Bu düşüncelerle, buna, özellikle mahalle bekçileri konusu başta olmak üzere, olumlu baktığımızı ifade ediyor, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Teşekkür ederim. (Alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Baratalı.
AK Parti Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Alaattin Büyükkaya… Yok.
Şahsı adına, Eskişehir Milletvekili Sayın Muharrem Tozçöken.
Buyurun.
MUHARREM TOZÇÖKEN (Eskişehir) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; 1432 sıra sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Teklif hakkında şahsım adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyeti saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; benim de içinde bulunduğum teklif, çarşı ve mahalle bekçilerimizi ilgilendiren konu dâhil, yedi ayrı konuyu düzenlemiş bulunmaktadır. Ben, özellikle, emniyet teşkilatı ve çarşı ve mahalle bekçileri hakkında, bu konuyla ilgili sizleri bir nebze bilgilendirmeye çalışacağım.
Sayın Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım; çarşı ve mahalle bekçileri konusuna geçmeden önce, emniyet teşkilatının üzerinde -sorunlarıyla ilgili olarak- durmak istiyorum.
Emniyet teşkilatı 200 bin personeli, 1 milyon aile efradı ve emeklisiyle beraber, 3,5 milyon vatandaşımızı kapsayan konular demektir.
Türk polisinin dünya polisi içinde çok saygın bir yeri bulunmaktadır.
Ülkemizin bölünmez bütünlüğü uğrunda canlarını veren Türk polisi, her geçen gün farklılık gösteren suç ve suçlular karşısında kendisini yenilemekte, gelişen teknik imkânlardan daha fazla yararlanmaktadır.
Suçların işlenmeden önlenmesi, vatandaşın huzur içinde yaşaması için, günün gelişen teknik imkânlarına paralel olarak, polisin yeni yetkilerle donatılması gerekmektedir. Nitekim, bu konuda, Polis Vazife ve Salahiyet Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi'miz Adalet Komisyonundan geçmiş olup, inşallah, Genel Kurula bugünlerde gelirse, polisimiz, vatandaşın can ve mal güvenliğini korumada, suçlulara karşı, her zaman olduğu gibi, birkaç adım önde daima olacaktır.
Suçlar işlendikten sonra da, polisimizin, suçların faillerini yakalamada dünya polisinin çok üzerinde bir başarısı vardır. Bilhassa son terör olaylarının, bombalama olaylarının ve siyasi cinayetlerin olmadan önlenmesinde, olduktan sonra da çok kısa zamanda yalanarak suç delilleriyle birlikte adalete sevkinde Türk polisinin son derece başarılı olduğu hepimizin malumlarıdır. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak hepimiz polisimize minnettarız.
Bu dönemde polisimizle ilgili olarak iktidarıyla muhalefetiyle çok önemli çalışmalar yaptık. Ancak, burada, kalan sorunlarına da çok kısaca değinmek istiyorum: Diğer memurlara göre polisimizin insanüstü bir çalışma temposunda olduğunu söyleyebilirim. Bir memur haftada kırk saat çalışırken polisimizin en az yetmiş iki saat çalıştığı, haftada bir gün o da belki izin yapabildiği, bayram ve tatillerde diğer memurlar izin yaparken polisin daha fazla çalıştığı, birçok polisin senelik izne dahi çıkamadığı, hafta tatilini bile kullanamadığı bir gerçektir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; çalışma sürelerinin çok fazla olmasından dolayı, polis, kendisine, ailesine hiç vakit ayıramamakta, günlerce çocuğunun, ailesinin yüzünü görememektedir. Sosyal hayat kavramını unutan polisimiz psikolojik, sosyolojik ve sağlık sorunlarıyla karşılaşmaktadır.
Nitekim, on yılda:
428 şehit,
381 vazife malulü,
419 emniyet personeli intihar etmiş,
569 emniyet mensubu görevi esnasında,
612 emniyet mensubu görev malulü,
1.839 mensubu ise işin zorluğundan istifa etmiştir.
Tabii, burada çözüm, mutlaka, polisin fazla mesaisinin saat başı verilmesi olmalıdır. Yine, polisin daha fazla kadroyla donatılarak… Bu dönemde çok şükür bu karşılanmıştır, yaklaşık 20 bin polisimiz bu dönemde görev almıştır.
Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; yine, ek göstergedeki polisin aleyhindeki durum da bundan sonraki dönemde düzeltilmesi gereken konulardan biridir. Örneğin, eğitim hizmetlerinde 8'inci dereceden ek gösterge başlarken, emniyet teşkilatında 1'inci, 2'nci ve 3'üncü derecelerden ek gösterge verilmektedir. Yine, emniyet teşkilatının aleyhine olan, aynı bakanlığa bağlı iki kurum personeli arasındaki ücret eşitsizliği de giderilmelidir.
Ben, müsaade ederseniz, şimdi de çarşı ve mahalle bekçilerimize de çok kısaca değinmek istiyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; uzun yıllardan beri, çarşı ve mahalle bekçilerimiz, maalesef, emniyet teşkilatında ikinci sınıf personel olarak görülmüş, polis teşkilatıyla beraber, polislerle beraber aynı asayiş hizmetlerinde görev almalarına rağmen, onlar yardımcı hizmetler sınıfına tabi tutulmuşlardır. Hâlbuki -gerek Çarşı ve Mahalle Bekçileri Kanunu'ndaki gerekse Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu'ndaki yetkilerden ve sorumluluklardan…- çarşı ve mahalle bekçilerimiz de aynı şekilde, onlarla beraber görev yapmaktadırlar. Bu vatanın bölünmez bütünlüğü uğrunda birçok çarşı ve mahalle bekçimiz şehit olmuştur ve yaralanmıştır. Şimdi, Türkiye Büyük Millet Meclisinde dinleme sıralarında, dinleme bölümünde bizi izleyen ve Türkiye'nin her tarafında televizyonlarından bizi izleyen çarşı ve mahalle bekçilerimiz için, inanıyorum ki, bugün çok önemli bir gün olacaktır.
Biz bu dönemde, hep beraber iktidarıyla muhalefetiyle el ele vererek, çarşı ve mahalle bekçilerimizin sorunlarını çözmeye çalıştık. Özellikle AK Parti İktidarı döneminde, çarşı ve mahalle bekçilerimizin şimdiye kadar silahlarından alınmış olan ruhsat harçlarını kaldırdık.
Yine, polis ve çarşı ve mahalle bekçisi ayrımı gözetmeksizin, diğer memurlara verilmeyip ancak polislerimize ve çarşı ve mahalle bekçilerimize verilen 140+40 YTL'den emeklilerimiz de yararlanmıştır.
Şimdi, çarşı ve mahalle bekçilerimiz için kesin çözüm olan, çarşı ve mahalle bekçilerimizin yardımcı hizmetler sınıfından çıkarılıp, emniyet hizmetleri sınıfına alınarak tüm sorunları burada giderilmiş olacaktır. Özellikle, çarşı ve mahalle bekçilerimiz, emniyet hizmetleri sınıfına alınarak, ek göstergelerden de yararlanacaklar, fiilî hizmet zammı alacaklar ve çarşı ve mahalle bekçilerimiz, emniyet hizmetleri sınıfında yer alarak, yıllardan beri özledikleri haklara ve statüye kavuşmuş olacaklardır.
Kanun teklifinin yasalaşmasında, başta Sayın Başbakanımız olmak üzere, tüm bakanlarımıza, iktidarıyla muhalefetiyle, özellikle tüm grup başkan vekillerimiz ve milletvekillerimize, buradan, emniyet teşkilatı ve çarşı ve mahalle bekçilerimiz adına, bu teşkilatın bir ferdi olarak sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum.
Bu vesileyle, başta Mehmetçiklerimiz olmak üzere, polislerimiz, çarşı ve mahalle bekçilerimiz, jandarmamız, köy korucularımız ve vatanın bölünmezliği uğrunda canını seve seve veren aziz şehitlerimizin tümünü minnetle, şükranla anıyorum; şehit ailelerinin her zaman millet olarak yanında olacağımızı ifade ediyor, gazilerimize ve bu uğurda yaralanan vatandaşlarımıza da Allah'tan acil şifalar diliyorum.
Yasanın hayırlı olmasını temenni ediyor, yüce heyeti saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Tozçöken.
Kilis Milletvekili Sayın Veli Kaya. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Sayın Kaya, biraz kısa tutarsanız memnun oluruz.
VELİ KAYA (Kilis) - Tamam Sayın Başkanım.
Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan kanun yıllardan beri özlemini duyduğumuz, emniyet teşkilatımızın güzide mensupları, ezgin, gariban, namusumuzun, malımızın, canımızın bekçisi mahalle bekçilerimizin özlük haklarına yönelik bir kanun olduğu için, bugün huzurlarınızda bu kanunu çıkarmanın mutluluğunu yaşıyoruz.
Değerli arkadaşlarım, yıllardan beri, mahalle bekçileri, bu kanunun Türkiye Büyük Millet Meclisinden çıkmasını istemiş, bu kanun geçmiş her hükümetler döneminde taslak hâline gelmiş, maalesef, her seferinde kadük duruma düşürülmüştür. Ama, bu Parlamento, bu gariban insanların hak ettikleri özlük haklarını vermekte tereddüt etmemiş, bunların haklı taleplerini yerine getirmenin şerefini de hep beraber yaşamaktadır.
Mahalle bekçileri Osmanlı İmparatorluğu'nun bize mirası olup, hakikaten, evlerimizde rahat uyuduğumuz ve onların düdük sesleriyle güven içerisinde yattığımız dönemleri hatırlıyorum. Bunlar şu son beş on senedir yerine yenileri alınmadığı için geri görevlere çekilmiş, dolayısıyla, hırsızlık, kapkaç ve buna benzer asayiş olaylarının artması dikkati çekmiştir. Ben arzu ediyorum ki, mahalle bekçiliği yeniden ihdas edilmeli ve kapkaç, hırsızlık ve buna benzer olaylar anında kesilmelidir diyorum.
Bunun altını şöyle çizmek gerekir: Değerli arkadaşlarım, mahalle bekçileri yaşadıkları bölgenin çocuklarıdır genellikle. Dolayısıyla, o bölgede asayişe müessir olayları işleyecek insanları da bire bir tanırlar. Bire bir tanıdıkları için, o olayların şekline göre o suçluyu eliyle yakalar getirirlerdi.
Ben ailesinde çok miktarda emniyet mensubu bulunduran bir ailenin çocuğuyum. Naçizane dört beş yıl gibi de emniyet teşkilatında bir hizmetim mevcuttur benim. Dolayısıyla, bu meslek mensuplarını ve bunların sorunlarını çok iyi bildiğime inanıyorum.
Şimdi, 2003 yılında bu kanun teklifini verdiğim zaman, mahalle bekçileriyle bire bir konuştum, kendilerinin sorunlarını da bizzat kendilerinden dinledim.
Değerli arkadaşlarım, bu kadro ihdas edildiği zaman mahalle bekçilerinin çoğu ilkokul mezunu veya okuryazar statüsünde idi. Dolayısıyla, özlük hakları da ilkokul mezunu oldukları için ona göre dizayn edilmiş, ona göre düzenlenmiştir. Ama, bugün, mahalle bekçilerimizin çoğu, yüzde 60'ı lise mezunu, yüzde 20 veya 30'a yakını da üniversite mezunudur. Ama, hâlâ bu adamlar, ilkokul mezunu statüsünde özlük hakları almaktadırlar. 7'nci dereceden aşağı düşememektedirler; ilkokul mezunu olmamalarına rağmen, üniversite ve lise mezunu olmalarına rağmen, hâlâ 7'nci dereceden aşağıya düşememekte ve geçtiğimiz dört beş ay öncesine kadar da bunların aldıkları zatî silahlarının ruhsatlandırılmasında kendilerinden vatandaş gibi harç talep edilmekte idi. Biz, geçmiş dönemde de bekçilerimizin ruhsatlarından harç alınmamayla ilgili bir yasa da çıkarttık.
Tabii, emniyet teşkilatının sorunları sadece bekçilerle de sınırlı değil. Biliyoruz ki, Türkiye'nin vefakâr emniyet teşkilatı, polisi, emniyet müdürü, komiseri, emniyet amiri, bu millet için seve seve canını veren meslek mensuplarıdır. Onların gece ve gündüz demeden çalışmaları neticesinde, malımızı, canımızı, namusumuzu güven altında hissedip evimizde rahat uyumaktayız.
Emniyet mensuplarının da çeşitli sorunları var. Bu Hükûmet döneminde emniyet mensuplarıyla ilgili… Geçtiğimiz yıl onlara seyyanen bir ücret verilmiş, ancak bunun yetersiz olduğunu da biz biliyoruz. yetersiz olduğunu da biz biliyoruz. Şu anda bizi izleyen -ben biliyorum ki- seksen bir vilayetimizde bekçilerimiz ve emniyet mensuplarının gözü kulağı bugün Parlamentodadır. İşte, biz, inşallah, bu emniyet mensuplarımızın yüzünü güldürecek çalışmalarımıza da devam ediyoruz.
Değerli arkadaşlarım, karşılaştığım her polis, her emniyet mensubu beni eski bir emniyetçi olarak bildikleri için sorunlarını anlatırlar. Âdeta, bir eski mensup olduğum için, bir ağabey gözüyle "Ne olur bizim sorunlarımızı Parlamentoda dile getirin." dedikleri zaman ben onlara şu sözü söylemişimdir: Değerli arkadaşlarım, Parlamentoda her arkadaşımız, tabii, emniyet mensubuna yakın, onu kendi evladı gibi görür; ama, 3 tane emniyette çalışmış arkadaşımız var. Bu kanunun çıkmasında Eskişehir Milletvekilimiz Muharrem Tozçöken, Yalova Milletvekilimiz Şükrü Bey, Grup Başkan Vekillerimizden Eyüp Fatsa, İrfan Gündüz, ciddi söylüyorum, gecesini gündüzüne demeden bu kanunun çıkması için bize yardımcı oldular. Ben, huzurlarınızda, başta Başbakan olmak üzere, İçişleri Komisyonu üyeleri ve İçişleri Komisyonu Başkanı olmak üzere, Plan Bütçe Komisyonu üyeleri ve onun Başkanı olmak üzere tüm grup başkan vekillerimize ve tüm Parlamentoya, iktidarıyla muhalefetiyle herkese huzurlarınızda teşekkür etmek istiyorum. Çünkü, bu yasanın çıkmasıyla 7 bin mahalle bekçisinin, onun çocuklarının ve yakınlarının, emekli olan mahalle bekçilerinin derdine derman oldunuz. Onların, bugün, inanıyorum ki, televizyonda yürekleri benim kadar heyecanla atıyor. Yıllardan beri birikmiş olan bu yasayı çıkarmakla bence çok isabetli bir karar aldığımıza inanıyorum.
Değerli arkadaşlarım, emniyet mensuplarının ve güvenlik görevlilerinin, onların şehitlerinin, onların gazilerinin bizdeki beklentilerini mutlak surette yerine getirmemiz lazım. Bir emniyet mensubu, bir polis sabahın altısında, yedisinde görevinin başına gider. Onun mesai mefhumu yoktur. İkinci bir emre kadar bu arkadaşımız çalışmak zorundadır. Fakat, nedense, bu emniyet mensupları sıradan bir memurmuş gibi algılanır, onlara 657 sayılı statü uygulanır.
Değerli arkadaşlar, bence emniyet mensupları 657 sayılı Devlet Memurları gibi algılanmamalı, onlar özel statülü elemanlardır. Mesai saati olmadan, canını ortaya koyan, çocuklarının yüzünü görmeyen, hanımının yüzünü görmeyen bu insanları kimse görmezden gelemez. Dolayısıyla, bizim iktidarımız döneminde biz emniyet mensubu kardeşlerimizin, bu değerli meslek mensuplarının özlük haklarını, onun maddi ve manevi haklarını, inşallah, gündeme getirecek çözüm noktasında da önemli bir başarı kazanacağız diye düşünüyorum.
Değerli arkadaşlarım, ben sözlerimi çok fazla uzatmadan bu kanunun bir an önce çıkması için sözlerimi kısa kesmek istiyorum, çünkü, bugün locada da görüyorum, seksen bir vilayeti temsilen mahalle bekçilerimiz burada, heyecanla bekliyorlar bu kanunu.
Onun için, bu kanunun, emniyet mensuplarına, ülkemize, bu uğurda canını vermiş şehit ailelerine ve gazilerimize hayırlı, uğurlu olmasını diliyorum, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN - Efendim, Sayın Kaya'ya, kısa konuştuğu için teşekkür ediyoruz!
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Kısa bir açıklama yapmak istiyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN - Sayın Bakan da bir açıklama yapacak.
Buyurun efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Sayın Bakanım, size kısa konuş demeyeceğim, çünkü, kısa konuş dediğim süresini tam kullandı. Siz buyurun, sürenizi dilediğiniz gibi kullanın.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Sayın Başkanım, değerli arkadaşlar; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Görüşmekte olduğumuz kanun teklifinin hangi alanlarda düzenlemeler yaptığını, biraz önce söz alan, hem iktidar partimize mensup hem de muhalefet partimize mensup arkadaşlarımız ifade ettiler, ama ben birkaç cümleyle, vaktinizi fazla almadan, sadece arkadaşlarımızın uzun cümlelerle ifade ettiklerini özet birkaç cümleyle hatırlatmak istiyorum.
Şu anda hazine avukatlarının veya devlet davalarını takip edenlerin keşif ücretlerinin yüzde 85'i bu davaları takip eden avukata ödenirken, sadece yüzde 15'i bu konuyla ilgili olanlara veriliyordu. Bu teklifle bu konuda yeni bir düzenleme yapılarak bütçeye yük getirmeden bu keşif ücretlerinin adil bir şekilde dağıtımı düzenlenmektedir.
Bunun dışında 2'nci maddeyle: Üzerinde toplu yapılaşma bulunan vakıf arazileriyle ilgili, biz, yıllar önce -yıllar önce derken üç sene önce- bir kanuni değişiklik yaparak üzerinde toplu yapılaşma bulunan vakıf arazileriyle hazine arazilerinin takası imkânını getiren bir düzenleme yapmıştık. Bununla ilgili Millî Emlak Genel Müdürlüğüyle belediyeler arasında ve tabii önce vakıflar arasında işlemler yasa gereği yürürken rayiç değer konusunda bir problem çıktı. Millî Emlak Genel Müdürlüğü rayiç değeri farklı, Vakıflar Genel Müdürlüğü farklı değerlendirince bir sorun meydana geldi. Bunu çözmek için 2007 mali yılı bütçesine bir cümle koymuştuk, ancak Anayasa Mahkemesi -bir dava nedeniyle bazı maddeleri, Bütçe Kanunu'nun, Anayasa Mahkemesinin önüne geldiği için- "Bu tür düzenlemeler Bütçe Kanunu'nda yer almaz." diyerek -esasına bir itirazı yok- iptal etti. 2'nci maddede de bu rayiç değerle ilgili sorunu çözen bir düzenlememiz var.
Bunun dışında, biraz önce emniyet kökenli milletvekili arkadaşlarımız, büyük bir coşkuyla, getirilen düzenlemeyi burada anlattılar. Gerçekten, çarşı ve mahalle bekçileri, yardımcı hizmetler sınıfından çıkarılarak emniyet hizmetleri sınıfına alınmakta ve ek göstergeden yararlanmaları mümkün hâle getirilmektedir. Doğrusu, 20'nci Dönemde bir milletvekili olarak Parlamentoda bulunurken, iki kez bu konuyla ilgili kanun teklifi vermiştim, ancak, 20'nci Dönemde de 21'inci Dönemde de bu konuda düzenlemeye muvaffak olamamıştık. Şimdi, bir arkadaşımızın teklifiyle gündeme gelen bu konunun yasalaşmasında bir Bakan olarak bulunmak da beni ayrıca mutlu etti. Bu öneri Parlamento gündemine ilk kez benim tarafımdan getirilmişti. Ben de, mahalle bekçilerimiz gibi, çarşılarda görev yapan bekçilerimiz gibi, ayrıca memnun olduğumu ifade etmek istiyorum.
Ayrıca, yine bu teklifte Türk Standartları Enstitüsünün 5018 sayılı Kanun kapsamına alınması dolayısıyla yaşanan bir sorunu vardı, onu çözüyoruz.
Bunun dışında, Maliye Bakanlığı bünyesinde yeni kurulan Gelir Politikaları Genel Müdürlüğünde istihdam edilecek personele ilişkin düzenleme yapılıyor. Bu da bir ihtiyaçtan kaynaklandı.
Ayrıca, değerli arkadaşlarım, bilindiği gibi, her yıl, kamuda çalışan memurlarımızla toplu görüşme yapıyoruz. Toplu görüşmelerde de, şu anda hem toplu sözleşmelerden hem toplu görüşmelerden ben sorumluyum. Yasa gereği, her yıl ağustos ayının 15'iyle 30'u arasında yapılıyor bu toplu görüşmeler. Ancak, biliyorsunuz, 22 Temmuzda seçim var. Seçimlerden hemen sonra ağustos başında belki Parlamento toplanabilecek, Başkanlık Divanı oluşabilecek. Yeni hükûmet kurma çalışmaları belki 15 Ağustosu geçebilir. Böyle bir noktada memurlarla oturup toplu görüşme yapmak riske girebilir. O nedenle, bir geçici madde ekledik. Bu toplu görüşmenin bu yıl 15 Ağustos ile 30 Ağustos arasında değil, 1 Eylül ile 15 Eylül arasında yapılmasını düzenleyen, ihtiyaçtan kaynaklanan bir madde de olduğunu ifade etmek istiyorum.
Şimdi, ben, sözlerimi hemen kapatıp, huzurunuzdan ayrılacağım, ancak, demin ben burada yoktum, değerli dostum İstanbul Milletvekili Arkadaşım Berhan Şimşek Bey, benim Bakanlığıma bağlı Vakıflar Genel Müdürlüğüyle ilgili, kendi ifadesine göre, suistimal kokan Çeşme'deki bir yap-işlet-devret modeliyle ilgili ihaleden bahsetmişler. Benim de bir yazıma dayanarak bazı değerlendirmelerde bulunmuşlar.
Hemen şunu ifade edeyim: Kendisine bu konuda mektup yazan, belge gönderen firma sahibinin Sayın Şimşek'i yanlış yönlendirdiğini hemen ifade etmek istiyorum.
Kısaca, hem sizin hem de televizyonları başında bizi izleyen vatandaşlarımızın bu konuda doğru bilgi sahibi olmasını temin için şu açıklamayı yapma ihtiyacını duyuyorum: İzmir'de Çeşme ilçesinde, evet, Musalla Mahallesi'nde Vakıflar Genel Müdürlüğüne tescilli Kanuni Kervansarayı var. Bu Kervansaray'ın restore edilmesi lazım. Biz de burayı restore et-işlet-devret modeliyle kira ihalesine çıkarttık. Kira ihalesi yapıldı, ihale sonucunda bir firma -bu firmanın ismini Sayın Şimşek verdiği için ben de verebilirim- Antalyalı bir firma, Sahra Turizm İnşaat Limitet Şirketi almış. Ancak, ihale ilanında pafta ve parsel numarası hatalı çıkmış, ancak, şartnamede "Kanuni Kervansarayı" diyor. Daha sonra bu fark edilince bu maddi hata düzeltiliyor ve Vakıflar Genel Müdürlüğü bu ihaleyi alan firmaya diyor ki: "İhalemiz geçerlidir, siz, lütfen, projenizi hazırlayın, bize verin, biz de kurula göndereceğiz, bir an önce de siz buradaki işlemlere başlayın." Ancak, bu firma projeyi hazırlamıyor, kendilerine uyarılarda bulunuluyor gene hazırlamıyor. Yine, sözleşme gereği kira ödemesi lazım, kiraları ödemiyor, Vakıflar Genel Müdürlüğü de bu ihaleyi ve kira akdini feshediyor.
Şimdi, bu arkadaşımız daha sonra diyor ki, demin ifade ettim: "Parsel numarası yanlıştı, karşıdaki caminin numarası yazılmış."
AYHAN SEFER ÜSTÜN (Sakarya) - Nasıl işletecek camiyi?
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Berhan Bey diyor ki: "Siz camiyi restore et-devret modeliyle ihaleye çıkarttınız." Cami yerinde. Bu hata, yani maddi hata düzeltiliyor ve Kervansaray'la ilgili işlemler yürürken sözleşme feshediliyor.
Şimdi, Sayın Şimşek diyor ki: "Siz hep böyle yapıyorsunuz zaten. Bu camiyi restore et-işlet-devret modeliyle bir başkasına ihaleye verdiniz, hep siz böyle yapıyorsunuz." Tabii burası da yanlış. Çünkü, biz burayı ihaleye vermedik yeniden, şimdi, Vakıflar Genel Müdürlüğü olarak bu Kanuni Kervansarayı'nı kendimiz restore edeceğiz. İzmir Vakıflar Bölge Müdürlüğü projesini hazırladı, kurula gönderecek, kuruldan geldikten sonra Vakıflar Genel Müdürlüğü olarak bu kervansarayı artık ihale yoluyla restore etmiyoruz, kendimiz restore edeceğiz. Ancak bu firma, daha önce Antalya'da da bazı ihalelere girdi ve vecibesini süresinde yerine getirmediği için maalesef iki yıl kamu ihalelerine girmekten yasaklı hâle geldi. Bu kızgınlıkla bu arkadaşımız sağa sola yazılar yazdı, Berhan Bey'e de yazmış. Berhan Bey'i suçlamıyorum, kendisine gelen bu bilgilere göre konuşacaktır, ama işin içyüzü budur. Keşke, Sayın Şimşek, ya böyle bir şey geldi bana Sayın Bakan bu işin içyüzü nedir diye sorsaydı, burada böyle bir açıklama yapmak ihtiyacını da duymayacaktı, belki de kendisi yanlış yönlendirildiği için burada bizleri de ve sizleri de yanlış yönlendirmeyecekti. Ama, kendisini suçlamıyorum. İki yıl süreyle, yanılmıyorsam, kamu ihalelerine girmekten yasaklı hâle gelmiş bu arkadaşımız, Vakıflar Genel Müdürlüğünden intikam almak için bu tür yazıları sağa sola yazıyor. Bu bilgiyi sizlerle paylaşmak ihtiyacını duydum kamuoyunu ve sizleri doğru bilgilendirme adına.
Bu kanun teklifinin hayırlı olmasını diliyorum, hepinize saygılar sunuyorum efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Bakan.
Teklifin tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
1'inci maddeyi okutuyorum:
BAZI KANUNLARDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TEKLİFİ
MADDE 1- (1) 8/5/1991 tarihli ve 3717 sayılı Adli Personel ile Devlet Davalarını Takip Edenlere Yol Gideri ve Tazminat Verilmesi ile 492 sayılı Harçlar Kanununun Bir Maddesinin Yürürlükten Kaldırılması Hakkında Kanunun 2 nci maddesinin dokuzuncu fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve maddeye bu fıkrayı takiben aşağıdaki fıkralar eklenmiştir.
"Hazine avukatı veya Devlet davalarını takibe yetkili kişiye, ödenecek yol tazminatının tahakkukunu müteakip % 35'i ödenir. Yol tazminatının kalan % 30'u o il merkezi ve ilçelerinde görev yapan diğer hazine avukatlarına, % 10'u ise o il merkezi ve ilçelerinde muhakemat hizmetlerinde görev yapan raportör, şef ve diğer memurlara, ayda bir defa ve eşit tutarda ödenmek üzere emanet hesabına alınır. Yol tazminatının kalan %25'i Maliye Bakanlığı Merkez Muhasebe Birimi nezdinde emanet hesabına gönderilir.
İlgililere ödenecek tazminatın yıllık tutarı; başhukuk müşaviri, hukuk müşaviri, daire başkanı, muhakemat müdürü, muhakemat müdür yardımcısı, müşavir hazine avukatı ve hazine avukatları için en yüksek Devlet memuru aylığının (ek gösterge dahil) yıllık tutarının yarısını, raportör, şef ve diğer memurlar için dörtte birini geçemez. Geçen tutar, Maliye Bakanlığı Merkez Muhasebe Birimi nezdindeki emanet hesabına gönderilir.
Maliye Bakanlığı Merkez Muhasebe Birimi nezdindeki emanet hesabında toplanan tutarın % 75'i başhukuk müşaviri, hukuk müşaviri, daire başkanı, müşavir hazine avukatı ve hazine avukatları ile taşrada görev yapan muhakemat müdürü, muhakemat müdür yardımcısı, müşavir hazine avukatı ve hazine avukatları arasında eşit olarak, %25'i ise merkezde görevli şube müdürü, raportör, şef, uzman ve diğer memurlar ile taşrada görevli raportör, şef ve diğer memurlar arasında eşit olarak yukarıda belirlenen tutar dahilinde dağıtılır."
BAŞKAN - Madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Samsun Milletvekili Sayın Haluk Koç.
Buyurun.
CHP GRUBU ADINA HALUK KOÇ (Samsun) - Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.
Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Kısa konuşma talebinizi, ben, yerine getireceğim Sayın Başkan.
Öncelikle, bu maddede, ayrışık oy yazımızda yer alan bir hususu belirtmek istiyorum, komisyon üyesi arkadaşlarımızın belirttiği bir husus. Burada, yol tazminatının hazine avukatlarına ödenmesine yönelik olarak yürürlükte olan düzenlemelerin değiştirilmesin